Yükleniyor...
Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1923 yılında ilan edildi ama eğer Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1919 da Samsun’a ayak basmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti adıyla bir devlet bu topraklarda kurulamazdı çünkü Lozan Anlaşması imzalanamayacağı için Sevr (Sevres) Anlaşması yürürlüğe girecek, Anadolu’da Sevr’e göre Kürdistan ve Ermenistan devletleri kurulacak, sömürgeci Fransa, İngiltere, İtalya ve işgalci Yunanistan Anadolu topraklarını paylaşacaktı. Fakat aziz şehitlerimizin kanlarıyla sulanmış bu topraklarda bu gerçeği kabul etmeyen hür ve mutlu yaşamış tarihçiler de vardır. Atatürk’ün 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nde söylediği “Milli sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür parçalanamaz!” sözünü bilmeyenler de bulunduğunu Türk gençliği unutmamalıdır.
Bazı gençler arasında “Lozan 100 yıl sonra sona erecek” görüşünde olanların var olduğu da bilinmelidir. Hukuk Fakültesi son sınıfta iki hanım öğrencim derste, Lozan Anlaşması’nın 2023 yılında sona ereceğini lisede öğrettiklerini söylemişlerdir. Ben bu öğrencileri ikna edemedim, çünkü beyinleri yıkanmıştı. Çünkü onlara Lozan’ın gizli maddeleri olduğu lisede öğretilmişti. Bunları söyleyenlerin niyetlerinin ne olduğunu tahmin etmek zor değildir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 14 Aralık 2016 tarihinde “Yaşadığımız bu dönem en az İstiklal harbi kadar zordur. Bugün adı konulmamış bir Sevr tehdidi ile karşı karşıyayız.” diyerek Sevr Anlaşması’na atıfta bulunmuştur: “Sevr Anlaşması Türk Milleti’ne kurulan büyük tuzaktır.” Bu ifade bir kelime hariç (tuzak yerine suikast) büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ündür.
Osmanlı Devleti’nin 1920 yılında imzaladığı Sevr Anlaşması, Türklere Orta Anadolu’da 120 bin kilometrekarelik bir bölgeyi bırakıyordu. Sevr, Emekli Büyükelçi Osman Olcay’a göre Avrupa’da 102 oturumda hazırlanan 433 maddelik bir idam fermanıydı. (Sevr Andlaşmasına Doğru, AÜSBF Yayını, Ankara, 1981. http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/054.pdf)
Sevr paylaşımını hazırlayan ABD Başkanı Woodrow Wilson‘dur. Wilson planın kabul edilmemesine bozulmuş, Lozan’ı onaylamamıştır. Türk düşmanı İngiltere Başbakanı David Lloyd George 29 Ekim 1919 tarihinde Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “Dünyanın en zengin topraklarından biri olan geniş bir ülkeyi Türk’ün mahvedici nüfuzundan azad eyledik. Medeniyet yüzlerce yıl bu yolda başarısızlığa uğradıktan sonra İngiltere bunu gerçekleştirdi.” (Taha Akyol, Bilinmeyen Lozan, İstanbul, 2014, s. 23).
Lloyd George’un Atatürk hakkında “İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğimize bakınız ki Küçük Asya’da çıktı. Hem de bize karşı. Elden ne gelebilirdi?” dediği söylense de, bu konuda kanıt yoktur. Lloyd George’un Birinci Dünya Savaşı anılarını bir araya getirdiği War Memoirs of David Lloyd George adlı iki ciltlik kitapta bu yönde bir söz yer almamaktadır (http://www.on-island.net/History/LLoyd-George/v6.pdf). Ankara Üniversitesi SBF’den arkadaşım ve meslektaşım Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın Yakın Tarihin Gerçekleri kitabında da (s. 106) bu sözün doğruluğunun belgelenemediğini belirtilmektedir. Belgelenmese bile bunun hiç önemi yoktur. İfade, bir gerçeğin açıklanmasıdır.
Sevr Anlaşması, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in batı banliyösü Sevr kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) imzalanmıştır. Bu müzenin önünde de Ermeniler tarafından dikilmiş bir sözde Ermeni soykırım anıtı vardır. Anıtın neden oraya dikildiğini benim açıklamama gerek yoktur. Çünkü, “Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir.” (Mustafa Kemal Atatürk)
Mahatma Gandi (Mohandas Karamçand Gandi) Sevr Anlaşması’nı adaletsizlik anıtı olarak adlandırmıştır: “Türkiye’ye barış diye imzalatılan bu anlaşma uzun süre yürürlükte kalırsa onur kırıcılığın ve insan yapısı adaletsizliğin bir anıtı olacaktır. Savaşta talihi yaver gitmedi diye kahraman ve cesur bir ırkın yok edilmeye çalışılması insanlığın bir zaferi olmayacak, fakat insanlık dışı davranışın bir örneği olarak tarihe geçecektir.” (Ravindra Kishore Sinha, Kurtuluş Savaşı, Devrimler, Mustafa Kemal ve Mahatma Gandi, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1972, s.102-181)
Amerikalı tarihçi Paul C. Helmreich, Sevr Anlaşması için 19. yüzyıl sömürgeciliğini izleyen önemli bir emperyalist çözüm demiştir: “Herkesin Türkiye’de bir çıkarı vardı; olmayanlar da icat ediyordu. Bir anlamda, çıkar çatışmalarının da ötesine geçilmiş, yıllara yayılan uyutma anlaşmaları süreci, yerini nefret tutumuna bırakmıştı. Barbar bir ulus olan Türkleri, Avrupa’dan kovma fırsatı kaçırılmamalıydı. Lloyd George, sezgi gücünü yitirmiş, Türkler’in İstanbul’dan çıkarılmasında diretiyordu. Türkiye topraklarında, neredeyse akla gelebilecek bütün azınlıklar için birer ülke planlanıyordu. Büyük güçler, kamp ateşinin çevresinde, aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi”. (Paul C. Helmreich, From Paris to Sevres: The Partition of the Ottoman Empire at the Peace Conference of 1919-1920, Ohio State University Press, 1986. Türkçesi Sevr Entrikaları, Sabah Yayınları, İstanbul, 1996, s. 22)
Sevr Anlaşması’nda İskenderun, Adana, Mersin ve Çukurova’yı içine alan Fransız nüfuz bölgesi Sivas’ın kuzeyine kadar uzanıyordu (Ek Protokol). Antalya merkez olmak üzere Bursa’dan Kayseri’ye çekilen, Afyonkarahisar’dan geçen hattın Güneyinde kalan Güneybatı Anadolu ve günümüzde de tartışma konusu olan 12 ada İtalyan nüfuz bölgesi oluyordu. Yunanistan; İzmir’le birlikte Batı Anadolu’yu, Edirne ve Gelibolu dahil tüm Trakya’yı ve Ege adalarını alıyordu (Md. 84-87). İstanbul, Marmara Denizi ve Çanakkale Türk askerinden arındırılarak İtilaf Devletleri’nin denetimine bırakılıyordu. (Jacques de Benoist – Mechin, Mustafa Kemal Bir İmparatorluğun Ölümü, Bilgi Yayınları, Ankara, 1997, s.192)
Sevr Anlaşması’nın 62-63’ncü maddeleri Kürdistan ile ilgilidir. İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir Komisyon Fırat’ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak, bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti’ne bağımsızlık için başvurabilecektir. Madde 64 aynen şöyledir: “İşbu muahedenin mevki-i meriyete vaazından bir sene sonra 62 inci maddede zikredilen havalideki Kürtler, bu havali Kürtlerinin ekseriyeti Türkiye’den ayrılarak müstakil olmak arzu ettiğini ispat ederek Cemiyet-i Akvam Meclisine müracaat ederler ve Meclis de ahali-i mezkûreyi bu istiklâle lâyık görür ve onlara istiklâl bahşetmesini Türkiye’ye tavsiye eyler ise Türkiye işbu tavsiyeye muvafakat ve bu havali üzerindeki bilcümle hukukundan feragat etmeği şimdiden taahhüt eder.”
Kürdistan, Lozan Anlaşması ile tarih olmuştur.
Sevr Anlaşması’nın 88-93’ncü maddeleri Ermenistan ile ilgilidir. Sevr Anlaşması’nda Kars, Erzurum dahil ülkenin doğusu tümüyle Bağımsız Ermeni Cumhuriyeti adıyla Ermenilere verilmiştir. Paris Barış Konferansı sürecinde Ermenistan’ın sınırları konusu ABD Başkanı Wilson’un hakemliğine bırakılmış, Wilson da General James G. Harbord başkanlığındaki bir Amerikan heyetini incelemelerde bulunmak üzere 1919 sonbaharında Türkiye’ye göndermiştir. 1919 Eylül ve Ekim aylarında Türkiye’de incelemeler yapan Harbord, vardığı sonuçları bir raporla ABD Kongresi’ne sunmuştur.
Raporda; Türkler ile Ermenilerin barış içinde yüzyıllarca yan yana yaşadıkları, tehcir sırasında Türklerin de Ermeniler kadar acı çektikleri, Ermenilerin Türkiye’de hiçbir zaman çoğunlukta olmadıkları ve olaylara ilişkin acıklı ve korkunç iddiaların yanlış olduğu tespit edilmiştir. ABD Kongresi rapor üzerine 1920 Nisan ayında Ermenistan’a mandater olunmasını reddetmiştir.10 Ağustos 1920 tarihinde Ermenileri bir defa daha umutlandıran Sevr Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşma, Osmanlı Devleti’nin Ermenistan’ı özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanımasını hükme bağlamış, sınırın tespitini ise Wilson’un hakemliğine bırakmıştır. ABD Başkanı Woodrow Wilson 22 Kasım 1920’de Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan’a vermiştir.
Batı Ermenistan, Lozan Anlaşması ile tarih olmuştur.
Ermenistan Milli Marşı’nda ”Topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün” yazılı olduğunu Türk gençleri hiç unutmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Lozan Anlaşması’nın değerini bilelim. Çünkü Sevr Anlaşması Atatürk’ün ifadesiyle Türk Milleti’ne kurulan büyük suikasttır. Lozan Anlaşması ise Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusudur. Bu tapunun temelleri, 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’da atılmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk; Nutuk’ta bu durumu şöyle açıklamaktadır: “1919 senesi Mayısı’nın 19. günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye: Osmanlı Devletinin dahil bulunduğu grup, Harbi Umumide mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti ağır, bir mütarekename imzalanmış. Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harb-i Umumiye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahdettin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği yeni tedbirler araştırmakta…”
19 Mayıs 1919, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı tarihtir. Bu tarihin gerisinde çok önemli bir gerçek vardır: “GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER!” Atatürk, İstanbul’un işgal edildiği 13 Kasım 1918 tarihinde “Geldikleri gibi giderler” diyerek Kurtuluş Savaşı’nın ilk işaretini Kartal (Fransız işgal kuvvetlerine ait Enterprise) isimli istimbotta vermiştir.
Adana’dan hareket Mirliva (Tümgeneral) Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918 Çarşamba öğle saatlerinde Haydarpaşa Garına vardığında yorgundur. Bu sırada İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinden oluşan 55 parçalık işgal donanması Haydarpaşa önünden geçmektedir. Kartal istimbotu ile Galata Rıhtımı’na doğru giderken dudaklarından “Geldikleri gibi giderler!’’ cümlesi çıkar. Bu sözün ağızdan çıktığı an, aslında Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı başlattığı tarihtir.
19 Mayıs, aynı zamanda “Gençlik ve Spor Bayramı”dır. Çünkü Mustafa Kemal, Türk milletini ileri götürecek ve köhnemiş fikirlere karşı gelecek olanların genç fikirler olduğunu görmüştür. Atatürk gençlerden söz ederken yaş sınırı dışında fikirde yeniliğe atıfta bulunmuştur: “Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan gerçek fikirli demektir.” Atatürk’ün gençliğe armağan ettiği 19 Mayıs’ı gençlerin anlayabilmesi için 16-19 Mayıs 1919 tarihleri arasında gerçekleştirdiği İstanbul-Samsun yolculuğunu iyi bilmeleri gerekir. Bu yolculuk kurtuluş döneminin başıdır. Çünkü, Samsun’a ayak basışının taşıdığı önem, Atatürk’ün Büyük Nutku’nu 19 Mayıs 1919 Samsun’a çıkışı ile başlatmasından anlaşılmaktadır.
Samsun, işgal kuvvetleri için stratejik öneme sahipti. İngilizler 9 Mart 1919 tarihinde Samsun’a askeri birlik çıkarmışlardı. İngiliz Yüksek Komiserliği’nin Türklerin silahlandığı konusundaki şikayetleri üzerine bölgeye olağanüstü yetkilerle donatılmış bir komutanın gönderilmesine karar verilince, bunun için Mustafa Kemal görevlendirilmiştir.
Aslında Atatürk Anadolu’ya geçmek istiyordu ve bu görevlendirme O’nun için bulunmaz fırsattı. İstanbul-Samsun yolculuğu öncesinde Atatürk’le Padişah Vahdettin arasında geçen konuşmayı Atatürk şöyle anlatır: “Paşa, Paşa!… Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin! Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (bu bir tarih kitabıdır) Bunları unutun, dedi, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden daha önemli olabilir…Paşa, Paşa…Devleti kurtarabilirsin!…” (Falih Rıfkı Atay ve Mahmut Soydan, Atatürk’ün Anıları, İstanbul, 1982, s.153)
Atatürk bu sözlerden hayrete düşmüştür: “Acaba Vahdettin benimle içtenlikle mi konuşuyor?…O Vahdettin ki… bütün yaptıklarından pişman mı olmuştur? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat, böyle bir yorum ile başka konulara girişmeyi ürkütücü saydım, kendine karşılık verdim: Kişiliğe güveninize ve bana bunca yüz verişinize teşekkür ederim…Elimden gelen hizmeti esirgemeyeceğime lütfen güveniniz.”
Atatürk bu konuşmada planlarının sezilmiş olabileceği duygusuna kapılmıştı ama O’nu bekleyen ve O’na güvenen bir “Türk Milleti” vardı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 19 Mayıs’ta yayınladığı, gençlere atıfta bulunduğu oldukça uzun sayılabilecek mesajında, “Yaşasın özgür, bağımsız ve güçlü Türkiye. Özgürlüğümüzün, bağımsızlığımızın, egemenliğimizin ve Cumhuriyetimizin teminatı aziz Türk gençliği…Sevgili gençler, Biz size inanıyoruz…Bu vesileyle Atatürk ve silah arkadaşlarını bir kez daha saygıyla anıyor, başta siz gençlerimiz olmak üzere aziz milletimizin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutluyorum.” demiştir.
Fakat sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Unutulan Zafer: Kut’ül Amare” adlı programda 30 Nisan 2016 tarihinde yaptığı konuşmada, “Milletimizin, medeniyetimizin binlerce yıllık tarihini neredeyse 1919 yılından başlatan bir tarih anlayışını reddediyorum. Her kim ki zaferleriyle ve yenilgileriyle son 200 yılımızı, hatta son 600 yılımızı soyutlayıp eski Türk tarihinden Cumhuriyete atlıyorsa biliniz ki o kişi milletimizin de devletimizin de hasmıdır.” dediğini de unutmayalım.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sosyal medya hesabı Twitter üzerinden 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’na ilişkin bir video paylaşmış, paylaşımına “19 Mayıs’ın 100. yılında O’nun yolunda 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun!” notunu da düşmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihindeki önemli olaylardan biri Atatürk’ün Samsun’a ayak basışıdırBandırma vapuru. Türk Milleti Birinci Dünya Savaşı sonrasında kötüleşen koşullar içinde kurtuluş çareleri ararken büyük bir lider Mustafa Kemal ortaya çıkmış ve Samsun’a ayak basarak “kurtuluş” yolunu açmıştır.
Atatürk, 16 Mayıs 1919 Cuma günü öğleden sonra Bandırma vapuruyla Galata rıhtımından ayrılmış, 18 Mayıs 1919 Pazartesi günü Kalyon Burnu’ndan sandallarla Merkez iskelesine çıkmıştır. Atatürk, İstanbul’dan başlayan ve Samsun’da sona eren yolculuk esnasında görevli bir askerdi ve giyimi de buna uygundu. Ancak Samsun’a ayak bastığı günden birkaç gün sonra asker değil, sivil olarak hareket ederek Kurtuluş Savaşını kazanacak ve 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyetini ilan edecekti.
Bu yolculuk Türk Milleti için bir dönüm noktası olmuştur. Millî Mücadele’yi başlatmak üzere Samsun’da Anadolu topraklarına bastığı 19 Mayıs 1919 tarihinin önemi nedeniyle de 19 Mayıs’ı Türk gençliğine armağan etmiştir. Atatürk’e göre gençlik kavramı fikirlerdeki yeniliği açıklamaktadır: “Gençler! Benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi üstlenen gençler! Bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum” derken, Türk gençliğine olan güvenini ortaya koymuştur. Atatürk, “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kafidir” demiştir.
Atatürk’ü anlamak, yaşadıklarını ve fikirlerini bilmekle mümkündür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında yaşanan zorlukları göz önünde tutarak 19 Mayısları Atatürk’ün emanetine daima sahip çıkarak kutlamalıyız. Fakat Türk gençliği unutmamalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nde “M. Kemal’e zerre muhabbeti olan cenazeme gelmesin!” diyenler de vardır. Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini kurmasaydı Türk Bayrağı yerine başka bir bayrak olacaktı ama maalesef bunun farkında olmayanlar da bu toplumda Cumhuriyetin verdiği özgürlükler altında yaşamaktadır.