07.10.2025

Afrika Türklerinin tarihî köklerine bakış

Osmanlı'dan miras kalan en büyük Türk topluluklarından biri Libya'dadır. Osmanlı döneminde gelen Türk askerleri ve idareciler burada yerleşmiş, yerel halkla kaynaşmıştır.


Afrika kıtası, tarih boyunca birçok farklı etnik ve kültürel grubun etkileşimde bulunduğu geniş bir coğrafyadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Afrika’ya uzanan etkisi ve günümüzde Türkiye ile kıta ülkeleri arasındaki ilişkiler, Afrika’da Türk topluluklarının oluşumuna katkıda bulunmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu, 16. yüzyıldan itibaren Kuzey Afrika’ya yayılmış ve bölgedeki Arap-Berberi halklarla güçlü siyasi ve kültürel bağlar kurmuştur. Bugün Libya, Tunus, Cezayir ve Mısır gibi ülkelerde Osmanlı’dan kalan izler belirgin şekilde görülmektedir. Bu bölgelerde Osmanlı askeri ve bürokratları yerleşmiş, bazıları yerel halkla kaynaşarak yerleşik topluluklar oluşturmuştur.

Özellikle Kuloğulları olarak bilinen topluluk, Osmanlı askerleri ile yerli kadınların evliliklerinden doğan nesillerdir. Cezayir ve Tunus’ta hâlâ Osmanlı kökenli birçok aile bulunmaktadır. Osmanlı döneminde Trablusgarp ve Sudan gibi bölgelerde görev yapmış Osmanlı paşaları ve memurları, geride Türk kimliğini taşıyan izler bırakmıştır.

Son yıllarda Türkiye’nin Afrika kıtasına yönelik siyasi ve ekonomik ilgisi artmıştır. Türkiye’nin Afrika’daki büyükelçilikleri, TİKA’nın kalkınma projeleri ve Türk okulları, Afrika’daki Türk topluluklarıyla bağları güçlendirmektedir. Osmanlı mirasını yaşatan topluluklar, Türkiye ile kültürel ve ekonomik ilişkilerini sürdüren önemli bağlar kurmaktadır.

Bugün Afrika kıtasında farklı bölgelerde Türk toplulukları bulunmaktadır:

Libya Türkleri

Osmanlı’dan miras kalan en büyük Türk topluluklarından biri Libya’dadır. Osmanlı döneminde gelen Türk askerleri ve idareciler burada yerleşmiş, yerel halkla kaynaşmıştır. Libya’daki bazı Türk aileleri, hâlâ Osmanlıca kelimeler içeren bir ağız kullanmaktadır. Zamanla Libya nüfusuna neredeyse tamamen asimile oldukları için, günümüzde Libya’daki varlıklarını /nüfuslarını ölçmek neredeyse imkansızdır. Esas olarak Misrata ve Trablus şehirlerinin nüfuslarının küçük bir bölümünü oluştururlar. Ve Bugün Libya’da kendilerini Kuloğlu olarak tanımlayan 13 büyük aşiret bulunmaktadır ve Türk soylu nüfus bir milyonu aşmaktadır. Kaddafi döneminde çeşitli zorluklarla karşılaşan Kuloğulları 2011’de Libya İç Savaşı patlak verdiğinde, Mısrata en şiddetli direnişin yaşandığı kentlerden birisi olmuş ve Kuloğlu aşiretleri bu savaşta belirgin bir şekilde yer almıştır. 2014’te New York Times’a eski bir Kaddafi subayı tarafından yapılan açıklamalara göre Libya İç Savaşı, Arap aşiretler ile Kuloğulları, Berberiler ve Çerkezler arasındaki bir etnik mücadeleye dönüşmüştür. Politik analist Sarah Rashad’a göre Ankara, Arap Baharı’nın başından beri Kaddafi’yi yerinden ederek Libya’yı kontrol edebilmek için Kuloğullarının harekete geçmesini sağlamıştır. 2014’ten beri yaşanan iç savaşta Merkezi Hükümetin yanında yer alan Kuloğlu Türkleri bu sebeple ülkenin doğusundaki Bingazi gibi kentlerden göç etmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra Türkler, yeni kurulan modern devletlerden Libya’ya göç etmeye devam ettiler. Ancak, yaygın inanışın aksine, söz konusu göçmenlerin büyük çoğunluğu, etnik kökenleri nedeniyle değil, dinleri nedeniyle bazı Hristiyan Yunanlılar tarafından sıklıkla Türk olarak anılan Giritli Müslüman Rumlardır.

Trablusgarp’ın 1553’te Turgut Reis tarafından fethedilmesiyle Trablusgarp Beylerbeyliği kuruldu ve Osmanlılar Libya’ya yerleşmeye başladılar.

Bölgede önceleri beylerbeylerin hakim olduğu bir yönetim var iken merkezi yönetimin zayıflaması ve tayin edilen beylerbeylerin iki üç yılda bir değişmesi yüzünden yerel sorunlara çözümler bulunamamaktaydı. Bu sebepten ötürü eyaletteki ocaklıların temsilcisi olan dayılar ile merkezi yönetimin temsilcisi olan beylerbeyleri arasında gerilimler yaşanmaya başladı. 1711’de soyu Karamanoğulları’na dayanan bir yeniçeri olan Karamanlı Ahmed Paşa’nın Trablusgarp Beylerbeyini öldürerek yönetime el koyması ve ardından devrin padişahı III. Ahmed’in de onu beylerbeyi unvanıyla Trablusgarp eyaletinin valisi olarak tanımasıyla bu ikilik giderilmiş oldu. İstanbul’dan beylerbeyi gönderme uygulamasının sona ermesiyle dayılık babadan oğula geçmesi geleneği başlamış oldu.

Trablus Sancağı’na bağlı halkının tamamına yakınının Kuloğullarından oluştuğu kazalar ve nahiyeler Kuloğlu Başağalığı kazası adı altında tek bir idari yapı altında toplanmış ve bütün görevlere kendi aralarından seçilen kimseler tayin edilmiştir. Kuloğullarının Trablusgarp eyaletindeki idaresi ise hükümet tarafından tayin edilen bir başağaya verilerek temsiliyetleri sağlanmaktaydı. Burada adeta hükümet içinde bir hükümet konumunda idiler. Bu etkinlikleriyle Trablusgarp Eyaleti’ndeki Kuloğulları Garp Ocaklarındaki diğer iki eyaletteki kardeş topluluklarından farklılaşmaktaydılar.

Karamanoğulları soyundan gelen hanedan 1711 yılından 1835 yılına dek Osmanlı adına Libya’yı yönetmiştir. Daha sonra II. Mahmud döneminde yeniden tesis edilen merkezi idare 1911’de başlayan savaşa kadar devam edecekti.

29 Eylül 1911’de İtalyanların başlattığı Trablusgarp savaşı, arkasından gelecek 11 yıllık felaketlerin tetikçisi olacak, o gün atılan ok, Osmanlı Devleti’nin Afrika’daki son toprağı Libya’yı vücudundan koparmakla kalmayacak, Balkanları, Ege Adalarını, Arabistan yarımadasını işgalle yetinmeyerek devletin merkezi olan İstanbul’un kalbine bir mızrak gibi saplanacaktı. Demek ki, topraklarımızın Sultan II. Abdülhamid devrildikten sonraki hızlı parçalanışı, bugün Libya’nın bir parçası olan Trablusgarb’ın kaybıyla başlamıştır diyebiliriz.

Osmanlı Devleti temsilcileri 18 Ekim 1912 tarihli Uşi (Ouchy) Antlaşması’nı eli varmaya varmaya imzalamış olsa da, devlet Libya’nın elini de hemen bırakmamış, önce Enver, Kuşçubaşı Eşref, Mustafa Kemal, Fethi (Okyar), İbrahim Süreyya (Yiğit) ve Deli Halid Bey gibi gönüllü subayların katılımıyla iç bölgelerde İtalyanlarla mücadeleye devam etmiş, Balkan Savaşı patlak verince mücadeleye bir süre ara verilmişse de, bir Osmanlı Şehzadesini, bir ara Fenerbahçe’nin başkanlığını da yapacak olan Osman Fuad Efendi’yi muhtemelen iç bölgelerde kurulması tasarlanan bir “Libya” devletinin, hatta Afrika’da kurulacak bağımsız bir Türk-Arap devletinin veya Enver Paşa’nın deyimiyle, burada kurulacak “küçük bir bağımsız devlet”in başına geçirmek ümidiyle Trablusgarb’daki birliklere komutan olarak gönderecektir. Osman Fuad Efendi Mondros Mütarekenamesi’nin imzalanması üzerine deniz yoluyla geri dönecek, böylece Libya toprakları İtalyanlara tamamen ancak Mondros’la birlikte 1918’de terk edilecektir.

Ne var ki, İstiklal Savaşı yıllarında bir Libyalıyı, Şeyh Sunusî’yi Mustafa Kemal Paşa’nın yanı başında görmemiz sürpriz sayılmamalıdır. Hatta Şeyh Sunusî, Temmuz 1918’de son Osmanlı padişahı Vahdettin’e Hz. Ömer’in kılıcını kuşatarak bir ilke de imzasını atmıştır. Sivas Kongresi günlerinde Sivas’ta bir İslam Kongresi düzenleneceği ve başkanlığını Şeyh Sunusî’nin yapacağı haberini zamanın gazetelerinde okumak mümkündü. Sunusî bir İslam kahramanıydı ve şimdi İslam’ın bu son kalesini ve Hilafet ve Saltanatı esaretten kurtarmak üzere yola çıktığını ilan eden Millî Mücadele’ye var gücüyle destek veriyordu. Ancak savaştan sonra beklentilerinin boşa çıktığını düşünecekti. Zira  İslam dünyasını kurtaracak bir savaş olduğunu düşünerek destek verdiği İstiklal Savaşı’nı kazananlar, diğer coğrafyalardan ziyade Anadolu’ya odaklanarak içe kapanacaklar ve üniter ve laik devlet yanlısı olduklarını ilan edeceklerdi.

Lozan Antlaşması’nın 22. maddesiyle Libya kendi kaderiyle başbaşa kalmış, “her ne nitelikte olursa olsun Trablusgarb üzerinde sahip olduğu”muz bütün hukuk ve imtiyazların üzerine gidilmemiştir. Biraz tuhaf gelse de, demek ki 1923’de hâlâ Libya üzerinde bazı haklarımız, ayrıcalıklarımız ve ağırlığımız varmış ve biz bunlardan ‘‘öncelik Anadolu’’ diyerek feragat etmişiz!

İşte Lozan Antlaşması’nın 22. maddesi:

‘‘ Madde — 22. Türkiye, yirmi yedinci maddenin ahkâmı umumiyesine halel gelmemek şartiyle 18 teşrinievvel 1912 tarihli Lozan Muahedenamesi ve ana müteallik senedat mucibince her ne mahiyette olursa olsun Trablusgarp, Libya üzerinde haiz olmuş olduğu kâffei hukuk ve imtiyazatm ilgayı katisini tanıdığını beyan eder. ‘’

Bu arada Libyalıların son kahramanı Ömer Muhtar’ın Mustafa Kemal Paşa’ya yardım etmesi için gönderdiği imdat mektubunu adresine ulaşmadan İtalyanların ele geçirdiklerini de belirtelim.

Şeyh Sunusî Millî Mücadele’de

Gel zaman git zaman, İtalyanların 1942’de boşalttıkları Libya’da İngilizler askeri bir yönetim kurmuştur. 2. Dünya Savaşı’nda Şeyh Sunusî’nin yeğen veya kuzeni İdris, İttifak Devletlerine yardım etmiş, onlar da kendisine Libya’nın bağımsızlığını vaat etmişlerdi. Birleşmiş Milletler Libya’nın bağımsızlığına 1949 Aralık’ında karar verdi ve İdris, 1951 Aralık’ında bağımsız Libya’nın başına Kral olarak resmen geçmiş oldu. Ancak bu arada ilginç bir gelişme yaşanmış ve Kral İdris, yeni devletini kurarken bu toprakların eski sahibi Türkiye’den bir kaymakama sürpriz yaparak Başbakanlık teklifinde bulunmuştu. Gerekçe olarak da diyordu ki Kral:

“Siz Türkiye’de Avrupalılar karşısında ezilmemeye, hatta onlara boyun eğdirmeye alışmışsınızdır. Oysa Arapların hepsi esirliği yaşadı, başkaldırmayı, direnmeyi bilemiyorlar.”

Hatta Kral İdris’in Türkiye ile federal bir birlik kurma tasavvurları dahi vardı ama arkası gelmedi. Böylece kendisi Libya’da ilginç bir Osmanlı yöntemi olarak yerli kızlarla evlenip oraya yerleşen melez ailelerden Kuloğulları’na mensup olsa da, Türkiye’ye gelip yerleşmiş olan Sadullah Koloğlu (tarihçi Orhan Koloğlu’nun babası) yıllar sonra başına yeniden fes giyerek Bingazi’ye gitmiş ve üç yıl süreyle Libya Devleti’nin Başbakanı olarak görev yapmıştır.

“Arap kaymakam”

Eski Hakkari kaymakamı Sadullah Koloğlu Bey (halk kendisine “Arap Kaymakam” dermiş) Libya’ya Başbakan yapılmakla kalmamış, aynı zamanda Adnan Menderes döneminde Libya’nın ayakta durabilmesi için çeşitli yardımlar da yapılmıştır. Gerçi mali yardımı eşit olarak ABD, İngiltere ve Fransa yapmaktaydı ama Türkiye de boş durmuyor ve BM’de kurulmasını sonuna kadar desteklediği çiçeği burnundaki Libya devletine askeri yardımın yanı sıra çeşitli uzmanlar da gönderiyordu. 1954 ila 1958 yıllarında 21’i yüksek okul, 8’i üniversite, 26’sı ilahiyat ve 8’i de askeri (4’ü deniz, 4’ü de hava kuvvetleri) okullarda olmak üzere 63 Libyalı öğrenciye Türkiye’de eğitim yapma imkânı sağlamış olup bunlar daha sonra Libya hükümetinde bakan, hatta Başbakan olarak görev yapacaklardır. Ayrıca 1954 Aralık’ında Türkiye’den gönderilen toplar törenle Libyalı yetkililere teslim edilmiştir. Bu arada Ümran Yetişal adlı bir generalimizin Libya ordusunun organizasyonunda görev aldığını belirtelim.

Keza Başbakan Adnan Menderes 1957’de, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar ise 1958’de Libya’ya ziyaretlerde bulunmuş ve Turgut Reis’in Trablusgarb’daki türbesini tazimle ziyaret etmişlerdi. Sonraki yıllarda 5. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın da aynı türbeyi ziyaret ettiğini biliyoruz.

Yine Kıbrıs Barış Harekâtında ‘Savaş uçaklarınızın benzini benden’ diyerek destek veren de, Amerikan ambargosunu sayesinde deldiğimiz devlet başkanı da oydu. Ayrıca Türk inşaat şirketlerinin dışa açılmasında da Libya’nın bir nevi staj yeri vazifesi gördüğünü unutmayalım. Başbakan Abdusselam Callud da 70’li yıllarda Türkiye’de fevkalade popüler bir isimdi ve 1975’teki Türkiye ziyareti çok kritik bir anda nefes almamıza yaramıştı.

Liderler gelip geçer ama bizim Libya halkı ile dostluğumuz bakidir. Nitekim 1991 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşide, bir zamanların Libya Dışişleri Bakanı Abdusselam Buseyri (ki Hatay’ın Türkiye’ye katılması için Ankara’nın Arapça yayın yapan radyosunda (adı İzâ’at el-‘Arabiyye idi) çalışmıştı, yani Türkiye’den Libya’ya ihraç ettiğimiz bürokratlardandı), bu derin bağı aşağıdaki zekice cümleler halinde vurgulamak ihtiyacını duymuştu:

“Biz Türkiye’yi eleştiriyoruz, çünkü Türkleri çok seviyoruz. Bizim Türk halkına, İslamiyeti altı asır boyunca savundukları için özel bir bağlılığımız ve saygımız var. Bazı ülkeler yanlış yaptıklarında onunla ilgilenmeyiz, fakat Türk kardeşlerimizi eleştiririz. Onlara kızdığımız için değil, tersine onlara duyduğumuz aşktan dolayı.”

Yazar

Uğur Utkan

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar