Üzerine alanın…

Yazıyı okumaya başlamadan önce nefretinizi kapının önünde çıkarıp, ülkünüzü ve sabrınızı kuşanınız; zira yolumuz uzun, mücadelemiz pek çetindir.


Paylaşın:

Yazılı basın yoluyla sizlere seslendiğim için gözlerinizi kapatıp düşünün diyemiyorum. Ama siz, zihninizi dış etkenlerden uzak tutup düşüncelerinizi serbest bırakabilirsiniz. Onlar doğru yolu bulacaktır.

Gönül isterdi ki, tozpembe hayaller kurduracak bir yazı yazayım. Gençliğimizin, hayallerimizin hasat edildiği şu ortamlarda ne mümkün! O yüzden yaşadığımız buhranın küçük bir aksisedası olsun diye yazıyorum. Ateşle sınanmış bir neslin, ateşle sınanan çilekeş torunlarının elinden başka bir şey de gelmiyor maalesef. Hayatın içinden geçip dibine vuruşlarımız; tam yükseliyoruz derken tepe üstü çakılışlarımız; daha beteri olamaz dediğimiz yerde iddialarımızdan vurulduğumuz buz gibi gerçekler, kor gibi acılar var kucağımızda.

“Üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanla çevrili güzel ülkemiz” güzellemesini izin verirseniz bir kez de ben kullanayım. Dört tarafımızı da geçtim artık sağ gözümüzün sol gözümüze, sol kolumuzun sağ kolumuza düşman olduğu; kör bir nefretin hâkimiyet kurduğu bu dönemde nefretten sıyrılmak ne kadar kolay bilmiyorum.

“Memleketimin yarısı hâlâ yasta, geri kalanının yarısı her daim keyifte, diğer yarısı da aklî dengesini korumakta zorlanırken “ülkü” gibi büyük bir kavramdan söz etmenin sırası mı?” der misiniz? Demeyin ne olur. Çünkü akıl sağlığını korumaya çalışan o güruhu ayakta tutacak şey o olacak.

Zirveye tırmanırken”ilke“lerini dağın eteklerinde bırakanlar ve oturdukları koltuktan (haşa) Allah’ın emriymiş gibi kalkmayı kabul etmeyenleri gördükçe zihnime o ilkeler ve ülküler birer diken olup batıyor, uzun zamandır. Sadece benim zihnime mi batıyor, bu kör kuyuda sadece ben mi debelenip duruyorum derken sesler duyuyorum; ilke ve ülkü sahiplerinden. Kimi zaman gür, kimi zaman fısıltı hâlinde…

Önceliği her daim vatanın bütünlüğü ve milletin birliği olanlar, yıllardır türlü maskelerle kandırılmaya çalışılıyor. Çoğunlukla kendilerinden görünenler tarafından. Aralara serpiştirilen nifak tohumları yer yer filiz verip; aynı ülküde buluşanları ayrı yollara sürükleyebiliyor.

Derleyici, toparlayıcı olması gereken bu ruhun bunalımları, kendi içinde büyüttüğü kavgalar görünür/görünmez düşmanlara el ovuştururken, bize de bu yangın yerinde beyhude zaman ve enerji kaybettiriyor.

Bizler ki birleşecek azami sayıda ortak özelliğimiz varken, bir bakıyoruz asgarî müşterekte bile birleşemiyoruz. Bunun adına düşünce özgürlüğü diyebilirsiniz elbette, olağan zamanlarda kabul görür bir ifade olabilir. Ya olağanüstü hâllerde? O zaman da mı “Ama onun …” ile başlayan cümleler kurup mükemmeli arayacağız?

Siyaset matematiğinde 2+2’nin 4 etmediğini, insan gibi karmaşık bir faktörün bulunduğu her durumda, öngörüyü gerçekten saptıran birçok etken olduğunu hesaba katmıyor muyuz? (Siyaset uzmanı değilim. Hatta bir önceki yazımda belirttiğim gibi hiçbir şeyin uzmanı da değilim. Bir siyaset uzmanı aksini iddia ederse belki ikna olabilirim.)

Gördüğüm o ki düşman dediklerimiz bile birbirimizle uğraştığımız kadar bizimle uğraşmıyor.

O zaman derdimiz ne? Bugüne kadarki duruşumuzu ülkümüz ve ilkelerimiz belirlemedi mi? Kırmızı çizgilerimizi hangi ikbal derdi sildi? Hepimizin ülküsü, ilkesi farklı mıydı ki bu kadar ayrı yollara saptık?

Ya gerçekten hiçbir şey öğrenemedik ya da bildiğimiz her şeyi unuttuk. Silik, bulanık bir hafızayla gün dolduruyoruz. Bugünü kurtarırsak kâr sayıyor, geleceğe dair hiç hesap yapmıyoruz. Hani bir laf var ya yuvarlanıp gidiyoruz diye. Tam olarak öyle; ya yuvarlanıp gidiyoruz ya da kuru yapraklar gibi savruluyoruz.

İslam’da teslimiyet Allah’a diye öğrendik ama biz önce çaresizliğe, sonra kadere, sonra da rahmetli Akif’in dediği gibi yeise teslim oluyoruz. Bazen de iki elimizi önümüzde bağlayıp erk sahibine teslim oluyoruz. Celladımız yağlı urganı gösterirken sehpaya kendimiz çıkmayı gurur sayıyoruz.

Kurtuluşu kendimizde gördüğümden çuvaldızı kendimize batırayım dedim bu sefer. Zülfü yare dokunup rahatınızı bozduysam affola.

Umutla kalınız.

 

Yazar

Şadiye Okur

1 Yorum

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar