Yükleniyor...
Ortadoğu’nun merkezinde yer alan İsrail Devleti, kuruluşundan bu yana gerek bölgesel gerekse uluslararası siyasette en çok tartışılan aktörlerden biri olmuştur. İsrail’in izlediği güvenlik odaklı, yayılmacı ve saldırgan politikalar, yalnızca komşu ülkelerle ilişkilerini değil, küresel düzeydeki diplomatik dengeleri de sürekli etkilemiştir. Özellikle Filistin topraklarında izlenen askerî ve siyasî stratejiler, uluslararası hukuk normları, Birleşmiş Milletler kararları ve insan hakları standartları ile açık bir çatışma içinde şekillenmektedir.
İsrail yönetiminin, işgal altındaki topraklarda ve özellikle Gazze Şeridi’nde uyguladığı abluka, sistematik bombardımanlar, kitlesel yerinden etmeler ve sivil nüfusa yönelik orantısız şiddet kullanımı, uluslararası kamuoyunda sıklıkla “savaş suçu” ve “soykırım” kavramlarıyla anılmaktadır. Buna rağmen, İsrail’in Birleşmiş Milletler’in defalarca tekrarlanan kınama ve kararlarına kayıtsız kalması, hukukun üstünlüğü ve küresel normlara bağlılık konusunda ciddi bir kriz yaratmaktadır.
Filistin halkının karşı karşıya bırakıldığı bu ağır insanî tablo, yalnızca bölgesel bir çatışma olmanın ötesine geçerek, modern uluslararası düzenin meşruiyet sınavlarından birine dönüşmüştür. İsrail’in hukuk tanımaz tutumu, Gazze’deki sistematik şiddet uygulamaları ve uluslararası yaptırımlara rağmen sürdürdüğü saldırgan politikaları, hem bölgesel barışı hem de uluslararası güvenlik mimarisini tehdit etmektedir. Bu bağlamda, İsrail’in söz konusu politikalarının derinlemesine incelenmesi, yalnızca Filistin meselesini anlamak için değil, aynı zamanda uluslararası hukukun, insan haklarının ve küresel adalet anlayışının geleceğini sorgulamak açısından da büyük önem taşımaktadır.
İsrail’in bugün sergilediği politika, yalnızca askerî bir strateji ya da güvenlik gerekçesiyle açıklanamaz; bu anlayış, köklü bir yayılmacılığın, sömürgeci zihniyetin ve uluslararası hukuku tanımama alışkanlığının ürünüdür. İsrail yönetimi, dünyanın gözü önünde Birleşmiş Milletler kararlarını hiçe saymakta, uluslararası toplumun tüm çağrılarına meydan okumakta ve “güçlünün hukuku”nu kendi lehine dayatmaktadır. Bu durum, yalnızca Filistin halkına değil, aynı zamanda küresel düzeyde barış ve adalet arayışına da bir darbedir.
Gazze’de uygulanan sistematik yıkım, sivil nüfusu hedef alan saldırılar ve insanların açlıkla, susuzlukla, ilaçsızlıkla teslim alınmaya çalışılması, modern çağda insanlığa karşı işlenen en ağır suçlardan biridir. Çocukların, kadınların, yaşlıların ve masum sivillerin hedef alınması, hiçbir güvenlik gerekçesiyle mazur gösterilemez. Bu tablo, İsrail’in yalnızca bir devlet değil, aynı zamanda insanlık değerlerini tehdit eden bir yapı haline geldiğini açıkça ortaya koymaktadır.
İsrail’in “ben yaptım oldu” anlayışıyla sürdürdüğü bu saldırgan tutum, aslında bölgedeki hiçbir sorunu çözmediği gibi, yeni öfke ve direniş dalgalarını da beslemektedir. Gazze’de yaşananlar, yalnızca Filistin meselesi değildir; bu, dünyanın gözü önünde işlenen bir toplu suçtur ve sessiz kalan her aktör, bu suça ortak olmaktadır. Eğer uluslararası toplum gerçekten barıştan, adaletten ve insan haklarından yana ise, İsrail’in bu pervasız tutumuna karşı güçlü ve caydırıcı adımlar atmak zorundadır.
Bu satırların kaleme alındığı sırada (16 Eylül 2025) İsrail, Gazze’yi topyekûn işgale başlamıştı. İnsanlar nereye gideceğini bilmeden konvoylar halinde yollara düşmüşlerdi. Kısaca, bu teknoloji çağında dünyamızda herkesin gözleri önünde asrımızın barbarlığı hızla devam etmektedir.
İslam ülkeleri veya İslam dünyası ifadeleri çoğu zaman havada kalmaktadır ve hiçbir etkisi olmamaktadır. Hiç olmazsa İslam lafını kullanmasalar çok daha iyi olacak. Bugün İslam ülkeleri diye adlandırdığımız coğrafyada yaşayan yöneticiler maalesef Müslümanlığın gerektirdiği vasıflardan uzak kişilerdir. Böyle devam ettiği sürece İslam dünyası kuru gürültü çıkarmadan başka bir şey yapamayacaktır. Burada dinî motifi değil, insanlık ve insanın yaşam hakkını öne çıkarmak ve ona göre davranmak gerekir.
İsrail’in ülke profili oldukça çok boyutlu bir yapıya sahiptir. Bunu ekonomik, siyasi, coğrafi, demografik ve kültürel açıdan detaylandırabiliriz:
Özetle, İsrail küçük bir yüzölçümüne sahip olmasına rağmen ekonomik, teknolojik ve diplomatik açıdan etkili bir ülkedir. Hem savunma hem de yüksek teknoloji alanında kendine özgü bir profil çizer.
İsrail’in 2023 yılı dış ticaret verileri, ülkenin ekonomik yapısının ve küresel ticaret ilişkilerinin önemli bir yansımasıdır. Aşağıda, İsrail’in başlıca ihracat ve ithalat ortakları ile öne çıkan ürün grupları verilmiştir.
İsrail’in 2023 İthalat Yaptığı Ülkeler ve Ürün Grupları
İsrail, 2023 yılında toplam 83,2 milyar dolar değerinde ithalat gerçekleştirmiştir. İthalatın başlıca kaynak ülkeleri ve payları şu şekildedir:
|
Ülke |
İthalat Payı (%) |
İthalat Tutarı (Milyar $) |
| Çin | 17,7% | 14,7 |
| Hollanda | 12,0% | 10,0 |
| ABD | 10,1% | 8,45 |
| Almanya | 6,28% | 5,22 |
| Türkiye | 5,75% | 4,78 |
| İtalya | 3,90% | 3,25 |
| Hindistan | 2,66% | 2,21 |
| Güney Kore | 2,48% | 2,06 |
| Rusya | 2,47% | 2,05 |
| Fransa | 2,32% | 1,93 |
Kaynak: Trend Economy
Başlıca İthalat Ürün Grupları:
2023 yılında İsrail, toplam 157,19 milyar dolar değerinde ihracat gerçekleştirmiştir. İhracatın başlıca hedef ülkeleri ve payları şu şekildedir:
|
Ülke |
İhracat Payı (%) |
İhracat Tutarı (Milyar $) |
| ABD | 25,66% | 18,62 |
| Çin | 12,20% | 13,15 |
| Almanya | 6,57% | 7,08 |
| İsviçre | 5,65% | 6,09 |
| Hindistan | 4,62% | 3,35 |
| Birleşik Krallık | 4,30% | 3,12 |
Kaynak: WITS -Dünya Bankası
Başlıca İhracat Ürün Grupları:
(DEVAM EDECEK)