Yükleniyor...
Dr.Arslan Tekin, “Özel isim olarak Türk, daha ilk metinlerimizde bir etnisiteyi değil, bir milleti ifade etmektedir… Doğu toplumlarının gelişmesi Batı toplumlarından farklıdır. Batı’da milletleşme süreci çok geç, 17, 18.asırlarda başlamış olabilir. Ancak Doğu’da, en geç 7.asırdan itibaren Türk, Çin, Fars ve Arap milletleri vardır (Türk’ün Tarihi, s.17-18)”.
Prof.Dr. Ahmet B.Ercilasun, “Kavramları ayırmak” başlıklı yazısında (27/12/2020, Yeniçağ); “Aynı milletten insanlar arasında soy, dil, tarih, vatan, kültür, din vb. ortaklıklar olabilir. Önemli olan insandaki mensubiyet şuurudur.
Ortaklıklardan birinin varlığı dahi mensubiyet şuuru için kâfi gelebilir. Aksi de mümkündür; ortak olmayan sadece bir özellikten dolayı bir insan kendini bir millete mensup kabul etmeyebilir. Görüldüğü üzere soy, ‘mensubiyet şuuru’ uyandırabilecek olan unsurlardan sadece biridir ve diğer unsurlar gibi o da ‘olmazsa olmaz’ değildir.
‘Türk birliği’ demek olan Turan ise ırk ve ırkçılıktan tamamen farklı bir kavramdır.
Turancılık, kendilerini Türk kabul edenlerin birlik olmasını istemektir.
Ortak özellikler taşıyan insanlarda ‘mensubiyet şuuru’ oluşturmaya çalışmak da elbette Turancılık ülküsüne dâhildir… Türklük bilinci oluşturmak ve Türklerin birlikte hareket etmesini sağlamak istiyoruz…
Türk devlet ve toplulukları arasında birlik kurma arzusu, Türkiye’yi, Türkiye’nin meselelerini ihmal etmek anlamına da gelmez. Kavramları ve meseleleri birbirinden ayırarak düşünürsek hem daha doğru sonuçlara ulaşırız hem de daha az kavga ederiz.”
Milli Düşünce Merkezi Başkanı Hakan Paksoy, “Türkler ayağa kalkarsa” başlıklı köşe yazısında (02/10/2023); “…Kimlik bir millet ve devlet için kudretin kaynağıdır. Türk kimliği en büyük gücümüzdür…
Binlerce yıllık Türkler için yakın geçmişten beri milletleşme sürecini yaşadı yahut yaşıyor denemez… Türkiye Türkleri, Azerbaycan Türkleri, Kazakistan Türkleri, Kırgızistan Türkleri, Türkmenistan Türkleri, Kıbrıs Türkleri, Gagavuzyeri Türkleri ve diğerleri… hepsi de milletleşme sürecini tamamlamış ve millî kimlik sahibidir.
…Türklerin de en güçlü yanı kimlikleri ve millî birlikleridir. Bu gücün kaynakları üzerinde doğacak, doğurulacak şüphe zayıflaması için yeterlidir.
Kimlik ya da millet inşası aynı zamanda mevcudun yokluğu anlamına da gelir. Olmayan bir şey inşa edilir. Kimliğinin gücü milletinin temellerini sağlam kılar. Eğer bağların güçlendirilmesi söylenmek isteniyorsa başka bir isim bulmak gerekir. Türkler devlet ve medeniyet kuran bir millettir. Güçlü kimlik kodları vardır. Bu aynı zamanda tarih boyunca devlet olma ve hükmetme gücünün yüksekliğini de sağlamıştır.
Bu iş birliğinin kurulmasını Türk kimliğinin gücü kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla Türk kimliğini daha da tahkim edici çalışmalar yapılmalıdır, siyasi adımların yanında ilmî çalışmalara hız verilmelidir…” demektedir.
Prof.Dr.Esfender KORKMAZ ise “Beka” konusunu ele aldığı “Türklüğün beka sorunu olur mu?” başlıklı yazısında (15/03/2024, Yeniçağ); “Türkiye’nin beka sorunu olamaz ve fakat 10 milyonu aşan ve ne olduğu net olarak anlaşılmayan Suriyeli ve Afganlılar ile ümmetçiler Türklüğün bekası için ağır bir tehdit oluşturuyorlar.
Halk bu gerçeği görüyor ve fakat adım atmaya gelince atmıyor. Bu sorunu siyasi tercihlerine yansıtmıyor.
Kadir Has Üniversitesi Türkiye eğilimleri araştırması 2021 anket sonuçlarına göre;
-Halkın yüzde 71,6’sı Suriyelilerin millî kimliğimize zarar verdiklerine inanıyor.
-Halkın yüzde 80,7’si ‘göçmen alımına son verilmeli’ diyor.
-Halkın yüzde 79,4’ü de mevcut göçmenlerin geri gönderilmesini istiyor.
…TÜİK verilerine göre 2022’de Türkiye’de doğurganlık hızı yüzde 1,62 oldu. Buna karşılık Türkiye’deki Suriyeli kadınların doğurganlık hızı yüzde 5,3’tür.
Çok değil elli yıl sonra Türkiye’nin demografik yapısı için riskin ne kadar büyük olduğu anlaşılmıyor mu?
10 milyon yabancının işimizi ve ekmeğimizi elimizden almasına ses çıkarmıyoruz, ama kimliğimizin elimizden gitmesine, millî ve kültürel değerlerimizin yok olmasına kayıtsız kalmak, Türklüğü yok etme projesine katılmak demektir.” diyor.
O halde, artık aramızda kimliğimizi tartışmak yerine, kimliğimizle uğraşan ve kimliksizleştirme çalışmaları yapanlarla uğraşmamız gerekiyor. Hep birlikte, Türklüğe hakaret edenlere, Türklüğümüzü ve tarihimizi aşağılamaya, bilip bilmeden çeşitli iftiralarla itibarımızı örselemeye çalışanlara “dur” demeliyiz. Vaktimizi bunlara harcamamalı, Türk Dünyası’na ayırmalıyız: Yüzümüzü buralara döndürüp çalışmalarımızı bu yönde yoğunlaştırmalıyız.
Bu ölümlü dünyada önemli olan geleceğe iyi bir ad, iyi bir unvan bırakmaktır. Her Türk; aklı, bilgisi, yeteneği ve tecrübesi ölçüsünde Türklükle ve Türk Dünyası ile ilgili düşünmeli, fikirler üretmeli ve önerilerde bulunmalıdır. Hiç değilse bu çalışmaları yapan kişi ve kuruluşlara katkı ve yardım yapmalıdır.
Tabii ki, önce kendimizden başlamalıyız. Türklüğümüzün farkında mıyız? Türk gibi yaşıyor muyuz? Türklüğün ve İslâmiyet’in ayrı kimlikler olduğunun şuurunda mıyız? Bu konuda ne kadar donanımlıyız? Yoksa biz de mi, Siyasal İslâmcılar gibi “Bir Türk, Müslüman değilse Türk de değildir” diyoruz? Bunlar, 1980 öncesinde de fırsat buldukça -sanki birbirinin karşıtı imiş gibi- “Türk müsün Müslüman mısın?” diye aramıza fitne ve nifak sokarlardı.
Sonra Türk Milliyetçilerinin kendi aralarındaki bölünmelerini, ayrışmalarını, kopuşları nasıl önleyeceğimizi; içimizdeki sıkıntıları nasıl aşacağımızı sorgulamamız, öz eleştiri yapmamız gerekmektedir.
Ercilasun hoca, “Milliyetçilik üzerine” başlıklı yazısında (24/01/2021, Yeniçağ); Türk milliyetçilerini tanımlarken (daha önce de yazıdan bazı paylaşımlar yapmıştım); “Türk milliyetçisi, milletinin insanlarının bir kısmını şu partidendir, bu gruptandır diye ayırıp onlara her gün hakaret etmez, bağırıp çağırmaz, sövüp saymaz. Milliyetçinin dili, konuşması bir Türk’e yakışacak şekilde ince, nazik ve kucaklayıcı olur; kaba saba ve dışlayıcı olmaz.
Türk milliyetçisi, çeşitli gerekçe ve bahanelerle insanlarının bir kısmını düşman görüp onlara saldırmaz. Sopalı, silahlı milliyetçilik olmaz.
Türk milliyetçisi, milletinin fertleri arasında ayrım yapmaz; fırsat eşitliğinin şartlarını hazırlayarak her Türk’ün önünün açılmasına çalışır. Daha iyi bir yere gelmenin ölçüsü daha yetenekli, daha bilgili, daha çalışkan, kısaca daha layık olmaktır.
Türk milliyetçisi, her Türk’ün hak ve hukukunu korur. Hizipçilik, mezhepçilik, particilik gayretiyle birilerine iltimas yapmaz. İltimas yapmanın, başka Türklerin hak ve hukukunun çiğnenmesi demek olduğunu bilir.
Türk milliyetçisi çalmaz, rüşvet almaz, yolsuzluk yapmaz; bütün bunların, başka Türklerin haklarını gasp etmek demek olduğunu bilir.
Milliyetçilik, milleti yükseltme ülküsü olduğuna göre, her Türk milliyetçisi yetenek ve gücünün yettiği en yüksek yere gelmeye çalışarak yükseltmede pay sahibi olmak ister. Bulunduğu her makamda da görevini aksatmadan yerine getirir. Görev ahlakı Türkçülüğün olmazsa olmaz şartlarındandır.” demektedir.
Atatürk’ün; “Bilelim ki millî benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar.” sözüyle yazımı bitireyim.