Dağlık Karabağ Sorunu ve Azerbaycan`ın Çözüm Politikasının Tarihsel Gelişimi

04.04.2011   Dağlık Karabağ bölgesinin Ermeni işgalinden kurtarılması, Azerbaycan`ın bağımsızlıktan beri çözmeye çalıştığı en temel sorunudur.Bu konuda bağımsızlık döneminde ister harbi, ister ise başka birçok yollar denenmiştir. Fakat Karabağ sorunu halen çözümlenmiş değil. Bunun en temel sebebi üçüncü devletlerin bölgedeki çıkarları ve bu bölgede bulunan devletlerin üzerinde etkisinin sürdürme isteğidir. Şöyle ki, 1992`de eski Sovyetler Birliği […]


Paylaşın:

04.04.2011 
 
Dağlık Karabağ bölgesinin Ermeni işgalinden kurtarılması, Azerbaycan`ın bağımsızlıktan beri çözmeye çalıştığı en temel sorunudur.Bu konuda bağımsızlık döneminde ister harbi, ister ise başka birçok yollar denenmiştir. Fakat Karabağ sorunu halen çözümlenmiş değil. Bunun en temel sebebi üçüncü devletlerin bölgedeki çıkarları ve bu bölgede bulunan devletlerin üzerinde etkisinin sürdürme isteğidir.

Şöyle ki, 1992`de eski Sovyetler Birliği coğrafyasını kendisinin `yakın çevresi` olarak ilan eden Rusya, Karabağ sorununu Azerbaycan ve Ermenistan üzerinde baskı aracı gibi kullanmaktadır. Bu durumda Azerbaycan, Karabağ konusunda kendi hassasiyetiyle seçilen bir politika yürütmektedir. Hassas dengeler üzerinde hesap etmeyi zorunda Azerbaycan, Türkiye`nin Ermenistan`la yakınlaşma politikasında kendi tedirginliğini sergilemişti. Bölge ülkelerle ilişkilerini geliştirmeyi uman Türkiye, bu tür yakınlaşmanın Karabağ sorununa da çözüm getireceğine inanmaktaydı. Oysaki durumu içinden sezen ve dolayısıyla daha iyi anlayan Azerbaycan, bu konuda Türkiye ile aynı kanaatte değildi.

İlginç tarafı, Azerbaycan`ın bu tepkisi Türkiye`de bazı siyasi ve akademisyen çevreleri tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Bilakis, Azerbaycan`ın Karabağ konusunda herhangi bir politikanın mevcut olmadığı halde, bu sorunun çözümlemesinde Türkiye`ye da imkan vermemektedir. Bu durumda Azerbaycan`ın Karabağ sorununda hangi yaklaşımdan hareket ettiğini ve Türkiye`ye Ermenistan`la yakınlaşma sürecinde gösterdiği tepkinin sebebini anlamak gerekmektedir.

Karabağ Sorununun Savaş Yolu ile Çözümleme Girişimleri ve Başarısızlığın Sebepleri

Karabağ sorunu, henüz Azerbaycan ile Ermenistan Sovyetler Birliği`nin dahilinde olduğu zaman 1988 yılında başlamıştı ve her iki devletin 1991`lu yılında bağımsızlıklarını kazandıkça, ulusal sorundan uluslararası soruna dönüşmüştür. İki devlet arasında sıcak çatışmalar 1994`lu yıllara kadar devam etmiştir. 1991-1994 yılları arasında Azerbaycan`da sıra ile değişen Mütallibov, Elçibey ve Aliyev yönetimleri bu sorunu savaş yolu ile çözümlemeye çalışmışlar.

Zaman zaman, her üç yönetim bu konuda belli bir başarıya ulaşmış olsa da, Rusya`nın aktif müdahalesi ile her defasında Azerbaycan için daha fazla toprak kaybı ile sonuçlanmıştır.

Her ne kadar, Elçibey`den farklı olarak, Mütallibov Rusya yanlısı bir politikacı gibi tanınsa da, Rusya onun döneminde de Ermenistan tarafını tutmuştur. Bunun sebeplerinden biri, Azerbaycan`ın Mütallibov dahil, her üç yönetimin Batı enerji şirketleri ile Hazar Denizi`nde kendine ait olan hissesinde petrol yatakların işletilmesi arzusudur. Rusya Azerbaycan`ın bu isteğine karşı idi ve Batı şirketlerin Hazar`da bulunmasına şiddetle karşı çıkmaktaydı. Nitekim Azerbaycan`ın Anlaşmaları imzalamasına yakın tarihlerde Karabağ`da savaş şiddetleniyordu ve Azerbaycan yeni toprak kayıpları ile karşı karşıya kalıyordu. Çok geçmeden, buna bağlı olarak ülkede yönetim el değiştiriyordu.

Savaş yolu ile Karabağ sorununu çözmeye deneyen en son da Haydar Aliyev yönetimi olmuştur. 1993`lı yılların sonlarında 1994 yılın evvellerinde devam eden askeri operasyonu zamanı Azerbaycan ordusu, Karabağ`da ve etrafında bir çok araziyi geri almayı başarmıştır. Fakat çok geçmeden Ermeniler, Rus orduların yoğun desteği ile, bu toprakları yeniden işgal etmiştir. Uluslararası konjektörün oluşturduğu gerçeğini anlayan Aliyev, savaş yolu ile daha büyük toprak kaybının karşısını almak için, Mayıs 1994`da ateşkesin imzalanmasına razılık verdi. Ateşkes aynı zamanda, Batı şirketlerin bölgeye gelmesi ve çalışmalarını başlamaları için, gereken istikrarı da getirmekteydi. Fakat, Ekim`de imzalanan `Asrın Antlaşması`ndan önce Aliyev`e karşı başarısızlıkla sonuçlanan bir darbe girişimi de gerçekleşmiştir.

AGİT`in Minsk Grubu`nun Arabuluculuğu ve Karabağ Sorunu

Ateşkesin imzalanmasından sonra, AGİT`in Minsk Grubu kendi arabuluculuk faaliyetlerine başlamıştır. Aslında, 1992 yılında kurulan bu grubun aktifliyi AGİT`in 1994`te yapılan Budapeşte Zirve`sinden sonra belirlendi. BM girişimlerine destek olarak Karabağ sorununa çözümünün aranılması için Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk’te on bir ülkenin katıldığı bir konferansta, çatışmanın çözümü için bir arabulucu kurumu olarak Minsk Grubunu oluşturmuştur. Aralık 1994 AGİT Zirvesinde Minsk Grubunu eş başkanlar tarafından yönetilmesi kararı alınmıştır. Eşbaşkan devletler olarak, ABD, Fransa ve Rusya kabul edilmiştir. Bu grup tarafından ateşkesin sürdürülmesi için gereken tedbirlerin alınması amacıyla faaliyetlerde bulunmak, önceki arabuluculuk girişimlerini devam ettirmek ve geliştirmek ve bu çatışmanın barış yolu ile çözülmesi için bazı tekliflerin hazırlanması ve sunulması öngörülmüştür.

Bu tedbirlerin sağlanması için AGİT’in 2–3 Aralık 1996’da yapılan Lizbon Zirvesi’nde belirlenen ilkeler çerçevesinde gerçekleştirilmesi karara alınmıştır. Bu temel ilkeler şu şekilde belirlenmiştir: Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ve Ermenistan Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünün tanınması; Dağlık Karabağ’ın hukuki statüsünü Azerbaycan’daki en yüksek otonomi statüsünün verilmesi teklifi; Dağlık Karabağ’da yaşayan nüfusun, tarafların karşılıklı yükümlüklerin üzerine alması ile güvenliğinin sağlanmasının güvence altına alınmasıydı. Bu ilkeler Ermenistan hariç tüm Avrupa ülkeleri tarafından yani toplam elli üç devlet tarafından kabul edilmiştir.

Minsk Grubu tarafından “Dağlık Karabağ Çatışmasının Çözümüne Dair Genel Anlaşma” adlı ilk teklif 11 Haziran 1997’da öne sürülmüştür ve kısaca “Paket Çözüm” adıyla da bilinmektedir. Bu belgede bir çok konu Azerbaycan tarafını memnun etmese de, esasen Ermenistan tarafından reddedilmiştir. Bunun üzerine Minsk Grubu Eşbaşkanları 19 Eylül 1997 yılında “Dağlık Karabağ’da Silahlı Çatışmanın Durdurulması Konusunda Anlaşma” ve ya “Aşamalı Çözüm” de bilinen ikinci bir teklif öne sürülmüştür. Bu anlaşmaya göre ilk aşamada çatışmanın getirdiği zararlar ortadan kaldırılacaktı, daha sonra AGİT tarafından düzenlenecek Konferans’ta Dağlık Karabağ’ın, Azerbaycan’ın ülke bütünlüğünü de gözetilerek, statüsü belirlenecekti. Bu teklif Ermenistan tarafından reddedilmiştir. Nihayet, Kasım 1998’de “Ortak Devlet” çözüm şeklini teklif edilmiştir. Mevcut uluslararası hukuk düzenlemelerine, özellikle devlet egemenliği gibi birçok kavrama aykırı hükümler içeren bu belge, Azerbaycan tarafından reddedilmiştir.

İlk önce AGİT`in Minsk Grubu`nun sorunun çözümünde yardımcı olabileceğini uman Azerbaycan, zaman içinde Eşbaşkan devletlerin kendi milli çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri hakikatini anlamışlar. Rusya, 1994`da, Bişkek`te imzalanan ateşkesinden sonra, oluşan ‘Statüko’nun devam etmesinden yanadır. Bu durumda, ister Azerbaycan`a, ister ise Ermenistan`a karşı Karabağ sorununu bir baskı unsuru gibi kullanabiliyordu. Rusya, Karabağ sorununun bu veya diğer ülkenin lehine çözümleneceği halde, her iki devletin Avro-Atlantik kurumları ile entegrasyon için can atacaklarını çok iyi biliyor, bu durumun olmaması için sorunun devam etmesini istemektedir.

ABD`ye gelince, bu devletin Güney Kafkasya bölgesindeki milli çıkarları o dönem için enerji ve ulaşım projelerin güvenli ve istikrarlı şekilde geliştirilmesi ile sınırlanıyordu. Bölgede kendi enerji şirketlerin geliştirdiği projelerin güvenliğine herhangi bir tehdit bulunmadığı için, istikrarlı sürecin devam etmesinde meraklıdır. Bu belli ölçüde ABD`yi de statükocu devlet yapmaktadır. Fransa’ya gelince, bu devlet dolaylı olarak Eşbaşkan olarak Avrupa Birliği`ni temsil etmektedir. AB ise doğrudan Dağlık Karabağ sorununa karışmak istememektedir.

Bunun dışında Fransa`da yaşayan çok sayılı Ermeni diasporası da, Fransa`nın tutumuna etki yapmaktadır.

Her ne kadar, AGİT Minsk Grubu kendi arabuluculuk girişimlerini sürdürmeye devam etse de, Azerbaycan, bu kurumun faaliyetlerine ciddi kuşku ile yanaşmaktadır ve bu konumunu defalarca farklı platformlarda beyan etmiştir.

Azerbaycan’ın Ermenistan’a Karşı Ekonomik Yaptırımları

Savaş yolu ve uluslararası toplumun hukuki girişimlerin dış etkenlerin nedeniyle başarısızlığa uğradığını gören Azerbaycan, Ermenistan`ı ekonomik açıdan yaptırımlarla zayıflatmayı amaçladı. Henüz çatışma başladığı dönemlerde, Azerbaycan Ermenistan`la tüm ekonomik ilişkilerini kesmişti. Şunu belirtmek gerekiyor ki, Sovyetler Birliği zamanı, üç Güney Kafkasya devleti, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan tek bir Trans Kafkasya ekonomik bölgeyi oluşturuyordu ve esasen, her iki cumhuriyet Azerbaycan`ın ekonomik kapasitesinden yararlanıyordu. İlişkiler kesilince, iki cumhuriyet arasında petrol ve doğalgaz nakli kesildi, kara yollardan taşımalar durdu ve nihayet, o zamandan beri, demiryolu bağlantısı da kesildi.

Şunu belirtmek gerekiyor ki, aynı demiryolu Sovyetler döneminde uluslararası öneme sahip idi ve Ermenistan`ın Gümrü (eski Leninakan) şehri ile Türkiye`nin Kars şehri arasında bağlantı kuruyordu. Bununla da, Azerbaycan sadece Ermenistan`la değil, aynı zamanda Türkiye, demir yoldan ve kendi arazisinin bir parçası olan Nahçıvan ile de kara yoldan bağlantısından mahrum oldu. Fakat 1993`te Ermeniler Kelbecer`i işkal ettikten sonra, Türkiye sınırı kapatınca, Gümrü-Kars demiryolunun faaliyeti de mümkünsüz oldu. İlginç tarafı, Ermenistan gelişmiş bir demiryolu ağına sahip olduğu halde, bu ağdan yararlanamıyor. Şöyle ki, Gürcistan üzerinden Rusya`ya uzanan demiryolu hattı, Abhaziya sorunu nedeni ile faaliyetsizdir. Bununla da, Ermenistan demiryolu vasıtası ile yurtdışına çıkma yollarından mahrumdur. Abluka haline giren Ermenistan, esas itibarı ile dünya ile ilişkilerini Gürcistan ve İran üzerinden karayolu ile gerçekleştirmektedir. Bu ise, kendi doğal kaynaklarından yoksun ve açık denizlere çıkışı olmayan devlet için ek bir maliyet getirmektedir ve her ne kadar bu devlet Dünya Ticaret Örgütünün üyesi olsa da, ekonomisinin tam anlamda gelişmesini engellemektedir.

Azerbaycan`ın Ermenistan`ı bölgesel projelerden tecrit etme politikası

Azerbaycan Ermenistan`la ekonomik dahil, her türlü ilişkiyi kesmekle yetinmedi, ayni zamanda bu devleti, Dağlık Karabağ ve etraf arazilerden çekilene kadar, bölgede gerçekleşen her hangi bir bölgesel projede yer almasını da engellemeye çalışıyordu. Şöyle ki, ilk böyle girişim henüz 1998`da olmuştur. Azerbaycan, 8 Eylül 1998 tarihinde Bakü’de Avrupa Birliği`nin TRACECA Programı kapsamında gerçekleştirilen “Tarihi İpek Yolu’nun Canlandırılması’ Konferansı sonucunda imzalanmış Anlaşmaya Ermenistan’ın bu projede yer almasını ciddi bir şekilde kısıtlayacak olan bir çekince koymuştur. Bu çekinceye göre, “Herhangi bir güzergah üzerinde, taşınacak yükler Ermenistan’a getiriliyorsa, Ermenistan üzerinden geçiriliyorsa veya Ermenistan’a ulaştırılıyorsa, bu yüklerin taşımasına Azerbaycan arazisi kapalı tutulacaktır.” Görüldüğü gibi, AB Komisyonu’nun temsilcisinin de altında imzası bulunan bu Antlaşmaya Azerbaycan’ın çekince koymasının temel sebebi, Ermenistan’ı bölgesel projelerin dışında bırakarak, doğal kaynak ve ekonomik olanaklardan yoksun olan bu devleti Karabağ sorununu çözmeye ekonomik yaptırımlarla zorlama isteğidir. Bilakis, bölgede Ermenistan`ın ekonomik açıdan tecrit haline düşebileceğini ve bununla da politik açıdan Rusya`ya bağımlı hale düşebileceğini iyi anlayan dönemin Ermenistan cumhurbaşkanı Ter-Petrosyan, bu durumu iyi anlıyordu ve Azerbaycan`ın Azeri-Çirak-Güneşli yatağında üretilecek petrolünü dünya pazarlarına iletmek için inşa olunacak boru hattının güzergahı belirlenmeden, Karabağ sorununda belli bir çözüme gelmek istemişti. Her ne kadar, Ermenistan üzerindeki ulaşım güzergahı daha kısa olsa da, Ter-Petrosyan iyi anlıyordu ki, sorun çözülmeden, Azerbaycan asla esas ihraç boru hattının Ermenistan üzerinden geçmesine imkan vermez. Bu ise, Ermenistan`ı ihtiyaç olduğu ciddi gelir kaynağından ve jeopolitik konumundan mahrum edecekti. Ter-Petrosyan`ın Rusya`nın ve Karabağ klanını temsil eden muhalefetin müdahalesiyle, tüm girişimleri başarısız sonuçlandı: Ermenistan Parlamentosuna teröristlerin müdahalesi ve kilit adamların öldürülmesi, ardından da muhalefetin tepkisi, çok geçmeden onun istifası ile sonuçlanmıştır. Daha sonra, esas petrol ihraç boru hattı, ardınca da doğalgaz boru hattı Gürcistan güzergahından yapılarak, Azerbaycan, petrol ve doğalgazını bu ülkenin üzerinden dünya pazarlarına iletmeye başlamıştır. Hazar denizinden dünya pazarlarına petrol ve doğalgazın ulaştırılması için Rusya güzergahına alternatif olarak geliştirilen Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum doğalgaz hattı, her iki projeyi en kısa güzergahı Ermenistan üzerinden inşa etmek olduğu halde, daha uzun olan Gürcistan güzergahı tercih edilmiştir.

Bölgede geliştirilen bir diğer proje ise Bakü-Ahalkalaki-Kars demiryolu, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye’nin ortak bir teşebbüsü özelliğini taşımaktadır. Nitekim bu hattın Gürcistan kısmının inşa edilmesi için Azerbaycan hükümeti tarafından 25 yıllığına 200 milyon dolarlık bir kredi açılmıştır. Sovyetler Birliği zamanında Ermenistan’ın Gümrü şehrinden Türkiye’nin Kars şehrine demiryolu bağlantısı bu hattın kurulması halinde daha da atıl duruma düşecektir, çünkü yenilenmeye ihtiyacı olan bu hat gereksiz olacak. Diğer taraftan Uzak Doğu’dan ve Merkezi Asya üzerinden mevcut ve oluşturulacak olan demiryollarının, Rusya ve İran’a alternatif güzergah olan Güney Kafkasya ve Türkiye üzerinden Avrupa demiryolu şebekesine bağlanması için Kars ile Tiflis arasında bir demiryolunun hattı inşası yeterlidir. 68 km’lik kısmı Türkiye, 30 km’lik kısmı da Gürcistan içinde kalıp toplam uzunluğu 98 km olan ve maliyeti 400 milyon dolar olarak belirlenen demiryolu Uzak Doğu ile Avrupa pazarlarını yeni ve güvenilir bir demiryolu ile birleştirmiş olacaktır. Bakü-Tiflis-Kars hattı doğuda Çin ve Kazakistan demiryolu hatları ile batıda ise Türkiye’nin demiryolu sistemi üzerinden Avrupa Demiryolu ağı birleşecektir. Böylece Ermenistan, Bakü-Ahalkalaki-Kars demiryolunun tamamlanması ile hem kendinde mevcut olan altyapısından yararlanma imkanını kaybedecek, hem de Avrasya bölgesini kapsayacak ve Güney Kafkasya bölgesinden geçecek demiryolu koridorun kenarında kalacak. Bu ise onun tecrit halini daha da pekiştirecektir.

Görüldüğü gibi, Azerbaycan Ermenistan`ın Rusya`dan politik açıdan bağımlılığını ve Türkiye ile sınırın kapalı kalmasından yararlanarak, bu devleti ekonomik açıdan zayıflatmaya çalışmaktadır. Nitekim Azerbaycan`ın askeri harcamaların artırılmasının da Ermenistan`ın bu alanda daha fazla ödenek ayırmaya sevk ediyor ve bu devletin reel ekonomisine katkısını daha da kısıtlamaktadır. Azerbaycan`ın 2011 yılının devlet bütcesinde askeri harcamalarına 3 milyar dolardan fazla para ayarlanmıştır, bu ise Ermenistan`ın genel devlet bütcesinden daha fazladır. Aynı zamanda, Azerbaycan kendi askeri kapasitesini geliştirmekte, kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere de, askeri sanayisini kurmuştur. Ekonomik açıdan Ermenistan`ı zayıflatan Azerbaycan, kendi kapasitesini geliştirerek, Karabağ sorununun kendi lehine sonuçlanacak ve uluslararası konjektörünü iyi hesaplanmış bir politika uygulamaya çalışmaktadır.

Dr. Rovshan İbrahimov

Kafkaz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı
 
 

Yazar

Milli Düşünce Merkezi

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar