Yükleniyor...
Son dönemlerde, “Türkiyeli” kavramı kullanılarak Türklere yönelik ırkçı bir kampanya yürütülmektedir. Kendi sözde etnik kökenlerinin telaffuzunda beis görmeyen bir tayfa, “Türk” kelimesinin kullanılmasını önlemek için böyle ucube bir kavramı zihinlere yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu durum karşısında, “Türk” olduğunu ifade edenler ise ırkçılık ile itham edilmektedir.
Söz konusu “Türkiyelilik” projesi, bu laf salataları ile sınırlı değildir. Bu güruh, bir asır önce Antropolojik kafatası verilerinin kullanıldığı gibi bugün de pozitif bilimlerin verilerini kullanarak kafa karışıklığı yaratmak suretiyle projelerine kuramsal bir temel oluşturmaya çalışmaktadır. Bu verilerin başında, genetik çalışmalarından derlenen Y-DNA ve MtDNA verileri gelmektedir. Toplum içerisinde bu disipline ait kavramlara aşinalık düşük olduğundan, aynı çevreler bu durumu kendilerince kafa karıştırmak için uygun bir araç olarak kullanmaktadırlar. DNA haplogrup dağılım verilerine dayanarak, Anadolu’da kendilerini “Türk” olarak isimlendirenlerin aslında Türk olmadıklarını kanıtlamaya çalışmaktadırlar.
Teknik terimlere mümkün olduğunca girmeden, bu kavramların neler olduğuna kısaca baktıktan sonra bu güruhun bu verileri ne şekilde kullanmaya çalıştığına değineceğiz.
Y-DNA, Y kromozomundaki DNA’da meydana gelen mutasyonları gruplandırmak için kullanılan bir terimdir. Bu gruplandırmalarda her bir gruba “haplogrup” adı verilmektedir. Y kromozomu, nesil başına yaklaşık iki mutasyon geçirmektedir. Yani yüzyıllar içerisinde sürekli değişmektedir. Çok sayıda insan tarafından taşınan bu değişimler, SNP olarak adlandırılmaktadır. Burada haplogrupları bir ağacın ana dalları olarak tanımlarsak, SNP’ler de bu ana dallardan çıkan alt dallara benzetilebilir. Bunlar zamanda geriye doğru takip imkânı sağlayarak; binlerce yıl önce yaşayan erkek atalara ilişkin bilgi sağlayabilmektedir. Haplogruplar J, R1a, R1b, N, L, Q, G vb. şekillerde isimlendirilmiştir. Bu isimlendirmelerin çoğu birkaç on bin yıl önce farklı insan topluluklarının Y kromozomlarında meydana gelen mutasyonları etiketlemektedir. İnsanların DNA’sı incelenerek hangi haplogruptan geldikleri tespit edilebilmektedir.
Şimdi, Türkler açısından önem arz eden başlıca Y-DNA haplogruplarından bahsedelim. Aşağıdaki haritada yaklaşık 43.000 yıl önce ortaya çıkan J haplogrubunun yayılım alanı görülmektedir.
Harita 1. J Haplogrubunun Dağılımı
Haritada görüldüğü üzere, 43.000 yıl gibi uzun bir zaman önce ortaya çıkan J haplogrubu, günümüzde çok geniş bir coğrafyaya yayılmış haldedir. Tarihinden de anlaşılacağı üzere, insanların henüz birkaç düzineyi aşamayan popülasyonlarda, avcı-toplayıcı gruplar halinde yaşadıkları Paleolitik (Eski Taş) devrinde ortaya çıkmıştır.
Harita-2’de R1a haplogrubunun dağılımı gösterilmiştir.
Harita 2. R1a Haplogrubunun Dağılımı
R1a haplogrubu, yaklaşık 25.000 yıl önce ortaya çıkmıştır. Yani tıpkı J haplogrubunda olduğu gibi bu dönemin insanları da göçebe bir yaşam tarzına sahip olup, avcı-toplayıcı karakterdeki birkaç düzinelik nüfusa sahip kabileler şeklinde örgütlenmişlerdir. Torunları geniş bir coğrafyaya yayılarak R1a’yı bugün birçok milletin terkibinde yer alacak şekilde yaymışlardır.
Harita-3’de R1b haplogrubunun dağılımı gösterilmiştir.
Harita 3. R1b Haplogrubunun Dağılımı
R1b haplogrubu, 14.000 – 18.000 yıl önce Mezolitik (Orta Taş) devrinde ortaya çıkmıştır. Bugün özellikle Batı Avrupa’da yoğun görülse de çıkış noktası Batı Asya olarak tahmin edilmektedir. Çoğu haplogrup için benzer durumlar geçerlidir. Çünkü bu haplogrupların ilk ortaya çıktığı Taş devrindeki insanlar, belirli bir coğrafyada yerleşik olmayan göçebe avcı-toplayıcı kabilelerdir. Dolayısıyla parçalanan ve yeni oluşan obalar şeklinde pek çok coğrafyaya yayılmışlardır.
Harita-4’te G haplogrubunun dağılımı gösterilmiştir.
Harita 4. G Haplogrubunun Dağılımı
G haplogrubu, yaklaşık 30.000 yıl önce Kafkasya’da ortaya çıkmıştır. Bu dönemin insanları da yukarıdakilerle benzer şekilde Taş devri insanlarıdır.
Türk etnogenezini ilgilendiren daha çok sayıda haplogrup olsa da meselenin anlaşılması açısından bu kadarı yeterli olacaktır. Ortaya çıkışlarını takip eden sonraki binyıllarda, bu haplogrupların her birinin kendi içerisinde çok sayıda alt dala ayrıldığını da unutmamak gerekir.
Bu haplogruplara mensup insanlar, ilk kez Taş devrinde ortaya çıkıp, birbirlerinden kopuk, avcı-toplayıcı yapısındaki küçük gruplar halinde dünyaya yayılmışlar ve yer yer birbirleriyle etkileşime girmişlerdir. Bu halleriyle bunların hiçbirisi hiçbir milletin çekirdeğini teşkil edecek kültürel üretim ortamına sahip değillerdir. Günümüzde konuşulan gelişmiş dil sistemlerinin (Türkçe, Arapça, İngilizce vd.) birkaç bin yıllık olduğu göz önüne alınırsa, bahsi geçen haplogrupların ortaya çıktığı birkaç on bin yıl önceki insanların durumlarıyla ilgili daha sıhhatli değerlendirmeler yapılabilir.
Tüm Taş devirleri (Paleolitik-Mezolitik-Neolitik) boyunca binlerce yılda gerçekleşen toplumsal hareketler sonucunda, farklı haplogruplardan terkip olunmuş insan kitleleri, farklı muhitlerde yerleşik yaşama geçerek ve kültürler üreterek sonradan ortaya çıkan farklı devletlerin ve milletlerin harcını oluşturmuşlardır. Paleolitik, Mezolitik ve Neolitik devirlerdeki göçler göz önünde bulundurulduğunda nasıl bir hercümerç ile karşı karşıya olunduğu anlaşılabilir. İlk kez Afrika’da ortaya çıkan Homo Sapiens, birkaç on bin yılda Asya ve Avrupa’ya yayılmış, bununla da kalmayarak 42.000 – 17.000 yıl önce Bering Boğazı üzerinden Amerika kıtalarına dahi geçmiştir. Bu yolculukları esnasında farklı toplulukların Y kromozomlarında ortaya çıkan mutasyonlarla farklı haplogruplar ortaya çıkmıştır. Haplogrupların alt gruplarının sayısı oldukça fazladır. Bunların takip edilmesiyle çok daha fazla veriye ulaşılabilse de haplogrupların J, N, Q gibi sınıflandırılarak incelenmesi verilerin oldukça kaba bir şekilde değerlendirildiği anlamına gelmektedir. Bunlarla milli kimlik tayini yapmak mümkün değildir.
Millet karakteristiğindeki topluluktan önce aşiretlerden veya aynı yerleşim yerinde yaşayan hemşerilerden bahsedilecek topluluklar ortaya çıkmıştır. Etnik açıdan daha konsantre olan aşiretler dahi farklı haplogrupların kombinezonlarından oluşmuştur. Örneğin kültürleriyle en karakteristik Türk aşiretlerinden olan Avşarlarda L haplogrubu %57 oranında görülürken, bu haplogrubun Türkiye Türklerinin genel dağılımındaki oranı %7, Özbekistan’da %20, Uygurlar, Kırgızlar ve Türkmenler gibi Türkistan Türklerinde ise %3-4 civarlarındadır. Diğer yandan Rakka’da %51, çok “alakasız” bir coğrafyadaki Venediklilerde %10 oranında görülmektedir.
Türkiye’deki katılımcılardan alınan numunelerin sonuçlarından yola çıkarak, Türklüğü çok sayıda milletin karışımı gibi gösterme gayretinde bulunan çevreler, bunu yaparlarken; diğer milletleri ve hatta kendi etnik kökenlerini oluşturan haplogrup terkiplerinden bahsetmemektedir. Oysa yukarıda gerekçesiyle belirtildiği gibi söz konusu haplogrupların oluşumu Taş devirlerinde meydana gelmiş ve o dönemlerden itibaren dünyanın çeşitli coğrafyalarına yayılarak millet karakterine erişecek toplulukların harcına çok önceden katılmıştır (bunu aşağıda somut örnekler üzerinden inceleyeceğiz).
Bugün Türkiye ve Azerbaycan’da yaşayan Batı Türklüğü, yaklaşık 1000 yıl önce Türkistan’daki soydaşlarından ayrılarak mevcut coğrafyalarına göç etmişlerdir. Türklüğün doğu ve batı şeklinde ayrılan bu iki ana grubu arasındaki genetik benzerlikler, “Türkiyelilik” adı altında kusulanların saçmalığını açıkça ortaya koymaktadır. Türkistan’ın doğu ucundaki en kalabalık Türk kitlesini Uygurlar teşkil etmektedir. Uygurlar üzerinde gerçekleştirilen çalışmalar, Anadolu Türkleri arasında da yaygın görülen J haplogrubunun Uygur Türklerinde %26; R1a haplogrubunun %23; R1b haplogrubunun ise %19 oranında görüldüğünü göstermektedir. Anadolu Türkleri ise bu Y-DNA gruplarına sırasıyla %24, %8 ve %16 oranında sahiptir. Kuzey Irak Kürtleri arasında gerçekleştirilen bir çalışmada elde edilen verilere göre bu haplogruplar ile ilgili sonuçlar sırasıyla %36, %8, %7 şeklindedir. Kürtlerdeki R1 oranı, Ataları yaklaşık 20.000 yıl önce Amerika kıtasına geçen Mayalarla, Türklerdeki R1 oranı ise ABD Kızılderilileri ile yaklaşık oranlardadır. Bunun yanında Anadolu Türklerinde %11 oranında görülen G haplogrubu, Kuzey Irak Kürtlerinde de aynı oranda görülmektedir. En belirgin farklılık, Kürtlerde E haplogrubunun yüksek oluşudur (Kürtlerde %17, Türklerde %0,4). E haplogrubu, günümüz toplumları içerisinde en çok Kuzey Afrika ve Doğu Afrika’da yaşayanlar arasında görülmektedir.
Anlaşılacağı üzere Y-DNA analizleri üzerinden yürütülen Türk karşıtı propagandanın tüm (sözde) argümanları, diğer milletler ve etnik gruplar için de kullanılabilir. Ancak belirli çevreler bunu sadece Türklük üzerinden yürüterek Türk gençleri içerisinde bir kafa karışıklığı meydana getirme gayreti içerisindedirler. Haplogrupların oluştuğu dönemler ve Dünya üzerindeki insan hareketliliğinin Taş devirlerine varan kökenleri göz önünde bulundurulduğunda; bu haplogruplara mensup insanların on binlerce yıl öncesinden itibaren (Dünya üzerindeki hiçbir millet oluşmadan on binlerce yıl önce) karışarak değişik karakterlerdeki toplumların teşekkülüne zemin hazırladığı rahatlıkla söylenebilir. On binlerce yıl önce Amerika kıtasına geçen Kızılderili gruplarının Asya ve Avrupa’da yaşayan günümüz milletleriyle genetik benzerlikleri bunun en büyük delilidir. Ancak bu tip bir düşüncede senkronizm hatası yapmamak gerekir. Senkronizm hatası, zaman ve mekânla bağıntılı tarihi olguların, zaman ve mekân faktörlerinden birisinin manipüle edilmesi suretiyle değerlendirildiği durumlarda gerçekleşmektedir. Yalnızca son göçler göz önünde bulundurularak yapılan değerlendirmeler, bu haplogrupların on binlerce yıllık tarihi boyunca gerçekleşen göçleri yok saymak anlamına gelir ki bu bariz bir senkronizm hatasına sebep olur. Örneğin Türkler arasında yaygın olarak görülen J haplogrubunu somut arkeolojik ve genetik veriler ışığında inceleyerek yapılanın ne tür bir saçmalık olduğunu görebiliriz. J haplogrubu, nüfus olarak günümüzde daha çok Arap milletinin yaşadığı coğrafyalarda yoğunlaşmıştır. Ancak J haplogrubunun oluştuğu 43.000 yıl önceki insanlar veya J1 haplogrubuna mensup olan 15.000 yıl önceki insanlar Arap değildir. Çünkü o dönemlerde yaşayan insanlar, birkaç düzineyi geçmeyen, millet denilebilecek seviyedeki kültür üretiminden yoksun popülasyonlarda yaşayan avcı-toplayıcı insan gruplarıdır. Bugünkü Arabistan ve çevresinde, tarihin değişik devirlerinde yerleşik yaşama geçen ve çoğunluğu J haplogrubuna mensup olan insanlar, sonraki bin yıllarda Arap kültürünü oluşturan haplogrup harcında yer almışlardır. Ancak onlardan 15.000-20.000 yıl önce ayrılarak Kafkasya, Avrupa veya Doğu Asya’ya yayılan J haplogrubu mensupları, başka kültürlerin yaratılmasında rol oynayıp Araplıkla zerre ilgisi olmayan başka milletlerin harcında bulunmuşlardır. Bugünkü dağılıma bakarak “Arabistan’da J çok yoğun, J’ler Arap’tır” gibi bir çıkarım senkronizm hatasıdır. Şimdi somut örnekler üzerinden bu duruma bir göz atalım.
Başlıktaki isimler her ne kadar tarihî ve kültürel olarak birbirleriyle ilgisiz olsalar da hepsinin ortak genetik bir özelliği bulunuyor.
J haplogrubu 43.000 yıl önce ortaya çıkmıştır. Bu haplogrubun içerisindeki mutasyonlarla sonraki on bin yıllarda J’nin alt grubu olan başka haplogruplar da ortaya çıkmıştır. Bunun en bilinenlerinden birisi J1 haplogrubudur. Bu alt grup yaklaşık 17.000 yıl önce ortaya çıkmıştır. Günümüzde çoğunlukla Arap coğrafyasında karşılaşılmaktadır. Bu yüzden günümüzde Anadolu Türkleri arasında görülen J1 haplogrubu, malum çevreler tarafından, Orta Çağ’da Türkistan’dan gelen “etnik” Türklerin Anadolu coğrafyasında karıştığı yerli topluluklardan birisi olarak gösterilmektedir. Bu tipik bir senkronizm hatasıdır. Arkeoloji ve genetik verileri bambaşka bir hikâye anlatmaktadır. İlginç bir örnek olarak Hz. Muhammed , Venedikli Haham Rabbi Meir Katzenellenbogen, Amerikalı kâşif William Clark (1770-1838) ve Karayip Korsanı Matthew Lowe’un (1690-1760) aynı ortak atadan gelen J1 haplogrubu mensupları olduklarını söyleyerek başlayabiliriz. Sayılan isimler çok farklı kültür havzalarında farklı milliyetlere mensup insanlar olmalarına rağmen hepsi bugün Arap ülkelerinde yoğun görülen J1 haplogrubuna mensuplar. Türklerde görülen J1 haplogrubunu Arap olarak isimlendirmek; Amerikalı kâşif William Clark’ın, Karayip Korsanı Matthew Lowe’un ve Venedikli Haham Rabbi Meir Katzenellenbogen’ın ve farklı milletlerden milyonlarca insanın Arap olduğunu iddia etmekle aynı şeydir. Pekâlâ, tüm bu milliyet farklılıklarına rağmen, aynı haplogruba mensubiyet nasıl mümkün olabiliyor? Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bunun sebebi J1’in veya diğer herhangi bir haplogrubun herhangi bir milleti tanımlamamasıdır. J1 ve diğer büyük haplogruplar, Arap (veya herhangi başka bir millet) dili ve kültürü dahi oluşmadan binlerce yıl önce farklı coğrafyalara yayılarak farklı haplogrup mensuplarıyla kombinezonlar oluşturdukları yeni topluluklara hayat vermişlerdir. Bunun somut örnekleri için Tablo-1 incelenebilir.
Aşağıda çeşitli arkeolojik alanlardan ve tarihi şahsiyetlerden alınan örneklere ait veriler sunulmuştur. Bu örneklerin tümü J1 haplogrubuna mensup olup (tıpkı yukarıda saydığımız isimler gibi) 17.000 yıl önceki ortak bir atanın soyundan gelmektedirler:
Tablo 1: J1 Haplogrubuna Mensup Antik Y-DNA Buluntuları
Tablo 1’de görüldüğü üzere J1 haplogrubuna mensup, muhtelif tarih öncesi ve tarihî devirlerdeki insanlar; Asya, Avrupa ve Afrika’nın muhtelif coğrafyalarında yaşamışlardır. Kültürel olarak avcı-toplayıcı, Anav, Afanasiyevo, Hun, Macar, Romalı, Antik Mısırlı vb. havzalara mensup olan çok sayıdaki insan, aynı zamanda yukarıdaki örnekte isimlerini verdiğimiz tarihi şahsiyetlerle de aynı genetik kökeni paylaşmaktadır. Antik mezarlardan elde edilen buluntular üzerinde gerçekleştirilen DNA testleriyle ulaşılan bu sonuçlar; J1 haplogrubunun, İslamiyet’in yayılışı esnasında gerçekleşen Arap yayılımından yüzlerce ve binlerce yıl öncesinde milletler ve devletlerin teşekkül etmediği dönemlerde gerçekleşen göçlerle çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olduğunu kanıtlamaktadır. Bu durum diğer haplogruplar için de geçerlidir.
Avrupa’nın ortasında, Alplerde bulunan Buz Adam Ötzi’nin Y-DNA sonucu ve mensubu olduğu haplogrubun bugünkü dağılımı göz önünde bulundurulursa, bu veriler üzerinden yapılan manipülasyonların anlamsızlığına yönelik somut bir örnekle daha karşılaşılmaktadır. MÖ 3400-3100 yılları arasında yaşadığı tespit edilen Ötzi’nin cesedi, Avusturya-İtalya arasındaki Alplerde bulunmuştur. Ötzi’nin Y kromozomu G haplogrubu olarak tanımlanmıştır (haritası yukarıda verilmişti). Harita-4’e bakılırsa G haplogrubunun bugün daha çok Kafkasya, Türkistan ve İran’da yoğunlaştığı görülmektedir. Alt gruplara odaklanıldığında coğrafya konusunda biraz daha konsantre sonuçlara ulaşılabilse de doğrudan ana ve büyük alt haplogruplar üzerinden gerçekleştirilen kimlik tartışmaları yersizdir.
Türklere yönelik ırkçı saldırıda, senkronizm hatası bilinçli şekilde kullanılmaktadır. Teorilerine göre; az sayıdaki “etnik” Türk, Anadolu’nun kalabalık “yerli” halkıyla karışmıştır. Buna göre Anadolu’da görülen haplogruplar, Anadolu “yerli” halklarına isnat edilmektedir. Oysa aynı yöntemle, E haplogrubu ile ayrışan Kürtler Kuzey Afrikalı, R1 oranı çok yüksek çıkan İskoçlar Türk ilan edilebilir. Bu örnekleri tüm haplogruplara uyarlamak mümkündür. Hâlbuki aynı haplogruplar, Türkistan Türklerinde ve hatta Ötzi örneğinde de görüldüğü üzere çok ilgisiz coğrafyalarda dahi karşımıza çıkmaktadır.
Özetle, haplogruplar millet veya etnik grup değildir. Neredeyse her milletin ve etnik grubun terkibinde belirli oranlarda yer alan, farklı genetik mutasyonlara sahip taş devri insan topluluklarının etiketleridir. Sonraki dönemlerde oluşan alt dalların da kökenleri bu gruplardır. Maden devirleri, İlk ve Orta Çağlar boyunca gerçekleşen göç ve fetih hareketleri de eklendiğinde haplogrupların karışımları daha da artmıştır. Dünya üzerinde yalnızca bir haplogruptan oluşan herhangi bir millet yoktur. Milletlerin karakteristik özelliklerinin oluşumunda bu haplogrup kombinezonlarında taşınan kan bağının ve genetik havuzun etkisi olsa da millet adı verilen topluluğa milli kimliğini veren araçlar, bizzat o toplum tarafından; yaşadığı coğrafya ile etkileşim içerisinde binlerce yıl içerisinde yaratılan dil ve kültürdür.
Bu konularda Osman Çataloluk’un “Türk’ün Genetik Tarihi”; Gumilev’un “Etnogenez” ve “Son ve Yeniden Başlangıç” eserlerinden çapraz okuma suretiyle faydalanılabilir. Alan uzmanlarının, bu konuları popüler bilim üslubuyla ele aldıkları çalışmaların sayısını arttırarak toplumumuzu bu ırkçı saldırıya karşı aydınlatmaları gerekmektedir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Haplogrup_J_%28Y-DNA%29#/media/Dosya:Haplogrupo_J_(Y-DNA).png
https://en.wikipedia.org/wiki/Haplogroup_R1a#/media/File:Mapa_de_R1a.png
https://en.wikipedia.org/wiki/Haplogroup_R1b#/media/File:Haplogrupo_R1b_(ADN-Y).png
https://tr.wikipedia.org/wiki/Haplogrup_G_(Y-DNA)#/media/Dosya:Haplogrupo_G_(ADN-Y).PNG
https://tr.wikipedia.org/wiki/Haplogrup_L-M20_(Y-DNA) (Erişim tarihi: 15.08.2024).
https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrklerin_genetik_tarihi (Erişim tarihi: 15.08.2024). Vikipedi’nin ilgili sayfasından verilerin alındığı akademik çalışmalara ulaşılabilmektedir.
Albarzinji vd. (2022). Population genetic study of 17 Y-STR Loci of the Sorani Kurds in the Province of Sulaymaniyah, Iraq. https://bmcgenomics.biomedcentral.com/articles/10.1186/s12864-022-09005-6
http://mbe.oxfordjournals.org/cgi/reprint/21/1/164 (Erişim tarihi: 12.08.2024).
https://www.familytreedna.com/pdf/HammerFSIinpress.pdf
Türkler arasında, 32.000 yıl önce ortaya çıkan J2 haplogrubu daha yaygın görülse de J1’in günümüz Arap coğrafyasında daha fazla konsantre olmasından dolayı, farklı bir etnik gruba mensubiyet konusunda daha iddialı olan J1’e yönelik karşılaştırmalar yapılmıştır.
Hz. Muhammed’in dedesinden intikal eden Y-DNA özelliklerinin, ailenin tüm erkek bireylerinde nesiller boyu (seyyidler) taşınıyor oluşu, Y-DNA haplogrubunun tespit edilebilmesini mümkün kılmaktadır.
Bu metin akademik bir çalışma olmadığı için kaynaklar açık künye ile yazılmamıştır. İlgi duyan okuyucu, tablodaki “isim” ve “kaynak” bölümlerinde yer alan ifadeleri anahtar kavram olarak kullanmak suretiyle özgün kaynaklara ulaşabilirler. Tabloda yer alan buluntu örnekleri, yüzlerce benzer örneğin içerisinden temsilen seçilmiştir. Bazı örnekler için aynı özelliklere sahip çok sayıda buluntu mevcuttur. Günümüze yakın olan buluntuların sayısı daha çok olsa da haplogrupların antik dönemlerde farklı coğrafyalara yayılmış olduğu iddiasını desteklemek amacıyla hazırlanan tabloda yalnızca eski örneklerden birkaçı sunulmuştur.
Örneklere ait isimler, ilgili akademik çalışmalara ulaşmada anahtar kavram olarak kullanılabilmeleri için özgün çalışmalarda geçtiği şekilde verilmiştir.
Bazı yer isimleri, okuyucunun ilgili kaynaklara kolay ulaşabilmesi için özgün kaynakta geçtiği şekliyle kullanılmıştır.