Yükleniyor...
YouTube’un yeni yeni yaygınlaşmaya başladığı yıllarda bir video izlemiştim. Yerel kanalların birinde, belli ki alnı secdeye değen, aksakallı bir hocanın sorulara cevap verdiği programdan bir kesitti. Soru şuydu: “Şu anda zikir çekiyorum. Efendimiz bana söyleyebilir mi acaba tabiyetim kabul olmuş mudur?” Hoca “Bilmiyorum.” diyor. Gözlerini kapatıp başını öne eğiyor, on saniye sonra bir “ııııhh” nidasıyla “Evet evladım tabiyetin kabul olmuş.” diyordu.
Bu sahneyi izlemeseydim de biri bana anlatsaydı İhsan Oktay Anar romanlarından bir anın canlandırması olduğunu zannederdim. Ama gerçekti. Sonradan öğrendiğime göre hoca, çok sayıda müridi olan bir tarikatın şeyhiymiş. Peygamber olduğunu da söylemiş. Zaten videodan da bu iddiasını ispatlamaya gayret ettiği anlaşılıyordu. İlk tepkim gülmek oldu, sonra da düşündüm. Güldürürken düşündüren bir gösteriydi. Bu adam nasıl oluyor da insanları bu kadar kolay kandırabiliyordu. Peki, Hz. Muhammed’in son peygamber olduğuna inanan insanlar, nasıl oluyor da başka birinin peygamber vasıfları taşıdığına inanıyordu? Bunları düşünmek zor olduğu için kolay yolu seçtim, güldüm geçtim.
Yukarıdaki canlı vahiy gösterisi başarısız olmuş olacak ki bu tarikat, diğerleri kadar popüler olamamış. Hoca “Şeyh uçmaz, mürit uçurur.” sözünü duymamış olacak ki kendini uçurmaya çalışmış. Belki de müritlerin uçurmasını bekleyecek kadar sabırlı değildi, kim bilir? Hoca diğer başarılı(!) şeyhlerin gizemli olma kuralını da umursamamış görünüyor.
Geçtiğimiz günlerde vefat eden başarılı şeyhlerin birinden birkaç örneğe bakalım. Müritlerden biri anlatıyor: “Bir gün Mahmut Efendi hazretlerinin talebelerinden biri kayıkla gezerken kayık alabora olur. O da devrilir. Suya batmak üzereyken birden bağırır: ‘Himmet ya Mahmut Efendi!’ Mahmut Efendi hazretleri suyun üzerinden gelir, talebesini kurtarır. Kayığın üzerine çıkartır, gözden kaybolur. Adam hemen kurtulduktan sonra koşar İsmail Ağa’ya ‘Hizmet ve hürmet ile efendim, bize böyle bir himmetiniz ulaştı teşekkür ederim’ der. Mübarek ‘Evladım hatırlamıyorum.’ der. Hazret öyle demekle beraber, Allahuteala hazretleri ya onun suretinde bir melek yaratıp ona himmet istediği için göndermiştir yahut da mübarek kendini gizlemiştir. Biz bu esrarı bilemeyiz.” (Cümleler videodan olduğu gibi alındı.)
Bir başka mürit, şeyhlerinin ağzının değdiği suyu içen yeni müritlerin kaderinin nasıl değiştiğini anlatıyor. İzlemek isterseniz buyrun.
Bir başkası, nasıl ki peygamber efendimizi tanıtmak, anlatmak, tarif etmek mümkün değilse nurlarıyla kâinatı aydınlatan tüm zamanların mürşid-i kâmili efendi hazretlerinin de tanıtılamayacağını söylüyor.
Bu tarikatın ekran yüzlerinden Cübbeli Ahmet namlı hoca, Azrail’in efendilerine geldiğini, onun da “Gelmek istemiyorum.” dediğini anlatıyor. “Olur mu bu? Olur çünkü her peygambere ne verildi? Muhayyerlik. Ne demek? İster gel, ister kal.” Veliler de bu ayrıcalıktan faydalanabiliyormuş!
Diğer tarikatlarda da benzer anlatıların olduğunu biliyoruz. Şeyhi müritler uçuruyor, şeyh de “Uçuyorum.” demiyor, ama göklere çıkıp manzarayı seyrederek keyfine bakıyor. Yine de bazen olağanüstü özelliklerinden bahsetmeyi ihmal etmiyor:
“Yarın ahirette kabirden çıkan bir adamı azap melekleri yakalasa, azaba götürürlerken yaka paça, ‘Ben Nakşibendi tarikatının Halidi kolundanım.’ dese bırakırlar.”
“Şeyhin şeklini hayal etmek, düşünmek, Hakkın zikrinden daha faziletlidir.”
“Bir mürid mürşidi için ‘niye emrediyor, niçin yasaklıyor’ derse mürid olamaz. Çünkü inat ediyor, inatla bu iş olmaz.”
“Eğer sen, bir şeyhe bağlanmadan bin sene kendi başına Allah’a kavuşmak için inleyip dursan, böylece O Mevla Tealayı bulman mümkün değildir.”
“Ashabı kehf’in köpeği Allah dostlarının yanından ayrılmadı biz de ayrılmayalım.”
“Ruhul furkan tefsirini yazmayı bize Resulullah emretti.”
Mahmut Ustaosmanoğlu’nun kadın müridi de çok olacak ki cenazesine katılmamaları için özel çağrı yapıldı. Kadınlar için aşağıdaki sözleri söyleyen bir kişinin, kadınlar tarafından sevilmesi ve saygı görmesi de akıl alır gibi değil ama Anadolumuz bize aklımızın almayacağı şeyleri kurcalamamamız gerektiğini öğrettiği için bu bahsi burada kapatalım.
“Ben kadınların dükkân açmasını asla helal görmüyorum.”
“Kadından memur olmaz. Kadınlar mektebe gitmez. Duymadık demeyin.”
“Kadın sokakta gezecek bir şey değildir, erkeğe gözükecek bir şey değildir.“
“Kadın en dayanılmaz şeydir, onu görmeyeceksin.”
“Dana kadar kızları veriyorsunuz liseye, aklınız mı gitti, yoksa ruhunuz mu gitti. Diplomayı al gel de namusun ne olursa olsun.”
“Alışveriş, hemşirelik, subaylık karı işi değildir.”
“Bu karıları kendi başına bırakırsan, uçurumdan aşağıya her gün uçarlar.”
“Bana emir verildi, kızını üniversiteye göndereni tarikattan at. Üniversite akrep yuvasıdır.”
“Bu sistemin okullarında kız talebe okutanların imanı tehlikeye girer.”
“Çarşafı olmayan bir kadın, çatısı olmayan harap bir eve benzer.”
(İslam’ın kadınlara bakış açısı için Feyzullah Eroğlu ve Nusret Çam hocalarımızın yazılarını okuyabilirsiniz.)
Mahmut Ustaosmanoğlu’nun cenaze töreni ürkütücüydü. Bu cümleyi okuyan çoğu kişi, kılık kıyafetten dolayı bunu söylediğimi düşünebilir. Hayır. Esas ürkütücü olan, kendine peygamber nitelikleri atfeden; azaptan kurtulmanın kendisine tabi olmakla mümkün olduğunu, Allah’a kavuşmanın yolunun şeyhe bağlanmaktan geçtiğini, omuzlar üzerinde göklere yükseltmeye layık gördüğümüz kadınları yerlerde sürünmeye çağıran bir kişinin ardında bu kadar büyük bir kalabalığın toplanmasıydı. Bu kalabalığın sonraki duraklarını düşünmek ürkütücüydü.
Ve bu kalabalık, şeyhlerini yolcu ederken “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler ve müritler memleketidir.” diyerek gülücükler saçıyordu…
(Bu yazıyı yazdıktan sonra, alışveriş yaptığım bir dükkânda, yukarıdaki kadınlarla ilgili cümlelerin geçtiği “Mahmut Efendi Hazretlerinden Duyulan Hikmetli Sözler” kitabını gördüm. Ne hikmet! Gerçekten çok şaşırdım. Bu dükkanı bir kadın çalıştırıyordu.)