Yükleniyor...
Guguk kuşları isimlerini güzel ötüşlerinden dolayı alırlar. Bununla beraber tasvir edilebilecek birçok özellikleri olmasına rağmen biz konumuzla ilgili olan kısmını yazacağız. Hilebaz ve kurnaz olan bu kuşları, aynı evi paylaşıp farklı aileye mensup olanları, aralarına gizlice sızdıkları aile bireyleri gibi davranıp, onlar gibi görünüp farklı hareket edenleri tanımlamak için kullanacağız. Guguk kuşunun dişisi yumurtlayacağı zaman evvela gözüne başka bir yuvayı kestirir. Daha sonra o yuvanın sahibi olan kuş, uzaklaşınca hızlıca yaklaşır ve yumurtasını uzaklaşan bu kuşun yuvasına bırakarak, yuvadaki mevcut yumurtalardan birini dışarı atar. Böylece yemek bulmak için yuvadan uzaklaşan kuş döndüğünde durumu anlamaz. Yuvadaki yumurtaları kendi yumurtası gibi sahiplenir. Kuluçka dönemi geçtikten sonra yumurtadan çıkan yavru guguk kuşu doğuştan gelen sinsilik ile yuvadaki diğer yumurtaları anne kuş yuvada yokken aşağı atar. Böylece yuvanın tek kuşu olarak kalır. Doğada gözlemlenen bu olay oldukça hayret vericidir. Gelin bizim yuvamızdaki guguk kuşlarına da biraz göz atalım. Işık tutup seslerini dinleyelim bakalım bize ne anlatacaklar.
Türk Milleti, insanlık tarihinde mümtaz bir yeri olan millettir. Bugünkü coğrafyasını da kendisine yurt kılmıştır. Vatan Türkler için kutsaldır ve biliriz ki bu coğrafyada mücadele de hiç bitmeyecektir. Türk Milleti bağrında nice bilim insanı, kahraman kadın ve erkek yetiştirdiği gibi guguk kuşlarını da nasiplendirmeyi ihmal etmemiştir. Bizim bu yazıdaki serüvenimiz de sinemamız içerisindeki guguk kuşlarını tanımak ve üstlendikleri görevlerine ışık tutmak içindir.
Serinin ilk filmi 2011’de Ankara’da çekilmişti. 1960’lı yılların Ankara’sından günümüze uzanan bir yolculuk şeklinde konusunu işlemişti. Yayınlandığı tarihten itibaren ilk filim 2,5 milyon seyirciye ulaşmış, izleyicilerin düşünce ve duygu dünyasında izler bırakmıştı. Filmi izleyenler hem o dönemin özelliklerini hem de oyunculuklarla birlikte, kurgu ve senaryoyu çok beğenmişti. Bu filmden sonra elde edilen ciro da bir sonraki filmin siparişini vermişti. Yönetmeni de tam dokuz yıl sonra serinin ikinci filmini çekerek vizyona soktu. Bu sefer film 1960’lı yılların İstanbul’unda yaşanan bir aşk hikâyesini konu edinmiş. Görünen zorlama bir senaryoya sahip ısmarlama bir yapım olduğu. Konuyu ilgi çekici hâle getirebilmek için de ek detaylara gerek görülmüş. Onun için de kolay destekçi bulunabileceği hassas konulardan siyasi içerikler eklenerek film karşımıza çıkarılmış.
Film, Rum Niko ile Türk Sema’nın aşkını anlatıyor. Lise zamanlarında tanışan iki genç zaman içerisinde birbirlerine âşık oluyor ve ilişkileri giderek derinleşerek evliliğe doğru gitmeye başlıyor. Lakin her hikâyede bir yakışıklı erkek, bir güzel kadın ve aralarında bir de kuvvetli aşk varsa hikâyenin daha cezbedici hâle gelmesi için onların kavuşmasını engellemeye çalışan bir de kötü kalp gerekiyor. İşte aşk her ne kadar tesadüfleri sevse de bizim sevmediğimiz tesadüfmüş gibi gösterilen ve mesajlar taşıyan kısım da buradan sonra başlıyor. Çünkü seven iki kalbin birleşmesini ümitle bekleyen seyirciye, bu kavuşmanın gerçekleşmesini engelleyen kötü kalp olarak Türk baba figürü ve Türk milleti verilerek hedef gösteriliyor.
Olayların yaşandığı dönem tam da Kıbrıs’ta Rum çetecilerin Türkler üzerinde kıyıma geçtiği, adayı Yunanistan’a ilhak çalışmaları için katliamlar yapan EOKA çetecilerin terör estirdiği zamanda gerçekleşiyor. Kıbrıs’ta Rumlar tarafından yapılan katliamlar ve zararlı faaliyetler Anavatan’da yaşayan Rumlara karşı bir tepkiyi doğuruyor. Kıbrıs’tan gelen acı haberlerin, İstanbul’da yaşayan Rumlara karşı bir tepkiye dönüşmesi filimde aşk hikâyesinin anlatılacağı iklimi canlandırıyor. Niko ve Sema bu gergin ortamda birbirlerine kavuşmaya çalışırken, Rumların evlerine ve iş yerlerine saldırılar düzenlenmesi sonucu olaylar iyice dramatize ediliyor. Filmi izleyince kendinizi haksızlığa uğradığını düşündüğünüz Rumların yerine koymadan edemiyor, onların acılarını paylaşıyorsunuz.
Filmi izlerken, gördüğümüz her şey bu son dakika gelişmesinden sonra anlatılıyor gibi işlenmiş. Rumların Enosis planları yokmuş, Kıbrıs’ta katliamlar yapılmamış da işgalci(!) Türkler Rumları durduk yere yerinden yurdundan etmeye çalışıyormuş gibi bir algı ile konu filme işlenmiş. Film, olayların geçmişini hiç irdelemeden, Kıbrıs’taki olayların neden İstanbul’da tepkiyle karşılandığına değinmeden seyirciyle birlikte Niko ve Sema’yı doğrudan olayların içerisine sokmuş. Mahallenin önde gelen hak hukuk bilir kadirşinas esnafları olarak tanıtılan Rum ailelerine; işleri güçleri aylaklık olan, mahallenin hilal bıyıklı(!) gençleri tarafından zulmedildiği anlatılmış. Niko’nun aşkına mani olup, zorunlu olarak Yunanistan’a gitmeden önce onun sevdiği kız ile son defa görüşmesinin yine bu gençler tarafından engellendiği gösterilmiş. 1960’lı yılların anlatıldığı filmin o dönemi bu şekilde bitiyor ve filmin ikinci aşaması 2011 yılına gelinerek anlatılıyor. Gerisi klasik ilişki kavgaları, ayrılmalar ve barışmalar şeklinde geçiyor. Sonuna da tesadüfi yeniden bir araya gelişler ekleniyor. Hikâyenin özü bu şekilde geçiyor.
Kıbrıs’taki kardeşlerimizin haklarına, yüzlerce yıllık varlığımıza ve haklı davamıza rağmen filimde tamamen işgalci olarak gösterilmişiz. Bunu da öyle ustalıkla işlemişler ki kavuşamayan iki aşığın dramının arkasına saklanan “Türklerin zulmettiği” algısı filmin önüne geçmeden gerekli mesajları genç dimağlara yerleştirmeye yetiyor. Filme sevgilisi ile giden genç kardeşlerimiz, sadece olayın dramatik yönünü görerek yaşanan aşk hikâyesini izlemiş ve bununla duygu dolu anlar yaşamışlardır. Film yorum sitelerine bakıldığı zaman yapılan yorumların sadece bu konular hakkında olduğu görülecektir. İstedikleri tam da böyle bir seyircidir. Vermek istediklerini alıp, konuşulmasını istedikleri şeyi konuşan bir seyirci kitlesi! Bakıldığı zaman yapılan eleştirilerin de çoğunluğu kurgu üzerinedir. Ancak olayların yaşandığı zemin, oturtulduğu asıl dram göz ardı edilmiş ve bu gerçeklikler seyirciye yanlış aktarılmış ne yazık ki seyircilerimizden de buna beklenilen tepki gelmemiştir. Bunun yanı sıra filmi izleyen herkese sinemanın algı gücü kullanılarak Kıbrıs’taki haklı varlığımız işgalci gibi gösterilmiştir. Türk aile yapısındaki baba figürü, kızının duygularını önemsemeyen eril bir zihniyet olarak gösterilirken; Rum aile yapısında babanın rolü ise kalender bir aile büyüğü ve ne olursa olsun çocukların arkadasında duran bir figür olarak tasvir edilmiştir.
Filmi bittikten sonra akan jenerikte Yunan yönetmen, senarist ve yapımcı ismi beklemedik değil. Ancak Guguk kuşlarımız, aramıza öyle bir saklanmış ki anlatılan hikâyeyi bizden birileri anlatınca şüphe etmeyeceğiz neredeyse! Abartmayın artık diyenler de olabilir, altı üstü bir aşk filmi bundan bu kadar mesaj çıkarmak doğru değil gibi eleştiriler yapanlar da olabilir. Ancak konuyu bu kadar hafife de almamak gerek. Soğuk savaş döneminden beri iki blok bu gücü çok iyi anladığı için bugün ABD’nin küresel emperyalist gücünü pazarlayan Hollywood filmleri kıyasıya izlenmekte ve vermek istedikleri mesajlar yayılmaktadır. Bu şekilde medya gücü kullanılarak yanlış olan ne kadar bilgi varsa doğru; doğru olan ne kadar bilgi var ise de yanlış gösterilmiş nice nesiller karanlıkta bırakılmıştır.
Filmin konusunu oluşturan tesadüf zincirleri ile birbirine bağlanan iç içe geçmiş aşk hikâyeleri; filmin sonunda ilk filme de bağlanarak olay örgüsü oluşturulmuştur.
Filmde vermek istedikleri mesajlarını gördük. Biz de kadrajı biraz o tarafa çevirelim. Hazır konu Kıbrıs’taki olaylardan açılmışken o zamandan kısaca bahsedelim. 60’la 70’li yıllar arasında Enosis(Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak edilmesi) için yaptıkları katliamlar ile nice masum Türk katledilmiş ve nihayet 1974’te Türk askerinin adaya çıkmasıyla bu zulme dur denilmiştir. O gün bugündür kolordu seviyesinde asker bulundurarak, çınar ağacımızı oraya dikmiş bulunmaktayız. Bu durumdan rahatsız olanlar o gün de vardı bugün de varlar. Rum yönetimi ile Yunanistan’ı bir olarak değerlendiren AB ve yerel işbirlikçileri Kıbrıs’taki Türk varlığını işgalci olarak göstermekte ve Türk Ordusunun Ada’dan çıkarılmasını istemektedirler. Bunu da kasıtlı bir şekilde, konu ve kurguya yedirerek sinemanın büyülü dünyası ve aşk hikâyelerinin arkasına saklanarak yapmaktalar.
Kötü bir makyaj ile işlenilen bu konular, sinemanın toplum algısını yönlendirme gücüyle beraber müspet bir algıyı oluşturmaya yöneliktir. Bu yazı, makyajın akması için kaleme alınmıştır.
Film vesilesi ile Kıbrıs’ın guguk kuşunu da anmadan geçmeyelim. Âdeta yukarıda anlatılanların sözcülüğünü üstlenen birinden bahsedelim ve biz de olayı filme yaraşır tesadüfler zinciri ile birlikte, tesadüfen KKTC cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya bağlayalım. Türk yurdunda Türk’ü işgalci gören bir aklın bu filim ile iyi bağdaşacağını düşünüyoruz.
Artık hangi “Guguk Kuşu” yumurtasını bizim yuvamıza bıraktıysa başarılı olmuş. Yuvadaki diğer yumurtaları atmaya çalışıyor. Biz de iyi besleyip büyütüyoruz ki gözümüzü daha iyi oysun. Yalnız bir küçük de ikazımız var. Guguk kuşu her zaman da amacına ulaşamıyor. Yumurtasını bıraktığı yuvanın asıl sahibi kuş, bırakılan yumurtanın kendi yumurtası olmadığını anladığı zaman o yumurtayı parçalayarak kendine yem yapıyor. Bizden söylemesi.