Türk İsrail Gerginliği Veya Batının Yeni Oyunu

Uzun süredir gündemi işgal eden ve halâ da yer almaya devam eden Türkiye–İsrail gerginliğini geniş açıdan incelemekte fayda görüyorum. İki ülke arasındaki sıkıntı uyutulmaya yatırılmış gözükse de halâ mevcut. İki tarafta kendilerini haklı ve güçlü gösterme oyunları sahneye koymaktadır. Yakın zamanlara kadar iki ülke arasında iyi ilişkiler sergileniyordu. İsrail çok önemli olan “Üstün Hizmet” madalyası […]


Paylaşın:

Uzun süredir gündemi işgal eden ve halâ da yer almaya devam eden Türkiye–İsrail gerginliğini geniş açıdan incelemekte fayda görüyorum. İki ülke arasındaki sıkıntı uyutulmaya yatırılmış gözükse de halâ mevcut. İki tarafta kendilerini haklı ve güçlü gösterme oyunları sahneye koymaktadır.

Yakın zamanlara kadar iki ülke arasında iyi ilişkiler sergileniyordu. İsrail çok önemli olan “Üstün Hizmet” madalyası Türkiye Başbakanına verilmiş, O da kabul etmişti, halâ da muhafaza ediyor. Hal böyle iken iki ülke arasındaki ilişki neden birden gerginleşti. Müttefik olan iki ülke neden bu noktaya gelebildiler? Şimdide İsrail’in tekraren Gazze’ye saldırmasıyla başlanan bir gerginlik daha ortaya çıktı.

 Bu gerginliğe sebep İsrail’in Filistinli Müslümanlara yapmış olduğu ve vahşi saldırı olmasa gerek. Çünkü Filistinliler yıllardır kan ağlıyor, Gazze yine perişandı.  Ne oldu da iki ülke sıcak temas lafını eder duruma geldi. Bu noktaya getiren olay çok düşündürücüdür.

Sağlıksız ilişki noktasına getiren Mavi Marmara gemisine yapılan saldırı ise bu da sadece bahanelerden biridir. Eğer tek başına o olsa idi şimdiye kadar o durumu şöyle veya böyle izale edecek girişimler olurdu.

Türkiye ve İsrail kendi aralarında ki bir problemden dolayı şimdiye kadar karşı karşıya gelmemişlerdi. Evet ilişkiler inişli çıkışlı bir trend takip ediyor ama bu da kendi aralarındaki bir anlaşmazlıktan değil Arap-İsrail gerginliğinin bize yansımasındandı.

                Bazıları bu gerginliğin Türkiye Başbakanının mensubu olduğu inanç değerleri açısından olduğu şeklinde cevap bulmaya çalışıyor. Bu söylenenlerde haklılık payı olsa Başbakan bir Yahudi devletinin en büyük madalyası olan “Üstün Hizmet”  madalyasını alması ve halâ da muhafaza etmesi bu sebebi zayıflatıyor. Madalyanın verildiği zamanda almak zorunda kalsaydı bile bu gün iade etmesi gerekirdi. Yani İslamcı birinin Yahudilere bakış açısı meselesi de değildir. Bunun yanında ekonomik ilişkilerde bir bozulma olmaması da ortada. Ayrıca Başbakanın söylemleri o kadar sert ki milletlerarası ilişkilerde bu söylem çok tehlikeli olduğu halde rakibinden etkili karşı ses çıkmıyor. Buda çok düşündürücü.

                “One Munite” ile başlayan veya öyle gösterilen olumsuzluklar vardı fakat ekonomik sosyal ilişkilerimizde bir sıkıntı olmamıştı.

                En son Gazze’ye insanı yardım götüren Mavi Marmara isimli Türk gemisine yapılan baskın ve dokuz vatandaşımızın ölümü ile sonuçlanan olayla sıkıntı tavan yaptı. Mavi Marmara adlı gemi İHH adlı bir örgüt ve Gazze’ye yardım götürmesiyle ilgili görüşlerimi o zaman yazmıştım. Halâ da o konuda tereddütlerim var. İHH adlı bu yardım kuruluşu necidir? Ülke yöneticileri üzerinde etkili olup bile bile bir maceraya çıkma olurunu nasıl almıştır? Tavır ve davranışlarını kabul etmeyelim ama gelme diye rest çeken İsrail Devletini illa geleceğim diye neden zorlanmıştır. İki ülkeyi savaş dâhil her türlü sıkıntıya sokacak risk yolu neden denenmiştir? Daha beynimde dolaşan çok soru var.

                İsrail Mavi Marmara gemisine baskın yapıp dokuz vatandaşımızı katlettikten sonra, Türkiye sert tepki göstermiş özür dilenmesini ve öldürdükleri vatandaşlarımız için tazminat verilmesini istemiştir. Muhatabının olumsuz cevap vermesi üzerine konu BM’e havale edilmiş onun raporu doğrultusunda hareket benimsenmişti. Şimdi tekrarlanan Gazze vahşetinden sonra iş yine BM üzerine bırakılmak istenmektedir. İşte burada hata yapılmaktadır. İsrail’in hamisi olan devletlerin söz sahibi olduğu BM den bize yakın bir kararın çıkması beklenebilir mi, nitekim öylede olmuştur.  Raporu hazırlayan komisyonda, Özden Sanberk te temsilci olarak bulunmuştur. Rapor daha önceden tamamlanmış, raporunu sonucuna gerek kalmadan uzlaşma sağlanır düşüncesi ile iki defa ertelenmiştir. Sonunda ABD Dışişleri Bakanı Clinton ile Türk Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun görüşmeleri sırasında konu tekrar gündeme gelmiş raporun açıklanmasının ertelenmesi isteğine Davutoğlu hayır demiş bu gelişme üzerine İsrail tarafından el altından sızdırılmıştı. Ondan sonra kıyamet kopmuştu.

 Bu gelişmelere İsrail Dış İşleri Bakanının çatlak sesi haricinde İsrail yönetiminden dolu dolu bir tepki duyulmamıştır. Gür tepki Türk tarafından ortaya konmaktadır. Başbakan diplomatik dil dışında dil kullanarak olanca gücüyle bastırmış, şimdiye kadar hiçbir Cumhurbaşkanımızın kullanmadığı dille Cumhurbaşkanı çıkış yapmıştır. Dış İşleri Bakanımız hakeza “İsrail Dış İşleri Bakanını muhatap almadığını” dahi beyan etmiştir.

                Şimdiye kadar hiçbir konuda hiçbir ülkeye karşı sessiz kalmayan İsrail, Türkiye’ye karşı neden sessizdir? İsrail 3,5 milyonluk küçücük bir devlettir. Tabii ki Türkiye’nin karşısında durması mümkün değildir. Normali bu ama doğrusu bu değildir. İsrail ABD ve AB ülkeleri üzerinde hatta Rusya’da da Yahudi lobisi olarak güçlüdür. Amerika hemen hemen Yahudiler tarafından idare edilmektedir. Devletin ekonomik ve siyasi güçleri Yahudilerin elindedir. Amerikan işletmeleri, İstihbaratı, sinema sektörü Musevi zenginlerinin tekelindedir.

                Dünyada olduğu gibi Ortadoğu’da da Amerikan çıkarları ile İsrail çıkarları örtüşmekte veya örtüştürülmektedir. Öyleyse İsrail bu olayda neden ılıman bir söylem takip etmektedir. Acaba Başbakanın iç politikada bir tarafta PKK, KCK ve siyasi uzantısı BDP ye çok sert sözlerle yüklenip hala sağduyusu devam eden seçmeninin ve Türk Milletinin gazını alıp öfkesini yatıştırırken, diğer tarafta PKK, KCK ve siyasi uzantısı BDP’nin ölüm oruçlarında ortaya koyduğu şartları yerine getirmek için olanca gücüyle meclisi çalıştırması gibi olmasın. Bu da Başbakanın şimdiye kadar izlediği yol haritasında sık sık takip ettiği stratejinin önemlilerindendir.

                Bilindiği gibi; İsrail Yunanistan ve Ermenistan gibi küçük ülkelerin mutlaka arkalarında destekleri vardır. Yunanistan ve Ermenistan’ı ABD ve AB ülkeleri desteklemektedir. İsrail’i AB ülkelerinin yanında Amerika her yönü ile desteklemektedir. Yoksa bu küçük devletlerin çevreye kafa tutar davranışlar sergilemesi mümkün müdür.? Bu da düşünülmesi gereken başka bir noktadır.

                Gelelim son rapora. 31 Mayıs 2010 tarihinde Gazze’ye yardım amaçlı giden Mavi Marmara ile ilgili olayda tutulan Polner komitesi raporunun büyük bölümü İsrail’e hak vermektedir. Raporun Türkiye’ye sıcak gelecek tek noktası İsrail’in yaptığı baskınla ilgili ağır ve orantısız güç kullanmasının yazılmasıdır. Dikkat edilecek olursa raporda baskın her ne kadar aşırı bulundu ise de hukuka aykırı bulunmamıştır. Bu tarafı ile de İsrail kayırmacılığının tescili manasındadır.

                İsrail böyle konularda ki sabıkası fazladır. Raporda eğer İsrail suçlu bulunsaydı dahi kabul ettirilmesi bayağı sıkıntılı olabilirdi.

                Şöyle ki; İsrail iki askerini kaçırdı diye Lübnan’ı altı ay biz dâhil bütün dünyanın gözü önünde bombalamış asker sivil 1400 kişinin ölümüne sebep olmuştu. Bu şımarık çocuğa yaptıklarından dolayı BM den aleyhte karar çıkmış ama İsrail’e hiçbir yaptırım uygulanamamıştır. Böyle yapmasına rağmen BM de cezalandırılmadı, hiç bir yaptırımla da karşılaşmadı. Ağa babaları etrafını delinmez zırh ile sardılar ve korudular. ABD başta olmak üzere İngiltere, Fransa veto yetkilerini hep İsrail’den tarafı kullandılar.

                Nitekim BM de Filistin devletinin kurulması için çıkacak sonucu veto edeceğini o zaman Barak Obama açıklamıştı. Gerekçe olarak ta, Filistin’in girişiminin yanlış olduğu, devlet olarak tanınmasının ancak İsrail ile yürütülecek müzakerelerin sonucunda mümkün olabileceği söylemişti. Son Gazze saldırısından sonrada ABD Başkanı Obama’nın İsrail’in kendini koruma hakkı olduğunu söyleyerek arkasında durması gibi. Bunun manası şudur. Senin devlet olman İsrail tarafından kabul edilmedikçe mümkün değildir. Senin kaderin onun iki dudağı arasındadır denmektedir.

                Şöyle bir hafızamızı yoklayalım; Yıl 2009. İsrail Gazze’ye Dökme Kurşun Operasyonu düzenledi. Sivil halkı bombaladı. Olaya BM el koydu, Güney Afrikalı Yargıç Richard Goldstone Komisyon Başkanlığına getirdi. Bu sebepten de bu iş için düzenlenen rapora Goldstone raporu dendi. Raporda Goldsone cesaret göstermiş İsrail suçlanmıştı. İsrail bu rapor aleyhinde öyle bir kampanya başlattı ki lobileri kanalıyla Goldstone bende Yahudi’yim, Siyonist’im demesine rağmen kendini kurtaramadı ve rapor uygulanmadı. Zavallı Goldstone daha sonra Washington Post gazetesine yazdığı yazıda “Eğer şimdiki bildiklerimi o zaman bilseydim, Goldstone raporu çok farklı olurdu” diye itirafta bulunmuş kaldığı zor durumu belirtmek istemişti.

                Şimdi ne olacak:

                Gerek Türkiye İsrail arasındaki görünen gerginlik, gerekse son Gazze saldırısından sonra Başbakanın Mısır’da yaptığı diplomatik lisanla değil hakaret üslubuyla yaptığı konuşmadan sonra ve Barak Obama’nın isteğine görünürde karşı çıkmasından sonra, Başbakan Erdoğan ve Türkiye zor bir sürecin içine girmiştir.

 Sıfır sorun diye başlattıkları dış politika hamlesi başarısız olmuş, şimdi çevremizde sorunumuz olmayan devlet kalmamıştır.

                Çok ağır ve iddialı dil kullanmışlar ve kullanmaktadırlar. Bu dilin kullanılması demek ya istediğimiz noktaya gelecek ya da getireceğiz anlamındadır.

                Orta doğuda Arap baharı diye anılan işlemlerde başrol oynanmıştır. Burada yaptıkları yani Arap Devletlerinin iç işlerine karışılması İsraillilerin lehine olmuştur. Güçlü ve birlik halinde bir Mısır, Tunus, Libya ve Suriye İsrail’in aleyhinde tavır koyacakken, onların birliğinin bozulması da organize bir harekettir.

                Türkiye ABD baskısı ile ilerde kendini sıkıntıya sokacak yanlışları dış politikada yapmaktadır, halâ da yapmaya devam etmektedir. Bizim de yardımımızla Ortadoğu istikrarsızlığın içine düşmüştür. Irak yine bizim hatamızla işgal edilmiş ve üçe bölünmüştür, bize sıkıntı verecek peşmergeler ayrı bir devlet kurmuşlardır. Dolayısıyla güney doğumuzda ne zaman tutuşacağı tahmin bile edilmeyecek şekilde ateşe benzin dökülmüştür.

                Yönetenler diktatörlükle idare etse de karşımızda olmayan veya karşısında olma sebebi bizi ilgilendirmeyen bir konuda Mısır, Libya, Tunus, İran, Suriye gibi konularda ön plana çıktık, Amerikan planının uygulanması için Müslümanların birbirlerini öldürmelerine sebep olduk.

                Amerika veya Fransa orada yaşayan insanlar demokrasiye sahip olsunlar diye yapmıyorlar, ABD’nin isteği BOP çerçevesinde devletleri daha küçültmek, kolay kontrol edilir duruma getirmektir. Yöneticilerini kendine tam bağılılardan seçerek ülkenin kaynaklarını sömürmektir. Ve en önemlisi de Ortadoğu’daki temsilcisi İsrail’in rahatı ve huzurunu garanti altına almaktır. Bu da bizim için üzüntü verici bir durumdur. Libya’ya el koymalarına yardımcı olduk, Irak’ın parçalanmasına destek olduk, Suriye’de oluk oluk kan akmasına göz yumduk, üzüntü veren budur. Bize olumlu getirisi yoktur. Kaddafi’yi sevmeyiz ama orada yaşayan Müslümanların birbirini öldürmesi kabul edilir bir şey değildir. Esat yanlış insan olabilir ama oradaki iç savaş bize fayda getirmez. İsrail’e karşı birlik olacak bir ülkenin iç karışıklığa düşürülmesine destek yanlıştır.BM tarafından oradaki Müslümanları bombalamasına sessiz kalmak veya destek olmak çok acıdır..

                Anadolu coğrafyasında ve Ortadoğu’da bir yerlere gelme hareketliliği içinde olan Türkiye’nin İran, Irak, Suriye ve yakın ülkelerle iyi ve güvenilir ilişkiler içinde bulunması gerekirken bizim başka yol seçmemiz nasıl bir aklın ürünüdür?  Bizim o toprakların ekonomik genişliğine bile ihtiyacımız vardı.

                Şimdi Türkiye’nin uyguladığı dış politika İsrail’in işine gelmektedir. İsrail karşısında güçlü bir devlet istemez. Birbirine düşmüş, zayıflamış, sömürgeleşmiş devletler İsrail’in işine gelir. Güçlü komşudan rahatsız olur. Rahatsız olmayacağı kadar zayıflamak İsrail için bulunmaz nimettir.

                Sonuç;

         Şu da bir gerçek ki bunlar olmasaydı bile görünür sebep ne olursa olsun Türkiye ve İsrail’in 21.yy da karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz bir durumdu. Şöyle ki; Türk dış siyasetinde yapısal ve çizgi anlamda köklü değişiklikler yapıldı. Buna karşılık İsrail Devleti senelerdir uyguladıkları politik çizgiyi devam ettirmek istiyor. Hâlbuki dünyada değişmeler yaşanmaktadır. İsrail’in belli bölgeyi sahiplenmesi, kontrolü elinde tutmak istemesi, Türkiye’nin ise; Ortadoğu’ya şu veya bu sebepten bakış açısının değişmesi karşı karşıya getirecekti.

                Huzursuzluk sanal mıdır gerçek midir, iyi takip edilmelidir. ABD yarınlar için hazırladığı planına göre uygulanması zorunlu olan noktaların hayata geçirilmesi için tavır sergilemektedir. İsrail’in hamisi ve Türkiye’de de etkili nüfuzu olan Amerika, Türkiye-İsrail arasındaki gelişmelerden sıkıntı ve kaygı duyduğunu belirten açıklama veya girişim yapmamıştır. Sadece İsrail’in çıkarı doğrultusunda açıklamaları olmuştur.

                Çevremizde sıkıntı verecek gelişmeler büyüyeceğe benzemektedir.

                Bu durumdan sonra İki ülke arasında neler olabilir? İsrail tarafından bakarsak,

                a)İsrail Amerika ve batı üzerindeki gücüyle Türkiye’ye baskı yaptırmaya çalışır.

                b)İsrail PKK ya ve içimizdeki değişik suç örgütlerine destek verip kaos yaratmak için çabalayabilir.

                c) Ekonomik konularda etkisindeki devletleri kullanabilir. Yahudi lobisi etkilerinde olan finans merkezleri, basındaki güçleri ve televizyonlarla sıkıntı vermek için çaba gösterebilirler.

                d)Ermeni meselesinde bizim yanımızda olan lobileri Ermeni diasporasıyla birlikte çalışıp istedikleri kararları çıkartabilirler.

                e)Komşu devletleri hareketlendirerek bize sıkıntı verecek işler yaptırabilirler. Örneğin Güney Kıbrıs Rum yönetimi ile Akdeniz’de ortak doğalgaz aramaları gibi. Veya KKTC içinde Türk’ün çıkar çizgisi dışında hareket eden Mehmet Ali Talat’ın partisi vasıtasıyla bazı engellemeler yaptırabilirler.

                f)Doğu Akdeniz de Kıbrıs’la çok yakın olan İsrail birleşik hareket etme yoluna gidebilirler.(Doğal gaz araması gibi)

                g) Tabi bu sıkıntılı durum gerçekse dediklerimiz geçerlidir. Böyle gözüküp Orta Doğunun parçalanarak elde edilmesi gibi bir amaç varsa o da başkadır.

                Türkiye açısından bu duruma bakacak olursak üzülecek tespitler ortaya çıkar. Yukarıda saydığım ihtimallerin olma oranı yüksektir, sıkıntıları göğüslemek için büyük efor sarf edilmesi gerekecektir. Bu da bizi tabi ki zayıflatacaktır.

                Türkiye zaten sorunsuz dış politika mantığı ile hareket etti ama çifte sorunlu olayları yarattı. Çevremizdeki Yunanistan, Kıbrıs, PKK, vb. gibi sorunlar varken şimdi de İsrail, Suriye, İran, Irak ve Barzani gibi sorunları da karşımıza çıkardı.

                Türkiye gereksiz bir şekilde “soğuk savaş” durumu ile karşı karşıya kaldı. Bunun sonucu üzerimize düşen ne ise yerine getirmeye mecburuz. Ama bu sıkıntıyı başımıza açan ve İslami jargon kullanan yöneticileri hiç unutmamalıdır.

                Arap baharı denen olay batının bize karşı oynadığı bir oyundur. Bu oyuna düştük. Türkiye kendi halinde son yıllarda bir gelişme gösterirken sen büyüksün, Ortadoğu’yu ancak sen idare edebilirsin, bu bölgede adaleti sen sağlayabilirsin diye verilen gazlar neticesinde böyle sıkıntıya girmiş ve yarınlarda daha fazla karşılaşacağı sıkıntılara yol almaya başlanmıştır.

                Gelinen son noktayı hazırlayanlar Türkiye’nin yarınları ile oynama düşüncesindedirler.

                Türkiye bu kadar iddialı konuştuktan sonra geri adım atamaz. Atarsa biter atmazsa yarınlarda ne ile karşılaşacağımız belli değildir. Uluslararası ilişkilerde dengeler mevcuttur. Bu dengeler ekonomik, siyasi ve askeri dengelerdir. Bu dengelere göre hareket etmek gerekir. Kişi hayatında bile geçerli olan, olmazsa olmazların içinde olan dengeler uluslararası ilişkilerde de en önde ve gözde tutulması gereken noktadır.

                Türkiye bundan sonraki politikaları akıllı olmalıdır. En azından şu anda etkimizde olan Arap ülkelerini Ortadoğu’nun ve bizim yararımıza olacak şekilde hareket ettirme becerisini göstermelidir.

                Bu düşüncelerime rağmen bir sanal oyunun içine düştüğümüz kanısı bende  halâ hakim kanaattir… Çok güçlü ve rol kabiliyeti yüksek aktörlerle yapılan işlerde her zaman dikkatli olmak zorunluluğu vardır.

Yazar

Fuat Yılmazer

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar