Yükleniyor...
Trump, uyarılara kulak asmadı; Büyükelçiliğin Kudüs’e taşınacağını ilân ederek, ateşle oynadı. Barış süreci baltalandı; ABD’nin arabuluculuk görevi sona erdirildi. Kendini dünyanın lideri sayan süper gücün; Filistin’de yaşananları; hukuku ve insanlığı hiçe sayarak misyonunu nasıl kaybetmekte olduğu, ibretler görüldü. İsrail, Trump’ı kışkırtmayı başarmış olabilir. Doymak bilmeyen işgalciliği ve uyguladığı vahşetle, sadece Müslüman dünyasında değil, bütün insanlığın vicdanında mahkumiyetini perçinlemeyi sürdürdüğü, bir defa daha ortaya çıktı. Bütün bunlara aldırmayabilir; kâr sayabilirler, ama unutulmamalı ki, zulmün sonu yoktur; insanlık tarihi, bunun şahididir.
Bu acı olaylar; İslâm, Hıristiyanlık ve Museviliğin mukaddeslerinin bulunduğu mekânda yaşanmaktadır. Kendilerinin dışında hiçbir dinin mukaddesine saygı göstermeyenlerin elindeki bir Kudüs’ün akıbetini düşünmek bile istemeyiz. Bu mukaddes bildiğimiz yerleri, geçmişte biz Türkler de dört asır [1517-1917] yönetmek şerefini taşıdık. Tarih şahittir ki; Hıristiyan ve Musevi dinine ve inananlarına, derin bir hürmetle muamele ettik. Adil yönetimimizden her dinin mensubu razı oldu ve huzur buldu. Bu gerçekler, hangi milletin inançlara ve insan haklarına saygılı olduğunu göstermeye yetmez mi? Üstelik,100 yıl öncenin Türk Milleti ile günümüzün dünya lideri(!) “barışın”, “insan haklarının”, “demokrasinin” ve “özgürlüklerin” savunucusu kesilen Amerikan, İsrail ve yandaşlarının milletlerini lütfen kıyaslayınız; karşınıza gerçekten nasıl bir insanlık ve medeniyet abidesinin çıktığını görünüz; bununla da, ne kadar iftihar etmeye hakkınız olduğunu düşününüz.
Bu sonuca iki medeniyetin farkı da, diyebiliriz.
Silah gücüne dayanarak yapılan fütursuzca saldırıya karşı, insanlık susmadı; konuştu. Araplar, Arap Birliği Teşkilatı’nı; Türkler, İslâm İşbirliği Teşkilatı’nı toplayarak, gerekli uyarıyı yaptı. İslâm İşbirliği Teşkilatı, Doğu Kudüs’ü, Filistin’in Başşehri ilân ederek iki parçalı bir Kudüs düzenini çözüm olarak ortaya koydu. Tabii, İsrail’in işgali altında bulunan Filistinliler başkentlerini Ramallah’tan Doğu Kudüs’e nasıl taşıyabileceklerdir; bu mümkün mü? Bilmiyoruz. Acaba; Kudüs, Birleşmiş Milletlerin temsilcileri ile İsrail ve Filistin temsilcilerinden oluşan bir heyet tarafından, tespit edilen esaslara göre yönetilse; daha uygun olmaz mı? Böyle bir uluslararası statü verilmeden Kudüs’ün huzur bulması, bölgede barış ve güvenliğin sağlanması çok zor görünüyor. “Güç bizde” diyenlerin karşısına, uluslararası bir camianın çıkmasıyla, tabii mümkün olduğunda, sürdürülebilir bir istikrar ve barışın tesisi daha uygun olacaktır.
Yunanistan Lozan’ı neden savundu?
Lozan tartışmaları, Trump’ın Kudüs çıkışına takıldı. Geçen yazıda da üzerinde durmuş, sormuştuk. Yunanistan Lozan’ı neden savundu? Cumhurbaşkanı Erdoğan, güncellemekten bahis açıtı; biz böylesine şaşırtmacalara alıştık. Lozan’a sahip çıkmaktan vazgeçip; tartışmaya açıverdik! Devletin hangi kurumunda, ne maksatla böyle bir karar alındı, diye de düşünmedik. Kapı açılırsa, batının mal bulmuş mağribi gibi üşüşeceğini, sağır sultan da biliyor: sonra da evdeki bulgurdan da olacağımızı… Malum ama, nasıl oldu da, hep Lozan’a karşı çıkan Yunanistan, aynı anda “Lozan değişemez” demek ihtiyacını duydu? Anlayan beri gelsin!.. Bir haftadır düşünüyoruz, ancak doğrusu, makul bir cevap bulamadık. Cumhurbaşkanı Erdoğan neden; Lozan’a rağmen Eğe adalarını silahlandıran, karasularımız içindeki adalarımızı alenen işgal eden, emrivaki ile karasularını 12 mile çıkarıp Ege denizini kendi gölü yapmaya çalışan, uluslararası hava sahsındaki uçaklarımızı, sınır ihlali yapıyorsun yalanıyla taciz neden, Müslüman cemaatin seçtiği müftüyü ve Türk olduğunu söyleyen soydaşlarımızı cezalandıran Yunanistan’a, “komşu Lozan’ı ihlal etme. Bak ben Ortodoks Rumlara Lozan’ın tanıdığı her hakkı veriyorum. Mütekabiliyet esasına göre sen de Batı Trakya’daki, soydaşlarımızın haklarını ver” demiyor da; sadece müftü seçiminden bahsedip, sonra da Lozan’ı güncelleştirelim tartışmasını yapıyor?
Acaba diyoruz, Yunanistan tarafıyla ben böyle, siz de öyle konuşun bakalım, ne olacak diyerek roller mi değiştirildi? İyi de, egemenlik, devlet, vatan üzerine böyle bir şey olabilir mi? Bu işin şakası olur mu? Bu acaba da hoşumuza gitmedi. Gerçek sebebi bilenlerden yardım bekliyoruz.
Zarrap, Man, Suriye, Rusya, Irak, bölücü terör, çöken devlet kurumları, iflasa doğru giden ekonomi, bozulan ahlak derken, kamplaşmalar ve yüksek tansiyonla nereye gidiyoruz? Bütün bunları ve devamını, kimseyi istatistiklerle aldatmadan, gündemi perdelemeden, aklıselimle düşünmenin ve konuşmanın zamanı gelmedi mi?