Cumhuriyet “Reklam Arası” Değildir!

Yahya Kemal diyor ki; ”... Osman Gazi’nin aşiretinden iki yüz senede cihangirane bir devlet çıktığını mucize addedenler, Ankara’nın muzdarip bağrından dört sene içinde yeni bir devletin çıkmasını nasıl telakki ederler?... Bayramınız Kutlu Olsun!


Milli Mücadelede Mustafa Kemal Atatürk, üstün dehası sayesinde “Cumhuriyet” hedefine ulaşmak için her yol ayrımında kişileri, müttefikleri ve uyguladığı politikaları sık sık değiştirerek yol almıştır. Milli mücadelenin kazanılmasında birçok arkadaşının, hatta zaman içinde yollarını ayırdığı arkadaşlarının bile az veya çok katkısı olmuştur ama Cumhuriyet, Mustafa Kemal Atatürk’ün eseridir.

Yahya Kemal diyor ki; ”… Osman Gazi’nin aşiretinden iki yüz senede cihangirane bir devlet çıktığını mucize addedenler, Ankara’nın muzdarip bağrından dört sene içinde yeni bir devletin çıkmasını nasıl telakki ederler?… Bu günkü vatan miras bırakılmış değil, Cumhuriyetin bizzat fethettiği bir ülkedir… Bu geride bıraktığımız dört sene içinde dört yüz sene yürüdü.”[1]

Bu dört yılın içinde gene birilerinin küçümsediği “Lozan Barışı” vardır ki, kapitülasyonlar gibi Osmanlı’yı yarı sömürge yapan boyunduruklar atılarak, dört yüz yıllık hesaplar da kapatılmıştır.

Dört yıla dört yüz yıllık bir tarihi sığdırabilmek hiç de kolay olmadı. Mustafa Kemal Atatürk bu dört yıl içinde yüzlerce, hatta binlerce keskin dönemeci güvenle geçerken adeta bıçak sırtında yol almıştır.  Bu keskin dönemeçlerden birkaçını hatırlayalım;

Attilâ İlhan sorar “Sivas ve Erzurum kongrelerinde mandacıların üstün gelmesi olasılığını hiç düşündünüz mü?” ben düşündüm, diyerek cevabını da şöyle verir; “Ülkeyi Batılı bir devlet yönetecek ve kaşla göz arasında da Batılılaştıracaktı…Hem de ne Batılılaştırmak, geçmişini ulusal köklerini adamakıllı unutturasıya!..” [2]

General Harbord başkanlığındaki ABD heyeti 20 Eylül 1919 da Sivas’a gelip Atatürk’le görüşür. Yanında Rauf, Bekir Sami ve Rüstem Beyler vardır. Atatürk’ün neler yapacağını dinledikten sonra general şunları söyler;

Anlattıklarınızın ne mantığa ve ne de askerliğe sığar tarafı var. İnsanların intihar ettiği görülmüştür ama milletlerin asla.

Atatürk’ün cevabı;

Düşmanlarımızın avuçları içinde her gün ölmektense, dövüşerek ölürüz.[3]

Atatürk’ün yapmayı düşündüklerini başarabileceğine hiç ihtimal vermeyen Harbord’un dönüşünde verdiği raporu, daha sonra Rauf Bey ABD Senatosu arşivinden alarak inceliyor. Rapordaki çok çarpıcı tespitlerden biri;

Anadolu’daki direnişin amacı, Türklüğün şerefini kurtarmaktır”[4]

Birinci Meclisin Maarif Vekili dört yüz tane medrese açmıştır. Falih Rıfkı Atay bu meclisin bir ümmet meclisi olduğuna dikkat çeker.[5]

15 Temmuz 1921’de savaşın en yoğun olduğu bir dönemde Ankara’da “Maarif Kongresi” böylesi maarif vekillerine rağmen toplanmıştır. Gene bu meclisin bazı üyelerinin Mustafa Kemal’in milletvekili seçilmesini engellemek için kanun teklifi verdikleri ve sonraki “İzmir suikastı” girişimleri bilinmektedir.

Savaşın sona erip henüz Lozan Barışının sonuçlanmadığı bir dönemde saltanat yanlıları gene harekete geçerler. Mustafa Kemal’in Ankara dışında (İzmir’de) olduğu bir oturumda, Meclis Başkanlığına verdikleri önerge ile; “Bir kenara çekilmesi kaydı ile kendisine,  bir saray verilmesi ve on bin lira aylık ödenek bağlanmasını” isterler. Önergeyi Meclis Başkanı Ali Fuat Cebesoy, “Barıştan sonra değerlendiririz” diyerek, işleme koymaz.[4]

Milli Mücadele sırasında emperyalistlerin ve saltanat yanlılarının kışkırtmasıyla Anadolu’da birçok isyan çıkarılır. Bunlardan Yozgat’taki Çapanoğlu İsyanını bastırarak itibar kazanan Çerkez Ethem, çok sevilen Ankara Valisi Galip Bey’in Yozgat’a gönderilip orada asılmasında ısrar eder. Bu konuda Atatürk’ü bile dinlemez. Bu ısrarından ancak Bursa’dan getirilen kardeşi Reşit’in ricası ile vazgeçer. Saygısızlığına devamla;

Ankara’ya gelip Mustafa Kemal’i Meclisin önünde asacağım” diyecek ölçüde küstahlaşır.[6]

Günümüzde Cumhuriyet karşıtı çakma tarihçiler Atatürk’ün İngilizlerle işbirliği yaptığı yalanını sinsice ve insafsızca iddia ederler. Bu çirkin iddiaya en güzel cevabı büyük tarihî romancımız Kemal Tahir verir;

Mustafa Kemal ihtiraslı bir insan olarak, Anadolu’ya geçmeden önce ve geçtikten sonra İnönü savaşlarına kadar, İngilizleri parmağında oynatmıştır ki, bu vasfı bile onu tüm devlet adamlarının üstüne çıkarmaya yeter.”[7]

Saltanatın devamından yana olan ve Cumhuriyete ihtimal vermeyenlerin yanında, onu bir yıl evvelinden sezinleyenler de vardı. Kurtarılışından sonra İzmir’e giden Falih Rıfkı Atay ve arkadaşları ummadıkları bir durumla karşılaşmışlardır. “İzmir’e gittiğimiz zaman ‘işini bitiren’ değil, ‘henüz işine başlayacak’ bir liderle buluştuk. Erzurum’dan İzmir’e bir düşmanla dövüşerek gelmişti. Onun denize döküldüğünü görüyorduk. Rahattık. O ise bu defa İzmir’den Erzurum’a doğru iç düşmanla, medeniyet düşmanı ile dövüşmeye hazırlanıyordu.” [5]

Bu konuyu birçok yabancı yazar gibi, Lord Kinross da şöyle vurgular; “Gerçek düşman, Türklerin kendi arasındaydı. Onları, başka milletlerin yürüdüğü ışıklı yoldan alıkoyan, gelişmeleri önleyen, baskı altında tutan softalık ve yobazlıktı.[8]

Son kertede 22 Ekim 1923 günü, Mustafa Kemal Keçiören’deki bir bağ evinde “Yarın Cumhuriyeti ilân ediyoruz” dediğinde bile, yanındaki arkadaşlarının hemen hiç biri kendisiyle aynı düşüncede değildi. İçlerinde “Ben Padişahın ekmeği ile büyüdüm, saltanat devam etmelidir” düşüncesinde olanlar vardı. En iyimser olanı bile “Cumhuriyet için henüz erken” diye düşünüyordu.

İnönü’nün dediği gibi, “Saltanat yanlıları için dönüş yolları kapanmıştı

Cumhuriyet ile Türk Toplumunun yaşadığı olumlu değişimin büyüklüğünü Alman sosyolog Kurt Steinhaus şöyle ifade eder; ”Cumhuriyetin ilk on beş yılı Türk toplumunun çehresini sekiz yüz yıllık geçmişinde uğramadığı kadar büyük değişikliklere uğratmıştır”[9]

Bir söz vardır ”Tarih, ölüyü sorgulamak gibidir, herkes istediği cevabı alır

Kimi aymaz ve nankörlerin Cumhuriyetimiz için “Altı yüz yıllık Osmanlı’nın reklâm arasıdır” demeleri, ölü sorgulamasından çıkan sonuç misali, zorlama bir çıkarımdır. Tarihi gerçeklerle bağdaşmayan inkârcı bir söylemdir.

Cumhuriyet, sadece Türk tarihinin değil, dünya tarihinin önemli bir olgusudur.

Cumhuriyet, dört yıl süren ama kan, can, ter, emek harcanarak ve dört yüz yıl sürmüş gibi zorlu geçen ve bir mücadele sonunda ulaşılan “Mutlu Son” dur.

Cumhuriyet, Türk toplumunun önceki sekiz yüz yılda yaşadığı değişime eşdeğer bir değişimi ilk on beş yılına sığdırmış bir dönüşüm ve çağdaşlaşmanın adıdır.

Cumhuriyet, Türk’ün dilinin, kültürünün ve şerefinin kurtarıldığı, dünya milletlerine örnek bir destanın adıdır.

Cumhuriyet, padişah kulluğundan, özgür ve eşit yurttaşlar olma onurunu kazandığımız, “En büyük bayramdır” Bayramınız Kutlu Olsun!

Kaynaklar:

[1] Yahya Kemal Beyatlı-Eğil Dağlar-Bin Temel eser-MEB yayını

[2] Attilâ İlhan-Hangi Batı-İş Bankası Kültür Yayını-2018

[3] Falih Rıfkı Atay-Babanız Atatürk-Pozitif Yayıncılık

[4]Taha Akyol-Ama Hangi Atatürk-Doğan Kitap-İstanbul

[5]Falih Rıfkı Atay-75 Yılın İçinden- Yapı Kredi Kültür Sanat Yayını. Ekim 1998-Sy:31

[6] Zeki Sarıhan-Çerkez Ethem’in İhaneti-Kaynak Yayınları…2008  4. Baskı

[7]Kemal Tahir-75 Yılın İçinden- Yapı Kredi Kültür Sanat Yayını. Ekim 1998-Sy:100

[8] Lord Kinros – Bir Milletin Yeniden Doğuşu – Altın Kitaplar-İstanbul

[9] Kurt Steinhaus- Atatürk Devrimi Sosyolojisi- Pozitif Yayınları-İstanbul

 

Yazar

Aziz Bozatlı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar