Yükleniyor...
Aziz okuyucular bugün size uzaklardan, çook uzaklardan söz edeceğim. Finlandiya’dan. Günümüzün ulaşım araçlarıyla aslında çok yakın Finlandiya. Fakat ben sizi 1930’ların başındaki Finlandiya’ya götürmek istiyorum. Helsinki ve Tampere şehirlerine.
O tarihlerde Finlandiya’da yaklaşık 600 kişilik bir Tatar Türkleri cemaati var. İdil – Ural bölgesinden gelip buraya yerleşmişler. 90 kadar aile. Kimliklerini unutmamak için Türkiye’den öğretmenler çağırıyorlar. İşte bu öğretmenlerden biri de San’an Azer. Asıl adıyla Mehmet Sadık Aran.
Mehmet Sadık 1895’te Zengezur’un Sisyan bölgesinde doğmuş. 1918-1920 arasındaki bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nde milletvekili. Bolşevik Ruslar Azerbaycan’ı işgal edince yer altına çekiliyor, sonra da hapsediliyor. 1924’te İran üzerinden Türkiye’ye geliyor. Azerbaycan için dergiler çıkarıyor, yazılar yazıyor. 1927’de Atsız’ın sınıf arkadaşı. Atsız diyor ki:
“O bir ülkü ve mücadele adamı olduğundan Azerbaycan’ın kurtuluş davası için çalışmaya mecburdu. Bu sebeple Fakülteyi bıraktı.”
1931-1933 yıllarında Finlandiya’dadır. 1931 yılının Kasım ayında “Rusyanın tahakkümü altında bulunan 30 milyonluk Türk akvamı pek ağır felaket günleri yaşamakta ve bu vaziyetten kurtulmak için mücadele etmektedir. İşbu kurtuluş mücadelesini terviç ve müdafaa maksadile biz de neşriyata başlıyoruz.” diyor ve ayda bir çıkacak olan Yeni Turan gazetesini yayımlamaya başlıyor.
Aman Allahım, bu gazetede neler var! Sevil Abbasoğlu (İrevanlı) ile Atilla Jorma Yeni Turan gazetesini 2020 yılında kitap hâlinde yayımlamışlar.
Kitabı elime alınca önce lise yıllarıma gidiverdim. O beyaz kapaklı Ergenekon Yolları kitapçığını Kemeraltı’ndaki kaldırım kitapçısından almıştım. Namık Kemal haykırışına benzeyen şu mısraları hiç unutmamıştım: Görmeden karışsam eğer nisyana / Hasretle ruhumda duyduklarımı / Mezarımdan söküp vurun düşmana / Ölürken sıkılmış yumruklarımı.
Sonra 1960’lardaki üniversite yıllarım. Azerbaycan’ın hüznünü gözlerinin karasında taşıyan o yumrukları sıkılmış adam, Millî Türk Talebe Birliği’nin konferans salonunda konuşuyordu. O heyecanlıydı, biz heyecanlıydık. İstanbul’un bir avuç Türkçü genci idik.
Sevil – Attila çiftinin hazırladığı kitabı karıştırmaya başlayınca 1930’ların Finlandiya’sındaki o Türk cemaatinin içinde buldum kendimi. Turan Ocağı’nı kurmuşlar; Azerbaycan’ın, Türkistan’ın kurtuluş günlerini kutluyorlar. Türkiye’den Sadri Maksudi Beyi çağırmışlar. “Helsinki’de talebe yurdunun muhteşem salonu”nda kimler yok ki!… “Maruf âlimler, muharrirler ve yüksek mehâfile mensup şahsiyetler.” Konuşmayı Fransızcadan Finceye kim çeviriyor dersiniz? Altay dilleri teorisinin kurucusu Ramstedt.
Solofka adası. Kuzey Buz Denizi’nde. Kızıl Ruslar nice Türk’ü oraya sürmüşler. Çoğu donarak ölmüş. Üç Kırgız genci kaçarak Finlandiya’ya sığınmış. Mehmet Sadık ve Finlandiya’daki Tatar Türkleri kol kanat germişler onlara.
Rus cehenneminden Türkiye’ye, İran’a, Horasan’a, Çin’e kaçan Türklerin haberleri. İsim isim. Onlardan birini ben de dinlemiştim 1969’da. Iğdır’ın Yukarı Alican köyünde 71 yaşındaki Muharrem Gerni anlatıyordu, ben teybe kaydediyordum. Ailenin yarısı Rus kurşunlarıyla öldürülmüş. Kurtulanlar Alican’a gelmiş. Meğer o yıllarda kızıl cehennemden kaçan ne çok insan varmış.
Mehmet Sadık Aran nâm-ı diğer San’an Azer “nisyana” karışmamıştır (unutulmamıştır). Ne diyordu Atsız:
“Aziz kardeşim Mehmet Sadık Aran! Sen son fişeğe kadar çarpışan bir cephe askeri gibi ülkü vazifeni yaptıktan sonra aramızdan ayrıldın. Her ne kadar ölmek, yaşamamak anlamına geliyorsa da bir bakıma göre insanlar anıldıkça yaşıyorlar demektir. Herhâlde daha uzun zaman dillerde anılacak, sonra da Türkçülük tarihindeki yerini dolduracaksın.”