Yükleniyor...
Emın Resulzade’yi (1884-1955) Azerbaycan’da yeniden keşfettiğimizden bu güne kadar hayli zaman geçti. Rahmetli Mövsüm Aliyev’in Resulzade konusunda yazdığı (bildiğim kadarınca ilk) kısa makaleden yaklaşık otuz beş yıl geçiyor. Bizim de Resulzade’nin anısına adadığımız kitabın yayımından tam 34 yıl geçti. Uzun yıllar geçmesine, bu büyük şahsiyet konusunda irili ufaklı binlerce yazının yayımına bakmaksızın, hâlen Resulzade mirasını gereğince anlamak ve değerlendirmek sahasında problemlerin varlığı söz konusudur.
Çeşitli akım ve dünya görüşleri temsil eden yazarlar bu konuda değişik yaklaşım sergilemişlerdir. Adından, etnik kimliğinden başlayarak siyasi faaliyetine ve ideolojik mirasına kadar birçok konuda bambaşka yaklaşımlara tanık olduk. Görünen o ki yakın gelecekte de farklı, hatta biri birini tekzip eden yaklaşımların şahidi olacağız.
Kolay ve tartışmasız görülen konudan başlayalım. Resulzade’nin ismi nedir? Rus resmî nüfus kayıtlarında ve diğer kaynaklarda “Мамед Эмин” yazılmıştır. Öztürkcemizde bunun karşılığı “Məmməd Əmin”, Türkiye’de ise doğal olarak “Mehmed Emin”dir. (1)
Doğum tarihi ile ilgili diğer bir “düzeltmenin” de anlamı yoktur. Sağlığında da, vefatından sonra da doğum tarihi olarak “31 Ocak” gösterilmiştir. Bu gün durup da yok, Mehmed Emin Bey, siz yanılıyorsunuz, doğum tarihiniz falandır; adınızı da Araplaştırdık, çünkü adınızın Arapça yazılışı şekli bu (مُحمّد) imiş, demek ciddi iş değildir.
Etnik mensubiyetiyle bağlı saplantılar vardı, şimdi de vardır. Resulzade’nin milliyeti ne?
Kendisi “Türk” diyor. Son eserlerinden birinin de başlığını kendini kastederek Bir Türk Milliyetçisinin Stalin’le İhtilal Hatıraları koymuştur. Tartışma yeri bırakmayan bu hâl bile gereksiz şekilde, daha önemlisi bilerekten tahrif ediliyor. Bazı çağdaşlarımız inatla onu “Türk” değil, “azerbaycanlı” biliyor. Burada sonuncunun “a”sına da (Rus gramer kuralı) dikkat buyurmanızı öneririz. 1990’ların başında görkemli tarihçi A. Sumbatzadə en son makalesinin konusunu bu meseleye adadı. M.E. Resulzade Halkımızın Adı Hakkında başlıklı yazıda merhum akademik inatla Resulzade’nin coğrafi mensubiyet bildiren “Azerbaycanlı” kelimesinin etnonim olduğunu (“azerbaycanlı” şeklinde) iddia etti. (2) Bu yanlış yaklaşım başka Türkofobların yazılarında da devam etmektedir. Azerbaycan’da (her ikisinde de) gündemde tutulan Türk düşmanlığının Resulzade şahsiyetine de ait edilmesi ve onu Türklüğünden koparmak çabası düşündürücüdür.
Acaba, Türk düşmanları, ya Stalinci konformistler bu millî değerin (Resulzade şahsiyetinin) üstüne gitmekle bu Türk ülkesinde/devletinde Türklüğü yok mu sayarlar?
Resulzade siyaset ve devlet adamı olmanın yanı sıra, hem de bir âlimdir. Eserlerinde mensup olduğu milletin tarihi, etnik özellikleri ve davranış biçimleri hakkında önemli fikirler sunar. Bir çok meselelere yaklaşımı ilmî fikir tarihimizde bir ilk kabul ediliyor.
Resulzade meşhur Azerbaycan Cumhuriyeti kitabında Azerbaycan’daki Türklerin kimliğine genel bir bakış ortaya koyuyor: “Azerbaycanlılar milliyet itibarıyla Türk, din itibarıyla İslam, medeniyet-i esāsiye itibarıyla şarklıdırlar.”(3) Burada ve diğer eserlerinde “Azerbaycanlı” (“İranlı”, “Bakülü”, “Nahçıvanlı” gibi) kelimesi coğrafî mensubiyeti belirten “Azerbaycan ahalisi” anlamında kullanılmıştır. “Azerbaycan halkı” ifadesi dahi aynı anlam taşıyor. Eserlerinde rastladığımız “Azeri”, “Azeri Türkü” etnonimlerinin de kesrevicilikle asla alakası yoktur. Osmanlı/Türkiye’de ‘hangi Türkler?’ sorusunu cevaplandırmak için kullanılmıştır.
Bu eserde Azerbaycan’daki Türklüğün etnografik tanımlaması veriliyor: “Kendi lehçe-i mahsûsası ile Anadolu Türkçesi’ne yakın bir şive ile konuşan Azerbaycan Türkü, muhtelif şivelere sahip ve olduğu yerlere nispetle muhtelif isimler taşıyan büyük Türk ağacının bir dalıdır. Azeri Türkleri’nin hal-i hazırda oturdukları yerler mine’l-kadim Türk halkı ile meskûn idi. Gerek Bakû, Gence, Şamahı, İrevan ile Tebriz, Merağa, Erdebil ve saire gibi vilayetler ve gerek Muğan, Aran, Karabağ ve Karadağ gibi memleketler daima Türk ilinin oturağı ve Türk hanlarının ovlağı [avlandığı yer] olmuştur. Bu yerler kendilerinde, bir çok Türk sülalelerinin irili ufaklı hükümetler kurduklarını ve yıllarla saltanat sürdüklerini görmüşlerdir.”(4)
Türklerin bu coğrafyada ta kadimden (mine’l-kadim) yerleşmesinden bahseden Resulzade, Hazarlar, Çengiz ve Timur dönemlerinde bu sürecin devam ettiğini vurguluyor ve “Selçukiler zamanında buralar, artık kat’i bir surette Türk memleketi haline koyulmuştur.” (5) Asrımızın Siyavuşu ve Kafkasya Türkleri başlıklı eserlerinde Azerbaycan’ın kadim dönem tarihi konusundan bahsediliyor. Resulzade’ye göre “Medyalı’larn kim olduğu hala şüphelidir.” Bunun yanı sıra Bisütun kitabelerindeki üçüncü levhanın “Turanî cinste [büyük olasılıkla bu dilin eklemeli olduğuna işarettir] bir lisan olduğunda şüphe bırakmadı.” İskitlerin/Skiflerin, Hazarların bu bölgelerde yerleşmesi bilinen tarihî olgudur. Turanlı Tomris Hanım da İranlı Keyhüsrev’in başını Kür nehrinin sahilinde kesmiştir. Buradaki Aryaniler “yerliler değildir. Onlar buraya doğudan geldiler.”(6)
Dikkat çeken özelliklerden biri de Resulzade’nin 21. yüzyıl soydaşlarından farklı olarak yerli-gelme, yerleşik-göçer meselesine göre katiyen komplekse düşmemesidir. Orta çağlarda askeri gücün yarı-göçerlerde olması ve yeni devletlerin kurulması, hakeza rakip devletlerin yıkılmasındaki rolü vurgulanır. Resulzade’ye göre bu coğrafyaya tarihin değişik dönemlerinde dalga-dalga göç etmiş Türkler, onlardan önce buralara yerleşen “yerlilerin” yerini dar etmemişler, onları zorla asimileye hiç kalkmamışlar. (7)
Millî tarihimizin en hassas ve acılı meselelerinden biri – orta çağlarda Türk hanedanlarının dil ve kültür sahasında tutumu üzerine Resulzade’nin fikirleri dikkat çekiyor. Azerbaycan Şairi Nizami başlıklı meşhur eseri bu konuda kıymetli fikirler içerir. Selçuklularda ve onlardan sonra gelen hanedanlarda hakimiyetin Türklerde olmasına, sarayda ve orduda konuşma dilinin Türkçe olmasına bakmaksızın Farsçanın neden edebiyat, ilim ve idarecilik (devlet) dili olması açıklama isteyen bir meseledir. Resulzade’nin dikkat merkezinde Selçuklu, dolayısıyla Nizami dönemidir. “Bağdad Halifelerini dinî birer sembol haline getirerek, siyasî iktidarı kendi ellerine alan Türk sultanlarının, idarede Arapçadan başka bir dil kullandırmaları anlaşılabilir bir olaydır; fakat bu dil, neden Türkçe değil de, Farsça oluyor?”(8) Bu önemli soruya Resulzade’nin cevabı budur: 1) Hākim hanedanlar göçerdiler; göçerlerin yeni geldikleri ülkelerde yerli kültüre uymaları bilinen bir haldir. 2) Bu coğrafyanın şehir hayatı “İran’ın eski medenî geleneklerinin etkisini taşıyordu.”(9) 3) “Yerli münevverlerin bilgi ve tecrübelerine muhtaçtılar.” 4) Uzun zaman temasta olduklarından Türk hanedanları için Arapçaya kıyasla Farsça daha kolay gelirdi. 5) Arap merkeziyetçiliği ile mücadele ve rekabet hâlinde olan Türk sultanları “güvendikleri yerli āyan zümresinin yaşadığı ve yaşattığı şehirli Acem ādetleriyle beraber, kullandıkları edebî dili (Farsçayı) dahi hem kendileri kabul ediyor, hem de onun yayılmasında amil oluyorlar.“
Burada en az üç ilaveye gerek olduğunu düşünüyorüz. 1) Selçukluların ve başka Türk hanedanlarının askerî gücünün yarı-göçer boylara dayalı olmasını teyit etmenin yanı sıra, diğer bir olguyu da göstermeliyiz. Selçuklulardan çok önce (Göktürk, Hazar, Karahanlı, Gazneliler döneminde) geniş bir coğrafyaya hükmeden Türk hanedanları ve elitleri şehir kültürüne sahiptiler, Türkçe edebiyat doğmaktaydı (Balasagunlu Yusuf, Kaşgarlı Mahmud, Yügnekli Ahmed). 2) Selçuklular şimdiki İran coğrafyasına yazı dili olarak getirdikleri Deri lehçesini (derbar-saray sözünden) sıradan insanların anlamadıkları için daha uygun araç bilirdiler; bu lehçeyi Samaniler döneminden kalan mirzalar tabakası bilirdi; bu lehçe özel olarak medreselerde öğretilirdi. 3) Selçuklular ve diğerlerinin kurduğu devletler arazi bakımından son derece geniş idi; bu devleti tek başına yönetmek Türk elitinin imkanları haricinde idi. İş bölgüsü oluşturulmuştu; Türkler siyasî ve askerî sahaları kontrol altında tutarlardı; Arap unsuru dinî ve ilmi sahada üstün mevkilere sahipti. Farsların boynuna düşen ise kargüzarlık-vergi işleri ve edebiyat-tebligat sahaları idi. (10) Bu durum asırlar boyunca değişmez kalmış, hākim Türk eliti ile mazlum Türk kitlesi arasındaki kopukluk milletleşme sürecinin başlanmasına kadar, hatta ondan sonra da devam etmişdir.
Resulzade, Azerbaycan Cumhuriyeti kitabında başka bir önemli meselenin üstünde durur. Eğitimli elitin (havass’ın) kendini “İranlı” telakki etmesine bakmaksızın, buradaki Türklerin dili, kültürüyle Türk kaldığını yazıyor: “Rahlesi üstünden inmeyen Fuzulîsi, Köroğlu ile bağrı yanık Kerem’e ağlayan āşıkları, bu āşıkların yürek dağlayan sazları ile çobanların ruha sinen türküleri, çocukların seve seve okudukları manileri, anaların yavrularını uyuturken çağırdıkları ninnileri – havassın düşüncesiyle – kendisini İranlı bilen bu halkın müthiş bir delalette olduğunu gösteriyor: -Hayır, değil, sen Türksün! diyordu.”(11)
Yazar Azerbaycan Cumhuriyeti eserinin sonraki bölümünde söz konusu ayrışmanın ortaya çıkma nedenleri üzerine geliyor, okulun ve yönetimin resmî dili olan Farsçanın okumuş kesimin Farslaşmasındaki rolünden bahseder. Resulzade’ye göre böyle bir durum tuhafdır, hatta dramatikdir: “Türkçe, avam ve köylü lisanı addolunmuş, lisan resmî ve edebî olmak üzere Farsça taammüm eylemiş, neticede tuhaf bir millet meydana gelmişti: Dili başka, yazısı başka bir millet!”(12) Rusya’nın Kuzey Azerbaycanı işgalinden sonra halen kimlik problemini çözemeyen halkın bu defa Ruslaştırma siyasetine hedef geldiği belirtilir. Açık Söz gazetesinin kurulduğu 1915’de “özellikle Türk kelimesi ile Türkçülük mesleğine [fikrine] karşı hasmāne bir alāka gösterilirdi.”(13)
Dönemin diğer fikir adamları gibi Mehmed Emin Resulzade’nin de düşüncesinde tarihî kahramanlar konusunun önemli yeri vardır. Türk tarihine yön vermiş devlet kurucu büyük şahsiyetler Emir Timur, Çengiz Han, Şeyh Şamil’in adı saygıyla anılır. Genceli Cavad Han’ın işgale kahramanca direnişi örnek gösterilir. Sovyet rejiminin dayattığı kahramanlardan Babek hakkında Resulzade’nin fikri dikkat çekiyor. 19. yy’da bile “babekî” sözü Azerbaycan’da küfür olarak kullanıldığı halde, Sovyet iktidarı ansızın Babek’i vatanseverliğin sembolü haline getirdi. Sovyetlerin “İslamiyet aleyhtarı olan bu simanı idealize etmesi”nin temel sebebi düşmanlık hislerini güneye (İran’a, Türkiye’ye, İslam alemine), vatanseverlik duygularını ise kuzeye (Rusya’ya) yöneltmek maksadı taşımıştır.(14)
Resulzade’nin İran’daki Türklerle Farsları karşılaştırması onun bu ülkedeki izlenimlerine dayanıyor. Onun tespitlerine göre, “İran Türk’ü, başka Türk kardeşi gibi biraz muhafazakārdır. Azerbaycanlı bir Türk, Şirazlı bir Fars’dan daha mutaasıbdır. Türk, Fars kadar hür-endiş değil, fakat onun kadar azimsiz ve laubali değildir: Türk daha metin ve daha sebatkārdır.”(15) Resulzade’ye göre, Türklerin bu cengaver özelliği şimdiki İran coğrafyasındaki devletleri asırlar boyu ayakta tutan temel faktörlerden biri olmuştur.
Resulzade’nin milli kimlik meselelerine yaklaşımında milli semboller de önemli yer tutar. Azerbaycan’ın milli bayrağındaki mavi rengin (Türklük remzinin) İlhanlılar döneminin bayrağından geldiğini bildirir. En yaygın milli sembollerden mifik Bozkurt da Resulzade’nin dikkatini çekmiştir. Kurtuluş kelimesinin kadim Kurtoluş (kurtulmak) kelimesinden türediği olasılığı da Resulzade’ye mahsustur.
Resulzade için milli kimliğin önemli bileşenlerinden biri de komşu devletlerin timsalinde dostunu-düşmanını tanımak becerisidir. Vatanı Azerbaycan’ı o “küçük Türkiye” adlandırıyor(16), Osmanlı/Türkiye ile her türlü ilişkinin kurulması ve güçlendirilmesinden yanadır, “Türkiye, Azerbaycan’ın sığınacak yeridir” der. Türk Ocakları’nın kuruluşunda önemlı rol aldı, Türk Yurdu’nda kıymetli makalelerini yayınladı. Osmanlı Devletiyle 4 Haziran 1918 tarihli ittifak anlaşmasının altında onun da imzası vardır. Hayatının büyük kısmı Türkiye’de geçmiş, mezarı da Ankara’dadır.
Kacar İranı’na yaklaşımı karışıktır. Hākimiyetin halka zıt siyasetini keskin tenkit etmenin yanı sıra, o zamanki İran devletini Türklüğün önemli meskenlerinden biri kabul etmiştir. Pehlevi İranı’na münasebetinde yerel mazlum Türkler konusu belirleyici yere sahiptir.
Rusya konusundaki tutumunu özetleyen bu fikri meşhurdur: “Tarihî ananası [geleneği] Türk ve İslam dünyası ile mücadeleden ibaret olan Rusya.” Bunun yanı sıra Rusya sömürüsü belli olumlu izler de bırakmıştır. “Rus istilasının iyiliği bu oldu ki Azerbaycanlılar kendilerini içtimai bir vücut, hususi kültür tohumlarını taşıyan bir cemiyet, yani Ruslar’dan ayrı bir millet olduklarını hissetmeğe başladılar.”(17)
Mehmed Emin Resulzade milli bilincin seviyesine, genellikle milli kimlik meselelerine duyarlı yaklaşan düşünce büyüklerimizden biridir. Asrımızın Siyavuşu eserindeki bu tespit meşhurdur: “Birçok zaman Azerbaycanlılar kendi Türklüklerini ve Türk soyundan geldiklerini bilmeyerek halis İranlı gibi yaşadılar. Bu, o zaman idi ki, bütün Türk alemi az çok İran tesirinde bulunuyordu; o zaman idi ki Sultan Selim Farsça şiirler yazıp okuyor, az kalsın bunu resmî lisan ilān ediyordu.”(18) Türkler arasında milli bilincin yaranmasını engelleyen birinci faktör Fars dili ve edebiyatına bağlılık idi ise, ikinci faktör Şiiliğe aşırı sarılmak idi.
Resulzade hayatı boyunca mensup olduğu milletin ihtiyaçlarını arayıp-araştırmış, onun problemlerini çözerek yükselmesini arzu etmiştir. Siyasetçi ve devlet adamı olarak vatanı Azerbaycan için fedakarlık etmiştir. İlk kurduğu gizli derneğin karşısında “dernek mensuplarının milli hislerini tahrik etmek, Rus mekteplerinde okutulmayan Türkçeni özü-özüne ilerletmek” gibi hedefler koyan da(19); ilk matbu yazısında Bakü sokaklarında yad dilin hākim olmasını protesto etdiğinde de, Ankara’da gözlerini hayata yumduğunda da milletini (Türklüğünü) ve vatanını (Azerbaycan’ı) düşünmüştür.
Genç Resulzade milletine, milli değerlere bağlı olmanın yanı sıra, “kendimizin geride kaldığını, işlerimizin perişan durumda olmasını” görmüş, ama çağdaşlarının “Müslümandan adam olmaz” düşüncesini ve sızlamasını asla kabul etmemiştir. O hep milli problemlerin, geriliğin üstüne gitmiş, milli problemlerin çözümü için yollar önermiştir.(20) Bu anlamda Milli Dirilik (1914) başlıklı silsile makalesi dikkat çekiyor. Resulzade’ye göre milli gücü (diriliği) yükseltmenin birinci şartı özüne, öz adına sahip çıkmaktır. Ümmetçi görüşün kalıntısı olan “Müslümanım” dominant kimliğinden kurtulmanın zamanının çoktan geldiğini der. Millet oluşumunda din birliğinin hassas rolü vardır, fakat “biz Rusya Müslümanları milliyetten önce din cihetine önem verdik.” Bu yüzden de milli kimlik meselelerinde yanlış yoldayız: “Müslümanlığın iptidaî tesirinden gelerek biz kendimizi Müslüman adlandırdığımızdan asil mahiyetimizin ünvanını teşkil eden Türklüğe önem vermemiş, heman “Müslüman” adına genaet elemiş [kanaat getirmiş] idik. Hele de etmekteyiz. Hele bu genaetle de kalmamışız, başkaları bize “Tatar” ve “Persiyan” demişler, ona da itiraz etmemişiz. Bu tamamiyle ondan [ileri] gelmiş ki, biz özümüzü nece ki lazımdır tanımamışız.”(21)
Makaleler silsilesinin tam da birincisinde Resulzade tartışmalı bir konuda cesaret talep eden bir müzakere açıyor. Dostlarından birisinin gelişmiş milletlerin egemenliği sonucunda insanlık parlak neticelere varmış; böyle bir şeraitte “milliyetperverlik namına inat edip de İslam milletlerinin bağımsız kalmalarını arzu etmekten ne gibi bir fayda görürsünüz?” suali ortaya çıkıyor. Bu formal mantığa karşın genç Resulzade’nin (30 yaşındadır) cevabı ilginçtir: Alman, Fransız, İtalyan milletleri bağımsız olmasa idiler bu günkü dünya medeniyetlerine katkıları (örnekler veriyor) bu kadar büyük olamazdı. Bağımsızlık karşıtlarını, hakeza sansürü oyalamak için Rusya’nın kendinden örnek veriyor: “Bir kere tasavvur ediniz ki, Rusya’nın istiklali olmasa, Rusça da mahkûm, mağlup bir lisan olsa, başka bir millet tarafından, mesela Alman milleti tarafından kamilen temsil (assimile) edilse idi, acaba, biz Puşkin, Lermontov, Dostoyevski, Tolstoy, Şalyapin, Meçnikov ve saireye malik olacak mı idik? Malum ki, yok!” Adı geçen Rus aydınları sırasını başkaları ile doldurmak mümkün değildir. Çünkü “…Ruslaşmış bir Müslüman balası [çocuğu], yahut temsil olunmuş bir Ermeni dığası [genci], yahut devşirilmiş bir Yahudi evladı ne kadar özünden uzaklaşmış olsa da böyle bir Rus olamaz.” Milletlerin gelişmesi ve beşer medeniyetine hizmet etmesi için onun bağımsız olması hakkında başka gerekçeler de veren yazar, makalenin sonuna doğru metodolojik önem arz eden bir fikir ileri sürüyor: “Acele bir surette maddeten tarakki edip, maneviyatça mahrum kalmaktansa, maddeten geç terakki edip, maneviyatça bağımsız kalmağı tercih ederim.”(22)
Resulzade’ye göre milli gücü artırmanın diğer yolu milli ideali (milli vicdan ve milli iman) kitleler arasında yaymaktır. Milli aydınların ileri sürdüğü ve formüle ettiği her fikir milli ideale/doktrine dönüşemez. Bunun için milli ideologların savunduğu “milli emeller layihası halkın asil düşünüp de his ve arzu ettiği ile tevafuk eder ise, mezkûr emel seri bir surette halk arasında intişar eder ve bollu taraftarlar kazanır.”(23) Yazar dördüncü makalede yeniden söz konusu meseleye dönüyor, 1905-1906’lardaki gibi durumu (…biz bir telatuma duçar olan gemiye benzeyirdik ki, haraya gideceğini ve sahili-necatı ne tarafta gördüğünü bilmiyorduk.) yeniden yaşamamak için gelişmelere hazır olmak gereğinden bahseder. Rusya’nın yeniden siyasi krize gireceği ve bu gelişmeği hazır olmak için milli idealin, milli kadronun ve milli basının güçlenmesi gerektiği fikrini savunur. Sonraki makaleler milli kurumlar tesis etmek, diline sahip çıkmak, dinî ortamı millileştirmek, doğru-dürüst tarih bilinci yaratmak ve yaymak, örf adetleri korumak hakkındadır.
Milli Dirilik silsilesinin yayımından kısa bir süre sonra Resulzade Açıq Söz gazetesini tesis etti (1915). Bu, ilk defa başlığında Bir Türk gazetesidir yazan basın organı oldu. Bu gazete başka bir yenilik de getirdi: Milli doktrinin Ziya Gökalp versiyonu (Türk milletindenim, İslam ümmetinden, Garp medeniyetindenim) gazetenin başına yazıldı. Mirza Bala Mehmetzade bu olayın hassas remzî anlam taşıdığını yazar: “Bu suretle Resulzade Mehmed [Emin] Bey ‘ümmet’ ve ‘ümmetçilik’ devrini resmen kapatmış, ‘milliyet’, ‘Türk milliyetçiliyi’ devrinin başlandığını ilan etmiştir.”(24)
M. Emin Resulzade’nin Türklük ve Türkçülük üzerine fikirleri başkanı olduğu Türk Ademi-Merkeziyet Partisi Müsavat’ın ilk programına (1917) (25) da yansıdı. Senedin giriş kısmında milletin tanımlanması verilmiş, Rusya imparatorluğundaki Türklerin bir millet olduğu tespit edilmişti: “Millet – dili, dini, enenatı, medeniyeti, edebiyatı, tarih ve adatı bir olan cameyi-beşeriyeye denir… Bu bakımdan bütün Türkler bir millettir.” Federatif demokratik/halk cumhuriyeti şeklinde yeniden kurulması istenen Rusya’da “Türk milletinin cümle kavimlerine ait umumi meseleleri çözmek ve tasviye etmek için milli ve medeni ittifak teşkil olunmalıdır” (17. madde). Eğitimin dili meselesinde somut maddeler belirlendi: İptidaî [ilk] ve idadi [orta] mekteplerde tedris dili, her bir muhtariyetli eyaletin ekseriyet ahalisinin söylediği dil ve şivede olmalıdır (71. madde); İdadi mekteplerde Rus dili ile Osmanlı şivesinin lisan olarak tedris edilmesi mecburî olmalıdır (72. madde); Ali mekteplerde [yüksek okullarda] Osmanlı şivesi ile tedris edilmelidir (73. madde). Partinin ikinci kurultayı (Aralık 1919) ideolojik temelleri onayladı. Müsavat Partisi’nin Ağustos 1936 tarihinde kabul ettiği Yeni Program Esasları Türklük ve Türkçülüğe münasebetini daha da netleştirdi: “Müsavatçılık büyük Türk kültürüne bağlı, milli, medeni ve insani değerleri benimseyen, hürriyet, cumhuriyet ve istiklal idealine sadık Azerbaycan vatanseverliğidir.”(26)
Yeni Program Esasları (1936) Azerbaycan’ın ve bölgenin değişen jeopolitik şartlarını göz önüne alması ile dikkati çekiyor. Birinci ve ikinci kurultaydan sonra köklü siyasi değişiklikler olmuş, Azerbaycan yeniden Rusya’nın (bu defa Sovyet-komünist kimliğinde) sömürgesine dönüşmüş, Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyetlerdeki Türk halkları arasında demir perde çekilmiş, buradaki Türklerin milli kimliği Moskova’nın istekleri doğrultusunda dönüşmeğe başlamıştı. Güney Kafkasya’nın siyasi muhacereti Kafkasya Konfederasyon Paktını imzalamış, mücadeleyi birlikte yürütmeğe karar vermişti. Yeni Program Esasları’ndaki değişiklik üzerine parti başkanlık divanı açıklama vermeği gerekli görmüştü: “Müsavat, Azerbaycan’ın tek başına kurtulamayacağını ve yalnız Kafkasya Konfederasyonu bayrağı altında hürriyet ve istiklaline kavuşabileceği prensibinden hareket ederek Rus istilasına karşı bütün savaşlarında Kafkasya milletleriyle beraber ve müttehit olarak hareket etmek şiarını terviç eder.”(27) Aynı bölümde yeni şartlarda Türk birliği fikrinin gerektirdiği hedefler yer alıyor: “Müsavat, mahkûm Türk illeri arasındaki kültürel bağlılığı daha ziyade takviyeye çalışarak ilk sırada bütün Türk illeri için ortak alfabe ve ortak edebî dil kabulü yolunda mücadele eder ve aynı zamanda düşmanın ortak olduğunu göze alarak Moskova’ya karşı savaşta işbirliği yapılmasına çalışır.”
Bu, yeni şartların gerektirdiği gerçekçi bir yaklaşım idi. Resulzade (ve diğer muhaceret liderleri) 1930’larda artık Yeni Turan mefhumu işledir. Yeni Turan konseptine göre Türk halkları kendi devletlerini kurmalı, bu devletler ve halklar arasında sıkı ilişkiler oluşturulmalıdır. Coğrafî konumu ve başka özellikleri bakımından Azerbaycan’ın, Yeni Turan’ın kurulmasında anahtar rol üstleneceği de önemli öngörülerden biridir.(28)
Rus emperyalizminin temsilcileri rengine (kırmızı, ya beyaz) bakmaksızın hepsi Türk birliği fikrinden daima rahatsız olmuş, çeşitli yollarla onu gözden düşürmeğe çalıştılar. Bu kampanyada Resulzade’nin “Rusya’nın köleleri” olarak tanımladığı Rus olmayan şahıslar da aktif rol almaya çalışmışlardı. Avrupa’daki siyasi muhaceret arasında Geçici Hükümet’in eski başbakanı Kerenski’nin yazdığı Rus Halkı Üzerinde Diktatura başlıklı makalesi geniş yayılmıştı. Kendini demokrat, radikal, sosyalist olarak taktim eden yazar, makalesinde Rusya’daki mazlum halklar gerçeğini bile ironize etmiş, Rusya’nın dağılacağı ve üzerinde yabancıların dikta rejimi kurulacağı fikrinden dehşete düştüğünü ifade etmiştir. Resulzade, Kerenski’nin bu isterik fikirlerine itiraz etmiş, makalesinin taşıdığı maksadı ortaya koymuşdur. Resulzade’ye göre makale yazarının hedefinde Türk halklarının milli hareketleri, özellikle Türkler arasında birlik fikrinin (Turancılığın, pan-Turanizmin) olmasıdır. Bununla Kerenski Kafkaslardaki gayri Türk halkları korkutmak, Rus halkında şovenist ruhu kuvvetlendirmeği amaçlamıştır.(29)
Rusya’daki Türk milli hareketinin Çek hareketiyle karşılaştırılması ilginçdir. Palatski’nin Rusya’nın yardımına aşırı güvenmesi yerine Gavliçek adlı Çek ideoloğu Slav birliği fikrine “sadık kalmanın yanı sıra, bir realite olmak üzere Çeklerin bizzat kendi kuvvetleriyle kurtulacakları esasını ortaya koydu.(30)
Ermeni ideologlarının Rusya muhacirlerini Türklere karşı düşmanlığa tahrik etmeleri ile birlikte, Farslar, Kürtler, Beluçlar, Gilekler, Ermeniler, Afgan ve Hindlileri “Aryan birliğinde” birleştirip, Turanlılara karşı yöneltmesi de Resulzade’nin gözünden kaçmaz. Kafkasya’daki halkların işbirliğine zarar vuracak bu sinsi siyasetin dönüp-dolaşıp Ermenilerin kendine darbe vuracağını büyük mütefekkir yıllar önce görebilmiştir. Hondkaryan’ın iftiralarına cevap olarak yazdığı makalede Resulzade, büyük öngörüsüyle tespit eder: “…Fakat bu yolun Ermeni milletine çok pahalıya mal olduğu artık bütün cihana malumdur. Yanlış yolun neresinden dönülürse kārdır!”(31)
M. Emin Resulzade’nin bütün yazılarında olduğu gibi, Türkçülük ve Turancılık konularındaki yazılarında da bir kibarlık, toleranslık hakimdir, mutlak yaklaşım, hüsumet yoktur. Ve bu toleranslık suni nitelikte değil, doğal şekilde meseleler bir-birini tamamlamaktadır. Resulzade’ye göre Azerbaycan’da Türkçülüğü, Turancılığı savunanların Kafkasya Konfederasyonu fikrine olumsuz münasebeti olmamalıdır. “İslav birliği fikri Çekoslovak devletinin teşekkülüne mani olmadığı gibi, Türk birliği fikri de, Azerbaycan’ın Kafkasya Konfederasyonu’na girmesine mani olamaz!… Azerbaycan istiklalcılığının Türk birliği fikrinden azamî surette mülhem olduğunu inkār etmemekle beraber, siyasette realizm mutakidi [takipçisi] olan Azerbaycan milliyetçileri için bu fikrin sade hars sahasında kabuli-tatbik olacağı āşikārdır. Buna göre de biz müstakil Kafkasya Konfederasyonu fikrini zamanın en aktüel bir tezi olarak müdafaa ediyoruz.”(32)
Mehmed Emin Resulzade için “ben kimim, milletim nedir” sualine ikili cevap olmamıştır. Kaderine yazılan Türklüğü ile genç yaşlarından ömrünün sonuna dek barış halinde olmuş, bu millete güvenmesi ona güç vermiştir. Bu gün durup onun milli kimliğini (Türklüğünü) sorgulamak, yerine coğrafî kimliğini (“azerbaycanlı”) perçinlemek çabasını bu Türk ülkesinde Türkofobiyanın bir tezahürü olarak değerlendirmek gerektir.
Bütün ömrü boyunca mensup olduğu millete bağlı kalmış, onun problemlerini çözmesi, yükselmesi için çalışmıştır. En çetin şartlarda bile umutsuzluğa kapılmamış, aşağılık kompleksi hiç yaşamamıştır. Resulzade’nin milletleşme, milli yükseliş konsepti bugün de günceldir. Bu bakımdan Resulzade Türkçülüğün görkemli fikir ve emel büyüklerinden biri olarak kabul ediliyor.
Resulzade vatan Azerbaycan’ı Türk Dünyası’ndan hiçbir zaman ayırmamış, haklı olarak onu Turan coğrafyasının en hassas bölgelerinden biri bilmiştir. Aynı zamanda umum-Türk bütünleşmesi sürecinde Azerbaycan’ın mühim rol oynayacağını da yıllar önce yazmış, soydaşlarına miras bırakmıştır. Değişen şartlarda Turancılık fikrinin yeni taktimatı – Yeni Turan konsepti Resulzade’nin Turancılığın görkemli ideoloğu olduğunun ispatıdır.
[1] Ömrünün sonuna dek bu adla tanınmış, bu adla yazılarını imzalamıştır. Mezar taşının üstünde de bu isim kaydedilmiştir. Günlük hayatta “Emin Bey” hitabı yaygındı. 1990’larda vatanı Azerbaycan’da kitaplarda, makalelerde adı “Məmməd Əmin” olarak geçmiştir. Birçok tarihçi ve gazeteci dostların yazılarında bu şekilde de devam etmektedir. Ama son yıllarda bu şahsiyetin iradesi hilafına “Məhəmməd Əmin” (veya “Məhəmmədəmin”) yazmak moda olmuştur. Bizce, yanlış, geçici bir haldir. Zira İslamcı ve İslamcı olmayan fikir sahiplerinin bu “düzeltmesini” kabullenmek mümkün değildir. Resulzade’nin adının Rus/Sovyet standartına uygun olarak bitişik yazılması (“Məhəmmədəmin”, “Məmmədəmin”) yersiz tutuculuk örneğidir. Arap orijinalindeki “Muhemmed” adı her bir halkın dil, kültür özelliklerine uygun yazılır ve telaffuz edilir. Hatta Arap ülkelerinde bu adın telaffuzunda da farklar vardır. Burada değişik şekillerin (Muhammed, Mühemmed, Mohemmed, Muxammed, Maqomed, Mehmed, Moe və s.) ortaya çıkması doğaldır. Bizce, düşünmeğe değer: Azerbaycan vatandaşlarının çoğunlukla adı Arap orijinalinden ve telaffuzundan farklıdır. “Mehemmed” adında ısrar edenler, kendi adlarının da Arap orijinaline uygun olup olmadığına baksınlar.
[2] Ə. Sumbatzadə, M.Ə. Rəsulzadə xalqımızın adı haqqında, Xalq qəzeti, 31.01.1992.
[3] Mehmed Emin Resulzade, Azerbaycan Cumhuriyeti, İstanbul: Azerbaycan Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği, 1990, s. 7.
[4] Aynı kaynak, s. 7. Azərbaycanlıların / Azerbaycan ahalisinin Türklüğü hakkında Resulzade’nin diğer eserlerinde de vurgular vardır. Örneyin, bakınız: “Azerbaycanlılar Türkdürler; Türkler de Ergenekon tilsimində iki yüz yıl kaldılar.” Məmməd Əmin Rəsulzadə, Əsrimizin Səyavuşu, Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatı, Çağdaş Azərbaycan tarixi, Bakı: Gənclik, 1991, s. 54.
[5] Mehmed Emin Resulzade, Azerbaycan Cumhuriyeti, s. 8.
[6] Mehmet Emin Resulzade, Asrımızın Siyavuşu, Ankara: Azerbaycan Kültür Derneği, 1989, s. 30-31.
[7] Örneğın bkz: Mehmed Emin Resulzade, Kafkasya Türkleri, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakı, 1993, s. 8.
[8] Mehmet Emin Resulzade, Azerbaycan Şairi Nizami, Ankara: Milli Eğitim Basımevi, 1951, s. 19.
[9] Aynı kaynak, s. 20.
[10] İlhanlılar döneminde Fars dili yönetim sahasından çıkarıldı. Yerini Moğol dili ve Uygur Türkçesi tuttu. Gazan Han’ın İslam’ı kabulünden sonra Farsça eski statüsünü iade etti. Mehmet Emin Resulzade, Azerbaycan Şairi Nizami, s. 21.
[11] Mehmed Emin Resulzade, Azerbaycan Cumhuriyeti, s. 9.
[12] Aynı kaynak, s. 10. Resulzade İran Türkleri eserinde de 20. yy’ın başlarında Türklerin bu garip durumundan bahsediyor. “Hülasa Arapça nasıl bir lisan-i dini ise Farisice de o derece bir selahiyet ve nüfuzu haiz lisan-i tahrirdir. Türkçe konuşulur, Türkçe nutuk edilir, Türkçe vaazlar söylenir. Fakat yazıya gelince hep Farisi kesilir.” Mehmed Emin Resulzade, İran Türkleri, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1993, s.31.
[13] Mehmed Emin Resulzade, Azerbaycan Cumhuriyeti, s.27-28.
[14] Məmməd Əmin Rəsulzadə, Əsrimizin Səyavuşu, Çağdaş Azərbaycan ədəbiyyatı, Çağdaş Azərbaycan tarixi, s. 108.
[15] Mehmed Emin Resulzade, İran Türkleri, s. 21.
[16] “Türk ırkının en büyük değeri – Azerbaycan Cumhuriyeti, alem-i İslam’da teşekkül eden ilk cumhuriyettir. Bu cumhuriyet aynı zamanda bir Türk hükumetidir; tabir-i diğerle küçük Türkiye”dir.” Mehmed Emin Resulzade, Azerbaycan Cumhuriyeti, s. 5.
[17] Mehmet Emin Resulzade, Asrımızın Siyavuşu, s. 34.
[18] Aynı kaynak, s. 33.
[19] Məmməd Əmin Rəsulzadə, Bir Türk Milliyyətçisinin Stalinlə İxtilal Xatirələri, Bakı: Qanun, 2010, s. 20-21.
[20] Bəsirət, 12 aprel 1914, N 1. Alıntı: Azərbaycan publisistikası antologyası, Bakı: Şərq-Qərb, 2007, s. 480
[21] Azərbaycan publisistikası antologyası, s. 494.
[22] Aynı kaynak, s. 490-491.
[23] Aynı kaynak, s. 496.
[24] Mirza Bala Mehmetzade, Milli Azerbaycan Hareketi, [yersiz], 1938, s. 76.
[25] Azərbaycan Respublikası Dövlət Arxivi, fond 894, siyahı 10, iş 60, vərəq 1-21; Mirza Bala Mehmetzade, Milli Hareketi. Milli Az. Müsavat Azerbaycan Halk Fırkası Tarihi, s. 84-86.
[26] Milli Azerbaycan Müsavat Halk Fırkası Bülteni, yıl 1, Eylül 1936, Nr 1, s. 9.
[27] Milli Azerbaycan Müsavat Halk Fırkası Bülteni, sayı 4, 1962, s. 36.
[28] Nəsib Nəsibzadə, Yeni Turanın təşəkkülü və Azərbaycanın missiyası, Dünya, 1993, sayı 1, s. 20-21.
[29] М.Э. Расул-заде, О пантуранизме в связи с кавказкой проблемой, Париж: Издание КНК, 1930, с. 13-19.
[30] Mehmet Emin Resulzade, Milli Tesanüd, Ankara: Azerbaycan Kültür Derneği Yayınları, 1978, s. 37.
[31] Aynı kaynak, s. 39.
[32] Aynı kaynak, s. 37.