Yükleniyor...
Siyaset ve ideolojiler, yaşanan toplumsal süreçlerde belirli bir dünya görüşünü temsil eden duygu ve düşünce kümeleridir. Siyasi ve ideolojik görüşlerin kavramsal temelinde, sosyo-ekonomik ve siyasal olaylarla ilgili tutarlı ve birbiriyle bağlantılı bilgi ve düşünceler vardır.
Siyasi ve ideolojik tezler, iddia ettikleri dünya görüşleri itibarıyla sosyal gerçekliğin tümünü değil, belirli bir kısmını açıklama çabalarıdır. Söz gelimi, geometrik bir şekil olarak aynı prizmaya değişik açılardan bakanların algıladıkları görüntüler birbirlerinden farklı olur. Her bakış açısı, aslında sadece kendisinin gördüğü kısmı algılar. Her siyasi ve ideolojik bakış açısı, kendilerinin görüp algıladıkları sosyal gerçekliğin bir kısmıyla ilgili düşüncelerini genelleyerek gerçekliğin tamamıymış gibi savunur. Ancak, pratikte siyasi ve ideolojik görüşlerin, kendi temel iddialarından çoğunlukla birtakım sapmalar gösterdikleri gözlenmektedir.
Siyasi ve ideolojik görüşler, birbirlerinin rakibi oldukları kadar, birbirlerinin tamamlayıcısı bakış açıları sayılır. Söz gelimi, ekonomide sağ düşünceler özel mülkiyet üzerinden üretimin çoğalması ve gelirlerin büyütülmesi yönünde politikalar izlerken; sol düşünceler kamu mülkiyeti üzerinden daha çok paylaşımı önceleyen politikaları savunurlar. Bu çerçevede, sahiden ‘sağ’ ekonomik politikaların uygulandığı bir toplumsal düzende, ekonomi büyür ve gelirler artar. Ama, adaletli bir paylaşım olmaz, belirli bir kapitalist sınıf ve yönetici zümre lehine gelir farklılıkları ve eşitsizlikler artar. Toplumda, sınıflar arası gerilim ve huzursuzluk yükselir.
Siyasi görüş ve ideolojilerin aslına uygun işlediği bir demokratik düzende, seçmenlerin gelir bölüşümündeki rahatsızlıklarından dolayı muhtemelen paylaşımcı politikalar uygulayacak sol eğilimli siyasi görüşler desteklenmeye başlanır. Sol düşünceli politikaların uygulanması, transfer ve sosyal harcamaların öncelemesi yüzünden ekonomik büyüme düşer ve ‘ekonomik pasta’ giderek küçülür. Dünyadaki pek çok örnekte görüldüğü üzere, zenginlik yönetici ve bürokratik sınıfın elinde toplanırken, halkın yönetim karşısındaki güvensizliği ve kaygısı artar. Yine, adaletsizlik, haksızlık ve gerilimler baş gösterir. Bir dönem sonrasında, ekonominin üretim ve büyüme sorunları ön plana çıkınca bilinçli seçmenler bu defa üretime ve büyümeye odaklanacak sahici sağ siyasi politikalara yönelirler. Toplumsal tercihler, sağ ve sol siyasi anlayışlar arasında gidip gelerek, yüksek büyüme ve adaletli bölüşüm ikilisinin sürekli bir denge arayışı içinde esneklik gösterir.
Bu demokratik düzen döngüsü, bireyselleşme ve özgürlük bilincinin geliştiği toplumlarda deneme ve yanılma yoluyla olsa da eninde sonunda bir orta denge tesis edebilir. Bu bağlamda, en ideal toplumsal düzen, hem ekonomik büyümeyi hem de adaletli paylaşımı birlikte yürütecek karma bir ekonomik sistem sentezine ulaşılmasıdır. Gelişmiş ve eğitim kültür düzeyi nispeten yüksek kültüre sahip toplumlardaki -uzun süreli- demokrasi deneyimi, gerçekte bu denge çizgisine yaklaşmış gibi görünüyor. Oysa, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkler için kurmayı istediği karma ekonomik sistem projesinin temel mantığı da -uzun bir tecrübe dönemi yaşanmasına gerek kalmadan- böyle bir toplumsal düzen yaratmaktı.
Popüler kültür altında bulunan siyasi ve ideolojik yelpazenin sağ ve sol tayflarında, kendi kavramsal çerçevelerine hiç uymayan anlayışlar ve uygulamalarla karşılaşılmaktadır. Popülist sağcı siyaset pratiğinde, bırakınız özel mülkiyet temelli girişimciliğin teşvikiyle üretim ve ekonomik büyümenin sağlanmasını, çoğunlukla hukuk ve ahlak dışı yollarla çok büyük yolsuzluklar yürütülmektedir. Yolsuzluk ekonomisinin ‘yürütme’ işlemleri, rantiye ve yandaş servet avcılarının medya desteği ile kolayca ikna edilen yoksul kitlenin seçmen desteği sayesinde varlığını sürdürmektedir. Yoksul kitlenin seçimlerdeki desteğini garantilemek adına, sanki sol düşünceli bir siyaset izleniyormuş gibi büyük bir kesime bol miktarda siyasi yardımlar yapılıyor. Toplumun topyekûn kalkındırılması yerine, mutlu bir azınlık ve devlet yardımı bağımlısı bir halk oluşturularak bir anlamda muhafazakarlık soslu ‘tatlı su sağcılığı’ yapılıyor. Adeta, siyaset destekli zengin bir sınıfın vurgunları, geniş bir yoksul kitlenin devlet yardımı bağımlılığı üzerinden devam ettiriliyor. Yoksul halk, kendilerinden çalınanı değil, bunlardan kendilerine verilen küçük siyasi yardımları önemsiyor.
Popülist sol siyaset pratiğinde, özellikle emekçi ve sömürülen alt gelir gruplarının yaşam düzeylerinin geliştirilmesi projeleri yerine, çoğunlukla küresel kapitalizmin kışkırttığı etnik bölücülük akımları destekleniyor. Söz gelimi, ülkemizdeki popülist solculuk anlayışı, Güneydoğu Bölgemizdeki feodal ve ağalık düzeniyle yakından ilişkili terör faaliyetleri hakkında doğru dürüst bir eleştiri getirmiyor. Küresel kapitalizmin tetikçiliğini yapan terör örgütünün, emekçi sınıfın çocuklarının şehit edilmesiyle ilgili fazla bir derdi olmuyor. Kendi savundukları siyasi görüş ve ideolojinin referanslarından kopmuş, fantastik, hayali emperyalist soslu bir ‘tatlı su solculuğu’ yapılıyor. Türkiye’de, bir zamanlar solcu olduğunu iddia eden bir sendika federasyon başkanı, mevcut iktidara siyaseten ters düşen patronlar kulübü için “TÜSİAD’ ı yedirmeyiz’ diye demeç vermişti. Solcu sendikacılık pratiği, onca işçi sorunlarına ve çalışma şartlarındaki olumsuzluklara karşın, patron çıkarlarını korumaya soyunmuştu.
Popüler kültür altında bulunan siyasi ve ideolojik görüşlerde, çok ciddi eksen kaymaları yaşanıyor. Söz gelimi, sağ siyaset simge ve söylemlerini kullananlar arasında etnik bölücülük yapanlar bulunduğu gibi, sol siyaset simge ve söylemlerini kullananlar arasında da dinci ve ümmetçi gruplar yer alıyor. Milliyetçilik simge ve söylemlerini kullananlar, sosyolojik anlamda ‘millet’ olgusunu reddedenlerle kol kola siyaset yapıyor. Milliyetçi ya da sosyalist olduklarını iddia edenlerin önemli bir kısmı, ‘hep birlikte’ küresel kapitalizmin temel ideolojisi ‘neo-liberal ekonomi’ politikalarını savunuyorlar.
Küresel kapitalizmin tüketim ve eğlence odaklı yaşam tarzını temsil eden popüler kültür, her türlü siyasi ve ideolojik görüşü zehirlemekte ve çoğu toplumsal hareketleri etkisiz hale getirmektedir. Toplumsal sorunların çözüm kapasitesi, popüler siyaset yoluyla giderek gerilemektedir. Kitlesel sömürgeleşme ve yoksullaşma süreci giderek yaygınlaşmakta; buna karşılık toplumsal kesimleri doğru yönde temsil edecek yapay siyasi ve ideolojik önderlikler sadece kitleleri oyalamaktadır. Küresel sömürüye karşı yükselecek toplumsal dirençler, küresel kapitalizmin yerel ve ulusal (!) uzantısı olan popüler kültür, bir kısım siyaset ve medya aracılığıyla sürekli yumuşatılıyor ve hedef saptırılıyor.
Uygar ve demokratik bilince ulaşmış toplumlarda, eğitimli ve bilinçli seçmenler sayesinde nispeten demokratik iktidar döngüsü işlemektedir. Akılcı düşünceye ve bireysel iradeye sahip olan seçmenler, yapmış oldukları isabetli seçimler sayesinde siyasetin doğrudan kendilerine hizmet etmesini sağlamış oluyorlar.
Türk Milleti’nin, demokratik düzen içinde, yerli ve küresel sömürüye karşı direnmesi için Türk siyasetine katılan her siyasi ve ideolojik düşüncenin kendi asli eksenine dönmesi gerekiyor. Farklı siyasi ve ideolojik amaçlara sahip olunsa bile, her siyasi öznenin yüksek kültürlü ve nitelikli insan olması, siyaset kültürünün popülizmin sıradanlığından kurtulmasında etkili olacaktır.
Türk siyasetinin temel sorunu, çoğu siyasetçinin kendi seçmenlerinin talep ve beklentilerini temsilde yetersiz kalmasıdır. Bunun baş çaresi, ‘güçlendirilmiş genel başkanlık’ sistemiyle malul siyasi partiler ve anti demokratik seçim yasalarının değişmesi ve demokratikleştirilmesidir.
1 Yorum