07.07.2025

‘Türk Tarımı Bitti! Öldü!’ mü?

‘Türk tarımı bitti’ demek başka, ‘Türk tarımının çok ve derin sorunları var, iktidar iyi yönetemiyor’ demek başkadır.


 

Son kırk yıldır gözlemlediğim, tarımla ilgili kamuoyu algısı hep tarımdan, tarım politikalarından şikâyet üzerine. Bu Türkiye’ye has bir durum değil, aslında evrensel bir döngü.

Tarım politikalarından ne üretici, yetiştirici ne tüketici ne de konuyla ilgili akademik çevreler, meslek ve sivil toplum kuruluşları memnun olagelmiştir.

Tarımın doğasından, tarımsal nüfusun ve sosyolojisinin, kültürünün ve insanın beslenme ihtiyacından kaynaklanan birçok bileşenin ortaya çıkardığı bu durum çağımıza özgü de değil. Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası bu paradoksun yakın tarihteki özeti gibidir. Çiftçi ağlar, muhalefet yağlar, iktidar karara bağlar.

‘Türk tarımı bitti, öldü’ diye başlayan yazı, söz ve yorumlardan kopuyor, gerisini okuyamıyor, dinleyemiyorum. Bunları yazan ve söyleyenlerin de muhakeme sağlığından kuşkulanıyorum. Muhakeme sağlığı bozuk insanların diğer konulardaki görüş ve düşünceleri de haliyle ciddiyetini kaybediyor.

Son birkaç yıldır da güya iktidarı eleştirmek için ‘Türk tarımı öldü! Türk tarımı bitti! ile başlayan yazılar da salgına döndü. İktidarın yüzlerce kusur, hata, yanlış ve savsaklaması, olumsuz politik uygulamaları varken böyle gerçek olmayan yazı ve sözlerin Türk milletini ruhsal olarak dibe çektiği nasıl fark edilmez?

Muhalif olmak başka ‘felaket tellalı’ olmak başka

‘Türk tarımı bitti’ demek başka, ‘Türk tarımının çok ve derin sorunları var, iktidar iyi yönetemiyor’ demek başka.

Uzun süredir tarım, hayvancılık, gıda, gıda güvenliği (food security), güvenilir ve sağlıklı gıda (food safety), tarım politikaları, tarımsal destekler, dünya tarımsal ürünler ticareti ve daha onlarca ilgili konularda yazmıyorum.

Daha önce şurada burada yayımlanmış makalelerimin daha onlarca yıl güncelliğini yitirmeyeceğinden eminim. Tarımda tarih boyunca değişenler ve değişmeyenlerin geniş ve derin seyri izlenince önümüzdeki onlarca yılın nasıl şekilleneceği de aşağı yukarı ortaya çıkar.

Doğal şartlar, biyolojik gerçeklikler, bilim ve teknoloji ile insan faktörlerinde esneklik ve imkânlar ne kadar da geliştirilse kısıtlar hep var olacaktır.

Geçenlerde kalabalık bir sosyal medya grubunda doktoralı eski üst düzey emekli bir bürokrat arkadaş “Trump’ın tarife savaşları” konusunu neden yazmadığımı sordu. Bende bir doygunluk ve bıkkınlık oluştu. Bu konulardaki yazı ve haberleri de takip etmiyorum, okumuyorum. Hepsi yüzeysel, ya algı oluşturmaya ya oluşmuş yanlış algı etkisi altında yazılmış yazılar, söylenen sözler. Hele iktidardan veya muhalefetten siyasetçilerin beyanlarını ciddiye almıyorum.

Algılar Olguların Önünde

“Türkiye’de tarım ve hayvancılık bitti.” basmakalıp algısı toplumda o kadar yerleşti ki çoğunluk inanır hale geldi. “Birine kırk defa delisin dense deli olur” sözü misali herkesin dilinde bir ‘tarım ve hayvancılık bitti’ yargısı ve hükmü… 86 milyon yurttaş ve (her biri bir hafta kalıyor varsayımıyla) 60 milyon turist sanki taş-toprak yiyor!

Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca tüm tarımsal ürünler üretimi giderek arttı. Bazı ürünlerde üretim alanı daraldı ama verimlilik arttı. Üretilen ürün yelpazesi genişledi. Hayvan sayıları ve birim hayvandan üretim miktarı arttı. Tarımsal üretimde çeşitlilik arttı. Türkiye bazı semi-tropik ve tropik ürünler üretiminde bile neredeyse kendine yeterli hale geldi. Türkiye sebze ve meyve cenneti.

Türkiye’de tarım alanları ve tarımdaki nüfus azalmış olsa da Türkiye toplam tarımsal üretim değeri açısından Avrupa’da birinci. Bu nasıl oluyor? Tarımsal işletmelerde yönetici durumdaki yetiştirici ve üretici yaş ortalaması altmışlara dayanmış, yani giderek yaşlanıyor. Bu da dünyadaki trende uygun ama hem küresel ölçekte hem ülkemizde ciddi sorun. Ülkeler geliştikçe tarımsal nüfus azalır ve gençlerin tarıma ilgisi azalır fakat neticede insan beslenmek durumunda. Bu sorunun da elbette çözüm yolları mutlaka bulunur, tarım politikalarına yansır.

Kendimize yetersiz olsak da Türkiye, dünya kırmızı et üretiminde, süt üretiminde ilk on ülke arasında. Tahıllarda, baklagillerde kendine yeterli. Tavuk etinde ve yumurtada ihracatçı. Bal üretiminde dünyada ikinci. Yemlik mısırda yeterli ama soya ithalatçısı. Geleneksel olarak ihracatçı olduğumuz ürünleri biliyorsunuz. Son yıllarda süs bitkileri ve özellikle sert çekirdekli meyve üretiminde çok önemli artırışlar oldu. Yine son yıllarda zeytin plantasyonlarında çok önemli artışlar oldu.

Bu artışları iktidar mı sağladı? Öteden beri değişik vesilelerle ifade etmeye çalıştığım bir durumu tekrar vurgulamam gerekir. İşlek bir ekonomide, istikrarlı ve kurumlaşmış bir ülkede devlet müdahalesi ve desteği olmadan ülke belli seviyede bir gelişme ve ilerlemeyi sürdürür. İyi iktidar daha yüksek bir kalkınma hızı yakalayabilir, kötü iktidar yeterince bir katkı sağlamak şöyle dursun ülkeyi geri götürür ancak tarımı bitiremez, öldüremez… Üretici, yetiştirici iktidar için mi üretiyor, yetiştiriyor? İnsan, ihtiyacını bir şekilde karşılamanın yol ve yöntemini bulur! Bu bir hayatta kalma ve var olma refleksidir.

Türkiye’de kişi başı et, süt ve bunların ürünlerinin tüketim miktarı giderek artıyor. Üstelik bu domuz yetiştiriciliği olmadan yapılıyor. Kişi başı et tüketiminin yüksek olduğu ülkelerde tüketimin neredeyse yarısı domuz etinden dolayıdır. Elbette kuzey Avrupa ülkelerindeki kişi başı tüketimle kıyaslanmaz ama 2000 yılından bu yana kırmızı ve beyaz et tüketimi iki katına çıktı.

Piyasada et, süt ve bunların her çeşit ürünlerinde sıkıntı yok. Burada sorun büyük çoğunluğun yüksek fiyatlar sebebiyle bu ürünlere ulaşamaması. Kişi başı gelir seviyesinin, toplumsal refahın toplumun tüm kesimlerine dengeli dağılmaması ve nüfusun büyük çoğunluğu için bu ürünlerin fiyatlarının yüksek olmasıdır. Bu durumda ‘üretici, yetiştirici yeterli gelir elde edemiyor, tüketici yeterince satın alamıyor; işleyici, pazarlayıcı yeterince memnun olamıyor’ döngüsü oluşuyor.

Coğrafyamızın İmkânları ve Kısıtları

Türkiye, büyük bölümüyle, yarı kurak bir bozkır ülkesi. Ortalama rakım 1000 metre. Ülkenin çoğu yeri kurak ve sıcak. Doğal koşullar daha sınırlayıcı. Öyle olunca et üretimi hep sınırlı ve sıkıntılı oldu. Hayvancılıkta en büyük girdi olan kaliteli kaba yem ve protein kaynağı sorundur. Bu bir sorun mudur? Evet sorundur. Ülkede kırmızı ette elbette yüzde yüz kendine yeterliliğe ulaşabilirsiniz ama fiyatı dünya ortalamasının iki katına çıkar. Kişi başı geliri yeterli seviyeye çıkaramayınca da halk et yiyemez.

Coğrafyası koyun, keçi yetiştiriciliğine elverişli ama çoğu bölge süt sığırcılığına uygun değil. Birçok sebeplerle koyunculuk da potansiyelin altında. Türkiye, Avrupa gibi yıl boyu yağış almaz. Dolayısıyla Türkiye’de kaliteli kaba yem sorunu coğrafyamızın gerçeği. Tüm bunlar Türkiye’de tarihsel bir kırmızı et açığını doğuruyor. Proteinli yem hammaddelerinde dışa bağımlıyız. Bunlar maliyeti arttırıyor… Türkiye öteden beri yağlı tohumlarda kendine yeterli olamadı.

Günümüzde tüm tarımsal ürünleri, çiftlik hayvanlarını dünyanın her yerinde yetiştirmek, üretmek teknolojik olarak mümkün ancak ekonomik olarak mümkün değil. Kuzey Avrupa ülkelerinde yıl boyu açık alanda kaliteli kaba yemle beslenen siyah beyaz alaca sığırlarla aynı verimi Anadolu bozkırlarında da alabilirsiniz ama temin etmek zorunda olduğunuz yem maddeleri sebebiyle üretim maliyeti iki katına çıkar; satış fiyatı ve tüketiciye maliyeti de haliyle yüksek olur.

Elbette tarım ve hayvancılığın çok ve derin sorunları olageldi. Ancak hiçbiri ölümcül ve millî gıda güvenliğini tehdit eder boyutta değil. Yani, “Tarım bitti. Tarım öldü” demek başka “Tarımın büyük ve ciddi sorunları var” demek başka. Hangi ülkenin yok ki? Ülkeleri karşılaştırmak her alanda ve her durumda mutlaka yanlışlıkları, hataları da beraberinde getirir: çünkü her ülkenin şartları farklıdır. Beslenme ve tarım kültürleri de coğrafyalarına bağlı ve doğal olarak farklıdır.

‘Millî Gıda Güvenliği’, ‘Millî Güvenlik’ kadar önemli

İki dünya savaşı yıllarında yaşananlardan sonra 2007-2008 yıllarındaki dünya gıda krizi ve Rusya-Ukrayna Savaşı sebebiyle ortaya çıkan endişeler birçok devletlerde ‘millî gıda güvenliği’ (National food security) kaygılarını arttırdı. Millî gıda güvenliği konusu millî güvenlikle eşdeğer anlamlar kazandı.

Kısaca, Türkiye’de tarım ve hayvancılık ölmedi. Türkiye 85 milyonluk nüfusunu ve 60 milyonluk misafirini, turistini besleyebilmenin ötesinde ulusal gıda güvenliği riski ve tehlikesi hiçbir ülkeden daha hassas ve endişe verici değil.

Stratejik tarımsal ürünlerde (özellikle millî gıda güvenliği bakımından; bitkisel ve hayvansal karbonhidrat, protein, yağ kaynağı ürünler) kendine yeterlilik eşiği %85’dir ve Türkiye tüm stratejik ürünlerde bu eşiğin üstünde üretimi sürdürülebilir düzeyde sağlayabiliyor. Zaman zaman belli durumlarda yapılan ithalatlar ‘Türk tarımı bitti’ söylemini mi gerektirir?

Hiçbir ülkede her üründe kendine yeterlilik olmaz, gerekli de değil. Mesele temel tarımsal ürünlerde kendine yeterliliği millî kaynaklardan en az %85 oranında sağlamaktır. Her türlü risk ve belirsizliklere (kuraklık, don, savaş, doğal felaketler, dünya tarımsal ürünler ticaretinde düzensizlikler…) karşı da ikame ürünlerde çeşitliliği arttırmak gerekir.

Elbette ithalat yapıyoruz. Ancak tarımsal ihracat değerimiz ithalat değerimizin hep çok üstünde olmuştur. Türkiye kendi içine kapanık, Dünyadan soyutlanmış bir ülke olamaz. Tarımsal ürünler ticaretinde ithalat da ihracat da tarımsal refahın önemli bileşenleridir.

Bunu iktidar yandaşlığı ve iktidarı aklama gayreti olarak algılayacakların algı bozukluğuna diyeceğim bir şey yok! İktidarı eleştirirken; kusur, hata, ihmal ve yanlışlığını ortaya koyarken ‘Türkiye’de tarımı bitirdiler!’ diye başlamak nasıl bir muhakeme ve değerlendirme olur? Böyle iddia ve ithamlar ülkedeki diğer ciddi sorunlar karşısında iktidarın hata ve yanlışlarını, yetersizliğini makul gösterme olmaz mı?

Kırk beş yılda ne iktidarlar gördük. Aktif çalışma hayatımın kırk yılı Türkiye ve dünyada bu alanda geçti. Dünya Ticaret Örgütü’nde tarım müşaviri olarak dört yıl çalıştım. Beş yıl FAO’nun Endonezya, Tayland ve Azerbaycan ülke temsilciliklerini yaptım. Tarih boyunca tarım ve tarım politikalarını inceledim, takip ettim. Ayrıca Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikaları uzmanlığım var. Kısaca, az-çok tüm ülkelerin tarım politikaları ve tarımla ilgili konularına aşinayım.

“Türkiye’de tarım bitti” demek en azından çiftçimizin, üreticimizin, yetiştiricimizin emeğine haksızlıktır. İyi kötü işleyen bir toplumsal ve tarımsal düzenin varlığını yok saymaktır, Tarımın her alanında kamu ve özel sektörde yüz binlerce meslek mensuplarının emek ve gayretine haksızlık.

Biyolojinin kendi kuralları vardır ve zorlamaya gelmez. Matematik ve geometrik dizi artışı bakteriler ve virüslerde çalışsa da çoğu durumda tarımda çalışmaz. Hiçbir alanda kalkınma sabahtan akşama olmaz. Bir ineği yılda birkaç defa doğurtamazsınız, yıl boyu sağamazsınız. Aynı ağaçtan yılda dört defa meyve hasadı yapamazsınız. Fakat farklı doğal şartlarda farklı çeşitler yetiştirerek bir yere kadar meyvenin yıl boyu hasadını yapabilirsiniz ya da her mevsimde dünyanın bir yerlerinde o meyve üretiliyordur! Bir mevsimde ihraç eder bir mevsimde ithal edersiniz. Kaldı ki Türkiye’de muhafaza ve nakliye altyapısı ve imkânları da epeyce gelişmiş durumda.

Tarımsal Desteklemeler

Devletin tarıma daha çok desteği çözüm olarak sunuluyor ancak bunun da çözüm olamayacağı çok açık. Çünkü tarımsal destek bir yerlerden sonra tarımsal köstek olur.

Tarım politikaları söz konusu olunca hep tarıma yapılan ve yapılması gereken destekler konusuna kayar. Yani tarım politikası demek tarımsal destek olarak anlaşılır. Destekleme tedbirleri elbette tarım politikalarının temel araçlarından biridir ama her şey bütçe desteği demek değildir. Tarımı ülke içinde destekleme, dışa karşı koruma, tarımsal ürünlere ihracat teşvik ve destekleri, üretimde süreklilik, tarımsal nüfusun belli bir gelir seviyesine ve refaha kavuşturulması elbette önemlidir ama bunun sağlanmasında tek araç destekleme değildir. Ayrıca desteklemenin hangi düzeyde, kapsamda ve etkinlikte olacağı da ayrı bir konudur. Üreticiyi desteğe bağımlı bir hale getirmenin sürdürülebilirliği zorlayacağı ve zaman içinde daha başka sorunlara yol açabileceği de hatırda tutulmalıdır.

Yazdıklarımı doğrulamak ve desteklemek için hiçbir istatistiksel veriye değinmedim; isteyen internet ortamında her türden veriye ulaşabilir.

Yazar

Mustafa İmir

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar