20.04.2025

İyi Müslüman olmak için Türk düşmanlığı mı gerekir?

Işık Cemaati Plevne, Çanakkale ve Medine’de teslim olmamız gerektiğini, savunuyor. BAE Hariciye Veziri ile TÜBA’nın iki kez ödüllendirdiği bir akademisyen İngiliz işbirlikçisi Şerif Hüseyin’e karşı Medine Müdafiî Fahrettin Paşa’yı aşağılıyor.


Türk askerinin kanını döken Âsi Şerif Hüseyin’i hangi tarikat/holding İlmihal kitabında yüceltiyor?

Şefif Hüseyin ve Lawrence

Geçtiğimiz yılın son ayı kamuoyunda Cihan Harbindeki Medine savunması ve bu savunmanın dirayetli komutanı Fahreddin Paşa’ya yönelik ağır hakaret ve iftiraların tartışılması ile geçti. Bu tartışmanın ülke gündemine tamamen yerleşmesini ise Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Hariciye Veziri Abdullah bin Zeyid’in kahraman paşayı hedef alan dayanaksız sözlerine devlet ricalinin en yüksek makamdan hak ettiği cevabı vermesi sağladı. Bu sayede adı neredeyse unutulmaya yüz tutmuş yetenek sahibi hamiyetli bir generalimiz ve onun sevk idaresinde çok çetin şartlarda askerlik görevini övünçle yerine getiren subay, astsubay ve mehmetçiklerimiz saygı ve minnetle hatırlandı. Yani, çapul ve yağmayı din ve dünya görüşü haline getiren bedeviliğin bir temsilcisinin çemkirmesi, zamanın ruhuna uygun bir klişe ile söylersek biz Türkler için hayırlara vesile olmuştur. Ancak işin bizim için çok daha önemli olan tarafına kamuoyunda, günlük basit siyasi polemikleri saymazsak yeterince dikkat çekilmediğini söylemeliyiz.

Medine’de, Çanakkale’de, Plevne’de teslim olmalıymışız

Bilindiği gibi BAE Hariciye Vezirinin talihsiz beyanlarından kısa bir süre önce bir akademisyenin Fahreddin Paşa hakkında aynı çerçevede yüz kızartıcı beyanlarından kamuoyu haberdar oldu. Adı geçen şahıs daha önce 93 Harbi’nin yüz akı Plevne savunması kahramanı Gazi Osman Paşa’yı da tahkir etmişti. Hatta Çanakkale cephesinde de düşmanlara teslim olunmayıp mukavemet edilmesini de aynı akademisyen ağır şekilde eleştirmişti. Kurucu liderimizin de Aralık 1917’de Kudüs’ü İngilizlere teslim ettiğini de yazdı. Anılan tarihte Mustafa Kemal Paşa’nın Filistin cephesinden binlerce kilometre uzakta olmasına rağmen gerçek dışı bu ağır ithamı ileri süren kişiyi Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) akademik camiaya katkılarından ötürü iki defa ödüllendirilmişti.

Bu yazının maksadı şahsiyat değildir. Sadece zihni bir arka planı ifşa etmek için burada bahse konu profesörden söz edilmektedir. Okurlarımın azıcık sabrını rica ederim. Şeyh Abdullah bin Zeyid beyanları ile karşılaştırıldığında akademisyenimizin ona kapı aralayan ifadelerinin daha sarsıcı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Çünkü Arap Şeyhinin Türkiye Cumhuriyetine bir sadakat borcu mevcut değildir, gerçekleri ayaklar altına alma, hak ve insafla kendisini bağlı tutmamak kaydıyla aklından geçeni ifade edebilir (ve tabiî karşılığını alır). Ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan akademisyenin bu ülkeye ve devlete yüksek sadakat borcu olması gerekmez mi? Söylemek istediğimiz kahramanlarımızın tabu olması, asla eleştiri konusu yapılmaması değildir.  Hazreti Fatih de Sultan Abdülhamid de Mustafa Kemal Atatürk de yaptıklarından ötürü eleştiriden muaf tutulmamalıdır. Bu çerçevede Fahreddin Paşa’nın hareket tarzı da eleştiriye açıktır. Nitekim bu eleştiriler tek parti döneminde ve sonrasında yapılabilmiştir. Bunlara kimsenin diyeceği olamaz. Bizim itirazımız Fahreddin Paşa niçin Şerif Hüseyin’e teslim olmadı mukavemet etti şeklindeki çarpık anlayışadır.

Bir başka cemaat

Bu anlayışın günün esen rüzgârlardan olabildiğince faydalanma eyyamcılığı yanında daha derinlerde sebeplerine işaret etmek istiyoruz. Bu yazımızda bir cemaatin kurucusu emekli öğretmen Albay Hüseyin Hilmi Işık’ın (1911-2001) iki eserinden konuyla ilgili bazı kısa aktarmalar yaparak zihinlerin nasıl iğfal edildiğini örnekleyeceğiz. Eserlerden ilki  “Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediye, Hakikat Kitabevi, 135. baskı, 2017, 1249 s.”  Bu kitaba göre Şerif Hüseyin Osmanlı Devletine savaş ilan etmemiş ve savaşmamış görünüyor. Osmanlı’ya İngilizlerle beraber saldıran Suudi Arabistan’ın kurucusu Abdülaziz bin Abdurrahman idi (s. 1060).  Oysa Cihan Harbi boyunca Osmanlı’ya karşı savaşan Suudlar değil Şerif Hüseyin ve oğulları idi. İngilizlerle daha savaştan kaç yıl önce işbirliği zemini aramışlardı. Mısırdaki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Henry McMahon ile Şerif Hüseyin yazışmaları isyanın nasıl kotarıldığının ibretlik ayrıntılarını vermektedir. Meraklıların şu iki linke göz atmalarını tavsiye ediyoruz.   http://www.mideastweb.org/mcmahon.htm    ve http://www.jewishvirtuallibrary.org/the-hussein-mcmahon-correspondence-july-1915-august-1916  Ayrıca İsmail Köse’nin İngiliz Arşiv Belgelerinde Hicaz İsyanı, Selis Kitaplar, 2014, 432 s. adlı çalışması bahsettiğimiz yazışmalar yanında herhangi bir tevili imkânsız kılacak şekilde İngiliz işbirlikçiliğini ortaya sermektedir. Daha kestirmeden ise İngiliz casusu Lawrence’in Bilgeliğin Yedi Sütunu adıyla Türkçeye çevrilen anılarına göz atanlar faciayı net olarak görebilirler.

Uyanık Müslüman Türk aleyhtarı olur!

Aynı kitaba göre Şerif Hüseyin’e karşı çıkanlar İslam birliğine kast edenlerdi: “Birinci cihân harbi [1332 (m. 1914)-1336 (m. 1918)] sonunda, islâm ittihâdını parçalamak arzûsuna kavuşan düşmanlar, Mekke emîri olan şerîf Hüseyn bin Alîyi ve ileri gelenleri, Hicâzdan çıkardılar.” (s. 461) Burada kast edilenler tabii bölgede hâkimiyet mücadelesi verilen Suudilerdir. Ama mantık yürütme ile 1916’da İngilizlerden aldığı emirle isyan başlatan Şerif Hüseyin ve hempalarına karşı Medine’yi ve ikmal hattı olan 1400 km’lik demiryolu hattını savunan Fahreddin Paşa da olumsuz bir algıya hedeftir diyebiliriz. Zaten son ayda gündemi işgal eden malum akademisyen de Şerif Hüseyin Paşa [sic] ve AraplaraMedine’yi teslim etmedi diye Fahreddin Paşayı tahkire yeltenmişti.

Hüseyin Hilmi Işık konu ile ilgili daha şaşırtıcı beyanlarını bir diğer kitabında yapmaktadır. “Kur’an-ı Kerîmde Kıyamet ve Ahiret – Müslimâna Nasihât, Hakikat Kitabevi, 100. baskı, 2017, 384 s. adını taşıyan bu kitapta, Şerif Hüseyin’in memleketi mahveden hain İttihadcılara karşı sadece Müslümanlık gayreti ile vaziyeti düzeltmek için harekete geçtiği ifade edilebilmiştir: “Memleketi harbden harbe, felâketden felâkete sürüklediler. Dîni, islâmiyyeti bırakarak, işkencelere, eğlencelere, sefâhete koyuldular. Dolu-dizgin giden bu kudurmuşca akıntıya (dur!) diyen hamiyyetli vatandaşları, ilerisini gören hâlis müslimânları sürdüler, asdılar. Bu uyanık müslimânlardan biri, Şerîf Hüseyn bin Alî pâşa idi ‘rahmetullahi aleyh’ (s. 360).

Bu kitap Şerif Hüseyin’in Sultan Abdülhamid devrinde İstanbul’da yüksek makamlarda hizmet gördüğünü ancak İttihadcılar tarafından ülkenin Birinci Cihan Harbine sürüklenmesine karşı çıktığı için İstanbul’dan uzaklaştırıldığın ileri sürüyor (s. 360). Oysa 1908 yılına kadar Şerif Hüseyin Sultan tarafından İstanbul’da 18 yıl isabetle gözetim altında tutulmuştu. Hüseyin, Cihan Harbi çıkarken değil Sultan Hamid rejimi sonlanınca, yani yeni dönemin toyluğu sonucu Hicaz’a emir olarak gönderilmiş ve orada kendisini ve ailesini felakete sürükleyecek olan uğursuz İngiliz işbirliği yolunu tutmuştu.

Hüseyin Hilmi Işık, Şerif Hüseyinin 1916 yazında İngiliz işbirliğinin icabı olarak Osmanlı’ya yeni bir cephe açtığını ilan ettiği beyannamenin haklı olduğunu söylüyor. “İttihâdcılar, bu haklı çağrıya (isyân beyânnâmesi) dediler.“ Dahası “İttihâdcılar, Şerîf Hüseyn pâşanın beyânnâmelerinden uyanacakları yerde, onu vatan hâini i’lân etdiler. Üzerine alaylar gönderdiler. Senelerce kardeşi kardeşe boğdurdular. Mekkeyi ve Medîneyi o hâlis müslimânlara, sevgili Peygamberimizin ‘sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem’ oğullarına vermemek için, çok ma’sûmun şehîd düsmelerine sebeb oldular.” (s. 361) Su götürür tarafı olmayan bu anlayışa göre, Hüseyin, alay sancaklarımızın üzerinde ayet-i kerime işlendiği, devlet başkanımızın Halife-i müslimin sıfatını taşıdığı bir dönemde İngilizlerin işbirlikçisi olarak isyan da etse adamlarına Harem-i şerifte Mehmetçikleri katlettirse de ona mukavemet etmemek ve teslim olmak gerekir. TÜBA ödüllü profesör de bundan daha fazlasını söylemiyor, zaten.

İngiliz taraftarlığı Müslümanlığa halel getirmez

Kitapta Hüseyin’in isyan beyannamelerinin tercümeleri de verilmiş. Beyannamelerin retoriğinden hareketle Hüseyin Hilmi Işık isyancının ne kadar halis Müslüman olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Oysa retoriğin çok defa hakikati örtme için kullanılması bilinmeyen bir şey değildir. Tabii bu isyan beyannamelerinin İngilizler tarafından her türlü iletişim ve yayın ortamları kullanılarak İslam dünyasına neşredilmesine de bir yorum yapılmıyor. İttihadcılar “hain” olduğuna göre onlara isyan eden Hüseyin de onun işbirliği yaptığı İngiltere de makbul olmalıdır.

Artık Hüseyin ve avenesinin İngiltere ile işbirliğinin ayrıntıları sır değil. Metin Hülagü İngiliz diplomatik belgelerine dayanarak İngilizlerden ne kadar nakit aldığının dökümünü bile yayınladı: İngilizlerin Hicaz İsyanına Maddi Yardımları, Belleten, 1995 Ağustos, sayı 229, s. 429-445. Dahası Hüseyin hayatının son döneminde yaptığı ihanetten pişman olduğunu birçok vesile ile açıkça itiraf etti. Kudüs’te defnedilmiş olduğu Mescid-i Aksa civarındaki Araplara mezarının nerede olduğunu sorarsanız kendisine değer atfettiğiniz için pek hoş karşılanmayabilirsiniz. Ancak bütün bunlara rağmen Mehmetçik ile kahraman subay ve generallerini değil işbirlikçi asileri yücelten izan ve mantığa uymayan önermelerin ilmihal, kıyamet, ahiret ve Müslümana nasihat gibi başlıklar altında yoğun bir şekilde Türklere sunulduğu ve maalesef etkili olduğu anlaşılmaktadır…

İşte tam bu çerçevede Lawrence’in yukarıda adını andığımız anılarındaki “düşman ulusun [Türklerin] zihinlerini de düzenlemek zorundaydık” (s. 212) ifadesini hatırlamadan edemiyoruz.

Bu yazı Ayarsız Dergisi’nin Şubat 2018 tarihli sayısında “Şerif Hüseyin Düşman İşbirlikçisi Bir Hain mi, Rahmetullahi Aleyh mi?” başlığıyla yayınlanan yazının düzeltilmiş hâlidir.

Yazar

Hasip Saygılı

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.