Yükleniyor...
Olayların içinde tanımalı insanları. Dokunarak, birlikte ağlayarak, gülerek, sabırla dinleyerek… Başkalarının yargılarına göre hüküm giydirmek insafsızlık olur. Sonra yargımıza yön verecek olan aradaki kişiyi ne kadar tanıdığımız konusu da var. Öyle ya, bir insan nasıl herkes için kötü olamaz ise aynı insan herkes için iyi olamaz. Tabii ki toplum suçu işlemiş kişiler ile bilim insanları konu dışı. Bir de insanın insana yaklaşımında etki tepki meselesi var. İyiliklere iyilikle, kötülüklere kötülükle cevap verilmesi gibi. Haddini aşan bir genelleme olsa da, güzel düşünceler bunlar.
İnsanları tanımak çok da kolay değil elbet. Yine de iyi olduklarını düşünerek yaklaşmaktan yanayım. Hayalperest duygular içinde miyim bilmiyorum. İşte, bu pembe duygular beni ben yaptı diyorum. Orhan Veli’nin “Beni bu güzel havalar mahvetti.” dediği gibi. Bu unutulmaz şiirde Orhan Veli, güzel havaların kendisine kötülük yaptığını söylerken tariz sanatıyla okuyanı gülümsetiyor.
Orhan Veli’yi kıskanıverince, şöyle bir şiir döküldü zihnimden; hani şu olayların içinde tanıdığım insanlara izafen.
Ey! Tanıdığım insanlar!
Sizi öyle çok seviyorum ki,
En kötü olanınızı bile
Hiç ayırt etmeden.
Ne ettiyseniz iyi ettiniz,
Elbirliği ile beni ben ettiniz.
Hele bir de sabrı öğrettiniz ya!
İnsanların kötü olacağına inanmadım, en kötü insanın yüreğinin bir kıyısında mutlaka iyi bir şeyler vardı bana göre. Saçları pislikten yapağı gibi olmuş bir çocuğunun kararmış yüzünde ışıl ışıl parlayan gözleri gibi. Bu yüzden sevmekten kaçmadım hiç. Sevince ne güzel görünüyor dünya…
Mesela Ankara’yı çok sevdim ben. Nerede bir köpek görsem başını okşamadan geçmedim. Her sabah küçük bir tomurcuk görme umuduyla yapraklarının arasında gezindim menekşelerin. Kar tanelerini elimle yakalamayı sevdim, yağmurlu havalarda koşuşan bulutları izlemeyi… Tatlı dilli insanları çok sevdim. Belki de sevmeyi seviyordum kim bilir. Sevmek insanın içine yumuşacık tatlı tatlı akıyor. Neşeli yapıyor, güzelleştiriyor, gözlerine parıltı olarak yansıyor.
Aynanın karşısına geçip en yakışanı buluncaya kadar defalarca giyinip soyunmak gibi bir şey sevmek. Yorsa da insanı, umut verici. Elbette yakışanı ilk defa da bulmak en güzeli ama ne yapalım, bazen de yorulmayı göze almak lazım. Mutluluk öyle sıradan bir duygu değil ki! Hele hesaba kitaba hiç gelmez.
Sait Faik da aynı düşünceyi savunmuş olmalı ki;
“Dünyayı güzellik kurtaracak,
Bir insanı sevmekle başlayacak her şey!” demiş. Bence mesaj tam tamına şöyle; önce sev, sonra tanı…
Kendine yakışanı buluncaya kadar çok defa sevmek işte bu yüzden. Sevmek iyilikle eş. Sevenden kötülük yapmasını beklemek yanlış olur. Asitli bir duygudur nefret, kezzap gibi değdiği yeri yakar. Başkasına zarar vereceğim derken kendini nasıl zehirlediğini bilmez insan.
Ve insan edindiği tecrübeler sayesinde farkında olmadan yönetir bilinçaltını. Bu yüzden merhaba diyerek uzanan bir elin sahibi, hisler haritasına tak diye raptiyeleniverir. Ondan sonraya çok bir şey kalmaz zaten. Herkesin yeri bellidir haritada, raptiye kolay kolay kıpırdamaz yerinden. Sadece arada bir söküp attığımız olur hayatımızdan.
Evet, ne demiştik bir insanı olayların içinde tanımalı, doğrusu da bu, kolayı da… Ama tanımak için mesai harcamalı. Mesela birinin dedikoducu olduğunu nasıl anlarsınız? Aman ondan uzak dur dedikoducudur, deseler uzak durur musunuz? Eğer çok garantici iseniz, çevrenizde kimse kalmaz. Yine de ateş olmayan yerden duman çıkmaz, atasözünü hafife almamak lazım. Yandıktan sonra kaçsanız da faydası yok.
Çünkü bazı insanlar en vahşi hayvandan daha tehlikelidir. Vahşi hayvan öyle yanı başımızda değildir. Bulunduğu yerden ya uzak durursunuz, ya da tedbirli gezersiniz. Ama insan öyle mi? Sokağa çıktığınızda binlercesiyle karşılaşırsınız, hangisinin zararlı olduğunu tespit etmek ne zor iş. Kimi sözle sataşır, kimi kalbinizi çalar, kimi iftira atar, kimi arabasıyla çarpar, kimi de canım birini öldürmek istedi deyip gencecik bir kızı sokak ortasında bıçaklar. Tezimi çürüttüğümün farkındayım. Yine de ısrar ediyorum, insanları kendi değer yargılarımıza göre nitelendirmek için çaba sarf etmeliyiz.
Böyle düşünürken kendimizi yanılttığımız zamanlar olabilir. Canımızı yakanlar da olur. Dudağımın ucuna ilişen küçük gülümsemelerle anımsarım şahsıma zarar vermiş olanları. Lakin affetmem mümkün olmadı, bayrak gibi devlet gibi vatan gibi kutsal bildiklerime zarar verenleri.
Ne zor şeymiş değil mi yaşamak, zor ve karma karışık. Acı ama gerçek, insana en çok zararı yine insan veriyor. Hem de çok zaman sevgi yüzünden. Adam karısını çok sevdiği için öldürüyor. Vatanını çok seviyor, korumak için öldürüyor, koruduğu için öldürülüyor. Milletini çok seviyor, Türküm dediği için öldürülüyor, Karabağ’da, Kerkük’te, Doğu Türkistan’da.
Demek ki bir insanı tanıyınca bitmiyor süreç. Tanıdıktan sonra bir tavır bir duruş sergilemenin zorunluluğu açık ve net. İyi ile el ele vermek, kötünün karşısına duvar olmak gerekir. Hele bir de bu kişi toplulukları yönetmeye talip olmuş ise. Kimi insan imkânsızı başarır yoktan var eder, umutları yeşertir, yüzleri güldürür. Kimi darmadağın olmuş bir milleti toplar, toprakları vatan yapar. Bir başkası binlerce insanın ölümüne sebep olur, ormanları yok eder, hayatı cehenneme çevirir, yardan yurttan eder.
Maalesef insan bu işte! Kavun değil ki, koklayınca anlaşılsın hamı, olgunu…
Hepimiz insanız! Sözünün içine sakladığımız hümanizmin, ne kadar yerinde olduğunu tartışmaya açıyorum.
İnsanları tanımaya kendimizden başlayalım!