Yükleniyor...
Karabağ’daki durum hakkında yabancı basın yayın organlarını izliyorsunuzdur sanırım. Nasıl yürek parçalayıcı (!) manzaralar değil mi?
Binlercesi soykırım korkusundan (?!) kaçan zavallı (!) Ermeniler.
Ancak kimsenin aklına 1992-94’te fiilen yapılan soykırım gelmiyor .Birinci Savaş’tan sonra Minsk grubu ile Erivan, Karabağ ve Azerbaycan’daki manzarayı görenlerden ve daha kötüsü, hatırlayanlardanım. İmişli Kampında, gece yarısı süngü ile dürtülerek pijama ile evinden, yurdundan kovalanan insanlarla konuştum. Hocalı’da hunharca öldürülenler konuşacak durumda olmadıklarından, sadece şahitlerle konuşabildim.
Sahiplerinin, bir gün evlerine dönebilseler dahi orada barınamasınlar, soğuktan ölsünler diye damları ve camları sökülen evlerin üzerinden helikopterle geçtim.
Heyet başkanı İsveçli ve üyelerin benim arkamdan Ermenilerle temas aramaktan başka bir ulvi (!) duyguya sahip olduklarını ya da harekete giriştiklerini sanmıyorum.
Bugünlerde sık sık görmeye devam edeceğimiz yürek parçalayıcı manzaraların aktörleri, sanırım 1992’den sonra, Ermenistan’dan Karabağ’a yerleştirilenlerdir. Şimdi gerçek evlerine dönüyorlar. Bu mu trajedi! Üstüne üstlük 30 yıl önce 1,5 milyon Türk yerlerinden edilirken sağır ve kör olan BM, şimdi süratle hidayete ererek insani durumu incelemek için Karabağ’a heyet gönderdi.
Savaştan önce Karabağ nüfusunun yüzde 36’sı Türk idi .Onlar 1992’de nereye kaçmışlar, BM heyeti bir zahmet onu da incelese ya.
Yukarı Karabağ 1988 -1994’ten beri, çoğu yerli, Ermenilerden oluşan silahlı güce sahipti. Bunların Birinci Savaş’ta bize karşı uyguladıkları vahşi kin ve acımasız şiddet bugün yok. Olmayan şiddetin korkusundan kaçıyorlarmış! .Acaba bu kaçışın gerisinde hiç suçluluk duygusu mu var?
Ona rağmen yaygaraya bakın! Yakında bizim liboşlarla alafranga çelebiler de bu yaygaraya katılırlar. Benim gibi görgü şahitlerini de yalancı ilan ederler.
Vaktiyle işi karıştıran Rusya ile iş birliği içindeyiz veya onun “hayırhah tarafsızlığını” sağladık .Şimdi karşımızda Azerbaycan Ermenistan barışını önlemeye kararlı bir ABD ve (başta Fransa) Avrupa var. Bir kapsamlı yeni düzen teklifi ile onları etkisiz hâle getirebiliriz.
Kafkasya, geçmişin geleceği boğduğu bir yerdir. Bütün halklar seçici hafızaları ile, bugünün şartlarının değiştiğini de görmeyi reddederek, tarihin kendileri için en şanlı bölümlerini tekrarlamak isterler.
Çarlık / Sovyet İmparatorluğunun hesabı kapanamamıştır. Devletler yıkılmış,devletler kurulmuş ancak hesap kapanmamıştır. Bu hesabın kapanması ancak gerçeklere dayalı bir yeni sayfa açma iradesinin ortaya çıkması ile olur. Bu konuda örnek Cumhuriyet Türkiye’sidir.
Cumhuriyetin kurucusu dahi, kendi şehri dâhil, Balkanlardaki anavatan kaybını kabullenmiş, gasp edilen toprakların yeni sahipleri ile iş birliği yapmıştır. Sınırların değişmezliğini kabul etmiş, pürüzlü toprak meselelerini de barış yolu ile sonlandırmıştır. Bunun yararını da görmüştür.
Güney Kafkasya, ancak büyük imparatorluk zamanlarında göreli barış içinde yaşayabilmiştir. Bunun nasıl olabildiğini bugünkü bilgilerimizle anlayabiliyoruz. İmparatorluklar bazen bir dini bazen bir ulusal topluluğu diğerine karşı kullanarak dengeyi sağlamışlar, aynı zamanda egemenliklerini pekiştirmişlerdir. Ancak bu siyaset kinlerin de kalıcılığına katkı yapmıştır. Bu da birçoğu bölge dışı devletlerin, “kin”i kullanarak, bölge halklarını kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için kullanabilmeleri imkânını yaratmıştır.
Her dış müdahale bölge halklarını karşı karşıya getirmiş ve bazen kan dökülmesiyle sonuçlanmıştır. Bu da bölge içi sorunların dış aktörlerin sultasından arındırılarak, bölge devletleri tarafından çözülmesi gerektiğini göstermektedir.
Kafkasya devletleri gelinen konjonktürde, sınırların dolaylı veya dolaysız değiştirilmesini devlet içinde devlet kurulmasını reddetmeye mecburdur. Doğal ekonomik bütünlüklerin canlandırılması siyasi sorunların tarihe terkine bağlıdır.
Savaş kazanılmadan bir çözüm olmazdı. Zira Türkiye, Ermenistan ile iyi komşuluk, daha da ilerisi dostluk için ilk teşebbüse geçen taraf olmuştur. Ancak Ermenistan bunu Türkiye’nin iyi niyetine değil, zaafına yormuştur. Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan, tarihî ve siyasi gerçeklere aykırı olan, 2009 protokolünün de akıbeti ortadadır.
Bugün savaş kazanılmış, Azerbaycan, Karabağ dâhil tüm topraklarında egemenliğini tesis ederek devlet otoritesini sağlamıştır. Ama zaferin ancak barışla perçinlendiği zaman kalıcı olduğu da unutulmamalıdır.
Bu ortamda Azerbaycan, Türkiye ve Ermenistan arasında karşılıklı bağımlılık yaratılması, kurulacak barışı kalıcı kılabilecektir. Zira refahı arttıracak olan bu karşılıklı bağımlılık, barışın güvencesi hâline dönüşebilir.
İlk önce zararlı ve yararlının ayrıştırılması gerekir. Savaşın yıkımını yaşadık. Yararlı olarak ne kalıyor? Şüphesiz barış.
Peki, barışı ne kalıcı kılar ? Şüphesiz refah!
Şüphesiz nefret duygularının etkisinin silinmesi!
Bölgede refah nasıl sağlanır? Ekonomik iş birliği, doğal ekonomik bölgelerin canlandırılması, bölge ülkelerinin potansiyellerinin karşılıklı ve ortak yarara hizmet etmesi ile sağlanacaktır.
Güney Kafkasya birçok etnik grubun, dilin mevcut olduğu bir coğrafyadır. Bu ayrılıklara rağmen tek ekonomik bölgeyi teşkil etmektedir. Üç Kafkas ülkesi ve Türkiye’nin bu ekonomik bölgeye dâhil olan sınır bölgeleri arasında engelsiz ekonomik ve ticari iş birliğinin yaratacağı refahı düşünebiliyor musunuz?
Vakti ile gerçekleşemeyen “Sınır Aşan İş birliği” projesi bu sefer yeniden hatırlanabilir. Zaten doğal şartlarda birbirini tamamlayan bağımlılık yaratıldıktan sonra iş birliği daha da genişleyebilir.
Böyle bir teklifin ortaya atılması Azerbaycan ve Türkiye tarafından ortaya atılması işbirliğini teşvik edici olabilir. Uygulanması ise barış antlaşmasının tamamlanmasını bekleyecektir.
Hedef, Şevarnadze’nin dediğine varmaktır: ”Türkiye bize Rusya’sız (bölge dışı devletler karışmadan H.A.) yaşanabileceğini öğretti”[i]
Ekonomik iş birliği Türkiye (Kars, Iğdır), Azerbaycan (Nahçıvan) Ermenistan (Zangezur) arasında sınır aşan ticaretle başlamalıdır. Daha sonra Gürcistan sınır bölgeleri sürece dâhil edilmelidir. Alınacak sonucun kötümserleri dahi memnun edici olacağı gören gözler için açıktır.
Kafkasya’nın özellikle Sovyetler dağıldıktan sonra ortaya çıkan şansızlığı, uzun vadeli düşünememedir. Kendi refahları için ortak çaba sarf etmeleri gerekirken, bölge dışı unsurların nüfuz mücadelelerinin piyonu olmanın zararlarını, tahribatını görememeleridir. Özellikle, kışkırtmalara uymanın bedelini ödemiş olan Ermenistan bu gerçeği görmelidir.
Refahın gücü, millet kuran (ABD), milletleri birleştiren( AB) örneklerinde kendini göstermektedir. Milletlerimiz refah yaratmaya odaklandıklarında barışın kalıcı olduğunu görecekler ve aralarındaki düşmanlıkları körükleyen tarihî olayları ancak folklorik düzeyde hatırlayacaklardır.
Dış aktörlerin bölgeden ellerini çekmeleri beklenemez. Başta Rusya, ne Ermenistan’dan ne oradaki ortaklıklarından ne de üslerinden vazgeçemez. Fransa (ve AB) ile Amerika’nın dünyaya nizam verme sevdası, iç seçmenlerinin etkisi ve bölgede Rusya – Türkiye – İran nüfuzunu dengeleme ihtiyacı faraziyesi yüzünden her vesile ile bölgede varlık gösterme ve gelişmeleri etkileme çabası içinde olacaklardır. Ama bu sefer, eğer maya tutarsa, karşılıklı bağımlılık içinde kendi refahlarını arttıran barışık bir bölge şartları içinde davranmaya mecbur kalacaklardır.
Bugün Azerbaycan topraklarının 30 yıl aradan sonra geri alınması sadece Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’nin değil, Türkiye başta olmak üzere Türk Dünyası’nın, Türk dayanışmasının zaferidir. Bu zaferi barış yoluyla perçinlemek gereğinin biz Türkler farkındayız. Ermenistan ve diaspora Ermenileri de bunun bilincinde olabilirse bölge barış ve istikrara kavuşacak, ekonomik iş birliğimiz de bunu kalıcı kılacaktır.
* Bu sözler, Gürcistan’da AGİT Misyon Başkanı iken, Devlet Başkanı Edvard Şevarnadze tarafından bana söylenmiştir. Türkiye Gürcistan resmî görüşmelerinde de tekrar edilmiştir.
2 Yorum