Yükleniyor...
Adım gibi eminim ki; Kırım’ın simgesi Ayı Dağı’nın eteklerinden Karadeniz’in hırçın dalgalarına bakarak, milletimizin çağlar boyunca haline ve geleceğine dair tefekküre ve bir süre sonra bunun kaçınılmaz sonucu olarak efkâra dalan İsmail Gaspıralı’dan bu yana hiç birimizin şu husustan zerrece şüphesi yok: Türkçülük yoğun bir millet sevgisinin olduğu kadar akılcılığın da ürünüdür. Dolayısıyla yukarıdaki başlıktan muradım mum ışığındaki bir ruh çağırma seansına değil, artık “hal-i pür melâl”i ayyuka çıkmış belirgin bir kanayan yaramıza, rahmetli Tarık Buğra’nın deyimiyle “bir bilim insanı titizliğiyle” dikkat çekmektir.
Evet, uzun süredir su götürmez bir hakikat olarak kızgın demir gibi etimize yapışırcasına bizi rahatsız etmesi gereken bir durumdur ki “sadık yârimiz kara toprak” kan kaybediyor. Üstelik bu kayıp millî bilançomuzun varlıklar kaleminden silinip yükümlülüklerdeki karşılığı eksiye döndüğünde birkaç senenin kârını değil pek çok kuşağın istikbalini alıp götürecek cinsten. Sözün özü; tarım konusuna acilen ve ciddiyetle eğilmekte faydadan ziyade lüzum var.
Bu bağlamda, öncelikle Türk tarımının günümüzdeki halini verilerin ışığında değerlendirmek doğru bir başlangıç noktası olacaktır. O halde “rakamlarla tarımımız” biçiminde bir bilgi derlemesini sunarak konuyu kavramsal çerçeveden belirgin sayıların düzlemine taşımış olalım.
Konumuzun yola çıkış noktası üzerinde tarımın bağlı olduğu esas unsur toprak olduğuna göre öncelikle ülkemizdeki erozyon durumuna bakmakta yarar var. Türkiye kara yüzeyinin %90’ında çeşitli şiddetlerde erozyon görülmektedir. Arazinin %63’ü çok şiddetli ve şiddetli, %20’si ise orta şiddetli erozyonla karşı karşıyadır. Ülke genelinde yaklaşık 67 milyon hektarlık bir arazide toprak giderek yok olmaktadır. Erozyon büyük ölçüde tarım alanlarında yaşanmaktadır. İşlenen tarım alanların %75’inde (yaklaşık 20 milyon hektar) yoğun erozyon görülmektedir. Türkiye’de akarsularla birlikte bulunduğu alandan taşınan toprak miktarı; ABD’yi 7, Avrupa’yı 17 ve Afrika’yı 22’ye katlayacak düzeydedir. Fırat Nehri yılda 108 milyon ton, Yeşilırmak 55 milyon ton toprağı denize taşımaktadır. Her yıl Keban Barajı’na 32 milyon, Karakaya Barajı’na 31 milyon ton toprak birikmektedir. Erozyonla yılda 90 milyon ton bitki besin maddesi toprakla birlikte yitirilmektedir. Her yıl tarım alanlarından 500 milyon ton, tüm ülke yüzeyinden 1,4 milyar ton verimli üst toprak, erozyonla kaybedilmektedir. Kaybedilen bu topraklar, 25 cm kalınlığında, yaklaşık 400 bin hektar genişliğinde bir araziye eşdeğerdir. 1978’den bu yana betonlaşarak elden çıkan verimli tarım toprağı 600 bin hektara, yani verimli alanların yaklaşık onda biri oranına yaklaşmıştır.
Topraklarımızın durumunu böylelikle ortaya koyduktan sonra dilerseniz şimdi de en güncel tarım istatistiklerinden öne çıkanlara ilişkin bir derlemeyle, zaten hor kullanmakta olduğumuz aşikâr olan topraklarımızı nasıl işleyip bundan ne elde ettiğimize bakalım:
TÜİK verilerine göre, 2017’nin ilk 9 aylık döneminde Türk ekonomisi %7.4 büyürken, aynı dönemde tarım %3.3 büyüdü. Sadece aynı yılın üçüncü çeyreği ele alınıp incelendiğinde görülen manzara da daha parlak değil. Zira üçüncü çeyrekte ekonomideki büyüme %11.1 iken tarımdaki büyüme sadece %2.8 oldu.
2017 Yılı Tarımsal Destekleme Bütçesi 18 Ağustos 2017 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Ağustosun ortasında; yani yılın üçüncü çeyreğinin ortasında, baharla yaz geçip de güze girerken. Bu hususun ortaya koyduğu durum ister istemez akla rahmetli Feylesof Sakallı Celal’in meşhur sözünü getiriyor: “Bize İkinci Cumhuriyet değil, Birinci Ciddiyet lazım!”
Öte yandan Milli Tarım Politikası 2017 ile bitkisel üretimde havza bazlı destekleme modeli ile 941 havzada belirlenen 21 ürün desteklendi. Hayvancılıkta ise “yetiştirici bölgesi”, “besi bölgesi” ve “süt ve sanayi bölgesi” oluşturularak destekler farklılaştırıldı. Bütün bu değerler dizisi değişikliğinin gölgesindeyse usulca bitkilerde ithal tohum, hayvanlarda baş sayısının azal(tıl)ması gibi sorunlar varlıklarını artan bir şiddetle sürdürdü.
Tarımda ithalatın “altın yılı” olarak tarihe geçecek olan 2017’de gıda fiyatlarının düşürülmesi ve enflasyonla mücadele programı çerçevesinde hububat, bakliyat, yem ham maddeleri, canlı hayvan ve kırmızı ette gümrük vergileri düşürüldü veya sıfırlandı. Ayrıca canlı hayvan ve kırmızı ette Et ve Süt Kurumu’na, hububat ürünlerinde Toprak Mahsulleri Ofisi’ne sıfır gümrükle ithalat yetkisi verildi. Son dönemde hepimizi gıda terörünün olası mağduru haline getirilen şarbon ve benzeri hastalıkların önünün böylesine açılması, açıkçası insanı ister istemez niyet sorgular hale getiriyor denilirse abartılı bir tepki olmaz.
Hububatta hasat başlarken, 27 Haziran 2017 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile %130 olan gümrük vergisi buğday ithalatında %45’e, arpada %35’e, mısırda ise %25’e düşürüldü. Aynı gün canlı büyükbaş hayvan ithalatında gümrük vergisi %135’ten %26’ya düşürüldü. Karkas ette ise %100 ile %225 arasında değişen gümrük vergisi oranı %40’a düşürüldü. Besilik hayvan ithalatında daha önce gümrük vergisi %60’tan %10’a indirildi. Benzeri şekilde, resmi gazetenin 2 Aralık 2017 tarihli sayısında yayınlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile nohut, kuru fasulye, barbunya ve börülce türlerinin ithalatında da gümrük vergisi sıfırlandı. Bütün dünyada, hele ki tarım ürünleri söz konusu olduğunda, korumacılık ve gerçek anlamda “yerli ve millî” üretimin arttırılmasına yönelik hareketlerin yükselmekte olduğu günümüzde bu tür bir politikanın temel belirleyicisi olarak hangi ticari ilişkilerin belirleyici olduğu bizler için şimdilik muamma…
Tarım sektöründe verilen kredilerin %60’ını tek başına karşılayan, tarım desteklerinin çiftçiye ulaşmasında ve daha pek çok tarımsal hizmeti olan Ziraat Bankası Varlık Fonu’na devredildi.
Ülkemizde genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) üretimi ve gıdada kullanımı yasak olmasına rağmen Adana’da üretilen ekmekte GDO tespit edildi.
Dünyanın en büyük traktör üreticilerinden Mahindra yüzde yüz yerli ve milli olan Erkunt Traktör’ü satın aldı. Tuhaf bir biçimde adını ifade edemedikleri bir millete ithafen inandırıcı ol(a)mayan bir üslupla “yerli ve milli” demelerindeki sıklıktan arada Türk demeye fırsat bulamayan kesimde bu gelişmenin haberden bile sayılmamasının tek açıklaması… Tavizsiz bir basın ahlakı olsa gerek!
İthalatta ilk yirmiye on sekizinci sıradan giren “yağlı tohum ve meyveler, muhtelif tane, tohum ve meyveler, sanayide ve tıpta kullanılan bitkiler, saman ve kaba yem” oldu ve bu ürünlerin ithalat rakamları Ocak-Temmuz 2018 aralığında 1 milyar 421 milyon ABD Doları olarak gerçekleşti. Bir başka ifadeyle; çok ciddi AR-GE projelerinin finansman yokluğundan ötürü rafa kaldırıldığı ve hatta tümden iptal edildiği ülkemizde, böylesi pek çok projenin rahatlıkla hayata geçirilmesini kolaylıkla sağlayacak miktarda bir yekunu, sadece bir yıl içerinde bu kalemlere harcamış olduk.
İthalat demişken; en çok ithalat yapılan ilk 20 ürün listesine tarım ürünlerinden ikisi girmeyi başardı(!). On beşinci sırada bulunan, “Pamuk, pamuk ipliği ve pamuklu mensucat” ürünlerinde Temmuz 2018 ithalatı, 239 milyon 249 bin ABD Doları’nı buldu. Aynı ürünlerden Temmuz 2017’de 326 milyon 810 bin ABD Doları tutarında ithalat yapılmıştı. Ocak-Temmuz 2017’de 1 milyar 817 bin 896 ABD Doları’nı bulan ithalat, 2018’in aynı döneminde 1 milyar 754 bin 511 ABD Doları oldu. Ürün bileşeninden ötürü ancak yüksek kaliteli ürünlerde kullanılması uygun görülen Ege pamuğunda yaşanan rekolte düşüşünün değinilen ithalat artışına eşlik etmesi, birlikte değerlendirildiğinde aslında çok başarılı bir tarım politikası uygulandığını ve fakat buradaki başarının bizim anladığımız anlam (ülkenin refah artışı) ve sahip (Türk Milleti) çerçevesinin dışında olduğu yorumuna erişmek bile mümkün görünüyor.
İşte Türk tarımının kuş bakışı bir değerlendirmesinin yazımızın boyutlarının elverdiği kısa bir parçası. Umuyoruz ki “titreyip kendine dönen” bir anlayışın hüküm sürmeye başlayacağı aydınlık bir gelecekte neşter vurulan ilk yaralardan biri sadık yârimizin bağrındaki olur.