Ey Türk aydınları!

Yüz yıldır işbirlikçi zihniyetleri değişmeyen sözde aydınlar, kavramların içini boşaltıp ruhsuz, zevksiz, renksiz tanımlamalar yapmışlardır. Neyse ki onların çok olduğu yerde sesleri bu topraklardan güç alan gerçek Millici abiler de vardır.


Paylaşın:

Kalem aklın dilidir

Kemal Tahir, sosyal gerçekliği benimseyen yazarlarımızdandır. Toplumun sıkıntılarını anlatmış, yaşadığı döneme ışık tutmuştur. Ayakları bu topraklara bastığı için, toprağının sesini duymuş, üzerindeki ızdırabı hissetmiş ve bunu seslendirmiştir. Bu sesi duyurmak, eline kalem alıp, halkından bir parça anlatmak her Türk aydının görevidir. Peki, aydın kime denir? Türk aydını nasıl olmalıdır? Aydın olmak, sorumluluk sahibi olmak demektir. Okuduğunu, gördüğünü, duyduğunu doğru süzgeçten geçirdikten sonra halkına anlatan, dimağlarında ufuk açan kişi demektir. Bununla birlikte bu soruya verilecek cevaplardan da biridir Kemal Tahir.

Her toplumun kendine has özellikleri, tarihî kodları, kültürel mirasları vardır. Bu mirasın doğru anlaşılması, titizlikle işlenmesi, keskin bir gözlemden geçirilmesi Türk aydının görevlerindendir. Bir diğer görevi ise; kalemi eline alması ve halkına gelecekte gördüğü tehlikeleri bu süzgeçten geçirerek anlatmasıdır. Bunu başarmak, söylenildiği kadar kolay, istenildiği gibi çabucak yapılacak bir şey değildir. Sonunda bedel ödemek vardır. Ödenecek her bedel bir nebze korku ve acı barındırır. Aydın olmak, bu korku ve acıyı göze alıp gördüğü tehlikeyi anlatmak, yarınlara bu topraklardan ikazda bulunmak ve yol göstermektir. Ödeyeceği bu bedeli bildiği hâlde kaleminin hep keskin olması, nerede gül kokacak nerede kan akacak düşünmeden aklın dilini, yazıya dökmesi demektir.

Esir Şehrin İnsanları

Kemal Tahir’in 1916 ile 1922 yılları arasını anlattığı bu eseri Türk aydınına bir örnektir. Roman, 2. Abdülhamid’in önde gelen paşalarından Selim Paşa’nın oğlu Kâmil Bey’in üzerinden mütareke dönemini ve Türk aydınının genel durumunu anlatmaktadır. Kâmil Bey, yurt dışında okumuş, genç yaşta sahip olduğu serveti ile hiç çalışmak zorunda olmayan ve hayatının büyük çoğunluğunu Avrupa’da geçiren bir karakterdir. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşına girmeyeceğini düşündüğü için yurda dönerek, elindeki emlakları satıp bozulan maddi durumunu bir miktar düzeltmek istemektedir. Döndüğü vatan topraklarında ise karşılaştığı manzara sonrası kendisini bulacağı, değişeceği ve yeniden var olacağı içe dönük yolculuğa yelken açacaktır. Bu yolculuk işgal altındaki İstanbul’da geçtiği için Türk aydının durumunu anlatması bakımından da bize ışık tutar.

Du Bakeli Ne Olcek

Kemal Tahir, Kâmil Bey’i anlatırken Türk aydınının kimliğini kaybetmemesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu yüzden Kâmil Bey kendini buldukça Millî Mücâdele’ye daha gönülden bağlanmıştır. Rüzgarda savrulmadan ayakları yere sağlam basmış, gördüğü işkencelere direnmiştir. Esir Şehrin İnsanları, mütareke dönemini ve işgal altındaki İstanbul’u anlatırken aynı zamanda Türk aydınını da kimliğine sahip çıkması konusunda uyarmıştır.

Kitap, dönemin şartlarına uygun gerçekçi karakterler ile Kâmil Bey ve arkadaşlarının mücadelesini anlatır. Üçleme şeklinde yazılan serinin ilk kitabı olan bu kitap işgal altındaki İstanbul’u ve İstanbul hükümetinin içine düştüğü durumu, ekonomik zorlukların insanlar üzerindeki etkisini anlatırken bir yandan da Karadayı Gazetesini çıkarmaya çalışan ihsan Bey, karısı Nedime Hanım, Niyazi Bey gibi karakterler etrafında olay örgüsünü tamamlar. MEB tarafından yüz temel eser içerisinde sayılan üçlemenin okunması o dönemi ve yaşanılanları anlamada aydınlatıcı olacaktır.

Kemal Tahir, hikâye örgüsünü kurarken karşımıza işgallere karşı tutum sergileyen üç farklı durumu, farklı semboller ile simgelediği, bugün dahi izine rahatlıkla rastlayacağımız türde insanlar üzerinden anlatır. Bunlar İstanbul hükümetinin tarafını tutanlar, Kuvayi Milliyeciler ve duruma göre şekil alarak çıkar hesabı yapanlardır. İzine bugün de rastladığımız bu tür insanları sırası ile çözüm süreci adı altında PKK Açılımı dönemindeki işbirlikçilere, Silivri yalanları ile tehdit edilip korkutulan ama yılmayan vatanseverlere ve İkrami Özturan’ın Çuvaldız kitabında da tasnif ettiği bu üçüncü grubu: “Du bakeli ne olcek” diyenlere benzetebiliriz.

Sona Doğru Kürt Açılımı: Demokratikleşme mi? Yıkım projesi mi?

Esir Şehrin İnsanları, esasında düşman gemilerinin Haliç’e demirlediği, düşman postalı altında huzursuz olduğu, süngü ucunda tehdit edildiği bir şehrin hikâyesini anlatıyor. Düşman armadasının toplarının çevrili olduğu şehir tam bir işgal altındadır. Kemal Tahir, işte bu esareti anlatırken Türk aydınını bugünler için uyarıyordu. Ne yazık ki uyarılar tam doksan yıl sonra, çoğunlukla, unutulduğu için işgal tekrar başlıyor. Ancak bu seferki işgal daha da çetrefilli. Çünkü cereyan ettiği yer, zihindir.

Bu kadar felaket, bu kadar ihanet görmüş Türk milleti nasıl oluyordu da işgalcilere tekrar kapılarını açıyordu? Medeniyet denilen o tek dişi kalmış canavar, hangi şirin sözler ile kandırmaya gelmişti bu sefer? Nasıl olmuştu da olmuştu ülke “Bölünmeye çeyrek kala”[1] hâle gelmişti? Eğer işgal zihinde olduysa, bu zihin neden boş kalmıştı? Ayakları bu topraklara basan “aydınlar” neden seslerini duyuramamışlardı?

Peki, yazıp çizenler yalnızca Türk aydını mıdır? Kanaatimce aydınlarla birlikte sadece aydın(!) görünenler de var. Onlar tam bir görev insanıdırlar. Ne denilirse onu yaparlar, düşündükleri tek şey şahsi ikballeridir. İşte bu sözde aydınlar poh pohlanıp şişirildikten sonra halkın önüne itilmişlerdir. İçini boşalttıkları kavramları, işlerine geldiği gibi doldurmaktalar. Bu sayede zihinleri de boşaltarak işgale açık hâle getirmişlerdir. Hiç kimsenin itiraz etmeyeceği barış, kardeşlik gibi kavramların arkasında, emperyalizmin parçalamak için sivrilttikleri dişleri gizlidir.

Millici Abi[2]

İşte bu sözde aydınların karşısına, sayıları az da olsa sesleri fazla duyulmasa da bizden olan, bizi biz yapan, böylece bizden olanı bize anlatan gerçek Türk aydınları dikilmiştir. Onlardan birisi de İkbal Vurucu’dur. Sona Doğru Kürt Açılımı kitabında, zihinlerin nasıl işgal edildiğini, bu sürecin nasıl başladığını, millet kavramının ne olduğunu, Türk aydınına yakışır şekilde anlatmıştır. Çözüm süreci adı altında, analar ağlamasın diye duygu sömürüsü yapanların aslında asıl planlarını ortaya koymuştur. Üstelik bunu herkesin bir şekilde susturulmaya çalışıldığı, Türk kimliğine alerji duyulan o dönemde, çözüm sürecinin içindeyken yapmıştır. Paralı kalemleri ile etrafa zehir saçanların kalemleri bizi “Hendeklerde Vurulduk” sürecine getirirken bunun önüne set çekmek isteyen Türk aydınının ise sesi hep kısılmaya çalışılmıştır.

İkbal Vurucu kitabında işte bu sürecin bütün ayrıntılarını gözler önüne sermiştir. Öncelikle içi boşaltılan kavramların asıl ifadelerini anlatmış, sonra sözde aydınların nasıl aramıza sızdığını göstermiş daha sonra süreci ve gerekçelerini satır satır işlemiştir kitabına.

Kemal Tahir, mütareke zamanındaki Türk aydınının resmini çizerken, İkbal Vurucu da bu dönemi ortaya koymaktadır. Uyarılar, ikazlar, dönemler, isimler farklı olsa da anlatılanlar aynıdır. Bu yüzden bu seslere kulak vermek hepimizin görevidir.

Bizim rüzgârda savrulma, kaderimize küsme gibi bir lüksümüz bulunmamaktadır. Zaten sayısı az olsun diye ne gerekiyorsa yapılan Türk aydını, görevini yapmaya çalışırken bizim de onların yanında saf tutmamız, işgal edilmiş zihinleri açmamız gerekmektedir. İkbal Vurucu’nun kitap ve makaleleri tam da bu görevi görmektedir.

Ne İstanbul’un bağrına düşman kuvvetleri demirlesin, ne zihinler işgal edilsin ne de meclisimize bomba yağsın. Bunun yolu da kendi mahsulümüz olan, bu toprakların sesini duyuran, acısını paylaşan, kederine ortak olan, yol gösteren gerçek Türk aydınlarının izinden gitmektir.

Sona Doğru Kürt Açılımı: Demokratikleşme mi? Yıkım projesi mi? kitabı İkbal Vurucu’nun makalelerinden derlenerek oluşturulan bir kitaptır. Bu kitap, Tarih tekerrür etmesin diye Kâmil Bey’in Millî Mücadeleye katılmasından doksan yıl sonraki mücadelesidir.

 

1) Engin Alan – Bölünmeye Çeyrek Kala

2) Millici Abi, Kemal Tahir’in serinin ikinci kitabı olan Esir Şehrin Mahpusu kitabında, ikinci bölümün adıdır. Kâmil Bey, ilk bölümde insanlara dost olarak yaklaştıkça baskıya maruz kalmıştır. İyi niyetinin su istimal edilmesi artık canına yetmiş ve ilk bölümünün sonunda herkesin kanını donduracak şekilde koğuş ağasına haddini bildirmiştir. Bu durum onu herkesin gözünde “Kimmiş bu Millici abi” merakına sevk etmiştir. Bizim yazımızda da Kâmil Bey, çözüm sürecinde had bildiren İkbal  Vurucu olduğu için bu tanım kullanılmıştır.

Yazar

Mehmet Onur Karadayı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar