Yükleniyor...
Önüm sıra cuma namazına yetişme gayretinde oldukları belli üç er kişi tanıdık simalar. Soruyorum;
-Fakülte camiine değil mi?
-Hayır, İHL’i imamın olduğu bir camiye.
-İlahiyattakiler hocaları olmuyor mu onların?
-Olsun biz İHL’li birini bulalım yine de…”
Herkes kendi yoluna sonrasında.
Diyeceksiniz ki ne var bunda?
Birincisi nefsime dokunuyor İlahiyat mezunu biri olarak. İkincisi bu fakültelerimizi” makbul bulmayan zatlar guruplar, var ülkede. Rahatsızlar din eğitimi veren bu okulların görüş ve düşüncelerinden. Yerli yersiz gözden düşürme gayretindeler o yüzden de. Bir kısmı da katı mensubiyet şuuru, “İHL’li olma” taassubu içinde böyle davranıyor. Bu da onun bir tezahürü işte.
Ankara İlahiyattan bir kıymetli hocamız anlatmıştı:
“İki saat ders anlatıyorum. Soru gelmiyor sınıftan. Anlatıp çıkıyorum” Bu fakültemizin 1980 öncesini hatırlıyorum oysa. Dışarıdan öğrenci olmayan da izin alır derse girer, tartışmaya da katılırdı icabında. Belli hocaların derslerinde yer olmazdı bu yüzden.
“Hocalara sorup da kafanızı karıştırmayın. Diploması lazım size İlahiyatın, bilgisi değil.” tembihi almışlar belli ki geldikleri yerden bu yavrularımız. Gel de ilim yeşermesini bekle sen bu anlayıştan. “Bindirilmiş kıtalar oluşturmanın” dinimizle hiçbir bağdaşır yönü yok bizim bildiğimiz.
Bugün bu fakültelerimiz sayıca artmış durumda. Çoğu üniversitemizin bünyesinde var. Üst düzey din eğitimi verme gayretindeler kadroları, güçleri nispetinde de. Güzel faydalı hizmetlerini de görebiliyoruz pekâlâ. Peki, hal bu iken bu ön yargı da neden bu kurumlarımıza? Aklımıza gelenleri sıralayalım:
Birincisi ezberin bozulması. İnsanlar ezberinin bozulmasından hoşnut kalmazlar. Cahillikleri ortaya çıkar çünkü böylesi bir durumda. Bildiklerini tekrarlayanı severler bu yüzden. Bildiğinin dışına çıkanı da yoldan çıkmış sayar sıyrılırlar işin içinden. Ezberi gözden geçirmek düşünmeyi, mesai sarf etmeyi gerektirir ki bu da hiç kolay iş değildir düşünmeyi sevmeyen birisi için.
Ne demiş atalar?
“Herkesin aklını pazara sürmüşler, gitmiş herkes kendi aklını satın almış”
Toptan parkende, akıl satıcıları hayli çoğalmış durumda din piyasasında da. Tekel oluşturulmuş kapatılmış durumda adeta bir başkasına bu saha da.
Osman Bölükbaşı merhum:
“Ömrüm boyunca bütün sektörleri tetkik ettim. En kârlısının din ticareti olduğunu gördüm” demişti. Haksız sayılmaz. Söyletene bak sen, söyleyene değil. Arz-talep meselesi tabi bu işler. Alıcısı çıkınca satıcısı da oluyor ona göre.
İkincisi bu kurumlarımızın Cumhuriyet dönemi eseri olmaları. Devlet karşıtlığı ortak paydasında buluşanlara göre, ne ki devlet eliyle yapıldı, itibar edilmez. Dayatma, resmi ideoloji demektir ki, temkinli olmak lazım. Diyanet İşleri Başkanlığı da böyle bir teşekkül ama nemalanma var oradan. Ona söz yok o yüzden. İHL’ler de öyle ama arka bahçe görülünce oraları orada da problem yok.
Üçüncüsü mevzi kaybetme, ranttan olma kaygısı.
İnsanoğlunun en zayıf kaldığı, en yetersiz kaldığı alan ölümden sonraki hayat. Öteki âlem. Şairin dediği gibi “Birçok seneler geçti, dönen yok seferinden” Dönen yok ki anlatsın neler oluyor orada? Orası bir sır. O sır da onlarda. Otorite onlar. Onu kaybetmek ranttan olmak demek. Anlaşılmaz olacak, anlayan bir kendileri olacak ki kıymete binsinler. Daha birçok neden sayılabilir bunun gibi. Allah herkesin taksiratını affetsin.
Hepsi de böyle değil tabi.
Bu düşüncelerle varıyorum cami kapısına. Ezan okunuyor. Telefonu kapatmadan bir cuma mesajı ilişiyor gözüme. Bir Allah dostu göndermiş. Şunlar yazılı mesajda:
“Aşağıya bakmadan 1 den 15 e kadar bir sayı tut aklında. Bu sayılarda efendimizin güzel sünnetleri var. Şimdi de tuttuğun rakama bak. Sen de birkaç kişiye yolla ki sünnetleri bilinsin Efendimizin inşallah. Maddeler şöyle:
Sayımı tutup telefonu kapatıyorum.
Ne çıktı ki kısmetime?
Bu soru kafamı kurcalıyor namazdayken.
Hani sahabeden biri Hz peygambere gelir de;
“Ya Resulullah namazda aklım dünyevi işlerle meşgul oluyor. Bundan kurtulmak istiyorum. Bunun için ne yapabilirim?” diye sorar. Bu konuşmaya şahit olan Hz. Ali söze karışır.
“O nasıl namaz ki Allah’tan başkası akla gelebiliyor. Ben namazda Allah’tan başka bir şey düşünmem” der. Bunun üzerine Hz peygamber de:
“Ey Ali sen namazda aklına dünyevi hiç bir şey getirme. Söz sana bir deve hediye…” diye buyurur. Hz Ali o sevinçle namaza durur ki, “Acaba hangi deve” sorusu zihnini meşgul eder bu defa. Af diler Hz peygamberden.
Ali de bir beşer sonuçta. O ki kuldur şeytan vesvese sokar içine. Ali’nin de, velinin de. Allah herkesin ibadetini kabul etsin.
Hoca efendi hutbeden inmeden evvelki son ayeti okuyor.
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder. Hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor”. (NAHL suresi 90)
Dünya ahret saadeti için bir bu ayet yeter, artar bile.
Ne hikmetli ne ibretlik bir öğüt, bilene.
Namaz bitiyor. Tespih duadan sonra tuttuğum rakama bakmaya geliyor sıra. Adı bende saklı kalsın.
Allah herkesin tuttuğunu da altın etsin.
“Mümin ilmi yitiği olarak görür.
Onu nerede bulursa oradan alır”
‘Hakkın’ hangi camide, hangi imam tarafından dillendirildiğinin hiçbir önemi yok elbette”
Cumanız mübarek olsun.
Hangi imamın ardında, hangi camideyseniz de…
Hayırlı ramazanlar.