BİR YABANCI GÖZÜYLE DARÜLFÜNUNDAN ÜNİVERSİTEYE

  Bu yazımızda, 1933 yılında Hitler Almanya’sından ülkemize gelerek 20 yıl hizmet veren Prof. Dr. Ernst E. Hirsch’ ün (bundan sonra EEH olarak yazılacaktır.) “Anılarım” kitabından söz edeceğim. 398 sayfa tutan anılar, üç bölümden oluşuyor: Kayzer Dönemi- Weimar Cumhuriyeti-Atatürk Ülkesi. Anıların, 191 sayfalık “Atatürk Ülkesi” bölümü konu edilecektir. Hukukçu ve akademisyen olmadığım halde, böyle bir […]


Paylaşın:

 

Bu yazımızda, 1933 yılında Hitler Almanya’sından ülkemize gelerek 20 yıl hizmet veren Prof. Dr. Ernst E. Hirsch’ ün (bundan sonra EEH olarak yazılacaktır.) “Anılarım” kitabından söz edeceğim. 398 sayfa tutan anılar, üç bölümden oluşuyor: Kayzer Dönemi- Weimar Cumhuriyeti-Atatürk Ülkesi. Anıların, 191 sayfalık “Atatürk Ülkesi” bölümü konu edilecektir.

Hukukçu ve akademisyen olmadığım halde, böyle bir bilim adamının anılarını neden önemsediğimi ana hatlarıyla açıklamam gerekirse;

  • Yazar, bilimsel kalitesi, üstün karakteri, tükenmez enerjisi ile ülkemizin eğitim ve hukuk hayatına katkıları ve 1933 ten vefat ettiği 1982 ye kadar Türkiye dostluğunu samimi olarak sürdürmüş olması bakımından önemli bir şahsiyettir.
  • Atatürk ve Cumhuriyet kuşağının ülkemizi muasır medeniyet seviyesine ulaştırma yolunda, nasıl canhıraş mücadele verdikleri, tarafsız ve yetkin bir uzmanın kaleminden anlatılmaktadır.
  • kimilerince “tek adam” veya “tek parti” dönemi olarak suçlanan ve kazanımları küçümsenen genç Cumhuriyetimizin önce “Çağdaş Üniversite”, sonra da “Özerk Üniversite”yi kurarak demokrasiyi içselleştirdiğini gösteren bir belge niteliğindedir.
  • Tarafsız ve bilimsel bir yaklaşımla Cumhuriyetin ilk 30 yılına ışık tutularak, bugün bile hala tartıştığımız kişi, olgu ve süreçleri anlamamıza yardım edecektir.

EHH, hakkında yazılanların kaynağı, İstanbul ve Ankara üniversitelerince kendisine armağan olarak çıkarılan kitaplar, verilen fahri doktora, gazete yazıları ve beyanatlardır.

Prof. Dr. İlhan Arsel’in 1979 da yazdığı “Bizim Profesörler” kitabındaki; “Şayet üniversitelerimizde Hirsch gibi bir düzine hocamız olsaydı, Türkiye yepyeni bir zihniyet taşıyan ve yepyeni tutumlara sahip bir profesörler kadrosu yetiştirmekte zerrece güçlük çekmezdi” sözleri, EHH hakkındaki düşüncelerin özeti niteliğindedir.

1902 de Alman Yahudisi olarak dünyaya gelen EHH, 1926 da hukuk doktoru olarak yargıçlık görevine başlar.1933 de Yahudiler üzerinde baskılar başlar, yargıç teminatı hiçe sayılarak, EHH ye işten el çektirilir. Ülkeden göçer, Amsterdam Üniversitesinde iş bulur. Ama çok geçmeden Zürih’ten Türkiye adına bir iş teklifi alır.

Bu sırada Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun üzerinden on yıl geçmiş, bu on yılda en çok tartışılan konu, Darülfünun olmuştur. Zira devrimler yapılmış ancak bunları hayata geçirecek hukuki altyapı oluşturulmasında ve muasır medeniyet seviyesine ulaşmada Darülfünun yetersiz kalmıştır.

Darülfünun (Bilimler Kapısı) adı verilen kurum, 1848 de kurulur ve bir süre sonra kapatılır. “Darülfünun-u Osmani” adıyla 1907 de tekrar kurulur. İlahiyat, edebiyat ve doğa bilimlerinden oluşan 3 medreseye sonra tıp ve hukuk ilave edilir. O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), Cenevre’deki pedagog Prof. Malche’ye “İstanbul Üniversitesi reorganizasyon ve reform planı” hazırlatır. Bu planı öğrenen Prof. Schwartz da yurdundan göçen veya göçmeye niyetli Alman Yahudi hocaların listesi ile yukarıdaki cemiyet adına Ankara’ya gelerek, Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip ile görüşür. Yapılan bir tutanakla Schwartz’a, öngörülen 30 kürsü için konularında isim sahibi olmak kaydı ile ilgili profesörlere teklif götürme yetkisi verilir.

İşte EHH nin Amsterdam’da aldığı iş teklifi,  Ankara’da imzalanan bu tutanaktan kaynaklanır.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde göreve başladığı ilk günlerde, Dolmabahçe Sarayındaki, Cumhuriyet’in 10. Yıl kutlamalarında Ülkemizin bin seçkin davetlisi arasında bulunmak EHH’yi çok mutlu eder. Türkçe öğrenmesinde en büyük yardımı, hukuk ikinci sınıf öğrencisi Halil Aslanlı’dan alır. Orta ve Liseyi Almanya’da okuduğu için mükemmel Almanca bilen Aslanlı, EHH’ye her gün 2 saat Türkçe dersi verir. Sonra asistanı ve doçenti olur.

EHH, üniversitede dersleri ayakta, sorular sorarak ve öğrencileri dersin içine katarak verme yeniliği ile işe başlar. Bu durum yönetimce çok yadırganır, itiraz edilir ama EHH direnir.

Profesörler kurulu EHH’yi kitaplık işleriyle görevlendirir. Hazırlanan listeler, Avrupa’ya gönderilir. 1935 yazında Avrupa’dan kitap dolu sandıklar gelir. Bunları boşaltacak, kayıt edecek, katalog çıkaracak dil bilen kütüphaneci olmadığından, sandıklardan oluşan dağı, kütüphaneye dönüştürmeyi EHH üstlenir. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, bunu şöyle anar; “1938 Haziran ayında asistan olarak atandığımda dekan bana, kütüphane düzenlemekte olan EEH ye yardım ile hizmete başlamamı söyledi. Gidip hocaya mülaki olduk. Ceketini çıkarmış, kollarını sıvamış çalışıyordu. Gerçekten de kitaplarla senli benli olmayı öğrenmiştik.”

1938 yılında Tıp Fakültesi büyük anfisinin altında içi açılmamış pek çok sandık bulunur. Bunlar Birinci dünya savaşı sırasında Almanya’dan Türkiye’ye armağan olarak gönderilen kitap sandıklarıdır. (Demek ki müttefikimiz Almanya, Enverland’a sadece askeri malzeme değil, kitaplar da göndermişti. Ama sandıklar 23 sene açılmamıştı(!))

EHH, Dersler dışında seminer vermeye başlar. Kimse benimsemez, sadece Fransa’da eğitim görmüş ondan birkaç yaş büyük Sıddık Sami Onar, EHH’yi destekler. 1937 de seminerlerine katılan öğrencisi Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, 1977 de şöyle diyordu: “Aradan geçen 40 yıla rağmen Ticaret hukuku meselelerinde öğrencinin dikkatini çekmekte hocamızın gösterdiği üstün öğretici mahareti karşısında duyduğumuz hayranlığı muhafaza ediyoruz.”

1926 da İsviçre’den alınarak yürürlüğe konulan “Ticaret Kanunu”nda yapılmış olan hataları düzeltir.

Fakülte ona “Fikir ve Sanat Eserleri” hukuku hakkında bir ön taslak hazırlama görevi verir.

1939 Temmuzunda Ankara’da yapılan Maarif Şurasına Fakülte temsilcileri olarak, Ali Fuat Başgil ile birlikte katılır. 14 gün süren şurada, komisyonlarda aktif görev alır.

Türkiye’deki yedinci yılında, Üniversitenin 1939/40 öğretim yılının, açılış konuşmasını yapma görevini rektör ona verir.

İstanbul Ticaret Odası’nın aylık dergisinde ücret almadan makaleler yazar. Avukat Çerniş EHH için; “Maddiyat onu hiç ilgilendirmemiştir.” Der.

Bir yandan yepyeni bir lisan olan Türkçeyi öğrenirken öte yandan herkesten fazla haftada 6 saat ders, seminer, pratik uygulama, seçmeli ders olarak haftada 2 saat metodoloji ve fikri haklar dersleri verirken, özel hayatını ihmal etmiştir. 1933 te boşanır. 23 Ocak 1934 de İstanbul’da hiçbir davetli olmadan ikinci kez evlenir.

Moda ve Fenerbahçe’den sonra Sultanahmet’e taşınır. CHP genel sekreteri Recep Peker’ in İki katlı bahçeli evinin alt katını kiralar. Üst katında ise yazları bir ay gelip Peker oturacaktır. Yani alt kattaki mutfak ile üst kattaki banyoyu o bir ayda birlikte bir program dahilinde paylaşacaklardır ve çok iyi Almanca bilen R. Peker ile yakın dost olacaklardır.

EHH, Kemalizm hakkında değerlendirmeler yaparak, “Kemalizmin Türkiye Cumhuriyetinin ideolojik inancı olduğunu, bu inancın dünyevi işleri kavrayışının ‘Avrupalı’, ama temelinin ‘Türk’ olduğunu vurgular. Kendinden evvelki on yıl içinde toplumun çok köklü değişimler yaşadığını, bu durumun kendisi ve diğer yabancı hocaların hiçbir şekilde istikrarlı bir ortama gelmiş olmadıklarını, ama farkına bile varmaksızın hızla giden bir trene bindiklerini” söyler.

 Kemalist Türkiye’nin “Henüz son şeklini almadığı, gelişim halinde bir devletten ve değişim halinde bir halktan oluştuğu” tespitini yapar.

1950 den sonra çıkarılmak istenen “Atatürk Kanunu”na karşı, Anayasaya aykırılık iddiası ile DP içinden muhalefet gelir. Bir hukuk eksperi olarak EHH’nin görüşü istenir. “Söz konusu yasada korunmak istenen bir şahıs değildir. Burada korunmak istenen Milletin kurucusuna karşı hayranlık ve saygı duygusudur.” Şeklinde görüş bildirerek bu olağanüstü şahsiyetin anısını koruma konusunda, kendisinin de bir katkısı olmasından büyük mutluluk duyar.

Atatürk öldüğünde korteje katılır ve duygularını; ”… O günkü gibi bir içten halk yasını, daha önce ne yaşamıştım, ne de daha sonra bir daha tanık oldum.” Diyerek ifade eder.

1943 de, Türk vatandaşlığına geçişini tebliğ etmek için Vilayetten çağırılır. Şaşkın kalakalır. Sevinmediniz mi hocam? Denince de, dudaklarından “Ne Mutlu Türküm Diyene” vecizesi dökülür. Kıdeminin sayılmadığı, maaşının da bir Türk asistan maaşına düştüğü bu yeni durumda, Türkiye’den ayrılma planlarını kendi tabiri ile “ahlaken” ertelemek zorunda kalır.

Geçinebilmek için avukatlık formaliteleri ile meşgulken, Ankara hukuk Fak. Dekanı Prof. Dr. Esad Arsebük’ten kendisini Ankara’da çalışmaya davet eden bir mektup alır. Çağrı, Bakan Hasan Ali Yücel’in bilgisi dahilindedir. 1940 da okuldan fakülteye dönüştürülüp MEB’e bağlanan Ankara hukuk fakültesinin bilimsel seviyesini İstanbul ile eşitlemek için, EHH’ye öncü görevi verilmek istenir. Kanunların çıkarılmasında da yararlanılmak düşüncesi vardır.

Ankara’ya gittiğinde, adalet bakanlığı döneminden tanıdığı Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun da durumdan haberdar olduğunu öğrenir. Kendisini çok sıcak karşılayan Başbakan’a geçinebilmek için avukatlık yapmak zorunda olduğunu söylediğinde, Başbakan, Maliye Bakanı Fuat Ağralı’yı çağırtarak ona; “Ama biz profesöre Türk vatandaşlığını böyle olsun diye vermedik ki” der. Sorun çözüme kavuşana kadar, maaş farkının örtülü ödenekten karşılanmasına karar verilir. Başbakan’ın Ankara’ya geliyor musun, hocam? Sorusuna EHH için, “Emrinizdeyim beyefendi” demekten başka cevap kalmamıştır.

Fakültede 400 öğrencinin kaldığı yurtta EHH’ye büyükçe bir oda verilir. Ailesini İstanbul’da bırakır. Geride bıraktığı İstanbul Hukuk Fakültesi’nin, Batı Avrupa’daki bir hukuk fakültesiyle boy ölçüşecek duruma gelmiş olmasından gurur duyduğunu söyler. Ankara’daki tek yabancı olarak ondan yeni, çok geniş kapsamlı bir çalışma ve bilimsel görevler beklenmektedir.

1943/44 yılında Prof Sabri Şakir Ansay dekandır. Çekingen vesveseli biridir. Bir gün EHH’den Başbakan’ın oğluna verdiği “geçmez” notunu değiştirmesini ister. EHH kesinlikle reddeder. Birkaç gün sonra fakültedeki devletin ileri gelenlerinin katıldığı bir toplantıda Başbakan Saraçoğlu, EHH’nin yanına gelerek “ Çok teşekkür ederim sayın profesör, oğluma ne yapması gerektiğini en nihayet gösterdiğiniz için” der.

Ankara’ya hükümetin ve profesörler kurulunun talebi üzere geldiği için İstanbul’daki uygulamalarını kolaylıkla hayata geçirebileceğini düşünmektedir. Tüm öğretim faaliyetini Türkçe yapmış olması ona muazzam avantaj sağlar. Seminer-doktora öğrencisi olan Prof Mukbil Özyörük, Tercüman gazetesindeki köşesinde: EHH’nin Türk profesörler elitinin yetiştirilmesi ile bilimsel metot ve hukukçu düşünüşü yerleştirmesindeki başarısına vurgu yapar.

Sosyolog Prof Fahrettin Fındıkoğlu; Türk hukuk fakültelerinde hukuk sosyolojisi öğretilmeye başlanmasını bir devrim ve EHH’nin Ankara hukuk Fakültesi için bir reform anlamına geldiğini söyler.

1949 yılında “Hukuk felsefesi ve hukuk Sosyolojisi Dersleri” kitabını yazar.

EHH anılarında Atatürk’ten sonra Yunan klasiklerinin tercüme edilmesi konusuna da açıklık getirir.1935 te Marburg Üniversitesinden Prof. Georg Rohde çağırılır. Klasik filoloji enstitüsü kurularak hummalı bir çeviri faaliyetine girişilir. Rohde, ME bakanı üzerinde etkilidir. Klasiklerden bir kitaplık oluşturulması fikri, ondan gelmiştir.

19 Ağustos 1945 de oğlu doğar. Kadıköy nüfus dairesinde adı Enver Tandoğan, olarak kaydedilir. Eylülde Ankara’ya döner, “Ticaret kanunu Cep Kitabı” nı baskıya yetiştirir.

1-1-1946 da İşçi sigortaları kanunu yürürlüğe girer. (1964 de SSK oldu)Prof. Sadi Irmak Çalışma bakanıdır. İstanbul’dan tanışırlar. EHH’ye politikaya atılıp “Adalet Bakanı” olarak tüm hukuki reformları yapabileceğini teklif eder. EHH kabul etmez.

EHH, İşçi sigortaları yönetim kuruluna atanır. Başkan seçilir. Bir gün Bakan Irmak, kendi bakanlığının işlerinde kullanılmak üzere sigorta fonundan bir milyon lira ister. EHH, İsteği reddederek istifa eder. Olayın gerçek sebebi kamuoyuna sızınca EHH’nin itibarı yükselir.

Türk hukuk kurumu 1937 den beri bir “Türk Hukuk Lügati” hazırlamayı düşünür. 4000 hukuk terimi toplamışlardır. 1943te EHH, bunların hepsinin Almanca karşılıkların bularak tamamlar.

EHH Türkçe hukuk bilim dilini öğrendikten sonra 1941 de Öztürkçe hukuk terimleri tespit komisyonlarında çalışır. Durumu şöyle anlatır;

“Hukuk deyimleri Kur’an’ın dil aleminden çıkma deyimlerdi. Bunlar Türkçe telaffuz edilen ve Türkçe imla ile yazılan Arapça sözcüklerdi. 1924 Anayasası buna uygun biçimde ifade edilmişti. Hukuk dilinde öztürkçeleştirme 1945 de Anayasa öztürkçeye aktarıldığında ancak hukukçular tarafından ciddiye alınmıştı. (1952 de başlangıç metnine geri dönüldü).

Türkiye’de bu Osmanlıca-öztürkçe zıtlaşması hep sürdü. Önemli sorunlardan biri de tüm bilim dallarında o güne kadar kullanılagelmiş olan Arapça terimlerin yerine konması öngörülen öztürkçe terimleri tartışmak ve tespit etmekti. Ne var ki Türk hukuk diline dokunmaya kimse pek yanaşmıyordu. Gösterdikleri sebep, kanun yapıcının kanunları hala geleneksel terminoloji ile yazdığı sürece, bilim dilinde değişiklik yapmanın anlamı olmadığıydı. Aslında tam tersinin doğru olduğu, yani kanun yapıcının bilim alanından gelecek öneriyi beklediği gerçeği ise bir türlü görülmedi. İçeriği ve kapsamı bunları kabul eden milletvekili kitlesince bile anlaşılmayan kanunlar çıkarıldığında da bu gerçek görülmedi. Bugün (1981) bile Türk hukuku, Türk hukuk uygulaması ve öğretimi bu çözümsüz kalmış terminoloji sorunundan mustariptir.”

EHH den hukuk terimlerinin Almanca, İngilizce, Fransızca ve Latince karşılıklarının bulunmasına yardımcı olması istenir. 373 sayfalık esas sözlüğün yayınlanması 3 yıl alır. “Ek Fasikül”ün 1981 de hala çıkmadığı düşünülürse, EHH’ni enerjisi ve gayreti anlaşılır sanırım.

Yoğun çalışma temposunun bitkin bıraktığı EHH, bir gün asistanları tarafından baygın olarak yerde bulunur. Doktorlar 4 haftalık kesin istirahat için onu Antakya-Harbiye’ye gönderirler.

1946 tarih ve 4936 sayılı “Üniversiteler Kanunu”nun hazırlanması için kurulan komisyonda ”Üniversitelerin Özerkliği” konusundaki raporu EHH hazırlar. Oldukça demokratik bir adım olarak nitelediği “Üniversite özerkliği”ni, ülkede daha sonra atılacak demokratik adımların habercisi olarak niteler.

Demokrat Parti iktidarında, Yargıtay başkanlığı yapmış Halil Özyörük, Adalet Bakanlığına getirilir. EHH’nin daha önce hazırlayıp bakanlığa verdiği “Fikir ve sanat Eserleri kanunu” ile “Türk Ticaret kanunu“ tasarıları meclise sunulur. Meclis görüşmelerine EHH’nin de Adalet Bakanlığı adına katılması istenir. TBMM giriş kartını hala gururla sakladığını söyler.

İstanbul Üniversitesi 1978 de EHH’ ye çok çeşitli hizmetlerinden dolayı Fahri doktorluk unvanı verir.

1948’de Münih Üniversitesinden misafir hoca olarak ders vermesi için bir davet alır. Bakanlık ve Rektör’ün uygun görüşü ile gider ve 4 hafta sonra döner

Bu kadar yoğun bir iş hayatı, eşi ve küçük çocuğundan on yıldır ayrı yaşayan EHH’nin özel hayatının dengesini bozar. Eşi kötüleşir, bir psikiyatri kliniğine yatar. Oğlu Enver, Kadıköy’de bir Türk okulunda eğitime başlar. Çocuğuna bir anne ve kendine bir hayat arkadaşı bulmak zorundadır. 1952’de gene misafir hoca olarak gittiği Berlin’de evlenir ve rektör seçilir. Türkiye’ye dönmesi hem görev ve hem de ailevi yönden imkansızlaşmıştır. Bundan sonra Türk menfaatlerini kollayarak, Türklerle dostluklarını sürdürerek ve Türkiye’den gelen hukukçuların yetişmelerine katkılar sağlayarak hayatına devam eder.

EHH, için bir sonsöz söylemek gerekirse; O, ne fanatik bir Yahudi, ne de fanatik bir Alman olmuştur. Protestan bir hanımla evlenmiş, Oğluna Türk ismi vermiş, Üvey kızı ile oğlunu kilisede vaftiz ettirmiştir. O, insanlık için hayırlı ve komplekssiz bir dünya vatandaşıdır.

Yazar

Aziz Bozatlı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar