Yükleniyor...
“27 Mayıs” darbesini hatırlamıyorum. Üç yaşındaydım. Ondan aklımda kalan sadece içinde “Menderes” adının geçtiği bir destandır. (Destanlar olurdu o zamanlar) Köyden birisinin eline geçmiş. Radyo yoktu o sıra köyde. Hangi türküleri çalındı onu da bilmiyorum.
“12 Eylül”ü iyi hatırlıyorum. Üniversite öğrenicisiydim. Bahçelievler’de altı arkadaş bir evde kalıyorduk. Babam Numune Hastanesinde yatıyordu. Refakatçi kağıdım vardı. Ulusa kadar yedi ayrı kontrol noktasından geçerek iki saatte hastaneye varabilmiştim. Bizim kuşaktan herkesin bir hatırası vardır o günlere dair. Artık Televizyon vardı hayatımızda. Siyah beyaz yayın yapıyordu. Ordunun emir komuta içerisinde yönetime el koyduğunu Kenan Evren oradan duyurmuştu. Bir karşı koyuş, bir can kaybı da yaşanmamıştı. Liderler içeri alınmıştı.
Darbenin siyasi sosyal etkileri çok konuşuldu yazıldı. Bugün onu değil de darbenin türkülerini ve türkücülerini konuşalım istedik. Kenan Evren kadar akılda kalan bir ismi daha vardı “12 Eylül”ün Hasan MUTLUCAN.
Davudi sesiyle ile hep o hatırlanır darbe denildiğinde. Onunla birlikte müzik derslerinde bizlere öğretilen marşlar. Duygularımız kabarırdı onları dinlerken.
“Kırım’dan gelirim atım Arap’tır”
“Tuna nehri akmam diyor”
“Yinede şahlanıyor kolbaşının kıratı”
“Estergon kalası” ,“Genç Osman”
Bunun gibi daha niceleri.
Sağlığında sorulduğunda “Darbe sanatçısı olarak anılmak istemem doğrusu” demişti merhum.
“15 Temmuz”u planlayanlar muvaffak olsalar hangi türküyü, hangi sanatçıya okutacaklardı onu bilmiyoruz. Millet o fırsatı onlara vermedi. “Meydanların sahibi var” dedi. Neyi, kimin okuyacağına kendisi karar verdi. O kararda bir türkü, bir türkücümüz öne çıktı.
“Türkiye’m” sanatçısıydı. Milletin sanatçısıydı. “Ölürüm Türkiye’mi” en içten, en coşkulu o okuyordu. Ülkücü kimliği, beyefendi kişiliği ile tanınıyordu. Meydanlar ona teslim edildi. Onunla özdeş, herkesin dilindeki o türkü meydanları çınlattı bu kez. “Ölürüm Türkiye’m…”
Söz; Dilaver CEBECİ.
Beste; Mustafa YILDIZDOĞAN.
Dilaver ağabeyi 2008 yılında kaybettik.
Ankara İlahiyat mezunuydu. Onun da ruhu şad olmuştur her okunduğunda. Ondan eminiz. Kendisini rahmetle anıyoruz.
Öğretmen okulu sonrası Ankara ilahiyat Fakültesi diplomama kavuştuğumda şunu demiştim kendi kendime; “ Keşke liseyi bitiren her Türk gencine de buradaki bilgiler verilebilse.
Görülse dinin gerçeği…”
İstisnaları olsa da gerçek İlahiyat eğitimi alıp da, dini istismar edenine, onu rant aracı haline getirenine, din denizinde gemisini yüzdürenine, rastlamadım. Bu tanıma uymayan varsa yine de bilmeli ki onlar başka mahallerden beslenenlerdir. Onlar bellidir. Onlar bilinir.
Milletimiz “Allah diyenden zarar gelmez” diye bilir. Öyle inanmak ister. Bu onun kalbinin temizliğini gösterir. Hâlbuki ne zararlar gördü onun ismi celalini dilinden düşürmez görünenlerden. Öyle bilinenlerden. “Müslüman iki kere aldanmaz” ama bu kaçıncı aldanış. Her defasında yeniden yanıldı. Gündemden düştü, gitti yine peşine düştü aynı riyakârın. Düşünme tembelliği yüzünden sırf. Derken şair, haksız mı şimdi;
“Yaşayınca öğrenir, yaşlanınca anlarız, Velhasıl işte öyle bir ahmaklarız…”
“15 Temmuz” acı tecrübesi bir daha gösterdi ki din alanında eğitilmiş bir topluma, gerçek din adamına olan ihtiyaç hayati derecede önem taşımaktadır. “İnsan öldü mü ondan kalacak şey eseri”. Dilaver CEBECİ ve Mustafa YILDIZDOĞAN’ın geride bıraktıkları öyle bir eserdi. O eserle coştu meydanlar haftalarca. Meydanlar boşaldı, kulaklarda hala o türkü;(Şiirin tümü)
Baş koymuşum Türkiye’min yoluna
Düzlüğüne yokuşuna ölürüm
Asırlardır kır atımı suladım
Irmağının akışına ölürüm
Deli sular, salkım-saçak söğütler,
Kışlada kumandan, asker öğütler,
Yaylalarda ata biner yiğitler,
Bozkurt gibi bakışına ölürüm.
Sevdalıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem
Pınarlardan su doldurur Eminem
Mavi boncuk takışına olurum
Düğünüm, derneğim, halayım, barım
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım
Kilimlerde çizgi çizgi efkarım,
Heybelerin nakışına ölürüm
“ Ölürüm Türkiye’m”, Türkülerine,
Yazanına.., yazdıranına…!
Osman ERENALP
Ankara Ağustos 2016