Yükleniyor...
Bir gençle konuşuyordum. Birisinin liderliğinden bahsediyorduk. “Yok, o olmaz“, dedi. Niye olmaz diye sordum. Anlaşıldı ki onun kanaatince liderde öfke, saldırganlık, hatta küfürbazlık vasıfları bulunmalıymış. Bunları taşımayan insandan lider olamazmış.
Şimdi ben bunu nasıl düzelteyim? Hepimizin makul, mantıklı, olağan, normal dediğimiz ölçüler vardır. Maalesef biz bu ölçülerin çoğunu çevremizi gözleyerek alırız. Demek ki çevremiz böyle. Hiç olmazsa televizyon çevremiz böyle ve televizyon, sımsıkı kuşatan bir çevre. Hele şu yasak günlerinde. Ve gittikçe artan bir çoğunluğun makul, mantıklı, olağan ve normali ne? Öfke, küfür ve saldırganlık!
Kelimeleri ve ifadeleri nefret kusanlar… Liderlik mi? Genç dostuma göre bu, liderlik için gerek şartmış. Galiba yeter şart da.
Fakat bunun bir riski var. Niçe’nin sözüdür: Siz uçuruma bakarsanız, uçurum da size bakar. Canavarlara yoğunlaşan insan sonunda canavarlaşır. Ağır ağır ve kendisi bile farkına varmadan. Bazıları ise pek farkındadır ne yaptığının. Lider olacak ya.
Herkese canavar diye bakan canavarlaşır. Sonra… Saldırdıkları, hedef tahtasına koydukları muhalifleri de ona iade-i canavar eyler. Ve bütün bir toplum bir birinin gölgesine kurşun sıkan canavarlarla dolar. Diktatörler tahtlarını nefret üzerine kurar, fakat sonunda nefret dönüp onları da vurur. İncil’de geçer: Kılıçla yaşayan, kılıçla ölür. Nefretle yaşayan da nefretle ölüyor galiba.
Bir zamanlar Sovyetler Birliği’nde Stalin’e tapılırdı. İktidarını nefret söylemiyle, cinayetler ve hapishaneleri doldurarak sürdürdü. Kruşçev zamanında hain ve suçlu ilan edildi. Herkesin ondan nefret etmesi sağlandı. Mussolini halkın omuzlarında iktidara geldi. Aynı halk onu ayağından ipe çekti.
Yakın tarihe de o kadar yakın olmayan tarihe de aynı gözlükle bakılıyor. Hangi gözlükle? “Bunun neresinden nefret etmeliyim acaba?” gözlüğüyle. Mutlaka nefret edilecek bir yeri olmalı.
Sonunda, “liderlik” yolunda yeterince ilerlerseniz, anlaşacağınız, birlikte hareket edeceğiniz kimse kalmıyor. Hepsi nefretlik çünkü. Ve nefret karşılıklı. Uçurum da size bakıyor.
Bir panelde konuşuyorum. Kısa bir Osmanlı bahsi geçti. Hemen soru: Osmanlı’nın Türk düşmanlığına ne diyeceksiniz? Osmanlı’nın hangi Türk düşmanlığına? Osmanlı sultanlarının unvanı nedir? Han, hakan… Bu unvanlar nece? Soruyu sorana ayrıntılı tarih dersi verecek değildim ama Osmanlı Hanedanı, Açina soyundan gelen Türk Hakanları olduklarının şuurundadır. O soydan biri idam edilecekse, kara budun gibi boynu vurulmaz. Kutsal kanı yere akmasın diye boğularak infaz edilir. Mesela propaganda maksadıyla “Düzmece Mustafa” dedikleri Yıldırım’ın Oğlu Mustafa’yı da asarak idam ettiler. Onun düzmece olmadığını buradan anlıyoruz.
Rahmetli Öztuna, hakanın, kızını da yanına alıp yeniçeri ortasında oruç açtığını anlatır. Fakat hanım sultanlar böyle yerlere gidemez. Niçin? Çünkü hakanın kızı da Açina soyundandır. Ona yan bakılması akla bile getirilemez. Hanım sultan öyle değildir. O sarayda oturur.
Peki, Türk düşmanlığı? Aslında konar göçerde Osmanlı’ya direniş vardır. Osmanlı için de Türk tehlikelidir. Çünkü her an hakanlık iddiasıyla ortaya atılabilir. Onun için karşılıklı bir dikkat ve uzak tutma tabiîdir. Türkçülüklerinden ötürü Osmanlı’yı sevmediğin beyan edenlerin Atsız’ın Osmanlı yazılarını, özellikle bütün padişahları tek tek ele aldığı makalesini okumalarını tavsiye ederim.
Fakat okumak liderlikte pek işe yaramıyor. Ama nefret, öfke ve küfür… Hem de nasıl yararlı!
Türkçülüğün Mihenk Taşı başlıklı bir yazımda, bütün Türk devletlerinin “bizim” olduğu şuuruna varmamız gerektiğini yazmıştım. (Bilim, Din ve Türkçülük, Panama 2018, sayfa 343.) Mihenk taşı budur. Bir bu, bir de yalnız zafer ve başarılarımızı değil, yenilgi ve başarısızlıklarımızı da “bizim” şuuruyla hatırlamamız. Bütün insanlarımızı da “bizim” diye kucaklamamız.
Benzer şekilde, CHP ile nasıl dost olabiliriz; geçmişte milliyetçiliğe yaptıkları karşısında, diye de bir soru vardı. İyi de milliyetçiliği anayasaya koyduran ve altı okun en uzununu ve yegane çentiklisine “milliyetçilik” diyen de Atatürk’ün CHP’sidir. O halde tenkitlerinizi bütün bir kitleye genişletmeyin, tek tek insanlarla sınırlayın.
Devletlerimiz, partilerimiz, insanlarımız, komşularımız ve yabancı devletler… Canavarlarla çevrili bir dünya mı istiyorsunuz; mümkün mertebe dostlarla dolu bir dünya mı? Siyasetin temel hedefi, dostları sıkı sıkı dost olarak tutarken, düşmanları da en kısa zamanda dosta dönüştürmenin yollarını aramaktır.
Lord Palmerstone’un İngiltere için söylediğini düşününüz: İngiltere’nin dostları yoktur, İngiltere’nin düşmanları yoktur; İngiltere’nin menfaatleri vardır. Bu cümledeki “İngiltere” kelimesi yerine Türkiye veya Türkler desek nasıl olur?
Bütün okuyucularımın bayramını kutlarım.
1 Yorum