Yükleniyor...
‘’Bir ülkede ekonomik istikrarı sağlamak mı yoksa üniversite açmak mı daha kolaydır?’’ diye soru sorduğumuzda cevap tabi ki üniversite açmak olacaktır. Üstelik açılan üniversite vesilesiyle hem iş dünyası hem de ekonomi sektörü rahat bir nefes alır. Çünkü iş dünyası piyasaya girecek olan milyonlarca genci bir anda kaldıramaz. Ekonomi sektörü ise üniversite öğrencisinin tüketici alışkanlıkları vesilesiyle kazanç sağlar. Hülasası üniversite esasında bir filtre işlevi görür.
Asıl yıkıcı olan ise normal şartlarda mezun öğrencilerin serbest piyasa ile mücadele etmesi gerekirken Türkiye’de mezun öğrenciler; okuyan aktif öğrencilerle mücadele etmektedir. Çünkü ekonomimiz binlerce genci istihdam ettirebilecek bir güçte değildir. Böylece mezun olanlar okuyanları sevmezler. Mezunları ise piyasa sevmez.
‘’Bu işin alternatifi nedir?’’ diye bir soru sorduğumuzda güzel ülkemiz cevaben ‘’Asker ya da polis’’ olmaktır diye cevap veriyor. Alanında istihdam edemeyen pek çok genç güvenlik güçlerinde çalışmaya yönleniyor. Maalesef bunlar, bu yazıyı okuyan herkesin bildiği gibi, ülkemizin acı gerçekleridir.
Bu yıl üniversite sınavına dair en çok konuşulan olay baraj puanlarının AYT’de 170’e TYT’de ise 140 puana düşürülmesi oldu. ‘’Niçin böyle bir şey yapıldı?’’ diye bir soru sorarsak cevap tabi ki belli: ‘’Eğitim için(!)’’ demeyi çok isterdim fakat durum pek de öyle değil.
Türkiye genelinde sayısal öğrencilerin %42’si, eşit ağırlık öğrencilerinin %48’i ve sözel öğrencilerin ise %60’ı barajı geçebilmiş. Yani sayısal ve eşit ağırlık alanlarında sınava giren her iki öğrenciden biri baraj altı kalmış. Hatta daha da fazlası!
TYT dediğimiz temel yeterlilik sınavındaki 120 soru üzerinden barajı geçmeniz için 17 net yapabilmeniz yeterli. Fakat gelin görün ki onu da 13 net civarına düşürdüler. Sonra da bu 13 net yapan öğrenciyi üniversiteye sokmaya çalıştılar. Sizce bu bir eğitim politikası mıdır? Böyle bir eğitim politikası doğru mudur?
Şimdi gelelim işin aslına… Eğer baraj düşürülmeseydi Türkiye’de evvela genç işsiz oranı artacaktı. Bu da tabi ki ekonomiyi baltalayacaktı. Ardından üniversite kontenjanları dolmayacak ve özellikle taşra illerdeki ekonomi de ciddi kayba uğrayacaktı. Daha da önemlisi pek çok vakıf üniversitesi boş kalacağı için özel eğitim de maddi hasar alacaktı. Şimdi böyle bir ortamda sizce barajı düşürmek eğitim mi yoksa ekonomi politikası mıdır?
Baraj düşünce ne değişti?
TYT’de toplam 245 bin öğrenci tercih hakkı kazandı. AYT dediğimiz alan yeterlilik testinde ise sayısalda 79 bin, eşit ağırlıkta 109 bin ve sözelde 80 bin öğrenci tercih hakkı kazandı. Tabi bu öğrenciler ilk yerleştirmede tercih yapmadılar. İlk yerleştirme sonuçlarını incelediğimizde elimizdeki veri ise şu şekilde: Türkiye’de 1137 lisans programını 10 ve altında bir sayıda öğrenci tercih etti. Pek çok bölüm kapanma tehdidi altında. Yine 166 lisans programını bir öğrenci dahi tercih etmedi.
Yani barajı düşürmek kaliteyi düşürürken bir yandan da hiçbir şeye çözüm olmadığını gösteriyor.
2021 YKS’de tercih yapan adayların %85.80’i üniversiteye yerleşti. Üniversitelerde toplam 1.010.669 kontenjan bulunuyordu ve bunun 815.365’i doldu. Boş kontenjan sayısı ise 195.304 olarak kaldı. Bunun 120.167’si lisans ve 75.173’ü ise ön lisans programlarına ait. Tabi kayıt yaptırmayacak öğrencileri de dahil ettiğimizde bu sayı mutlaka artacaktır. Kontenjanı 1000’in üzerinde olan ve tüm üniversitelerde tam dolan lisans programları: Eczacılık, Veterinerlik, Fen Bilgisi Öğretmenliği, İlköğretim Matematik Öğretmenliği ve Özel Eğitim Öğretmenliği oldu.
Geçen yıllara oranla talepte en çok düşüş yaşayan bölümlerin başında ise hukuk geliyor.
Belki de 2021 YKS yerleştirme sonuçlarının en çarpıcısı hukuk fakültelerinin taban puanlarının oldukça düşmesiydi. Geçtiğimiz yıllarda en düşük 38 ile 40 bin arasında bir sıralama ile alan devlet üniversitelerindeki hukuk bölümüne bu sene Kırıkkale Üniversitesinde ikinci öğretime 71.900 sıralama ile girilebildi. Örneğin İstanbul Üniversitesi’nde taban puan 464’ten 409’a; Ankara Üniversitesi’nde 467’den 412’ye; Kocaeli Üniversitesi’nde 424’ten 360’a; Marmara Üniversitesi’nde 451’den 395’e; Dokuz Eylül Üniversitesi’nde ise 439’dan 382’ye düştü. Aradaki puan farkı 64’e kadar ulaştı.
Görüyoruz ki devlet eğer bir kontenjan sınırlaması koymazsa gelecek 5-10 yıl içerisinde Avrupa’da en çok hukukçu bulunmasına karşın adaletin en az sağlanabildiği ülke olacağız. Hatta daha da acısı işsiz bir avukatlar ordumuz da bulunacak.
Türkiye’de özellikle son yıllardaki adalet terazisindeki bozukluğun z kuşağına nasıl yansıdığını çok net görebiliyoruz. Sosyal medyadaki adalet arayışları anlaşılıyor ki hukuku oldukça etkilemiş ve zedelemiş.
2021 YKS tercih sonuçları bize gösterdi ki evvela imam hatipler açıp ardından da her yere İlahiyat ve İslami İlimler Fakültesi açarak ‘’dindar nesil’’ projesi başlatan siyasi iktidarın bu politikası çökmüş.
Üç ayrı şekilden de anlaşılacağı üzere Türkiye’de İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin de ciddi bir ilgisizliğe bırakıldığını görüyoruz. Tabi tercih yapan yaş grubunun z kuşağına tekabül etmesi dolayısıyla genç kuşağın din algısı üzerine de bize bir veri sunmaktadır.
Eğer İlahiyat Fakültelerinin atanması olmasaydı ve bu bölümler tercih edilmeseydi bu durum gayet anlaşılabilir olurdu fakat hem yeterince atanması var hem de tercih edilmiyor olması bizlere net bir şekilde siyasal İslamın her anlamda kaybetmeye başladığının göstergesidir. Tabi aklı başında bir devletin bu tabloyu gördükten sonra İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin de kontenjanını düzenlemesi gerekirken yakın zamanda kontenjan sayılarında artışa giderlerse şaşırmayınız (!)
Tabi ki Türkiye’de yüzlerce üniversite olsa da belli başlı üniversiteler idealleri olan gençlerin en büyük arzusu. Bu üniversitelerin başında Boğaziçi, ODTÜ, Hacettepe gibi kıymetli okullarımız var. Bir de hangi üniversite olduğuna bakmaksızın çok yüksek puan almasına rağmen hayal ettiği bölümü yazan idealistlerimiz var. İşte bu yılın idealist gençleri aşağıdaki tablodadır:
Görüldüğü üzere 607. olan bir öğrencimizin 562.388.olan bir öğrencinin seçtiği üniversiteyi ve bölümü tercih etmesi gibi durumlar da sınavda meydana geldi. Tabi bu öğrenciler için üç seçenek oluşabilir:
Bilim odaklı vakıf üniversitelerinin birçoğu kontenjanlarını doldururken yalnızca birkaç bina ve birkaç hocadan ibaret olan pek çok vakıf üniversitesi de boş kaldı. Kontenjanlarını doldurabilen 20 vakıf üniversitesi:
Bir de tercih edilmeyen ve çoğu kontenjanı boş kalan vakıf üniversitesi listesine bakalım:
‘’Eğitimde merhamet vatana ihanettir.’’ derler… Türkiye’de eğitimle uğraşanların birçoğunun eğitimci olmaması dahi maalesef durumumuzu özetlemektedir. Elbette son 2 yılda gerek salgın koşulları, canlı dersler derken ciddi bir kayıp neslin oluşmasından korktuk. Tabi ki üniversite sınav sonuçlarında bunun da etkisi olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Fakat burada daha ciddi bir sorun varsa denetimsiz eğitimdir. Kontenjanları denetlenmeyen, istihdam oranı önemsenmeyen bölümler açılmaya devam edilirse gelecekte bizleri daha büyük sorunlar beklemektedir. Birçok üniversitede adeta öğrenci için değil de akademisyen için bölüm açıldığına şahit olduğumuz bu günlerde Türk eğitiminin en büyük çaresi kuşkusuz liyakat eksikliğinin giderilmesidir.
Bu vesileyle Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ün ‘’Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da esaret ve sefalete terk eder.’’sözünü hatırlatıyor sefaletten ziyade yüksek ve şuurlu bir millet olarak yaşamamızı temenni ediyorum.