Yükleniyor...
Bilge Ercilasun’un, Yılmaz Özdil’in Atatürk ile ilgili son 3
kitabını değerlendirdiği yazı dizisinin 5. bölümüdür.
Yazı dizisinin 1. bölümü
Yazı dizisinin 2. bölümü
Yazı dizisinin 3. bölümü
Yazı dizisinin 4. bölümü
Atatürk üçlemesinde ele alınan konular şunlardır: Mustafa Kemal’in hayatı, Kuvayı Milliye’nin oluşumu ve önemi, Millî Mücadele’de kağnı ve telgrafın rolü, basın ve propaganda, kadın, eğitim, ekonomi, İstiklal Savaşı esnasında yaşanan kıyım ve tecavüzler, Cumhuriyet’in ilanından sonra yapılan devrimler, oluşturulan kurumlar… Bütün bunların Mustafa Kemal’in geniş vizyonu sayesinde gerçekleştiği vurgulanmış, onun kişisel özellikleri ve kabiliyetleri belirtilmiştir(“İnsan biriktirme”, kitap sevgisi, tarih merakı, matematiğe bağlılık, üstün bir kültür ve sanat anlayışı…).
Kitaplarda Mustafa Kemal’in “insan biriktirme” adı altında çevresiyle olan iletişimi birkaç şekilde anlatılıyor. Atatürk daima insanlarla iyi ilişkiler kurmuş, insan seçmesini bilmiş ve onlarla ömrü boyunca temasını kesmemiştir. Önceden tanıdığı ve güvendiği kimseleri Millî Mücadeleye çağırması, İstiklal Savaşında esir düşen kahramanları yıllarca takip ederek onları esaretten kurtarması ilk aklımıza gelen davranışlarıdır. Hayatı boyunca insanları bizzat takip etmiş ve vefa, kahramanlık veya liyakat gösterenleri vakit geçirmeden değerlendirmesini bilmiştir. Türklerle birlikte İstiklal Savaşına katılan ve kahramanlık gösteren Rum, Ermeni, Yahudi gibi azınlıklara İstiklal Madalyası verilmesi, onun dikkatinin ve hassasiyetinin bir başka cephesidir.
Kitaplarda Mustafa Kemal’in hayatına dair, savaşlara ve devrimlere dair pek çok orijinal ve özel bilgiler toplandığını görüyoruz. Atatürk’ün özel hayatı, kullandığı eşyalar, yabancıların Atatürk hakkındaki düşünceleri ve görüşleri, devrimlere olan yaklaşımları, yabancılarla olan temasları, ayrıca insani ilişkiler, zevkler, eşyalar kurumlar, insanlar, sosyal hayat ve sosyal münasebetler anlatılıyor.
Cumhuriyet kurulduktan sonra toplumun büyük bir değişim yaşadığı, elbirliği ile Atatürk’ün gösterdiği istikamette yürümeye hazırlandığı, yeniliklere hazır olduğu ve onları yürekten benimsediği görülüyor. Toplumun Atatürk’e ve dolayısıyla devrimlere büyük bir destek gösterdiği açıktır. Atatürk de bütün bunları tek başımıza değil halkın desteğiyle yaptık, demektedir. Anka Kuşu’nda Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen devrimler anlatılırken devrimlerin arkasında yatan felsefe ve düşünce yapısı da verilmekte, çağdaşlık ve bilimsellik vurgulanmakta, toplumun büyük bir istekle, inanarak ve güvenerek Atatürk’ün izinde yürümekte kararlı olduğu anlaşılmaktadır.
Büyük bir emek mahsulü olan bu kitaplar bir bütünlük arz ediyor. Yazar uzun yıllar bu konu üzerinde çalışmış, arşivleri tarayarak pek çok bilgi ve belgeye ulaşmıştır. Bu kitapların, yeni nesiller için kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Yazar gençlerin ve herkesin (toplumun bütün kesimlerinin) anlayacağı bir dil kullanmış, Millî Mücadele’de olanı biteni anlatarak yaşanan trajediyi gözler önüne sermiş bulunuyor. Özdil uzun süreli, sabırlı, titiz ve dikkatli çalışması sayesinde Mustafa Kemal ve olaylar hakkında pek çok bilinmeyene de ulaşmış ve hepsini topluma ulaştırmayı başarmıştır.
Bir başka konu, bu kitapların sadece Mustafa Kemal’in hayatını, Millî Mücadele’yi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında gerçekleştirilen devrimleri anlatmakla kalmayıp olayları günümüze kadar getirmesi ve günümüzle ilgi kurmasıdır. Ayrıca bunların ağır birer eleştiri kitabı olduğunu da görüyoruz. Yazarın sadece o günleri anlatmakla kalmadığını, kazanılan ve kaybedilen değerlere bakarak ileriye dönük mesajlar verdiğini söyleyebiliriz. Bu bakımdan kitapların önemli bir özelliğinin güncellik olduğunu belirtebiliriz. Yazar olayları ve insanları günümüze kadar takip etmiş ve akıbetlerini ve başlarına gelenleri yazmıştır (Kubilay’ı katledenleri asan Divan-ı Harp Başkanına daha sonraki yıllarda yapılan haksız muamele, bunlardan sadece biridir, Anka Kuşu, s. 186-187). Kitapların güncellik taşıdığını, zaman zaman da Türk toplumuna eleştiriler içerdiğini söylemek mümkündür.
Yazar Millî Mücadele’de yaşanan olayları, kahramanlık gösteren insanları, dünyanın dört bir tarafına dağıtılan Türk esirleri unuttuğumuzu, hatta hiç bilmediğimizi, bütün bunlardan toplumun hiç haberi olmadığını söyler. Bunların filmlerinin, belgesellerinin yapılmadığını, romanlarının yazılmadığını belirtir. Bunun büyük bir vefasızlık ve kadirbilmezlik olduğunu ifade eder. Bu durumun bir başka sebebinin de, bütün bunları unutturmak (veya olayları saptırmak) için yobazların ve gericilerin gösterdikleri gayret olduğunu hatırlatır. Kitaplarda yeri geldikçe toplumun eksiklikleri ve kusurları da dile getiriliyor. Koyu bir gaflet ve cehalet, vefasızlık, kadirbilmezlik, kitaplarda sık sık vurgulanıyor.
Yazarın eleştiri konusunda en çok ele aldığı şey, yaşanmış olayların ve insanların filmlerinin yapılmamasıdır. Bu noktada yazar adeta feryat ediyor, gösterdiği ve anlattığı olağanüstü örneklerle toplumu sarsmak ve uyandırmak istiyor. Bu konuda somut örnekler veriyor ve Batı ile karşılaştırıyor. Verdiği bu örneklerle toplumun eksiği daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. İşte bu konuda, bu düşünce ve davranış biçiminde, toplum ile Atatürk’ün tavrı arasındaki tezat, derin ve büyük uçurum belirmiş oluyor. Atatürk’ün, toplumdan, hatta kendi devrinden çok ileri olduğu, sadece geçmişi ve hâlihazırı görmekle kalmayıp geleceği de isabetle değerlendirdiği açıkça anlaşılıyor.
Anka Kuşu’nda Atatürk’ün on beş yıl içinde neler başardığı, medeniyet ve çağdaşlaşma yolunda toplumun nasıl ilerlediği, ama bugüne gelene kadar yobaz-bölücü işbirliği ile kazanımların nasıl kaybedildiği anlatılıyor. Açılan ve yok edilen tesisler hakkında geniş bilgiler veriliyor. Zaman içinde Türk hükümetlerinin yaptığı yanlışlardan bahsediliyor (özellikle dış politikada). Kitabın yazılış amaçlarından biri de bu diye düşünüyorum.
Atatürk üçlemesi adını verdiğimiz bu kitaplar, tür olarak belgesel niteliği taşımaktadırlar. Aslında bunlara belgesel roman demek hiç de yanlış olmaz. Her üç kitap da roman tadında, roman üslubuyla kaleme alınmış belgesellerdir. Olaylar ve kişiler romana yakışır bir hareketlilikle anlatılıyor. Adeta roman kahramanları gibi ele alınıyor. Bu kitapları romandan ayıran taraf, hiç birinin kurgu olmaması, tamamen gerçek olaylara dayanması ve yaşanmış olmasıdır. Bu bakımdan çok daha değerli ve önemlidirler.
Olayların yazar tarafından bir roman üslubu ve akıcılığı içinde kurgulanmış oldukları da söylenebilir. Kitaplarda çok vurucu ve çarpıcı hikâyeler, olaylar ve insanlar olduğu görülüyor. İstiklal Savaşı boyunca mucizevi olayların kahramanı olmuş ve başarmış kişiler az değil. Yazar olayları kaleme alırken merak ve çekicilik, sürükleyicilik unsurlarını öne çıkarmış, akıcı, hareketli, heyecanlı bir tonla olayları anlatmış. Anlatımda hâkim olan unsurun gerilim olduğu söylenebilir. Bu bakımdan macera romanı gibi heyecanla okunuyor. Yazar, Türkçeyi kullanma konusunda oldukça mahir… Canlı, akıcı, çarpıcı bir üslup… Yer yer kelime oyunları yapıyor, tekrarlar yapıyor, böylece belirtmek istediği konuları öne çıkarıyor ve vurguluyor. Özdil’in çok akıcı ve tesirli bir dili var. Yer yer edebî ve estetik bir söyleyişe ulaşıyor. Orijinal benzetmeler yapıyor. Düşüncelerini ilgi çekici mecazlarla veya ifadelerle pekiştiriyor.
Yazarın üslupta tekrardan faydalandığını söylemiştik. Özdil sadece kelimeleri veya cümleleri değil, konuları da tekrar ediyor. Bu bakımdan kitaplarda görülen önemli bir özellik de tekrar unsurudur. Yazar önemli konuları tekrar etmekte, aynı konuları birden fazla yerde almaktadır. Bunlar arasında eğitim meselesi, kağnı, telgraf, film eleştirisi, kadınların rolü, Atatürk’ün kadın hakkındaki düşünceleri ve kadınlara önem vermesi, kültür ve sanatın önemi, eşyalar, objeler, mimari eserler, sofra ve yemek, yaşayış gibi konular bulunuyor.
Yılmaz Özdil buradaki olayların bir kısmını önemli günlerde günlük yazılarında da yazıyor. Onun bu davranışını doğru buluyorum, hatta gerekli görüyorum. Çünkü tekrar önemlidir ve ne kadar tekrar edilirse o kadar çok akılda kalır, zihinlerde yer eder. Ayrıca bazı önemli konular, kitabın hacimli sayfalarında arada kalmaktan ve unutulmaktan kurtulur. Daha fazla yaygınlık kazanır, çünkü bir günlük köşe yazısının yayılım alanı, kitabınkinden çok daha geniştir. Bence bunu yapmaya devam etmelidir.
Burada kitaplarda gördüğüm teknik bir eksikliğe işaret etmek istiyorum. Bu kitaplarda, başka hiçbir yerde bulunmayan birtakım önemli bilgiler var. Bunlar için dipnotu kullansaydı daha iyi olurdu. Bu kadar uzun sürede yapılan titiz bir çalışma aynı zamanda bilimsel bir nitelik de kazanacaktı. Yazarın böyle bir iddiası olmadığını biliyoruz ama ilk defa burada ifade edilen bazı gerçeklerin başka yerlerde de tekrarlanmasına ve genel kabul görmesine, umumileşmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Umarım bundan sonraki baskılarında bu eksiklik giderilir. Hiç değilse bazı nüshalara (az sayıda basılmış bazı baskılar da olabilir) bazı olaylara dipnot verilerek kaynak eklenmeli, ayrıca bir de dizin eklenmeli, diye düşünüyorum.
Atatürk üçlemesinin, türü farklı da olsa, ilk yazıda tanıttığımız romanlardan pek de uzak olmadığı görüşündeyim. Birinci yazımda Atatürk hakkında kaleme alınmış biyografik ve belgesel romanlardan bahsetmiştim. Üçlemenin bu romanlardan daha geniş bir alana yayıldığı, daha geniş bir kitleye ulaştığı görülüyor. Bunun bir sebebi Özdil’in aynı zamanda bir köşe yazarı olması ve kitaplardaki bilgileri köşesinde de zaman zaman kullanmasıdır. Ama bu durumun, yazarın bakış tarzından ve orijinal yorumlarından da kaynaklandığını düşünüyorum.
Kitaplarda okuduğum pek çok hikâyeden etkilendim ve acı duydum. Kaybettiklerimize, vefasızlıklarımıza, unutulan insanlara üzüldüm. Çünkü hafızası olmayan bir toplum, mazisine sahip çıkmayan bir toplum, kendi büyüklerini unutan, geçmişini bilmeyen bir toplum acınacak bir haldedir ve geleceğine de sahip çıkamaz. Ne yazık ki bütün bunlar, bugün nasıl bu hale geldiğimizin açık bir göstergesi… Ama geç de olsa bunlardan ders çıkarılabilir, ibret alınabilir, hatalar ve yanlışlar bu suretle giderilebilir. Geç de olsa bunları telafi edebiliriz. Eğer biz kendimizi toplum olarak toparlayabilirsek, eğer aklımızı başımıza devşirebilirsek, geçmişte kaybettiklerimizi tekrar kurabilir, böylece eskilere olan vefa borcumuzu ödeyebiliriz, onları sonsuza kadar kurdukları binalarda, hizmetlerde yaşatabiliriz. Bu ümidimi asla kaybetmeyeceğim.