14.09.2024

Tanrı ne ister?

Evreni yaratmış bir gücün, değersiz insanlara sonsuz bir gelecek sunmak için insanlardan neden bir beklentisi olsun?


Tanrı ne ister? Tanrı iyilik mi ister yoksa iyi olma seçeneğini seçmemizi mi? Kötülüğü seçen bir insan, kendisine iyilik dayatılmış bir insandan daha üstün de olabilir mi? Yoksa ne olursa olsun iyilik mi? Peki iyilik nedir? Kime göre, neye göre iyilik? Bu dünyaya sırf Tanrı’yla bağlantı kurmaya mı getirildik? İyiliğin sebebini kimse aramıyor. Peki öyleyse niye tersi merak ediliyor ki? Neden sürekli iyiliğin kaynağı değil de kötülüğün kaynağı konuşuluyor, soruluyor?

İstemek, arzulamak, beklemek… Bunlar biz canlıların birer özelliği… Biz insanlar yaşamımızı devam ettirebilmek için ne gerekiyorsa hepsini isteriz. Yemeyi, içmeyi, barınmayı, sağlığı… Tanrı’nın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ki… O neden bir şey istesin ki… Diyelim ki insanların iyiliğini istiyor. İyi de bunu neden istesin? Bazıları açlıktan ölse Tanrı buna içerler mi? Tanrı insana bir böcek ya da taştan daha fazla neden değer versin ki? Bir çınar ağacını ya da bir kurdu bizden değersiz kılan nedir? Yaratıcımız aynı güç değil midir? Bizdeki bu kibir neyin kibridir? Sonsuz gücü olan, “Ol!” dedi mi olduran bir varlık bunlara ihtiyaç duymaz.

Tanrı bizden bir şey ister mi?

Tanrı’nın bizden bir isteği olduğunu nerden çıkarıyoruz? Kendisiyle görüştünüz mü? O mu kendisine tapılmasını söyledi yoksa kitaplar mı? Öncelikli soru “Tanrı var mıdır?” olmalı aslında? O zaman tarihte geriye giderek önemli bir filozofun bu konudaki fikirlerinden söz edelim önce.

Thomas Aquinas, Ortaçağ felsefesinin en önemli düşünürlerinden biridir. Aristoteles felsefesi ile Hıristiyan teolojisini uyum içinde kaynaştırmaya çalışır. Thomas Aquinas, Summa Theologiae adlı kitabında Tanrı’nın akılla kanıtlanabileceğini öne sürer. Onun amacı, Kitab-ı Mukaddes’teki insan aklının sınırlarını aşan Tanrı ile ilgili bilgilerin uygunluğunu göstermekti. Thomas Aquinas, bu amacı gerçekleştirmek için Aristoteles felsefesini kendisine çıkış noktası olarak almasına rağmen, onun yanılmaz olduğunu düşünmedi. Aristoteles’e farklı bir açıdan baktı ve inancı akılla kanıtlamak için onun felsefesini kullandı.

Thomas Aquinas’ın Tanrı’nın varlığına dair beş kanıtı

Thomas Aquinas’ın 13. yüzyılda ortaya koyduğu Tanrı’nın varlığına yönelik beş kanıt, esasen herhangi bir şeyin kanıtı olmaktan çok uzaktır. İlk üç maddesi zaten aynı şeyin farklı söyleniş biçimleridir. Her üçünde de bir sorunun cevabı yeni bir soruyu doğuruyor ve bu bir kısırdöngü gibi sürekli devam eder gider. Bu kanıtlardan ilki; Hareketsiz Hareket Ettirici olarak geçer. Buna göre hiçbir şey ilk hareket ettirici olmadan harekete başlayamaz ve bizim için bu ilk hareket ettirici Tanrı’dır. Bu kanıt da bizi tek çıkışın Tanrı olduğu bir kısırdöngüye sokar. İkinci kanıt; Sebepsiz Sebep olarak geçer. Buna göre de her şeyin bir sebebi vardır ve bizim için ilk sebep Tanrı’dır. Bu kanıt da bizi her sonucun bir sebebi olacağı bir kısırdöngüye sokar. Üçüncü kanıt; Evrensel İspat olarak geçer. Buna göre maddesel nesnelerin var olmadığı zaman diliminin ardından onları var eden maddesel olmayan varlık Tanrı’dır. Dördüncü kanıt; Dereceden İspat olarak geçer. Buna göre dünyadaki şeylerin farklılıklarını ortaya koyan özelliklerinin birbirlerine göre dereceleri vardır ve ihtiyaç duyulan kusursuzluk standardını belirleyen mükemmel varlık Tanrı’dır. Son kanıt Teolojik İspat ya da Tasarıdan İspat olarak geçer. Dünyada yaratılmış her şey biri tarafından tasarlanmıştır ve bu biri de Tanrı’dır.

Thomas Aquinas’ın kanıtları, yeryüzünün gözlemlenmesine dayanan kanıtlardır. Thomas Aquinas, Tanrı’nın birliğinin akıl yoluyla kanıtlanmasının mümkün olduğundan hareketle tamamen felsefî bir temellendirmeye girişir. Bunları söylerken amacı, Tanrı’nın tek ve mükemmel varlık olduğunun ispatlamasıdır. Tanrı’nın bir olduğu konusunda onun hiçbir şüphesi yoktur.

Thomas Aquinas’ın kanıtlamaya çalıştığı şey bir dinin tanrısı değildi. Sunduğu kanıtlar, Tanrı’nın kendine özgü en güçlü ya da her şeye kadir olma gibi özelliklerini kanıtlama amacı da gütmüyordu. Tek niyeti her şeyi yarattığı halde yaratılmamış bir varlık olarak Tanrı’nın zorunlu olan varlığını kanıtlamaktı.

Tanrı kanıtları sayısız ilahiyatçı ve filozof tarafından farklı bakış açılarıyla ortaya konmuş olduğundan var olduğunu kabul ettiğimizi düşünelim. Bu kadar güçlü ve tek olan Tanrı’nın insanlardan istekleri olduğunu düşünecek sebepler bulmak hiç de kolay olmayacak. Belki de bulamayacağız.

Tanrı bizden bir şey beklemez

Tanrı, özü itibariyle mükemmel ve her şeyin ilk sebebiyse kendi yarattıklarından bir şeyler beklemesi anlamsızdır. O, kimseden bir şey beklemez çünkü kendi kendisine yetebilen yegâne varlık olarak bu durum onun mükemmelliğini zedeler. Tanrı, kendi yarattığı varlıklara sadece yol gösterir. İnsanlara, tercihleri için irade, sonuçlara katlanabilmeleri için de metanet duygusu vermiştir. Bundan öte bir beklentiden söz etmek imkansızdır.

Bu konuda Jean Jacques Rousseau’ya kulak vermek belki daha açıklayıcı olacaktır. “Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev” adlı eserinde Rousseau; “Farkında olmadan kendimizi kolayca koruyabileceğimiz ama artık bizi ürküten kahramanca çabalar göstermeden içinden çıkamayacağımız tehlikeli durumlara düşer ve sonunda Tanrı’ya “Beni neden bu kadar güçsüz yarattın?” diyerek uçuruma yuvarlanırız ama bize rağmen Tanrı vicdanlarımıza şu cevabı verir: “Seni, uçurumdan çıkmak için çok güçsüz yarattım, çünkü oraya düşmemek için yeteri kadar güçlü yaratmıştım.”

Evreni yaratmış bir gücün, değersiz insanlara sonsuz bir gelecek sunmak için insanlardan neden bir beklentisi olsun? İbadetlerin ilkel kökenlerinde kızgın tanrılarından af dilemeye çalışan insanların ortaya koyduğu bir çeşit özür dileme şekli olduğu zaten görülüyor. Ayrıca, evren ve olanaklar Tanrı için sınırsızsa her insana mutlu ve iyi kalpli olabilecekleri sonsuz hayatlar vererek dünyaya getirmek zor muydu? Neden kusurlu kullar yaratarak onları elekten geçirme ve cezalandırma ihtiyacı oldu bu yaratıcının? Yani Tanrı’nın bize ihtiyacı yok!

Tanrı’nın bize ihtiyacı yok ama bizim ona var!

Allah’ın tapınmaya ihtiyacı yoktur fakat insanların ona tapmaya ihtiyacı vardır. Bir doktorun hastasına bazı ilaçları ısrarla tavsiye etmesi, kendinin bir ihtiyacı ve çıkarı olduğu için değil, hastanın faydası ve iyileşmesi içindir. İhtiyaç, kapatılması gereken bir gedik, giderilmesi gereken bir eksiklik demek olduğuna göre Tanrı’nın bizden isteklerde bulunması da onu kusurlu hale getirmez mi? Tanrı ezeli bir varlık olarak ne var olmaya ihtiyaç duymuştur ne de herhangi bir eksiklik hissi yaşamıştır çünkü eksiklik ve ihtiyaç, yaratılmışların özelliğidir. O halde Tanrı’nın insanlara muhtaç olmadığı konusunda da anlaştık diye kabul edelim.

Öncelikle Tanrı vardır ve hiçbir koşul ve durumda bizim varlığımıza muhtaç değildir. Ayrıca O’na ve dolayısıyla ulaşılmaz ve büyük bir güce inanma ihtiyacı olan da iyi bir hayat sürmek için korkacak bir şeye muhtaç olan da biziz. Belki de Tanrı sadece bize verdiklerini yerinde kullanmayı başaran, kader ile irade arasındaki bağlantıyı çözen ve yaratılmışların üstünü olan insanların ortaya çıkışını izleyerek keyiflenmek istiyordur. Kim bilir?

İslami bakış açısından Tanrı’nın var olup olmadığı konusunda ulaşılacak sonuç; kişinin kendisine, yakınlarına, dünyasına ve tüm varlığa bakışını altüst edecek önemdedir. “Nereden geliyorum?”, “Neden buradayım?”, “Ben kimim?”, “Ben ve yakınlarıma ölünce ne olacak?” gibi önemli varoluşsal soruların cevapları da bu konuyla ilgilidir. Tanrı’nın var olması; tüm varlığın ve insanın bilinçli bir şekilde yaratıldıkları, var oluşun bir anlam ve gayesi bulunduğu, Tanrı isterse ölümden sonra da yaşamın olabileceği anlamını taşır.

En baştaki vagonu kim çekiyor?

Bazı İslam bilginleri “vagon benzetimi”nden yola çıkarak Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya girişirler. Demiryolunda batmak üzere olan güneşe doğru ilerleyen bir trende, bir vagonu diğer bir vagon çekiyorsa en baştaki vagonu kim çekiyor olabilir? O zaman bu evrenin ve hayatın da bir icat edeni ya da var edeni olması gerekmez mi? Bir harf bile onu yazan biri olmadan var olmazken, insanın ve evrenin sahipsiz olacağı düşünülebilir mi? Ayrıca saati yapan saat türünden, harfi yazan da harf türünden biri ya da bir şey değildir. O zaman insanı ve evreni yaratanın da bizim ve evrenin türünden olmaması gerekmez mi? Semavî dinlerde Tanrı ispatı üzerine sorulardan en çarpıcı sorulardan biri de Tanrı’nın varlığını inkâr etmenin kişiyi rahatlatıp rahatlatmadığıdır. Beklenenin aksine bu anlayış insanları rahatlamak yerine bir boşluğa itecektir. “Niye, neden, nasıl, kim için yaşayacaksın?” sorusunun birden cevapsız kalması, insanları sonsuz bir depresyona mahkûm edecektir. Bu nedenle İslamiyet açısından bakıldığında “Ölümden sonraki bir hayattan söz etmeyeceksek, insana verilen sonsuzluk duygusunun ve ebedi yaşamak arzusunun karşılığı nerede saklıdır?” sorusu önem kazanır. Bu durumda böyle duyguların insana neden verildiğine dair bir belirsizlik doğar.

Farabi’nin Tanrı hakkındaki görüşleri

İslam felsefesinde Tanrı’yı kanıtlamak önemli bir meseledir. Tanrı’nın varlığının rasyonel bir yolla ifade edilmesi bakımından Farabi’nin değeri büyüktür. Farabi’nin Tanrı konusundaki fikirlerinin önemi, aynı anda hem dini referanslara yeterince hâkim olmasından hem de ciddi anlamda felsefi birikime sahip olmasından kaynaklanır.

Farabi felsefesi, Tanrı’yı temel alır. Farabi, Tanrı anlayışını ortaya koyarken kendine özgü bakış açısıyla farklı bir öğreti ortaya koyar. Bunun yanında İslam kültüründe, Tanrı’dan söz ederken dinin değil de felsefenin dilini kullanır. Tanrı’da varlık ve mahiyet ayırımı diye bir ayrımdan söz edilemeyeceğini ortaya koyan ilk filozof olarak Farabi, Tanrı’yı zorunlu varlık olarak görür. Tanrı’yı en güzel isimlerle ifade etmeye çalışan Farabi’ye göre her tanımlama belli bir sınırlama içerdiği için Tanrı’nın belli bir tanımı yapılamaz. Ona göre Tanrı’nın her bakımdan “en mükemmel” varlıktır.

Nihayetinde Farabi bir filozoftur ve onun temel ilkesi de dinin Aristoteles’te son yetkinliğine ulaştığı yönündedir. Yorumu da inandığı felsefi düşünce doğrultusunda bir yorumudur . Farabi’nin düşünce sisteminde gerçekte ne Platon’un ne Aristoteles’in ne de Plotinus’un olmadığı ve bu öğretinin Farabi’nin kendisine ait bir öğreti olduğu unutulmamalıdır .

Farabi’nin Tanrı anlayışı, onun felsefesinin temelini oluşturur. O, hem kendinden önceki Yunanlı filozofların görüşlerini hem de yaşadığı dönemin İslam dininin görüşlerini bilen bir düşünürdür. Müslüman bir filozof olarak Farabi, özellikle Aristoteles ve Platon’un kitaplarını okuyup onlardaki fikirleri kendi düşünce düzenine uygun gördüğü birçok hususu benimser. Ayrıca Plotinus’un var oluş düşüncesi ve Tanrı anlayışını da kendi inancıyla birleştirerek kabul eder. Kısacası Farabi’nin Tanrı’sı bir taraftan Aristoteles ve Plotinus’un hatta Platon’un Tanrı anlayışlarını, diğer taraftan da İslami nitelikleri bir arada taşır .

Farabi’nin Tanrı hakkındaki kanıtları ve ispat şekli de Tanrı’nın evvel, ilk, bizatihi zorunlu varlık olması, Tanrı’nın salt zihinde zaruri olarak a-priori bir tarzda kavranması, zorunsuz olan diğer her türlü varlığın O’ndan çıkmış bulunması ve dolayısıyla âlemdeki oluş ve hareketin yegâne kaynağının Tanrı olması tarzında ortaya konan temel ilkeler olarak görülmektedir . Farabi’ye göre ilk mevcut olan Tanrı’nın, bil kuvve varlığa (varlığı imkân dahilinde olan şey) sahip olması mümkün olmadığı gibi herhangi bir biçimde var olmaması da mümkün değildir. Bu nedenle, varlığı zorunlu olan ve yokluğu düşünülemeyen olduğu için aslında Tanrı’nın varlığı, Farabi’de tartışılan bir konu değildir.

Farabi’ye göre Tanrı’yı bilmek en önemli görevlerimizden biridir ve aslında felsefe öğrenmekten maksat da Tanrı’yı bilmek ve O’na benzemeye çalışmaktır. O şöyle der: “Felsefe öğrenmekteki amacın ne olduğu hususuna gelince; amaç yüce Yaratıcıyı bilmek, O’nun hareket etmeyen (değişikliğe uğramayan) “Bir” olduğunu, her şeyin etken sebebinin O olduğunu; O’nun kendi cömertliği ile bu âleme düzen veren olduğunu bilmektir.” Farabi, her düzeyde var olmayı açıklayabilmek için Zorunlu Varlık’a muhtaç olunduğunu düşünür . Bu nedenle “Tanrı var mıdır, yok mudur?” şeklindeki bir soru Farabi’yi fazla meşgul etmez .

Anlaşılacağı üzere İslamiyet’te Tanrı ispatına girmek bile gereksizdir. Yaygın olan kader inancı nedeniyle insanın iyiye ya da kötüye olan merakı kişisel tercihten öte değildir. Bu sebeple Tanrı’nın ne istediği açıktır. O, insanların iradi tercihleri doğrultusunda kaderlerini yaşamalarından yanadır. Yaşanan iyi ve kötü hiçbir şey için sorumluluk kabul etmez ve değiştirme çabasına girmez. Mutlak ve kadir olan bir izleyici olmanın ötesinde bir işlevi yoktur. İnsanı ve evreni yaratıp geri çekilmiş ve izlemeye başlamıştır. Peki buradan yola çıkarak şunu sorabilir miyiz? “Tanrı yarattıktan sonra gücünü geçiremeyeceği ve sözünü dinletemeyeceği korkusuyla mı yoksa tam anlamıyla bir ilgisizlik sonucunda mı evrende olan bitene müdahale etmemektedir?” sanırım hiçbir din bunu tam olarak doğru bir cevapla açıklayamayacaktır…

 

Yazar

Demet Yener

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar