Yükleniyor...
Türk milleti büyük bir hızla bir yerlere doğru götürülüyor. Gidiş ve istikamet nereye? Niçin buraya götürülmeye çalışılıyor? Bunlar, önemli sorular. Cevapları da Türk milletinin egemenliğini doğrudan ilgilendiren konular. Türk kimliği üzerinde yoğunlaşan bu tartışmaların hedefine ulaşması mümkün olmamakla birlikte millet bütünlüğünün çok büyük bir sarsıntı geçireceği de kesin bir gerçek.
Binlerce yıllık Türk adı üzerinde yapılan bu tartışmalar en üst düzeyde devam ediyor.
23-24 Ekim 2018 tarihlerinde, “Yeni Türkiye”nin nasıl bir devlet olacağına dair, Cumhurbaşkanı tarafından artarda üç önemli konuşma yapıldı. Birincisi AKP grup toplantısında, dolayısıyla AKP Genel Başkanı olarak, diğer ikisi Cumhurbaşkanlığı’nda Cumhurbaşkanı olarak gerçekleşti. Arka arkaya olması itibarı ile bütünlük içinde bakıldığında kimlikle ilgili düşünceler ve siyasi hedef daha iyi anlaşılıyor.
Grup toplantısındaki konuşmada, Danıştay’ın Andımız’ın okullarda okunmasının kaldırılmasının iptal edilmesine ilişkin, “bu tür tartışmaların, günlük siyasetin ötesinde Türkiye’nin demokrasi, istiklal, hak ve hukuk mücadelesi sürecinde sembolik anlamı olan hususlar” olduğunu söylenmiştir. Sembolik olarak değerlendirilen tartışma “Türk” adı üzerindeki tartışmadır. AKP Genel Başkanı, sanki yazılı metin dışına çıktığı intibaını verdiği bir anda, üç defa “Türk’üm” demiş ama arkadan hemen eklemiştir: “Türkçü değilim. Irkçılık bizim dinimizde yasaklanmıştır”.
Türk adı hüdayi nabit değildir; tarihin binlerce yıldan beri milletimize verdiği isimdir. Türkçülük de konuşmada, “İstiklal Marşımız dışında bir ant tanımıyoruz, tanımayacağız.” denilen İstiklâl Marşımızdaki, “Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl” ve “Kahraman ırkıma bir gül… Ne bu şiddet, bu celal?” mısralarında ifadesini bulan milleti sevmektir. Akif merhum, burada ırktan neyi kast ediyorsa, Türkçüler de millet derken onu kast etmektedir ve Türkçüler, İstiklâl Marşı’na da tek bir kelimesine bile “ama, fakat, lakin” diye başlayan cümleler kurmadan, millî bir ant olarak bakarlar.
Konuşmadaki, Andımız kast edilerek, “Buradaki sorun, metnin zihniyetidir. Ruhuna işlemiş çarpık ve inkârcı yaklaşımdır.” Cümlesi, tek başına, konuşmanın hedefini ortaya koymaktadır. Siz Türkçülük yaparsanız benim Kürt vatandaşımın Kürtçülük yapma hakkı doğar, bunu yaparsanız ayrımcılık yaparsınız. AKP olarak biz bu yanlışın içinde olmadık” diyerek de Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar atıfta bulunulmaktadır.
Cumhurbaşkanı, Danıştay’ın düzenleyicilerden birisi olduğu ve Danıştay’ın başkan ve üyelerinin de hazır bulunduğu sempozyumda yaptığı ikinci konuşmada da yargının, yürütmenin işine müdahale ettiğinden şikâyet etmiştir. 24 Haziran seçimleri ile önemli bir eşik aşılmış, adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dense de aslında, sadece Cumhurbaşkanı’nın dediğinin olacağı bir dizi değişiklik gelmiştir. Cumhurbaşkanı’nın, ne yani Cumhurbaşkanı kararnamesi çıkarırken Danıştay’dan izin mi alacağız, o zaman ben bu makamda niye duruyorum, çekip gideyim mealindeki ifadeleri bunun göstergesidir. Andımızla ilgili davada karar vermekte niçin geç kalındığı sorulmuştur. Ancak 2010 referandumu ile yapılan büyük anayasa reformu(!) ile yargının FETÖ’nün eline teslim edildiği unutulmuş olsa gerek. Ayrıca 15 Temmuz kara gecesinin en büyük etkilediği kurumlardan birinin yargı olduğu da bir gerçektir. Devlet halâ kendini toplamaya çalışmaktadır.
Sempozyum konuşmasının sonlarında da Türkiye’nin ayağına pranga vuran ne kadar köhne alışkanlık varsa bunları ortadan kaldırmakta kararlılık vurgulanmıştır.
Üçüncü konuşma 2023 Eğitim Vizyonu Tanıtım Toplantısında yapıldı. “Önceki dönemlerin yasakçı, baskıcı zihniyetlerinin izlerini silmek için çok çalıştıklarını” söyleyen Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin sorununun, geçmişte eğitimin, insanı geliştiren değil, insanı formatlayan, dikte edileni nesillere aktaran bir mekanizma olarak görülmüş olmasından kaynaklandığını dile getirmiştir. “Bu çarpık anlayış, maalesef nesillerimizin heba edilmesine, potansiyelinin, enerjisinin, yeteneklerinin körelmesine yol açmış”, bunun sonucunda çocuklarımızın gönül dünyalarını doyurmayı ihmal ortaya çıkmıştır, demektedir.
Peki, vizyon nedir? Elbette yapılmayanları yapmak, yanlış yapılanları düzeltmek. Yani, bu yanlışa sebep olan hususları ortadan kaldırarak, yerine doğruyu ikame ederek geleceği bu nesillere emanet etmek. İşte konu burada düğümlenmektedir. Doğru üzerinde toplumsal mutabakat sağlanmadan, sadece kendi düşünceleri ve bu düşüncelerle yöneldikleri hedef doğrultusunda Türk milleti yönlendirilmektedir.
Esaslı sorulardan birisi de Cumhurbaşkanı’nın, “Değişimin sürekliliği içinde bu belgenin atılan her adımla birlikte geliştirilmeye ihtiyaç duyulması gayet tabiidir, yani güncellenmesi. Asıl olan, medeniyet perspektifimizi korumaktır.” sözleri içindeki “medeniyet perspektifimiz” nedir? Kimliği olmayan ya da kimlik tartışmaları en üst düzeyde devam eden ve adı belirsiz olan bir milletin nasıl bir medeniyet perspektifi nedir ki? Bu isimsiz millet dünyaya nereden bakar?
Bu üç konuşma birlikte değerlendirildiğinde ortaya, milletin adı ve kimliği ile problemin olduğu kendini göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti unsurlardan meydana gelmiş, Türk’ün, unsurlardan biri ve milletin de unsurların eşitliğinden meydana gelmiş bir insan topluluğu olduğu, bu konuşmalarda tekrar ve üst perdeden ifade edilmiştir.
AKP devr-i iktidarında, bekâ problemi yaşanıyor olsa da aslında her şey güllük gülistanlık. Bütün olanlar geçmişin yanlışları yüzünden başımıza geliyor. Bir de dış güçler var tabiî. Onlar da olmasa hedefe daha emin ve çabuk ulaşacağız. Peki, bu hedef neresidir? 2023 hedefi nedir? Cumhuriyetin 100’üncü yılında ne olacaktır?
Bunun cevabını vermeye önce, Ensar Vakfı’nın çıkardığı İmam Hatiplilik Ruhu kitabına, sonra da Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın çeşitli konuşmalarına bakarak anlamak gerekir.
“Davamızı ayağa kaldırma işini, yani bu ülkenin eğitim, öğretim yoluyla, iman ve aksiyon hasıl ederek ferdinin ve toplumun İslamlaştırılması…” (Prof Dr Hayrettin Karaman, İmam Hatiplilik Şuuru, Ensar Vakfı Yayınları,2014, s 15)
“Cumhuriyeti kuranların programında Ensar nesli, yani bizi biz yapan değerleri ihya edecek, onunla bugün yeniden var olacak ve o kimlikle dünyanın karşısına çıkıp ben yirminci asrın Müslümanıyım, bu çağa damgasını vuracak -geçmiş çağlara, asırlara damgasını vurduğu gibi bu çağa da damgasını vuracak olan- nesilim, toplumum, kültürüm, medeniyetim.” (Age, s 25)
“Şimdi İmam-Hatipliler ve diğerleri, namaz kılanlar ve diğerleri, oruç tutanlar ve diğerleri, haram işlemeye aldırmayanlar ve diğerleri diye meseleye baktığınızda (…) Bugün güç onların elindedir, yönetim onların elindedir, güvenliğimiz-savunmamız onların elindedir ila ahiri. Bizim buna karşı, eğer İmam Hatip tabanına dayanacaksak tek şansımız var, iki yok. O şans da; bütün İmam Hatiplileri, okumuş Müslümanları, İslamlaşmayı has ameli bilenleri, mensubiyyeti içinde toplamak, bir araya getirmektir.” (Age s 34)
“Beni ben yapan kültür İslam hamurundandır./Millet bağı imandır, ne soy sopdur, ne kandır.” (Age s 56, Ensar Marşı – İmam Hatipli Ensar)
Google’a “Cumhurbaşkanı Erdoğan imam hatiplilik” diye yazdığınızda, karşınıza çıkan sayfalarda yaptığınız kısa bir gezintide, görülen örneklerle, yukarıdaki alıntılar hemen hemen üst üste oturmaktadır. Mesela Önder, İmam Hatipliler Derneği’nin, İmam Hatip Gençlik buluşmasında konuşmasına: “Sizler, yani bir mensubu olmaktan şeref duyduğum İmam-Hatip’liler” diye başlar (28 Nisan 2016).
Aynı konuşmada:
“(…) her alanda fikir ve gönül dünyası dolu olanların ezici bir çoğunluğa sahip olduğunu gösteriyor. Türkiye’de bir dönem inancından, tarihinden, kültüründen uzak bir nesil yetiştirme projesi uygulandı. (…) İmam-Hatiplinin ayak bileklerine zincirler takıldı, zihnine zincirler vuruldu. (…) 28 Şubat döneminde öğrenci sayıları 600 binden 60 bine indirilen İmam Hatip nesli (…) bu yıl itibarıyla 1 milyon 207 bine ulaştı.” diyecektir.
Bu toplantıda ırkçılık, kavmiyetçilik ve asabiyeyi fitne olarak değerlendirerek “Üstünlük takva ile olur. Ülkemizde Kürt’ün Türk’e, Türk’ün Kürt’e, Lazı, Çerkezi, Abazası, Boşnağı, Romanı…” demiştir.
Ayrıca bu toplantıda İmam Hatiplilerin misyonunu da açıklamıştır: “Ben İmam Hatiplilere Türkiye’yle birlikte Türkiye’nin hatta tüm dünyayı inşa etme vazifesinin verildiğine inanıyorum.”
Bir yıl önce 1 milyon 207 bin olan imam hatipli öğrenci sayısı 5 Ekim’de, Önder’in Bursa’da düzenlediği bir toplantıda 1 milyon 411 olarak açıklanmıştır. Bu kadar hızlı artışa rağmen PISA ve üniversitelere giriş sınavlarında alınmış olan sonuçlar ortadır.
Cumhurbaşkanı 2023 Vizyon Açıklaması konuşmasında; “… eğitimde bir yanlış yapıldığında nesiller, asırlar kaybedilir. Bunun için attığımız her adımı dikkatle hesaplamak, düşünmek, tartmak, analiz etmek ve ondan sonra hayata geçirmek zorundayız” demiştir. Haklıdır, ancak on altı yılda yedinci bakanla çalışıldığını ve bazı bakanların döneminde iki defa olmak üzere devamlı eğitim reformu yapıldığı da unutulmamalıdır.
Bu sınav sonuçlarından da daha vahimi, yeni yetişen neslin dinle olan ilişkisinin artık önlenemez bir şekilde zayıfladığı hatta deizmden ateizme doğru hızlanarak uzaklaştığı konuşulmaktadır.
Okul sayısını arttırarak, öğrencileri bu okullara yönlendirerek başarı elde edilmesi mümkün değildir. Cumhurbaşkanı’nın çok sık tekrar ettiği gibi bal demekle ağız tatlanmaz. Türk milletinin evladının bir kısmını diğerinden daha önde tutmak, bugün siyasi bir kazanç getirebilir. Ancak gelecekte bu çocuklarımız çok büyük sıkıntılar yaşayacak hatta kaosun ortasında kalabileceklerdir.
Tarihin, sosyolojinin ve aklın doğrusu; adını bilen, adının sağladığı kimliğinin şuurunda olan ve bu şuurla yürüyecek bir gençlik ancak yarınlara sahip olabilirler. İşte Andımız, okunduğu seksen yılda bu şuuru vermek için her sabah söylenmiştir. Artık ismimiz ve kimliğimizle yapılan kavgadan vazgeçilmelidir.