Asıl Mesele? Sadi Somuncuoğlu

14 Temmuz 2018 Referandum ve 24 Haziran seçimlerinin ardından “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin inşası için çalışmalara hız verildi. Türkiye Cumhuriyetinin milli ve üniter yapısını ortadan kaldıracağı anlaşılan bu dönüşümle,  “Başkan” adı verilen tek adama bağlı “eyalet” yönetimine geçiş süreci başlamıştır. Eyalet yönetiminin “rabia” söylemindeki “millet” kavramı ile perdelenen “etnisetelere” dayanacağı söylenebilir. Şimdilik “Yeni Türkiye” denilen yönetime, […]


Paylaşın:

14 Temmuz 2018

Referandum ve 24 Haziran seçimlerinin ardından “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin inşası için çalışmalara hız verildi. Türkiye Cumhuriyetinin milli ve üniter yapısını ortadan kaldıracağı anlaşılan bu dönüşümle,  “Başkan” adı verilen tek adama bağlı “eyalet” yönetimine geçiş süreci başlamıştır. Eyalet yönetiminin “rabia” söylemindeki “millet” kavramı ile perdelenen “etnisetelere” dayanacağı söylenebilir. Şimdilik “Yeni Türkiye” denilen yönetime, ileride ne ad verilecektir bilmiyoruz. Adı ne olursa olsun sonuçta, federasyona benzer, meselâ Yugoslavya gibi  “çok ortaklı” bir yönetim olacağı tahmin edilebilir.

Özetlenen bu dönüşüme karşı çoğunluk; bilgisizlik, şaşkınlık, korku ve çıkar hesaplarıyla sessizliğini korusa da, meselenin farkında olanların tepkileri gecikmemiştir. Bunlara örnek olarak şunları verebiliriz.

Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan, “Yeni hükümet sistemiyle yeni bir devlet kurulmasının planlandığını” söyledi. Devamında, “İçişleri Bakanlığı görev tanımına yurdun iç politikasına, il ve ilçelerin genel ve özel durumları ile ilgili değerlendirmeler yapmak ve Cumhurbaşkanına teklifte bulunmak” ve “ülkenin idari bölümlere ayrılması, il ve ilçelerin genel idarelerini düzenlemek eklendi… Yeni bir devlet kurulması çabasının artık açıkça ortaya çıktığını” kaydetti.

Demek ki, referanduma sunulan anayasa ile Cumhurbaşkanına, TBMM’ye ait devlet teşkilatı ve eyalet kurma yetkisinin verilmesi boşuna değilmiş.

Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran, bir hukukçu olarak şöyle diyor: “Bu sistemin temel taşlarından bir tanesi de ülkenin eyaletlere bölünerek yönetilmesidir. İdari yapıların artık eyaletler eliyle yapılması ve Cumhurbaşkanlığına bağlanacağı, hem anayasa değişikliğinden hem sistemin işleyişinden anlaşılıyordu. Bir süre sonra ülkenin 5 veya 7 ayrı eyalete sistemine geçeceği, buradaki üst düzey valiler ya da eyalet yöneticilerinin Cumhurbaşkanına bağlanacağı daha önce dile getirilmişti… Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile İçişleri Bakanlığına yetki verilerek bunun ilk adımı atıldı… Anlaşılan hangi şehirler eyaletin içinde kalacak veya kalmayacak, bunun çalışması yapılacak. Bir veya iki yıl gibi bir sürede bu sistemin geleceği anlaşılıyor. Kendine münhasır işlerinde daha özerk, dış işlerinde Cumhurbaşkanlığına bağlı bir sistem geliyor, görüntüsü var. Bu yapılanma aynı zamanda üniter devletten vazgeçildiği anlamına geliyor. Üniter yapının ortadan kaldırılması, Türkiye Cumhuriyetinin ortadan kaldırılmasını doğurabilecek kadar tehlikelidir.”

Bu değerlendirmedeki tespitler ve üniter devletle beraber Türkiye Cumhuriyetinin ilgasına yol açabilecek tehlike uyarısı çok dikkat çekici değil mi?

Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Süheyl Batum, “Ülkenin idari bölümlere ayrılması il ve ilçelerin genel idarelerinin düzenlenmesine ait yetki, eyalet sisteminin ilk adımı olabilir mi sorusuna, ‘olabilir tabii. Biz referandum sırasında bunu söylemiştik’” cevabını veriyor.

Endişelerin, “eyalet” yönetimine geçişle beraber üniter devletin ortadan kalkacağı üzerinde toplandığı görülmektedir.

Bu durumda öncelikle şu sorunun cevabı verilmelidir: Türkiye ve Türk Milleti neden eyaletlere ayrılacak? Bu nasıl bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır?

Bu güne kadar yaşanan tartışmalar, on yıl boyunca bölücü terör örgütüyle yapılan müzakereler ve sağlanan mutabakatlar (Habur, 5 defa Oslo, İmralı ve Dolmabahçe mutabakatları), yetkililerle gerçekleştirilen röportajlar (2. Cumhuriyet Tartışması gibi) ve Eylül 2012’de demokratikleşme adına AKP kongresine sunulan 63 maddelik manifesto ile 2002’de ezilen terörün hortlatılarak günümüze kadar şehitler verilmesi dikkate alındığında, cevabı kendiliğinden ortaya çıkmıyor mu? Terör bölücülük adına yapıldığına göre, terörle beraber amacı olan bölücülüğe de hayır denilmesi gerekmez mi?

Özelersek; “çözüm süreci”nin, (PKK dışında) gereği olan eyalet yönetimine geçilmek istenmiyor mu? Buna da Türkiye’nin dönüştürülmesi adı verilmiyor mu?

Peki, Anayasalarımız ne diyor?

Evet, bu olup bitenler, 1876 Kanunu Esasi ve Cumhuriyet dönemi anayasaları açısından ne ifade ediyor? Anayasamız ne diyor?

MADDE 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.”

MADDE 6- Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

MADDE 7- Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.

Görüldüğü gibi, hepsinde olduğu gibi 1982 anayasasında da egemenliğin sahibi, devletin ve milletin kimliği ve vatanın bütünlüğüne dair hükümler hep aynı kalmıştır. Çünkü mülkün ve egemenliğin sahibi, bu coğrafyada bin yıldır Türk Milletidir; bundan sonra da böyle kalacaktır.

Bu bakımdan Türkiye; iç işlerinde özerk, dış işlerinde Başkan adı verilen tek adama bağlı eyaletlere ayrılamaz, anayasa ihlal edilemez, asla bölünemez. Dünya tarihi şahittir ki, egemenliğe ortak getirilirse, iç savaş kaçınılmaz olur.

İşte Yugoslavya, Libya, Yemen, Irak ve Suriye felâketi önümüzde.

Yazar

Sadi Somuncuoğlu

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar