Yükleniyor...
Ülkemizin arazi kullanım kabiliyetleri bakımından işlenebilir arazi toplamı (I-IV. sınıf arazi) %34 ile 26,5 milyon hektar, işlemeye uygun olmayan araziler toplamı (V-VII. Sınıf arazi) %60 ile 46,7 milyon hektardır.
Ülkemizde sulu arazi tasnifi daha çok sulama yatırımı yapılan alanlarda arazinin sulamaya uygunluğunu belirlemek amacıyla kullanılmıştır. Aşağıda verilen arazi sınıflarından ilk üç sınıf sulanabilir arazileri, IV. sınıf sınırlı sulanabilir, V. sınıf özel tedbirlerle sulanabilir arazileri, VI. sınıf ise sulanamayan arazileri temsil etmektedir.
Ancak, günümüz basınçlı sulama (damla ve yağmurlama) yöntemleriyle bu kapsam dışındaki alanlarda da sulama yapabilme imkânı olduğu söylenebilir. Ülkemiz tarım arazilerinin genelde iki önemli sorunla karşı karşıyadır: verimli tarım arazilerinin tarım dışında kullanılması ve verimli işletmeciliği engelleyecek şekilde tarım işletmelerinin büyük çoğunluğunun küçük ve dağınık işletmeler niteliğinde olması ile arazi parsellerinin düzgün şekillerde olmayışıdır.
Türkiye’de özel mülkiyete dayalı küçük aile işletmelerinin hâkim olduğu bir tarımsal yapı mevcuttur. Zaman içinde işlenen arazilerdeki genişlemeyle birlikte, işletme sayısı da artış göstermiştir. Ortalama işletme arazisi 60 dekar civarındadır. Özellikle miras ve arazi hukukundaki düzenlemelerle birlikte, ortalama işletme arazisinin daha da artması beklenmektedir. Türkiye’de tarım işletmelerinin %80’inden fazlası küçük işletmelerdir.
Türkiye Ziraatçiler Derneği Raporu’nda belirtildiğine göre: “Tarım Bakanlığı verilerine göre ülkemizde 22 milyon parsel tarım arazisinde 3 milyon 100 bin işletme bulunuyor. Bu da her işletmenin ortalama 7 parça araziden oluştuğunu ortaya koyuyor. Günümüz tarım işletmeciliğinde çok özel bazı bahçe ürünleri ve seracılık dışında bu kadar küçük ve parçalı işletmelerde modern bir işletmecilik yapılması mümkün değildir.
Türkiye’de işlenebilir tarım arazileri 1980-90 arasında tümüyle işletmeye açılmıştır. O zamandan bu yana, kentleşme nedeniyle bazı tarım arazilerinin yitirilmesi ve aşırı parçalanma nedeniyle ekonomik olmaktan çıkan küçük toprak parçalarının ekilmemesi nedeniyle ekilen arazi miktarı azalmıştır.
Arazi parçalanması sorunu, genel olarak Türkiye’de arazi dağılımındaki büyük eşitsizliğin bir parçasıdır. Öyle ki günümüzde 5 hektardan küçük 2 milyon civarında işletmenin (işletmelerin %65’i) işlediği alan 20 hektardan büyük ve 175 bin işletmenin (işletmelerin %5’i) işlediği alanın üçte ikisi civarındadır.
Son yıllarda tarımsal arazilerden önemli sayılabilecek miktarı, o güne kadar kırsalda yaşamayan ve üreticilik yapmayan yeni girişimciler tarafından satın alınarak işletmecilik yapılmaktadır. Bu eğilim, bir yandan gelecekte tarım işletmelerinde önemli el değiştirmelere ve işletme büyüklüklerinin artmasına, daha modern tarım yapılmasına imkân verebilecekken; diğer yandan kırsal alanda sosyal dengesizliklerin artmasına, eski arazi sahibinin yeni arazisinde işçi olarak çalışmasına yol açabilecektir.
Türk tarımında uzun yılların birikimi olan tarım nüfusunun fazlalığı, işletme büyüklüğü, tarım alanlarının amaç dışı kullanımı, girdi kullanımı, tarımda örgütlenme ve destekleme, tarımsal sanayi ve standartlar gibi ciddi yapısal ve finansal sorunlar vardır. Tarım işletmelerinin küçülmüşlük ve çok parçalılığı, gelişmiş teknoloji kullanımının yetersizliği, sulama etkinliğinde düşüklük ve üretici örgütlenmesindeki yetersizlik gibi sorunlar Türk tarımının yıllardır çözülemeyen temel yapı sorunlarıdır.
Türkiye’de tarım işletmelerinin %90’dan fazlası verimli işletmecilik yapılamayacak kadar küçük ve parçalıdır. Tarımsal yapıdaki sözü edilen sorunlar nedeniyle işletmelerde verim artırıcı önlemler alınamamakta ve modern tarım teknikleri gerektiği gibi uygulanamamaktadır.
Arazi toplulaştırması; aynı şahsa veya çiftçi ailesine ait, çeşitli nedenlerle, ekonomik üretime imkân vermeyecek biçimde veya toprak muhafaza ve zirai sulama tedbirlerinin alınmasını güçleştirecek derecede; parçalanmış, dağılmış, şekilleri bozulmuş, dağınık küçük arazi parçalarının ve hisselerinin bir araya getirilerek, muntazam şekiller halinde birleştirilmesi, bütünleştirilmesi ve işletmelerin yeniden düzenlenmesi işlemi olarak tarif edilebilir.
Arazi toplulaştırma çalışmaları şu hususları kapsamaktadır:
İşletmelerin çok parçalılığını gidermeye yönelik olarak miras yoluyla bölünmesinin önlenmesi amacıyla Türk Medeni Kanunu ile 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nda 2014 tarihinde yayınlanan 6537 sayılı kanun ile yapılan değişikliğin uygulamasının etkin yapılması ve denetlenmesi önem arz etmektedir. Yeni yasa ile asgari tarım arazisi büyüklüğü ve yeterli gelirli tarım arazisi büyüklüğü kavramları tanımlanmış, belirlenen büyüklükteki tarımsal araziler üzerinde gerçekleştirilecek mülkiyeti aktarıcı nitelikli işlemlerin yanı sıra, intikal ve miras taksimi işlemlerinde önemli değişiklikler getirilmiştir. Bu değişiklikle, tarım arazileri Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından belirlenen büyüklüklerin altında ifraz edilemeyecek, hisselendirilemeyecek, pay ve paydaş sayısı artırılamayacaktır.
Arazi toplulaştırma işlemlerinde; yukarıda bahsedilen kanuna ilaveten geçerli mevzuatlar;
Zaman içinde kiracılık ve ortakçılık gibi yöntemleriyle üretim yapan işletme sayısında artış yaşanmıştır. Bu durum işletmelerin ölçek büyütme stratejilerini uyguladıklarının bir göstergesi olabilir. 1980 yılıyla karşılaştırıldığında zamanla, işletmelerin üretimde uzmanlaşmaya gittikleri söylenebilir.
Geçmişle kıyaslandığında, bitkisel üretim yapan işletme sayısında artış, karma üretim yapan işletme sayısında ise azalış olmuş, belli ölçüde işletmelerde ihtisaslaşmaya gidildiği görülmüştür. Tarla alanlarında zaman içinde azalmaya karşın, sebze ve meyve-bağ alanlarında artış olmuştur. Bu durum fazla işgücü gerektiren tarla tarımı yerine, daha az işgücü gerektiren sebze ve meyve tarımının tercih edildiği, özellikle meyvecilikte kısa mevsim işgücüyle gerekli işlerin şehirden gelerek yapılabildiği şeklinde yorumlanabilir.
Sektörde faaliyet gösteren işletmelerin küçük ölçekli ve parçalı oluşu ile etkin olmayan örgütlenme yapısının yanı sıra yetersiz pazarlama altyapısı gibi sorunlar, verimliliğin ve üretici gelir düzeyinin yükselmesi önündeki başlıca engellerdir.
Hedefler, Stratejiler ve Politikalar:
Günümüzde sözü edilen küresel iklim değişikliği, fosil yakıtların yakılması, arazi kullanımı değişiklikleri, ormansızlaştırma ve sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleriyle atmosfere salınan sera gazı birikimlerindeki hızlı artışın doğal sera etkisini kuvvetlendirmesi sonucunda Yerküre’nin ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışı ve iklimde oluşan değişiklikleri ifade etmektedir.
Küresel ısınmadan en çok etkilenen ülkelerden biri olan ülkemiz, bilinenin aksine su zengini değil, su sıkıntısı çeken ve kısa bir süre sonra su fakiri ülke olmaya aday bir ülkedir (TZD, 2011).
İklim değişikliği konusu stratejik ve Türkiye’nin geleceğini derinden etkileyecek mahiyettedir. Bu bilince önce devlet düzeyinde ulaşmak gerekmektedir.
Küresel iklim değişikliği, yerkürenin uzun jeoloji tarihi boyunca yaşanan iklimin doğal değişkenliğine ek olarak insan etkinliklerinin neden olduğu bir durumdur. Buna paralel olarak, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nde (BMİDÇS) iklim değişikliği, “karşılaştırılabilir bir zaman döneminde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan etkinlikleri sonucunda iklimde oluşan bir değişiklik” biçiminde tanımlanmaktadır (MGM).
Yerkürenin beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen bu sürece doğal sera etkisi denmektedir.
İklim değişikliğinin Türkiye’deki olası başlıca etkileri:
2030’lu yıllara kadar tarımsal üretimin önemli bir kısmının iklim değişikliğinin etkilerinden olumlu yönde etkileneceğini göstermektedir. Ne var ki bundan sonra ve özellikle 2060’lı yıllardan sonra hemen hemen bütün ürünlerin verimleri belirgin bir şekilde kötüleşecektir. Tahıllar gibi geleneksel ürünler iklim değişikliğinden oldukça olumsuz bir şekilde etkilenecektir. Meyve üretimi üzerindeki etkiler de özellikle son dönemde oldukça olumsuzdur. Tarımsal ürünlerin verimlerindeki bu değişimlerin ekonomik etkileri de ciddidir. İklim değişikliğinin sebep olduğu verim ve sulama gereksinimlerindeki değişimler üretim deseni ve göreceli fiyatları sert bir biçimde değiştirecektir. Bunun sonucunda tarım ve gıda üretimi önemli ölçüde azalacak, bu ürünlerin fiyatları ise buna paralel olarak ciddi oranda yükselecektir. Kıyı bölgeleri iklim değişikliğinin ekonomik etkilerinden 2060’lı yıllara kadar daha az etkilenecek ancak bundan sonra bu etkiler önemli ölçüde kötüleşecektir. Verimlerin düşmesinin önlenmesi önemli ölçüde sulama altyapısının geliştirilmesi ve iyileştirmesiyle mümkün olacaktır. Uzun vadede sulama gereksiniminin artacağı dikkate alındığında tarımda su kullanımının daha etkin hale getirilmesi gerekmektedir. Kuraklığa dayanıklı türlerin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, su verimliliğini artıracak tekniklerin ve fiyatlama mekanizmalarının uygulamaya konulması iklim değişikliğinin etkilerini azaltabilir. Sorunun karmaşık ve dinamik yapısı nedeniyle, çözüm önerilerini geliştirmeye başlamak için bile tarımsal Ar-Ge çalışmalarının desteklenmesine ihtiyaç vardır (TİM Tarım Raporu, 2016).
Ülkemizin de içerisinde yer aldığı Akdeniz Havzası, küresel iklim değişikliğine karşı yerkürenin en hassas bölgelerinden birisidir. Akdeniz Havzası’nda gerçekleşecek 2°C’lik bir sıcaklık artışı, beklenmeyen hava olayları, sıcak hava dalgaları, orman yangınlarının sayısında ve etkisinde artış, kuraklık ve bunlar dolayısıyla biyolojik çeşitlilik kaybı, turizm gelirlerinde azalma, tarımsal verim kaybı ve en önemlisi kuraklık olarak etkilerini hissettirecektir.
Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz, ekstrem hava olaylarına alışmamızı öğütlüyor ve günlük alışkanlıklarımızı buna göre değiştirmemiz gerektiğini söylüyor.
5386 Sayılı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) iklim değişikliği sorununa karşı küresel tepkinin temelini oluşturmak üzere 1992 yılında kabul edilmiş ve 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 194 tarafı bulunmaktadır. Türkiye sözleşmeye yönelik Kyoto Protokolü’ne 2009 yılında taraf olmuştur.
Türkiye Su Enstitüsü (SUEN), Türkiye’nin su stratejilerinin geliştirilmesi konusunda karar vericilere destek olmak ve Türkiye’nin uluslararası su politikalarını biçimlendirilmesi sürecinde daha geniş ve etkin katılım sağlamak maksadıyla 2011 yılında kurulmuştur.
Yapılan etütlere göre ekonomik olarak sulanabilecek 8,5 milyon hektar alanın 2011 yılı sonu itibari ile toplam 5,61 milyon hektarı sulamaya açılmıştır. Bu miktarın 3,32 milyon hektarı DSİ tarafından inşa edilmiş modern sulama şebekesine sahiptir. 1,3 milyon hektarı mülga Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü (KHGM) ve İl Özel İdareleri tarafından işletmeye açılmıştır. Ayrıca, yaklaşık 1 milyon hektar alanda halk sulaması yapılmaktadır. 2023 yılında ekonomik olarak sulanabilir 8,5 milyon hektar arazinin bugün itibarıyla sulanmayan 2,89 milyon hektarlık kısmının da genel müdürlüğümüz tarafından işletmeye açılması hedeflenmiştir (DSİ). 2023 yılı itibariyle tahmini sulama dağılımı 6,5 milyon ha DSİ tarafından, 1,5 milyon ha KHGM-İL Özel İdareleri ve 0,5 milyon ha halk sulaması şeklindedir.
Öncelikle, devredilen toplam sahanın %95’ini oluşturan tesislerin 1.922.529 hektarını devralan 368 sulama birliği ile 99.525 hektarını devralan 108 kooperatife, işlevlerine uygun bir hukuki altyapı kazandırmak amacıyla hazırlanan Sulama Birlikleri Kanunu 2011 yılında yürürlüğe girmiştir. Mahalli İdare Birlikleri Kanunu’na göre kurulmuş olan sulama birliklerinin onsekiz ay içinde durumlarını bu kanuna uygun hale getirmek zorunluluğu getirilmiştir.
Su kuyuların %55 sulamada kullanılmaktadır. Kaçak açılan kuyu sayısı bilinmektedir. Toplam kuyu sayısının %70’inin kaçak açılan kuyular olduğu söylenmektedir.
Bu kanunla, birliklerde istihdam edilen en üst yöneticinin görevine son verilebilmesi için DSİ bölge müdürünün uygun görüşünün alınması zorunluluğu getirilmesi, birliklerin bazı yetkilerini kullanmada bakanlığın vesayeti altında olacağı şeklinde itirazları getirmiştir.
Devir mekanizmasını düzenleyen mevcut mevzuatın boşluklarını gidermenin ötesinde su kaynaklarının tarımda etkin kullanımını sağlamak için katılımcı su kullanım yönetimini güçlendirmeyi de amaçlayan bu kanundan sonra, bir an evvel uygulamaya geçilebilmesi açısından, ikincil düzenlemelerin ivedilikle hazırlanması önem taşımaktadır.
Toprak ve su kaynaklarının korunması, geliştirilmesi, kırsal alanda su temini ve kullanılmış suların uzaklaştırılması hizmetleri, arazi toplulaştırma ve tarla içi geliştirme hizmetleri ile birlikte planlanır. Tarla içi geliştirme hizmetleri; tarla yolları ve sanat yapıları, açık ve kapalı drenaj, sulama tesisleri, kimyasal maddeler kullanılarak arazi ıslahı, toprak muhafazası ve dere yatağı ıslahı gibi faaliyetleri kapsar.
AB Komisyonu Türkiye-AB ilişkilerindeki gelişmeleri, “Su kalitesi konusunda çok sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. Su kirliliğinin kontrolüne ilişkin mevzuat, izin usullerini düzenlemek amacıyla değiştirilmiştir. İlgili kurumlar arasında koordinasyonu artırmak ve AB müktesebatına daha fazla uyum için stratejiler ve politikalar geliştirmek amacıyla su kalitesi yönetimi konusunda üst düzey bir yönlendirme komitesi kurulmuştur. Su yönetimine ilişkin kurumsal çerçeve bölünmüştür ve nehir havzası düzeyinde örgütlenmemiştir. Bir dizi havza koruma eylem planı taslağı hazırlanmış olup bu planlar, ilerde nehir havzası yönetim planlarına dönüştürülecektir.” şeklinde rapor etmiştir.
AB Komisyonu Gelişme Raporu’nda; “Doğa koruması konusunda ilerleme kaydedilmemiştir. Sulak alanların korunmasına ilişkin yönetmelikte yapılan değişiklik, Sulak Alanların Uluslararası Önemi Sözleşmesi kapsamında korunan sulak alanların korunma durumunu zayıflatmıştır. Doğa korumasına ilişkin sorumluluk çeşitli yetkili kurumlar arasında açık bir şekilde paylaştırılmamıştır. İklim değişikliğine ilişkin olarak çok sınırlı ilerleme kaydedilmiştir. Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından bir ulusal iklim değişikliği stratejisi kabul edilmiştir. Ayrıca, Çevre ve Orman Bakanlığı bünyesinde bir İklim Değişikliği Dairesi kurulmuş ve kamu kurumları arasında koordinasyonu artırmak için bir iklim değişikliği üst düzey koordinasyon komitesi oluşturulmuştur.
Sorunlar ve Çözüm Önerileri; Stratejiler ve Politikalar:
Türkiye, dünya üzerindeki müstesna konumu itibarıyla bitkisel genetik kaynaklar ve çeşitlilik açılarından dünyanın nadir ülkelerinden biri sayılmaktadır. Bu zenginliklere kültür bitkilerinin yerel çeşitleri de dâhildir. Türkiye’nin flora zenginliği, iklim çeşitliliği, toprak varlığı ve su kaynaklarının tarım için elverişli oluşu Türkiye’yi eşsiz bir konuma oturtmaktadır. Genetik çeşitliliği olan ürünlerin Türkiye’deki ekimi sürecinde doğal flora zenginliğine zarar vermeyecek mahiyetteki bir ekim rejimi, stratejik önem taşımaktadır. Yeni tohumculuk yasası bağlamında bu durumun kavrandığı görülmektedir. Uygulamada da bu duyarlılık sürdürülmelidir.
Biyolojik zenginliğin yanında bunların kullanımıyla ilgili çok zengin bir geleneksel bilgi birikimi de oluşmuştur.
250.000 bitki örneği potansiyel saklama kapasiteli, dünyanın 3. büyük Tohum Gen Bankası da yine 2010 yılı içerisinde hizmete açılmıştır.
Tarih boyunca geçmiş medeniyetler yerel çeşitlerden çok iyi bir şekilde yararlanmıştır. En az 500 nesilden bu yana babadan oğula devredilen bu miras, değeri biçilemeyecek bir genetik kaynak birikimi oluşturmuştur. Bu çeşitler bir yandan etrafındaki yabani akrabalarıyla gen değişimi yaparken bir yandan da nesiller boyunca çiftçilerin seçimi sonucu daha büyük meyveli, homojen tohum olgunluğuna sahip, tane dökmeyen, yatmaya dayanıklı, daha iyi tada ve albeniye sahip, daha yüksek verimli yerel çeşitler ortaya çıkmıştır (Karagöz, 2017).
Karagöz’ün (2017) bildirdiğine göre; ülkemizdeki biyolojik çeşitlilik zenginliği, geçmişte Vavilov, Zhukovsky ve Harlan gibi araştırmacı bilim adamlarının dikkatini çekmiştir. Bu çeşitlerin Sovyetler Birliği’nin çeşit geliştirme çalışmalarına çok büyük katkıları olduğu ve hatta ıslah çalışmalarının temel materyali olduğu rapor edilmiştir.
Ülkemizin yetiştirdiği en önemli bilim adamlarından Mirza Gökgöl, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye’nin hemen her yerinden getirdiği yerel çeşitler üzerinde yoğun çalışmalar yaparak buğdayda 18.000 adet farklı tip ve bu tipler arasından 256 yeni varyete tanımlamıştır. Materyalin elden geçirilmesi sonucu “yerel çeşitlerin, ıslahçılar için sonsuz bir kaynak” olduğu ifade edilmiştir (Gökgöl, 1939).
Yerel çeşitlerin azalması sürekli ve önüne geçilemez bir süreçtir. Günümüz koşullarında yerel çeşitlerin ekiliş alanlarını zaman içinde yüksek verimli çeşitlere bırakması kaçınılmazdır.
Karaağaç ve Balkaya (2017), ülkemizin soğan, bezelye ve pazı türlerinin birincil gen merkezi, havucun ise ikincil gen merkezi konumunda olduğunu; Anadolu’nun kavun, hıyar, yazlık kabak, bal kabağı, taze fasulye, baş-lahana ve bakla türleri için mikro gen merkezi olduğunu aktarmaktadır.
Türkiye, endemik sebze türleri yönünden önemli bir zenginliğe sahiptir.
Son yıllarda üreticinin elinde bulunan farklı niteliklere sahip ve yerli olan sebze çeşitleri kaybolmaya başlamıştır. Bununla birlikte; ülkemizde tüketicilerin alım gücünün duyarlılığının artması ve bilinçlenmesi ile birlikte daha kaliteli ve farklı damak tatlarına sahip olan ürünlere daha çok talep olmaya başlamıştır. Bunun sonucunda, köy domatesi ve köy biberi gibi farklı tipte çeşitlerin ıslah edilmesi ve yaygınlaşması sağlanmıştır.
Genetik kaynakların ve yerel çeşitlerin toplanması, tanımlanması, muhafazası, değerlendirilmesi ve tohumluğunun “yerel çeşit” tanımına uygun bir şekilde ticarileşmesi konusunda gayretler devam etmelidir. Ancak genel olarak yaygın üretimi yapılan bitki çeşitlerinin tohumluklarına karşı, genetiği değiştirilmiş, bozulmuş, ebter tohum gibi olumsuz ve yanlış kampanyaların özellikle görsel medya şarlatanları tarafından yapılması kabul edilebilir bir durum değildir. Ayrıca yerel tohum takas şenlikleri adı altında önemli ölçüde yerel çeşit tohumlukları yabancı kişilerce toplanıp yurt dışına götürüldüğü de yaygın bir durumdur. Yerel tohum takas etkinliklerinin bakanlık ve tohumcu yetkili kuruluşlar (Türkiye Tohumcular Birliği, TÜRKTOB) gözetimi ve denetiminde, gerçek amacı doğrultusunda ve beklenen fayda elde edilmesine yönelik olarak yapılması önemlidir. Bunların düzenlenecek mevzuat çerçevesinde tescili ve tohumluk üretimlerin yapılmasına yönelik çalışmalar devam etmektedir
Tohumculuk piyasasında sertifikalı tohumluğun kullanılması esas olmalıdır; yerel çeşit kavramının sertifikalı tohumculuğun önüne çıkarılması uygun olmayacaktır.
Hedefler, Stratejiler ve Politikalar:
Kaynaklar:
Çakmak, E., Dudu H. ve Öcal N. (2009). Tarım Sektöründe Etkinlik Analizi. TEPAV yayını, Ocak 2008.
Dünya GDO Raporu. (2010). Tarımsal Biyoteknoloji Uygulamaları İçin Uluslararası Hizmetler Enstitüsü (ISAAA)
Ekonomik Rapor. (2009). TOBB.
Günaydın, G. (2009). Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar – GDO ve Gerçekler. GDO Panel, Samsun, 2009.
Kalkınma Bakanlığı (2014). Gıda Ürünleri ve Güvenilirliği, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Onuncu Kalkınma Planı 2014-2018, Yayın No: KB: 2867 – ÖİK: 717, Ankara.
OECD‑FAO Agricultural Outlook 2017‑2026.
Onuncu Kalkınma Planı Bitkisel Üretim Özel İhtisas Komisyonu 1. Taslak Rapor, Kasım 2012
T. C. Kalkınma Bakanlığı Onuncu Kalkınma Planı 2014-2018 Bitkisel Üretim Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Ankara, 2014.
TÜBİTAK Vizyon 2023. Bilim Ve Teknoloji Öngörüsü Projesi.
Türkiye’nin Stratejik Vizyonu 2013 Projesi “Tarım, Gıda ve Hayvancılık” Stratejik Vizyon Belgesi, 2014.
Karagöz, A. (2017). Yerel Çeşitlerin Geçmişteki ve Günümüzdeki Durumu. TÜRKTOB Dergi 23: 4-7.
Karaağaç, O. ve Balkaya, A. (2017). Türkiye’de Yerel Sebze Çeşitlerinin Mevcut Durumu ve Islah Programlarında Değerlendirilmesi. TÜRKTOB Dergi 23: 8-15.
Kan, M ve Kan, A. (2017). Yerel Çeşitlerin Korunmasında ve Üretimin Sürdürülebilirliğinde Kadınlar. TÜRKTOB Dergi 23: 18-21.
Gökgöl, M. 1935. Turkey’s Wheats, V.I (in Turkish). İstanbul. Tarım Bakanlığı, İstanbul Yeşilköy Tohum Islah İstasyonu Yayını: 7. p. 436.