Yükleniyor...
Yazarımız Demet Yener’in Bosna-Hersek Savaşı sürecini
konu eden makalesinin ikinci bölümünde;
savaş sürecinde yaşanan vahşet, soykırım
ve insanlık dışı uygulamalara yer verilirken,
bütün dünyanın bu drama kör ve sağır oluşu ele alınıyor.
Bütün Balkanlarda olduğu gibi Bosna-Hersek içinde de kültür, inanç ve etnik yapı bakımından çeşitlilik ve bir arada yaşayış durumu süregelmiştir. Sırplar, kozmopolit Bosna-Hersek yerine saf bir ırka dayalı bir Bosna-Hersek hayaliyle, kendileri dışındakileri yok etme fikrine kilitlenmiştir. Amaçları; Güney Slavlarını Sırp liderliği altında bir araya getirmek olmuştur (Koçak, 2010, s. 31). Toplu soykırımların bazıları insanlığa karşı suç, yani bireylerin kitlesel ölçekte katli; bazıları da soykırım, yani grupların itlafı olarak tanımlanmıştır. Bu iki suç türünde birey ve grup farklı biçimlerde vurgulanmıştır. Zaman içinde bu iki farklı suç türü neredeyse aynı oranda ilerlemiş olsa da bir yerde soykırım, herkesin gözünde en büyük suç haline gelmiştir. Bunun sonucunda çok sayıda bireyin katlinin daha az korkunç olduğu kanaatine ulaşılmıştır (Sands, 2017, s. 21).
Eski Yugoslavya üzerindeki baskıcı rejim çöktüğünde hem dini hem de etnik açıdan birbiri içine geçen farklı farklı kimliklerden oluşan ortak kültürde kırılmalar oluşmuş, o homojen toplum ayrışmaya başlamıştır. Bundan böyle etnik ve dini kimlikler ön plana çıkmış, karşılıklı saygı bitmiş, insanların yanında kentler ve ibadethaneler bile hedef alınmıştır. Bosna-Hersek’te yaşananlar da aynen bu şekilde gelişme göstermiştir. Sırplar, sadece insanları değil, onların kültürlerini, dinlerini, dillerini, yaşam alanlarını, kısacası yaşama biçimlerini yok etme çabasına girişmiştir (Coward, 2006, s. 24). Etnik kimliklerin ön plana çıktığı ve çıkarıldığı 20. yüzyılın bu anlamdaki ilk örneği, Avrupa’nın orta yerindeki Bosna-Hersek olmuştur. Bu etnik milliyetçilik, daha sonraları bulaşıcı bir hastalık gibi farklı farklı bölgelere de sıçramıştır (Koçak, 2010, s. 41; Çakmak, 2014, s. 68).
Bosna-Hersek’in 6 Şubat 1992 tarihinde bağımsızlığını ilan etmesinin ardından bu bağımsızlık ilanının uluslararası kurumlar tarafından kabul görmesine rağmen Sırp saldırıları başlamıştır. Miloşeviç yönetimindeki Sırplar, çeşitli adımlarla ilerleyen bir Bosna-Hersek planı geliştirmişlerdir. İlk olarak Yugoslavya’nın dağılmamasını ve bünyesindeki cumhuriyetlerin yönetimlerini elde etmeyi planlamışlardır. Peş peşe gelen bağımsızlık ilanlarıyla Yugoslavya’nın parçalanması önlenemeyecek duruma gelirse Yugoslavya yönetimi olarak bunların tanınmaması adına uluslararası platformda çalışmalara başlayıp, orduyu işe dâhil ederek denetim yetkisini kaybetmemeyi planlamışlardır. Bunun yanında bağımsızlık ilan edecek cumhuriyetlerdeki Sırpları silahlandırmak yoluyla, bu bağımsızlık ilan etme eylemlerini durdurma çabalarını sürdürmeye karar vermişlerdir. Her şeye rağmen bağımsızlık ilan etmekte direnirlerse, bu cumhuriyetlerde iç savaşlar başlatmayı ve buralarda ayrı ayrı Sırp Cumhuriyetleri kurmayı planlamışlardır (UHİM, 2013, s. 3).
Takma adı “Arkan” olan Kosovalı Sırp Jelko Rajnatoviç, 18 Nisan 1992 tarihinde Srebrenica kentini ele geçirmiş; ancak dağlarda örgütlenen Naser Oriç ve yanındaki Srebrenicalı Boşnaklar, üç günlük bir karşı saldırı düzenleyerek kenti geri almışlardır. Bölgedeki Sırp saldırılarından kaçıp gelenlerle birlikte Srebrenica nüfusu altı binden kırk binlere çıkmıştır. Naser Oriç, eskiden Miloseviç’in korumalığını yapmış ve Sırpların adeta kâbus olarak gördüğü bir direnişçidir (Türbedar, 2010, s. 42; Koçak, 2010, s. 174).
Bosna-Hersek Savaşı’nın sonuna yaklaşıldığında gerçekleştirilen Dayton Barış görüşmeleriyle savaşın biteceğinin sinyallerini alan Sırplar, stratejik önemi olan iki kente, Gorazde ve Srebrenica’ya, saldırmışlardır. Balkanlarda Sırplar, bütün dünyanın gözleri önünde, tarihe geçecek en büyük soykırımlardan birini gerçekleştirmişlerdir (Kaptan, 2008, s. 30). BM, 12 Nisan 1993 tarihinde Bosna-Hersek’teki uçuş yasağı ihlallerini uygulama görevini üstlenmiştir (Selver, 2003, s. 140). Sırplar, Boşnakları daha da zorda bırakmak adına BM’den gelen ilaç, gıda gibi yardımların da yolunu kesmişlerdir. 1993 yılının mart ve haziran ayları arasındaki dönemde ABD Başkanı Clinton’ın emriyle paraşüt yardımıyla havadan bırakılan bin dokuz yüz ton gıda ve ilaç Srebrenica’ya ulaştırılabilmiş; ancak bu yardım da yetersiz kalmıştır (Türbedar, 2010, s. 43).
Hırvatları ve Boşnakları göçe mecbur etmek adına iki farklı yol kullanan Sırplar büyük oranda amaçlarına ulaşmışlardır. Bu yolların ilki bu insanları aç bırakarak, gün boyu dayağa maruz bırakarak, tecavüz ederek, kulak ya da burunlarını keserek, dışkı, kum gibi şeyler yedirerek, aile üyelerini karşılıklı tecavüze zorlayarak ve tüm gün güneşte bırakarak işkence etmek suretiyle yaşam alanlarından kaçmak zorunda bırakmak olmuştur. Diğer yol ise kenti yaşanamaz bir şekle dönüştürerek, sürekli ve neredeyse tamamen sivillere saldırarak, hayatı sürdürecek market, hastane, ibadethane gibi binaları bombalayarak kenti terke zorlamak olmuştur (Karasu, 2008, s. 58). Sırpların diğer bir davranışıysa tamamen soykırım arzusunu gerçekleştirmeye yönelik olarak gelişmiştir. Sadece soylarını tüketmek amacı güderek Bosnalı Müslüman erkekleri öldürmüş, on iki yaşının altındaki tüm çocukları ve kadınları da toplama kamplarına götürmüşler, Müslüman kadınlarına Sırp çocukları doğurtmak niyetiyle korkunç bir tecavüz batağının içine sokmuşlardır (Bekman, 2015, s. 7).
Anlamı “gümüş” olan Srebrenica kenti, Bosna-Hersek’in doğusunda yer alan bir kenttir. Savaş öncesi sahip oldukları yirmi yedi bin civarı nüfusun % 64’ünü Boşnaklar ve % 28’ini de Sırplar oluşturmaktadır (UHİM, 2013, s. 6; Koçak, 2010, s. 119). Bosna Savaşı dâhilinde yaşanan Srebrenica Soykırımı, tarihte o zamana kadar neredeyse görülmemiş bir vahşetin yaşanması bakımından insanlık için bir utanç sebebi oluşturmuş ve tarihe bu şekilde bir dipnot olarak eklenmiştir (Yahya, 1997, s. 1). Bu kıyım ve vahşet ne bir rastlantıdır ne de anlık bir öfke patlamasıdır; bu, geçmişin bir devamıdır. Boşnakların güçlü ve etkin hale gelmelerine mâni olmak adına ortadan kaldırılmalarına karar verilmiştir (Koçak, 2010, s. 85).
Soğuk Savaş’ın ardından, Balkan bölgesi üzerindeki güç savaşı, Avrupa’nın göbeğinde sahnelenen ve tüm dünyanın canlı canlı izlediği bir soykırım hikâyesi yaşanmasına neden olmuştur. Burada Yugoslavya’nın dışında ABD, Rusya ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin de taraf olduğu açıkça belli olmuştur. ABD, kritik bölgelerde Rusya’yı saf dışı etme planları yapmış; AB ülkeleri, dini ve kültürel açıdan tekliği savunmuş; Rusya ise, Balkan planlarını Sırpların “Büyük Sırbistan” hayali üzerine inşa etmeye çalışmıştır. Tüm bu planların ve oyunların karşısında ise; uluslararası kuruluşlar tarafından sözde koruma altına alınmak suretiyle savunmasız bırakılan ve sonuca bakarak konuşacak olursak, gözü dönmüş canilere terk edilen suçsuz bir Yugoslavya yer almıştır (UHİM, 2013, s. 1).
Dünyanın dördüncü büyük ordusu olan Yugoslavya Ordusu’nun[1] bütün imkânlarını kullanabilen Sırplar karşısında Müslümanlar, 1993 yılında güvenli bölge ilan edilişiyle ellerindeki silahların toplanması yüzünden, hafif silahlarla ve az sayıda mermiyle direnmeye çalışmışlardır (Kaptan, 2008, s. 29; UHİM, 2013, s. 7). Nasıl olmuştur da Bosna-Hersek’teki Sırp Ordusu’nun elinde üç yüz tank, iki yüz zırhlı personel taşıyıcısı, sekiz yüz ağır silah parçası ve kırk uçak bulunabilmiştir (Erbesler, 2014, s. 140)? Tabi ki Sırbistan ve Rusya’nın desteğiyle.
Batılı ülkelerin hemen hepsi güvenli bölge Srebrenica’ya asker gönderme konusunda çekinik davranırken, askerini gönderen ilk ülke Kanada olmuş ve tam yüz kırk üç tane askerini, 17 Nisan 1993 tarihinde Srebrenica’ya yerleştirmiştir. UNPROFOR’un (Birleşmiş Milletler Koruma Gücü) elindeki asker sayısı da askerin sahip olduğu silahlar da bölgede güvenliği sağlamaya yetmemiştir. 3 Mart 1993 tarihindeyse Kanada’nın bölgedeki görev süresi sona ermiş ve yerini beş yüz yetmiş askerlik Hollanda Birliği yerleştirilmiştir (Türbedar, 2010, s. 43). 1993 yılında oldukça savunmasız kalan Srebrenica’nın gerektiği gibi korunması için gereken tedbirleri almayan BM ve NATO[2], bu hareketleriyle Sırpları daha da avantajlı duruma getirmiştir (Kaptan, 2008, s. 29).
16 Nisan 1993 tarihinde Srebrenica yeniden, bütünüyle bir kuşatma altına alınmıştır. UNPROFOR alarma geçmiş ve Fransız Philippe Morillon adlı komutanın Sırpları ikna etmesiyle birlikte, 11 Mart 1993 tarihinde Srebrenica’ya girilebilmiştir. Çatışma bir süre dursa da BM Güvenlik Kurulu Konseyi durumu iyice kontrol altına alabilmek için, 819 ve 824 sayılı, 16 Nisan 1993 tarihli kararlar ile sınırları korunabilir kılarak barış için görüşme zemini oluşturmak amacıyla, içinde Srebrenica’nın da olduğu altı bölgeyi; Saraybosna, Tuzla, Zepa, Gorazde ve Bihaç’ı “Güvenli Bölge” ilan etmiştir (Taşkıran, 2010, s. 173; Türbedar, 2010, s. 43). Adeta bir toplama kampına dönüşen kent, güvenli bölge ilan edilmesinin ardından bir de BM Barış Gücü tarafından silahlarının toplanması nedeniyle savunmasız bırakılmıştır (Taşkıran, 2010, s. 173; Çauşeviç, 1994, s. 240).
BM’ nin, diğer beş kentle birlikte Srebrenica’yı da “Güvenli Bölge” ilan etmesine rağmen Hollandalı Barış Gücü askerlerinin kentteki varlığı, korkunç bir soykırımı önle(ye)memiştir. Bosna-Hersek Savaşı’nın en kanlı olayı olarak geçen bu ayıp, “Srebrenica Soykırımı” olarak adlandırılmıştır (Kaptan, 2008, s. 32). BM Barış Gücü UNPROFOR’ un soykırım sürecindeki hareketleri; BM askerlerinin, güvenliğinden sorumlu oldukları Boşnak halk yerine, Sırplarla birlikte hareket etmesi tarihin acı olaylarından biri olarak yerini almıştır (UHİM, 2013, s. 8).
Srebrenica, tepelerle çevrili bir bölge olduğundan saldırılara karşı direnebilmiş ve soykırımdan kaçan çok sayıda Müslüman Boşnak buraya sığınmıştır. Bu kent, Belgrat ile Bosna Sırplarını ayıran konumu nedeniyle, Sırpları ayrıca cezbetmiştir. On bin nüfusluk Srebrenica, mülteci göçlerinden sonra nüfusunu altmış bine kadar yükseltmiştir. İnsanlar mevsimin kış olmasına bakmadan ve soğuğa aldırmadan sokaklarda yatmak zorunda kalmıştır. Her yanından ablukaya alınan Srebrenica, bu süreçte sürekli ateş altında kalmıştır. Bir yandan açlık, hastalık ve sefaletle uğraşmışlar, diğer yandan da ilaç ve giyecek gibi temel ihtiyaçlar bakımında sıkıntı yaşamışlardır. Hastalık ve açlıktan neredeyse günde ortalama yirmi ila otuz kişinin öldüğü olmuştur (Taşkıran, 2010, s. 173; Kaptan, 2008, s. 28).
BM tarafından güvenli bölge olarak ilan edilişinin ikinci yılında Srebrenica, 1995 yılının yaz döneminde, II. Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan en büyük toplu soykırıma sahne olmuştur (Karatay, 2002, s. 88). NATO, Saraybosna kuşatmasının şiddetini Mayıs 1995’te arttırmalarıyla birlikte Sırplara karşı bir hava saldırısı düzenlemiş, Sırplar da bunun karşısında altı güvenli bölgeyi bombalayarak üç yüz BM askerini esir almıştır (Türbedar, 2010, s. 44; Kaptan, 2008, s. 30). Böylece Sırplar, Yugoslav Federal Ordusu’nun yardımıyla çoğunluğu Müslüman olan Zvornik, Bratunac, Vişegrad, Foça, Rogatica, Srebrenica ve Gorazde kentlerine girmişlerdir. Gorazde ve Srebrenica dışında kalan tüm kentler yenilmiştir (Çauşeviç, 1994, s. 240; Taşkıran, 2010, s. 173).
Temmuz 1995’e gelindiğinde, General Mladiç komutasındaki Sırplar Srebrenica’da, bölgenin “güvenli bölge” ilan edilmesiyle, orayı korumak üzere bulunan Hollandalı BM askerlerini etkisizleştirerek kenti hedef almıştır (Taşkıran, 2010, s. 173; Koçak, 2010, s. 41). Üç yıldır devam etmekte olan işgalin bitme noktasına getirdiği Boşnaklar, 6 Temmuz günü sabah 03.15’te General Ratko Mladiç komutasındaki Sırpların, BM’nin güvenli bölge ilan etiği, Srebrenica’yı tank ve top ateşiyle bombalamaya başlamasıyla güne uyanmıştır (UHİM, 2012). Sonrasında BM Barış Gücünün UNPROFOR[3]’a bağlı Hollanda Birliği Komutanı Yarbay Thom Karremans’tan güvenlik talebinde bulunan Bosnalılar, barış görüşmeleri bahanesiyle reddedilmiştir (UHİM, 2013, s. 9; Milli Gazete, 2010). Mladiç’in aracılar yoluyla irtibata geçtiği, güvenli bölge Srebrenica’yı korumakla görevlendirilmiş, Hollanda Birliği Komutanı Yarbay Thom Karremans, Mladiç’e bunu istediğini ama yapamayacağını bildirmiştir (Koçak, 2010, s. 144). Sırplar tarafında esir alınan otuz Hollanda askeri karşısında 836 sayılı karar gereğince hava desteği istemesi gereken Karremans, bilinçli bir tercihle pasif olmayı seçmiştir (Türbedar, 2010, s. 44).
Kesintisiz yağan yağmur sayesinde 7 Temmuz günü Srebrenica bombalanmamıştır. Sokaklar sis altında, insanlarsa bombalardan sonra oluşan moloz yığınları altında kalmıştır. İş makineleri olmadığından halk kendi çabasıyla birbirini kurtarmaya girişmiştir. Ancak kent, 8 ve 9 Temmuz günleri bombalardan kaçamamıştır. 9 Temmuz günü ayrıca BM Barış Gücü temsilcisi olan Hollanda mevzilerine saldıran Sırpların, otuz Hollandalı askeri esir alması dahi ne BM’yi ne de uluslararası kuruluşları harekete geçirebilmiştir (UHİM, 2013, s. 9; Koçak, 2010, s. 141).
Bosna-Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç, o dönem ABD Başkanı olan Bill Clinton’a, 9 Temmuz’da gönderdiği mesajında, BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararların uygulanmasının ve bölgeye hızla müdahale edilmesinin gereğini bildirmiştir. UNPROFOR Komutanı General Rupert Smith, aynı günün gecesinde Aliya İzzetbegoviç’e gönderdiği cevabında, NATO’nun Sırp mevzilerini bombalamaya başlaması emrini verdiğini belirtmiştir. İtalya üslerinden kalkan NATO uçakları, yolun yarısına gelmişken üst düzey bir yetkilinin emri iptal etmesiyle birlikte geriye dönmüştür (UHİM, 2013, s. 10). Karşılıklı önce pazarlık sonra tehdide dönüşen haberleşme sonrasında Thom Karremans, emir gelmeden bir şey yapamayacağını söyleyerek Mladiç’e yine istediği cevabı verememiştir (Koçak, 2010, s. 144).
10 Temmuz’da öğle vakti gerçekleştirilen bombardımanda, Hollanda’ya ait iki F-16 uçağı Srebrenica kentini kuşatan Sırp mevzilerini bombalamıştır. Bir Sırp zırhlı taşıyıcı vurulmuş ve bir tanka isabetsiz bir atış yapılmıştır. Bu saldırılar karşısında ellerindeki Hollandalı esirleri öldüreceklerini ve hem mültecilere hem de UNPROFOR askerlerine ateş açacaklarını söyleyen Mladiç’in bu tehdidi sayesinde, Sırplara yapılan saldırılar derhal durdurulmuştur. Ayrıca bölgedeki Hollandalı askerler, kendilerine verilen emir doğrultusunda, hiçbir şey yapmadan Potoçari kampına geçmişlerdir (Kaptan, 2008, s. 30; Milli Gazete, 2010; Türbedar, 2010, s. 44). Durumu gözleyip adeta nabız ölçen Sırplar, hiçbir küresel güç ya da uluslararası kuruluştan tepki almadıklarını fark ettikten sonra, 11 Temmuz günü Srebrenica’yı ele geçirmek için harekete geçmiştir (UHİM, 2013, s. 11). Bölgede yaşayan insanları, direnme göstermedikleri takdirde, silahlarını teslim etme şartıyla serbest bırakacağını söyleyerek Thom Karremens’ı da ikna eden Mladiç; “Srebrenica ebediyen bir Sırp kenti kalacaktır. Bunun için gerekeni yapın!” emrini vermiştir (Koçak, 2010, s. 149).
Buradan da anlaşılacağı üzere, 11 Temmuz 1995 gününün sabahında saatler 16.15’i gösterirken, Bosnalı Sırpların “Kasap” lakaplı komutanı Mladiç, silahsız hale getirilen Srebrenica kentine kolaylıkla girebilmiştir. Genç, yaşlı, kadın ya da erkek demeden, önlerine çıkan herkesi öldürmeye başlayan Sırpların sergilediği bu vahşet karşısında ne BM Barış Gücü UNPROFOR ne de NATO ortada görünmüştür (Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi 2013, 11, Milli Gazete 2010).
Mladiç yanındaki kalabalıkla sevinç içinde kent merkezine doğru ilerlerken yanındaki kameraya şu sözleri söylemiştir: “İşte 11 Temmuz 1995’te Sırp kenti Srebrenica’dayız. Büyük bir Sırp bayramı arifesinde iken bu kenti Sırp milletine armağan ediyorum. Nihayet, tarihi intikamı, bu toprakta Türklerden ve onların işbirlikçilerinden almış olduk!” Bunun üstüne kameralar önünde caniliğini örtbas etmek adına hayatta kalan Boşnak kadın, yaşlı ve çocukların olduğu yere gelip kendilerine bir şey yapılmayacağını söylemiş ve çocuklara çikolata, yaşlılara sigara dağıtmıştır. Ayrı otobüslerle Potoçari’ ye gönderilen hayatta kalanlar burada kadın-çocuk-erkek olarak ayrılmışlar ve soykırım burada gizli olarak başlamıştır (Koçak, 2010, s. 151; Türbedar, 2010, s. 44).
Kentin büyük kısmı alevler içinde kalmış, kentin merkezine de Sırp Çetniklerin[4] bayrakları dikilmiştir. Mladiç her askerine, gördüğünü öldürmesi emrini vermiştir. Evlere doldurulan insanların, ateşe verilen bu evler içinde, çığlık çığlığa yanarak ölmeleri sağlanmıştır (Koçak, 2010, s. 150). Yaşanan dram ve trajedi maalesef ki sadece soykırımla ya da Srebrenica’nın ele geçirilmesiyle sona ulaşmamıştır. Kent ele geçirildikten sonra, korku içindeki halk için, kötü günler sürmeye devam etmiştir. Yirmi beş bin civarında Müslüman Boşnak, Sırp tehlikesi yüzünden kentten ayrılarak yakınlardaki diğer bir güvenli bölgeye, Potoçari köyüne, Hollanda ana kampına gitmiştir. Potoçari’deki kampa beş ila altı bin civarı sığınmacı alan Hollandalı Barış Gücü askerleri, birçok Boşnak’ın savunmasız kalmasına neden olmuştur. Kampın çevresinde toplanan sığınmacılar, Tuzla’ya gidebilmek için dağlara kaçışmışlardır. Hollandalı askerler, içeri aldıkları ve sayılar beş bini bulan sığınmacıları da Sırplara teslim etmişler, Sırplara teslim edilen bu gruptan bir kişi bile sağ kurtulamamıştır (Kaptan, 2008, s. 30; Dikici, 2005, s. 141). Ayrıca kadınları ve çocukları, gelen otobüslere bindirerek Müslüman bölgesine göndereceklerini söyleyen Sırplar, savaş suçlusu oldukları için sorguya çekecekleri bahanesiyle on iki ila yetmiş yedi yaş arasındaki erkekleri gruptan ayırmıştır. Adil bir yargılama sonrasında, savaş suçlusu olmadığı ispat edilen esirlerin serbest bırakılacağını söyleyerek, sayıları yedi bin sekiz yüz civarını bulan erkekleri, otobüslere bindirerek kampın yakınında kurşuna dizmek suretiyle öldürmüşlerdir (Kaptan, 2008, s. 31; Dikici, 2005, s. 141; Taşkıran, 2010, s. 173).
Kadın, çocuk ve yetişkin erkekten oluşan on beş bin civarında Müslüman Bosnalı grup Susnjari’de toplanarak Tuzla’ya ulaşabilmek için ormanlık bölgeye dalmış, gece boyu Srebrenica’dan, dağlar üzerinden kaçmaya çalışırken Sırplar tarafından bombardımana tutulmuşlardır. Çoğu bu ölüm yürüyüşünde ya Sırp köpeklerine ya Sırp tuzaklarına ya da açlık ve susuzluğa kurban gitmiştir. Kaçanları yakalamak için hileli yöntemler kullanan Sırplar, kimyasal silah kullanmaktan bile geri kalmamışlardır. Yola çıkanlardan pek azı bu çileli yolculuk sonunda Tuzla’ya ulaşabilmiştir (Kaptan, 2008, s. 31). Sırplar, Müslümanları günlerce işkence ettikten sonra evlat ya da kardeşlerinin önünde öldürmüşler ve yakınlarını da kendilerinin gömmesini istemişlerdir (Kaptan, 2008, s. 32).
Soykırım sırasında Kızılhaç tarafından, Srebrenica’da yaşayan on ila on beş bin Boşnak’ın Sırp askerler tarafından katledildiği ve yedi bin beş yüz Boşnak’ın kaybolduğu haberi yayınlanmıştır. Savaşın hemen ardından Srebrenica’da açılan toplu mezarlardan, çocuk ve kadınların da arasında bulunduğu sekiz bin ceset çıkartılmıştır. Aralarından iki bin yetmiş kurbanın kesin kimlik tespiti yapılabilmiştir (Kaptan, 2008, s. 32). Çünkü Sırplar, cesetlere ait kimliklerin belirlenmemesi adına, onları parçalara ayırarak farklı toplu mezarlara gömmüşlerdir. Tespit edilen yetmiş yedi civarı toplu mezar ve daha açılmamış otuz bir toplu mezar olduğu söylenmektedir (Taşkıran, 2010, s. 173). En büyük toplu mezar Srebrenica yakınındaki Zvornik kentindeki ormanlık alanda bulunmuş, buradan altı yüz yirmi dokuz ceset çıkarılmıştır. Kimlik tespiti yapılabilenler 11 Temmuz 2004 tarihinde Potoçari’deki anıt mezara defnedilmiştir (Kaptan, 2008, s. 33).
Elleri kolları bağlanmasına ve çaresizleştirilmelerine rağmen cesurca ve mertçe, tam üç buçuk yıl direnmiştir Srebrenica halkı. Ne yazık ki bir süreliğine bazı başarılar kazanmış olsalar da kaybeden taraf olmuşlardır. Açıkça belirtmek gerekir ki bunun sorumluları en az Sırplar kadar NATO, BM Güvenlik Konseyi ve AB olmuştur (Koçak, 2010, s. 167).
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da en büyük soykırım olarak nitelendirilen Srebrenitsa’daki soykırımdan kaçmak isteyen boşnakların kullandığı ve “ölüm yolu” olarak bilinen orman yolunda, dünyanın farklı ülkelerinden gelenlerin katılımıyla 3 gün sürecek “Barış Yürüyüşü” yapılacak. Savaş sırasında, BM tarafından “güvenli bölge” ilan edilen Srebrenitsa’nın, Sırp general Ratko Mladiç komutasındaki askeri birlikler tarafından 11 Temmuz 1995’te işgal edilip, sivillere karşı soykırımların başlaması üzerine, bu kentten kaçan halk, 110 kilometre uzaklıktaki Tuzla kentine varmak için orman yolunu kullanarak soykırımdan kurtulmaya çalışmıştı. Orman yolunu kullanarak, soykırımdan kaçmaya çalışan sivillerin birçoğu, bu yolda Sırp çetniklerce yakalanıp öldürülürken, Srebrenitsa’dan kaçan çok az kişi sağ sağlim Tuzla’ya varabilmişti. (Arşiv) (Ahmet Bayriç – Anadolu Ajansı)
Savaş süresince her gün insan kıyımları; keskin nişancıların yol ortasında kurşunladığı sivil halk; sivil halkın toplandığı pazar yeri (Saraybosna), kafe (Tuzla Soykırımı), park, hastane (Saraybosna, Mostar, Travnik) gibi yerlerdeki patlamalar; katledilen kadın, çocuk ve yaşlılar; paramparça edilen bedenler ve bunlara dair görüntüler; harabeye çevrilen kentler; insanlık onuruna yakışmayan aşağılanmalar ve son olarak da bunlarla ilgili görüntülerin basına yansımasıyla birlikte, soykırıma varan soykırımlar karşısında dünya vicdanı ve kamuoyunun sessiz kalamayışının üç buçuk yılı bulması bile oldukça şaşırtıcıdır. İnsanlık için bu büyük bir trajedidir. Ortada apaçık olan şudur; Boşnaklar, Avrupa’nın gözünde hem Müslüman hem de Osmanlı Devleti’nin, yani bir anlamda Türkiye’nin uzantısı olarak kabul edildiğinden; Avrupa’nın kendisinden olmayan ama buna rağmen özgün ve özel kültürel bir etnik oluşum olduğundan, uzun süre o bölgede yaşananlara kör bakılmıştır.
Avrupa’nın göbeğinde, Balkanlarda Müslüman ve özgün kimlikli bir bağımsız ülke istenmediğinden, soykırıma varan insanlık dışı eylemlerle Müslüman halk ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Üstelik Bosna-Hersek dışındaki Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya ve Makedonya’ya bağımsızlık verilirken, kimsenin burnu bile kanamamışken; Bosna-Hersek’te bunların yaşanmasının tek sebebi böylesi özel ve özgün bir bağımsız Müslüman devletin Avrupa’da istenmeyişidir (Canda, Sarayevo’95, 1997, s. 2). Uluslararası kamuoyu, yaşanan bunca yıkım ve vahşete karşı silah ambargosu koymak, insani yardım yapılması için örgütlenmek ve güvenli bölgeler ilan etmek biçiminde şiddeti durdurmaya yönelik olmayan müdahalelerle yetinmiştir (Vatansever, 2011, s. 4).
Bize göre sistematik olarak ve belli bir amaç doğrultusunda etnik temizlik/arındırma politikası izlenmiş, insanlık tarihi açısından toplum hafızasına kazınmış bir travma olarak yer almıştır. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin toplum hafızasına kazınan bu travma, nesilden nesile aktarılacaktır. Toplum ağır bir toplumsal travmaya ve psikolojik bunalıma mahkûm bırakılmıştır. Sonrası için bilinmelidir ki savaşların toplumların zihninde ve kalbinde açtığı yaraların sancıları ve izleri kimi zaman asırlar boyu silinememektedir. Toplum hafızası açısından bu yaşanılanlar bir felaketten çok daha ötesidir.
İnsanlık tarihi boyunca yaşanan hemen hemen tüm savaşlarda sivil halkın savaş bölgesinden daha güvenli bölgelere geçmeleri ya da askerin yardımıyla geçirilmeleri durumu defalarca kez yaşanmıştır. Fakat ne yazık ki bu savaşı fırsat bilerek, planlı ve düzenli şekilde düşmanlık gösterip bölge halkını göçe zorlamak, işkence ve eziyetlerde bulunmak, tecavüz etmek ve öldürmek gibi eylemler, yaşananların büyüklüğü ve insan sayısıyla orantılı olarak, durumun soykırım şeklinde değerlendirilmesine neden olabilmektedir: Srebrenica gibi (Koçak, 2010, s. 58). Avrupa kıtası için konuşacak olursak, neredeyse son yetmiş yıl içinde, Balkan coğrafyasında “soykırım” olarak tanımlanan tek olay; “Srebrenica Soykırımı” olmuştur (Türbedar, 2005, s. 42).
Takvimler 11 Temmuz 1995’i gösterirken Srebrenica “güvenli Bölge” ilan edildiği halde, burada görevli Hollandalı UNPROFOR askerleri, Ratko Mladiç önderliğindeki Sırp milisler karşısında geri çekildiği için Sırpların eline geçmiştir. Tarihte “Srebrenica Soykırımı” olarak yerini alan bu olay NATO ve BM’nin sadece izleyici rolü oynamasından ve “güvenli bölge” denilen bölgelerin korunması için hiçbir şey yapılmamasından kaynaklanmıştır. Hollanda’nın Lahey kentinde, 2004 yılı Nisan ayında kurulan BM Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi de Srebrenica Soykırımı’nı “soykırım” olarak onaylamıştır (Atabay, 2013, s. 182). Srebrenica Soykırımı hiçbir zaman önlenemez bir soykırım olarak kabul edilmemiştir (Türkeş, Rüma, & Akşit, 2012, s. 9).
Ne Bosna-Sırp Cumhuriyeti Başkanı Radovan Karadziç’in ne de Bosna-Sırp Cumhuriyeti Ordusu Genelkurmay Başkanı Ratko Mladiç’in Srebrenica’da yaşatacakları vahşet, kıyım ve soykırımın birileri tarafından önceden bilinmiyor olması inandırıcı gözükmemektedir (Türbedar, 2005, s. 46). Takvimlerde 11 Temmuz 1995 şeklinde görülen o kara günde aslında sadece birkaç bin insan katledilmemiştir, aynı zamanda insan olarak kendimizi sınadığımız insanlık sınavındaki başarısızlığımız da ayyuka çıkmıştır (Koçak, 2010, s. 164).
Srebrenica Soykırımı konusunda bu kadar suçlu varken sadece Bosnalı Sırpları suçlamak yersiz ve yetersiz olacaktır. En az Sırplar kadar suçlu olan Hollanda ve Fransa gibi Batılı devletler; BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşlar unutulmamalıdır. Sonuçta soykırım uygulanırken ellerinde silahlarla Sırplara katılmamış dahi olsalar, yapılan zulüm ve uygulanan vahşete sessiz ve tepkisiz kalmışlardır ki bu da onları suç ortağı yapar (Türbedar, 2005, s. 45).
Srebrenica Soykırımı çerçevesinde gerçekleştirilmiş olan kıyım, soykırım ve eziyetler tamamen ideolojik bir soykırım olmuştur. Burada Sırpların Balkanlara hâkim olma güdüsü doğrultusundaki “Büyük Sırbistan” hayaline engel olarak kabul ettikleri Boşnak halka, Müslüman oldukları ve farklı bir kimlik ile kültür tercih ettikleri için soykırım yapılmıştır (Koçak, 2010, s. 45).
Rusya’yı Balkanlardan uzaklaştırmak için, ABD ve bazı Batılı devletler, Sırbistan’ı Rusya’nın boyunduruğundan çıkarmak için, önce suç işlemelerine göz göre göre izin vermiş; sonrasında da onları bu suçtan sorumlu tutarak Rus yanlısı Miloseviç ile etrafındakileri aradan çıkarmak istemiştir (Koçak, 2010, s. 198). BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşlar, Srebrenica kentinin Müslüman Boşnak halkını tabiri caizse defalarca sırtından bıçaklamıştır. İlk ve en büyük bıçak darbesi, BM Güvenlik Konseyi’nin “güvenli” olarak tanımladığı bölgeyi Sırpların saldırı ve zulmünden koruyamamaları ya da korumamaları olmuştur. Ortada olan şu ki; halkı koruma sözüyle, silahları ellerinden alınmış savunmasız bir hedef yaratılmıştır. Sonrasında imzalanan Dayton Anlaşması ile Müslüman Boşnaklar tekrar evlerine dönmeyi hayal etmişler ama ne yazık ki bu elli kişiden oluşan grup, yokluklarında evlerine yerleşen, Sırplardan evlerini geri alamamışlar; üstüne tehdit edilmişler ve uluslararası kuruluşlardan yardım istemişlerdir. İşin diğer bir acı tarafı da şu ki yardım talepleri de karşılıksız bırakılmıştır (Koçak, 2010, s. 234).
Her şey bir yana, yaşanan onca acı olayın ardından Srebrenica’ya Sırp Cumhuriyeti’nden bağımsız bir özel statü verilmemiş, harabeye dönen kent için yardım istenmesine rağmen yardım da edilmemiştir (Koçak, 2010, s. 235).
Akman, H. (2015). Yugoslavya’nın Dağılma Sürecinde Türkiye’nin İç Siyasi Durumu ve Dağılmaya Yaklaşımı. ASOS JOURNAL The Journal of Academic Social Science(16), 139-156.
Alili, T. (2010). Yugoslavya Dersleri. Ankara: Kaynak Yayınları.
Arap, E., & Bayün, S. (2014). Josip Broz Tito. Hukuk Gündemi(2), 82-88.
Arı, T., & Pirinççi, F. (2013). Soğuk Savaş Sonrasında ABD’nin Balkan Politikası. Alternatif Politika, 3(1).
Atabay, M. (2012). 20’nci Yüzyılda Türkiye Ve Balkanlar (Savaş, Barış, Göç ve Dramın Tarihi). İstanbul: Kriter Yayınları.
Atabay, M. (2013). İmparatorluktan Ulus Devlete Türkiye ve Balkanlar. Edirne: Paradigma Yayınları.
Bekman, B. (2015, Temmuz 11). Balkanlardan Yükselen Ağıt: Srebrenitsa Katliamı. Haziran 2, 2016 tarihinde http://2023vizyon.org.tr/: http://2023vizyon.org.tr/balkanlardan-yukselen-agit-srebrenitsa-katliami/ adresinden alındı
Bora, T. (1995). Milliyetçiliğin Provokasyonu. İstanbul: Birikim Yayınları.
Bora, T. (1999). Yeni Dünya Düzeni’nin Av Sahası. İstanbul: Birikim Yayınları.
Can, İ. (1992). Yugoslavya ve Bosna-Hersek Bunalımı. Dünya ve İslam Dergisi(12).
Canda, M. Ş. (1997). Sarayevo’95. İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi.
Canda, M. Ş. (2013). Bosna Savaşı (1992-1995) Ve Barış Resimlerle Bosna Savaşı’ndan Bir Kesit Ve Günümüzden İzlenimler. İzmir: Color Ofset Matbaacılık.
Coward, M. (2006, Eylül). Etno-Milliyetçilik ve Bosna’daki Yok Etme Saldırganlığı. Mimarlar Odası Ankara Şubesi Bülteni(43), 24-31.
Crampton, R. J. (2007). II. Dünya Savaşı’ndan Sonra Balkanlar. İstanbul: Yayın Odası.
Çakmak, C. (2014). Bosna İç Savaşı: Avrupa’nın Kalbinde İnsani Trajedi. C. Çakmak, C. ÇAKMAK, F. G. ÇOLAK, & G. GÜNEYSU (Dü) içinde, 20. Yüzyılda Soykırım ve Etnik Temizlik (s. 65-94). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Çauşeviç, R. (1994). Bosna Müslümanlara Son Uyarı 1. (A. S. Nevzat Akuş, Çev.) İstanbul: Özyılmaz Matbaası.
Dalar, M. (2008). Dayton Barış Antlaşması ve Bosna-Hersek’in Geleceği. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1(16).
Değer, O. (2009). Soykırım Suçu ve Devletin Sorumluluğu: Uluslararası Adalet Divanı’nın Bosna-Hersek v. Sırbistan-Karadağ Kararı. Uluslararası İlişkileri Dergisi, 6(22), 60-95.
Dikici, A. (2004). Bosna Savaşının Unutulmayan Trajedisi: Srebrenica Katliamı. Avrasya Dosyası, 11 Eylül Sonrası Türk Dış Politikası, 10(1), 219-239.
Dikici, A. (2005). Bosna Savaşında Bir İhanetin Öyküsü: Srebrenica Katliamı. Karadeniz Araştırmaları Dergisi, 135-156.
Eker, S. (2006). Bosna’da Etno-Linguistik Yapı ve Türk Dili ve Kültürü Üzerine. Milli Folklor(72). 03 13, 2015 tarihinde alındı
Ekinci, M. U. (2014). Bosna-Hersek Siyasetini Anlama Kılavuzu. İstanbul: SETA (Siyaset Ekonomi ve Toplu Araştırmaları Vakfı).
Eliaçık, R. İ. (?). Çağa İz Bırakan Önderler Aliya İzzetbegoviç. İstanbul: İlke Yayıncılık.
Erbesler, E. E. (2014). Bosna’da Egemenlik Sorunu Dayton Anlaşması. İstanbul: Biyografi Net.
Gökdağ, B. A., & Karatay, O. (Dü). (2013). Balkanlar El Kitabı I. Cilt (Cilt 2). Ankara: Akçağ Yayınları.
Gökdağ, B. A., & Karatay, O. (Dü). (2013). Balkanlar El Kitabı II. Cilt (Cilt 1). Ankara: Akçağ Yayınları.
Gümüş, Z. (2005). Bosna-Hersek savaşı ve Uluslararası İlişkilerdeki Yeri. 2005: Cumhuriyet Üniversitesi.
İlhan, M. S. (2010). Bosna Hersek Vahşeti ve Dünya Kamuoyu. Ankara: Berikan Yayınevi.
İnalcık, H. (2000). Mirasın Anlamı: Osmanlı Örneği. L. C. Brawn içinde, İmparatorluk Mirası: Balkanlar’da ve Ortadoğu’da Osmanlı Damgası (G. Ç. Güven, Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.
İzetbegoviç, A. (2003). Tarihe Tanıklığım. (A. Erkilet, A. Demirhan, & H. Öz , Çev.) İstanbul: Klasik.
Kaptan, A. (2008). Geçmişten Günümüze Bosna-Hersek Tarihi ve Türkiye- Bosna- Hersek İlişkileri. Ankara: Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Daire Başkanlığı Yayınları.
Karasu, M. A. (2008, Temmuz). Bir Kentin Ölümü: Kentkırım (Bosna-Hersek Örneği). Çağdaş Yerel Yönetimler, 17(3), 51-64.
Karatay, O. (2002). Bosna-Hersek Barış Süreci. Ankara: KaraM Yayınları.
Keser, U. (2012). Manevi Miras Katliamı; Bosna-Hersek’ta Kentkırım. Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 274-298.
Koçak, M. (2010). İnsanlık Tarihinde Kara Bir Leke Srebrenica Soykırımı!.. İstanbul: Batu Yayıncılık.
Küçük, C. (2000). Osmanlılarda Millet Sistemi ve Tanzimat. Tanzimat’tan Cumhuriyet’ Türk Ansiklopedisi (Cilt 4, s. 1007-1008). içinde İstanbul: İletişim Yayınları.
Malcolm, N. (1999). Bosna. (A. Karadağlı, Çev.) İstanbul: Om Yayınevi.
Mazower, M. (2014). Bizans’ın Çöküşünden Günümüze Balkanlar. (A. Ozil, Çev.) İstanbul: Alfa.
Milli Gazete. (2010, Temmuz 11). Kana bulanan gümüş: Srebrenitsa. Kasım 5, 2015 tarihinde http://www.milligazete.com.tr: http://www.milligazete.com.tr/haber/Kana bulanan gumus Srebrenitsa/166370#.VY0eYPntmkp adresinden alındı
Öner, Ş., & N., A. (2013). Dram Sonrası Bosna/Mültecilerin Geri Dönüşü Üzerine Bir Alan Araştırması. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık.
Popovıc, A. (1995). Balkanlarda İslam. İstanbul: İnsan Yayınları.
Sağlam, A. (2015, Ocak). Ululslararası Yargılama Faaliyetleri Bağlamında Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemelerinin Değerlendirilmesi. Türkiye Adalet Akademisi Dergisi(20), 567-594.
Samary, C. (1995). Parçalanan Yugoslavya: Bosna’da Etnik Savaş. (B. Tanatar, Çev.) İstanbul: Yazın Yayıncılık.
Sands, P. (2017). Doğu Batı Sokağı-Soykırım ve İnsanlığa Karşı İşlenen Suçların Kökenleri Üzerine. (H. Aksakal, Dü.) İstanbul: ALFA.
Selver, M. (2003). Balkanlara Stratejik Yaklaşım ve Bosna. İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yayıncılık.
Sürgevil, S., & Özgün, C. (2012). Balkanlar-II. İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi.
Taşar, M. M., Metin, B., & Ünaltay, A. (1996). Bosna-Hersek ve Postmodern Ortaçağa Giriş. İstanbul: Birleşik Yayıncılık.
Taşkıran, C. (2010). Balkanlarda İzlerimiz. Ankara: Saraç Yayınları.
Tekin, C. H. (2012). Bosna-Hersek Devleti 1991-2011. Konya: Çizgi Kitabevi.
Türbedar, E. (2005). Uluslararası Hukuk ve Adalete Gölge Düşüren Trajedi: Srebrenitsa Soykırımı. Stratejik Analiz, 42-47.
Türbedar, E. (2010). Barışın 15. Yıldönümünde Bosna-Hersek: Dayton Barış Anlaşması’nın Neticelerinin Değerlendirilmesi. Ankara: Tepav.
Türkeş, M., Rüma, Ş. İ., & Akşit, S. (2012). Kriz Sarmalında Bosna-Hersek: “Devlet Krizi”. Uluslararası Ticaret ve Pazarlama. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi- Tüsiad Dış Politika Forumu.
UHİM. (2012, Nisan 26). Bosna-Hersek İşgali Ve Srebrenica Soykırımı. Şubat 4, 2016 tarihinde http://www.sondevir.com: http://www.sondevir.com/rapor-arastirma/68047/bosna-hersek-isgali-ve-srebrenica-soykirimi adresinden alındı
UHİM. (2013, Temmuz 11). BM ve Nato’nun Göz Yumduğu Bosna-Hersek İşgali ve Srebrenica Soykırımı. Kasım 25, 2015 tarihinde https://www.uhim.org/: www.uhim.org/images/makale/1373554976.pff adresinden alındı
Ülger, İ. K. (2003). Yugoslavya Neden Parçalandı? Ankara: Seçkin Yayınları.
Ülker, İ. (2011). Balkanlarda Sırp-Boşnak İlişkileri (1945-1995). Diyarbakır: Fırat Üniversitesi.
Vatansever, M. (2011). Zamanın Unutturamadığı Dram: Srebrenitsa. USAK analiz. Nisan 21, 2017 tarihinde https://www.academia.edu/260955/Zaman%C4%B1n_Unutturamad%C4%B1%C4%9F%C4%B1_Dram_Srebrenitsa adresinden alındı
Yahya, H. (1997). ‘Gizli El’ Bosna’da. İstanbul: Vural Yayıncılık.
Yılmazata, M. (2013). Savaşa Giden Yol. İstanbul: Doğu Kütüphanesi.
[1] JNA: Yugoslavya Halk Ordusu / Југословенска Народна Армија.
[2] NATO: Kuzey Atlantik Anlaşması Teşkilatı (North Atlantic Tactical Organization).
[3] UNPROFOR: Birleşmiş Milletler Koruma Gücü (United Nations Protection Force).
[4] Çetnik: 1800’lerden beri aşırı milliyetçi Sırp çetelerine verilen isim (Crampton, 2007, s. 11).