Yükleniyor...
Bursa’da, Devlet Tiyatroları’nın önderliğinde her yıl ilkbaharda “Balkan Tiyatroları Festivali” yapılıyor.
Bu yıl onuncusu düzenlenen söz konusu festival, Ephraim Kishon’un yazdığı, Hale Kuntay’ın dilimize çevirdiği, Ali Volkan Çetinkaya’nın yönettiği ‘Tarla Kuşuydu Juliet’ adlı oyunla 4 Mart’ta başladı.
Festivalde; Kuzey Makedonya, Sırbistan, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Kosova ve Yunanistan ekipleri yer aldı. Türkiye’den beş, yurtdışından altı, toplamda on bir farklı oyunla on beş temsil seyirci ile buluştu/buluşuyor.
Ben de 11 Mart’ta ‘Rumuz Goncagül’ adlı oyunu seyretme fırsatı buldum.
Yüksek müsaadenizle izlenimlerimi ve oyuna dair gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.
Türk tiyatrosunun önemli yazarlarından Oktay Arayıcı’nın yazdığı ve Zafer Algöz’ün yönetmen koltuğunda oturduğu piyeste 70’li yılların sonlarında değişen sosyal yapının ve ekonomik hayatın etkisiyle adını, varlığını ve çaresizliğini çözmeye çalışan kadınların sıkışmışlığı çağdaş bir orta oyunu dünyasından anlatılıyor.
Timur Selçuk da müzikleri ile bu dünyaya eşlik ediyor.
Oyunun konusu şöyle:
İstanbul’un tarihi semtlerinden birinde eskimiş olan bir evde kızı (Gülsün) ile yaşayan İnsaf Hanım, kocasından kalma emekli maaşı ile geçinemeyince kendi kiracı olduğu evin bir odasını Sıtkı’ya kiralar.
“Rahmetli Ruhi Bey becerip bir ev sahibi edebilseydi bizi, bu hâllere düşer miydik?”
İçine düştüğü geçim sıkıntısı ve toplumsal baskılara bir de giderek değişip dönüşen kent hayatının zorluğu eklenince İnsaf Hanım, bu sıkışmışlığın içinden kendince bir çıkış yolu bulur ve kızının bir evi, bir güvencesi olması için “Goncagül” rumuzu ile gazeteye ilan verir.
Ancak ilana iki yüz altmış bir talipten yanıt gelince hepsiyle görüşemeyeceğini anlayan İnsaf Hanım, kiracısından yardım ister. Sıtkı, anne ve kızına yardımı kabul eder ve talipliler ile o da görüşür. Sonrasında ise olaylar bir anda içinden çıkılmaz hâle gelir.
“Hani sevgi yüce bir duyguydu; beni neden aldattınız?”
Gizlice sevdiği Sıtkı’nın aşkından habersiz olan Gülsün, beklediği sevgiyi ararken eve gelen taliplilerin tek derdinin çıkar olduğunu ve aldatıldığını anlaması ile umutsuzluğa düşse de güvendiği sevgiye tutunur.
Rumuz Goncagül 1977’de yazılmış fakat bugün hâlâ geçerliliğini koruyor.
Gazetelerde rumuzlarla eş aramanın yerini modern yöntemler almış durumda.
Erkek tahakkümü varlığını koruyor ve bunun destekçileri arasında maalesef kadınlar da var.
Mesela oyunda Gülsün’ün annesi İnsaf Hanım Sıtkı’ya şöyle diyor:
“Erkek değil misin? Yeri geldi mi masaya yumruğunu vuracaksın!”
E bugün de bizzat erkek çocuklarına cinsiyetinin kutsiyetini (!) ikrar eden anneler yok mu?
Erkek olmanın gerektirdiği davranışlar (!) kadınlar eliyle çocuklara empoze edilmiyor mu?
Yine oyunda, o yıllarda çok eşliliğin varlığını ve toplumca gayet tabiî bir şekilde karşılandığını görüyoruz.
Günümüzde her ne kadar toplumsal meşruiyetini yitirse de çok eşlilik olgusu ne yazık ki hâlen mevcut.
Başka bir sahnede, nikâh memuru rolündeki oyuncu bağlı olduğu yasalara ve mevzuata aykırı davranamayacağını söyleyince hazır bulunan diğer kişilerden mealen şöyle dönütler alıyor:
“Ya bir defa da her şey kanuna uygun olmayıversin.”
“Biz nikâhı kıyalım resmî işlemler arkadan gelir.”
O yıllarda ve hatta 2020’lerin Türkiye’sinde halkın azımsanmayacak kısmı bu biçim düşünüyorsa yönetim kademesinin şu sözleri sarf etmesi şaşırtıcı mıdır sizce?:
“Anayasa’yı bir defa delmekle bir şey olmaz.”
“Fiilî durumu hukukî hâle getirelim.”
Buradan hareketle demem odur ki balık baştan kokmaz.
Ama baştan bile kokmaya başladıysa alarm zilleri çalıyor, demektir.
Dolayısıyla orada oturup bir düşünmek gerekir.
Yazar sosyal mesajını kiracı Sıtkı Bey üzerinden veriyor olsa gerek. Bu yüzden ilgili sahneyi aktarmakta beis görmüyorum:
Sıtkı Bey, komşusu Gülsün olduğunu bilmeden Goncagül rumuzlu kişiye mektup yazar. Yazdığı mektupta şunlar sıralanır:
“Neden kocanızı iş hayatınızdan, çevrenizden değil de gazeteye duyuru yayımlayarak arıyorsunuz?
Neden peşin peşin ev kadınlığını seçiyorsunuz?
Kocanızın eline bakarak yaşamaktansa en azından bir işe girip hayatınızı kazanmanız daha doğru değil mi?
Eğer bir işe girip çalışmayı kabul ederseniz evlenebiliriz.”
Kuşkusuz 70’li yıllardan bu yana kadınların iş gücüne katılımı arttı ve ekonomik alanda daha bir özgürler.
Fakat bu durumun sorunlarımızı azalttığını tam anlamıyla söyleyemeyiz. Çünkü kadına karşı her türlü şiddet ve cana kast etmeler hız kesmeden devam ediyor.
Demek ki ortada ‘para’ ile çözülemeyecek kadar ciddi bir mesele var. Çözümün zihinsel bir devrimde olduğu da açık. Bunun yolu da önce aile sonra da okulda verilen eğitimden geçiyor.
Evden ve okuldan sağlıklı bir ahlakî anlayış edinmeden sosyal hayata karışan her birey tehlike arz ediyor. En büyük sermayemiz nüfusumuzken bu nüfusun kendi ayağımıza sıktığımız bir araç olmasını engellemeliyiz. Aksi takdirde ortaya çıkacak sosyal enkazın istisnasız hepimiz altında kalacağız.
İşe kullandığımız dile dikkat ederek başlayalım, şu erkek egemen cümleleri ve değer yargılarını bir kenara bırakalım, derim.