Yükleniyor...
İkbal Vurucu (İV): Ümit Hocam, tarihin pek çok konusunda olduğu gibi Cumhuriyet Tarihi ile ilgili bazı konular günümüzde belirli ideolojik gruplar tarafından sürekli gündeme getirilmekte ve tartışmaya açılmaktadır. Milli Mücadele’nin başlangıcı ile ilgili tarihî gerçeklerle ve bilimsel yaklaşımla uyuşmayan iddialar söz konusudur. Bu konuların başında da Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 Samsun’a çıkışı ve Millî Mücadele’nin başlatılması gelmektedir. 19 Mayıs tarihinin millî tarihimizdeki önemi nedir? Neden bir tartışma konusu yapılmaktadır?
Ümit Doğan (ÜD): Belirli ideolojik grupların millî mücadeleyi tartışmaya açmasının ardında Atatürk’ü itibarsızlaştırma çabasının olduğunu düşünüyorum. Bu doğrultuda ortaya atılan iddiaların zaman zaman birbiriyle çeliştiğine de şahit oluyor; bir zaman Millî Mücadele’nin hiç yapılmadığını ve Atatürk’ün İngilizlere verdiği hilafeti kaldırma sözünün ardından işgalin sonra erdiğini savunan odakların, bir başka zaman Millî Mücadele’nin varlığını kabul ettiklerini, bu sefer de Atatürk’ün Millî Mücadele içindeki rolünü küçültmek için Vahdettin’i ön plana çıkartarak Millî Mücadeleyi planlama ve yönetme işini Vahdettin’e yükleyip Atatürk’ü sadece verilen emri uygulayan bir subay kimliğine sokmaya çalıştıklarını görüyoruz.
İV: 19 Mayıs 1919 da Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişi ile ilgili tüm belgeler ortada iken Vahdettin’i aklamak adına Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gizli bir görevle, yani ülkeyi kurtarması için gönderdiğini iddia etmektedirler. Bu iddialarını da Vahdettin’in Mustafa Kemal Anadolu’ya geçmeden önce Vahdettin’i ziyareti sırasında ”Paşa Paşa bu millete çok hizmet ettin millet senden yeni hizmetler bekliyor” diyerek görevi vermesine dayandırmaktadır. Sizin Vahdettin ve Mustafa Kemal’le ilgili de bir çalışmanız var. Neden Mustafa Kemal? Başka bir komutan değil de Mustafa Kemal Anadolu’ya gönderiliyor? Mustafa Kemal’in özel bir gündemi var mıydı? Varsa bu neydi?
ÜD: Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkış süreci şöyle gelişmişti: Mütarekeden sonra Karadeniz bölgesinde yaşayan Rum ahali, başta Topal Osman olmak üzere, Türk direnişçilerden zulüm gördüklerini söyleyerek İngiltere’den yardım istemişlerdi. Hükumetten bu olayların son bulmasını talep eden İngiltere, Osmanlı’nın olayları yatıştırmaya gücü yetmeyecek olursa bölgeye müdahale edeceklerini bildirmişti. Hükumet, olası bir işgalin önüne geçmek amacıyla Mustafa Kemal Paşa’yı bölgede asayişi sağlaması, Türk direnişçilerin silahlarını toplaması, oluşturulan birlikler var ise bunları dağıtması gibi bir sorumlulukla Samsun’a gönderdi. Buradaki amaç olayları yatıştırıp İngiltere’nin bölgeye müdahale gerekçesini ortadan kaldırmak, böylece Karadeniz bölgesinin işgal edilmesini engellemekti.
Gelelim Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun’a gitmeden önce kabul ettiği sırada söylediği “Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin” sözüne..
Vahdettin’in öteden beri İngiltere yanlısı bir siyaset izlediğini biliyoruz. Mütareke görüşmeleri için Mondros’a giden heyet şartların çok ağır olduğunu İstanbul’a bildirdiği zaman Vahdettin, şartlar ne denli ağır olursa olsun ateşkesin mutlaka yapılması gerektiğini, ağır şartların İngiliz dostluğu sayesinde zamanla hafifletilebileceğini söylemiştir. Vahdettin’in bu tavrı mütarekeden sonra da değişmedi. Vahdettin’e göre kurtuluşun yolu Avrupa’ya “Osmanlı artık uslu duruyor” mesajını verip müttefiklerin Osmanlı Devletinin geleceği hakkında alacakları kararı olabildiğince yumuşatmaktan geçiyordu. Bir başka ifadeyle Vahdettin’in kurtuluşu emperyalizmin merhametine sığınmakta bulmuştu.
Dolayısıyla Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşaya “Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin” sözünün ardında gidip “Millî Mücadele’yi başlat” talimatı yoktur. Vahdettin burada Mustafa Kemal Paşa’dan bölgedeki olayları yatıştırmasını, Türk direnişçilerin silahlarını toplamasını istemişti. Mustafa Kemal Paşa böyle yaparsa İngilizler’i hoş tutacak ve yaklaşan konferansta Osmanlı Devleti adına alınacak kararı yumuşatacak, Vahdettin’e göre “devleti kurtarmış” olacaktı.
Zaten Atatürk anılarında bu meseleye tartışmaya yer vermeyecek derecede açıklık getirmiş ve şöyle demiştir:
“Memleketi kurtarmak lâzımdır, istersem bunu yapabilirmişim. Nasıl hemen hüküm veririm? Vahideddin demek istiyordu ki hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanağımız İstanbul’a hakim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim onların şikâyet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri cezalandırırsam Vahideddin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım.”
İV: 23 Nisan 1920 de TBMM’nin açılmasından sonra Vahdettin Anadolu hareketinin ortadan kaldırılması için İngilizlerle ortak hareket etti. 20 Nisan 1920’de devletin resmi gazetesi Takvimi Vekayi’de yayınlanan Şeyhülislam fetvası İngiliz Uçakları aracılığıyla Anadolu’nun çeşitli yörelerine dağıtıldı. Fetvanın ardından çoğunluğu Teali İslam Cemiyeti üyesi olan din adamları Heyeti Nasihalar oluşturup kasaba kasaba dolaştı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarını vatan haini, Allahsız Bolşevikler olarak ilan etti. Bu tabloyu nasıl değerlendirmeliyiz?
ÜD: Vahdettin’in artarak devam eden İngiliz yanlısı siyasetinin 1920 yılı Nisan ayında Mustafa Kemal Paşa ve Kuvayi Milliye düşmanlığı noktasına geldiğini görüyoruz. İhanet belgesi olarak Kuvayi Milliyecilerin katledilmesinin farz olduğuna dair yayınlanan Şeyhülislam Fetvası ve Kuvayi Milliyeye destek verenlerin cezalandırılacaklarını bildiren Damat Ferit Hükümeti Beyannamesi ön plana çıksa da bunların yapılmasını emreden Vahdettin’in yayınladığı Hatt-ı Hümayundur. Vahdettin burada ülkede düzelmeye başlayan siyasi milliyet adı altında yapılan karışıklıklara tekrar bozulmaya başladığını belirterek bunun durdurulmasını istemiştir. Hem hattı hümayun, hem hükümet beyannamesi, hem de fetva 11 Nisan 1920 tarihli Takvimi Vekayi’de yayınlanmıştır. Yunan uçaklarından atılan bildirilerde yalnız fetva değil, hattı hümayun ve hükümet beyannamesi de bulunmaktadır. Bunu Kuvayi İnzibatiye dediğimiz ve kardeşi kardeşi kırdırma projesi olan halife ordusu ile Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında alınan idam kararları izlemiştir. Bütün bunlar Vahdettin ve İstanbul hükümetinin burada İngiltere’ye “Kuvayi milliyeyi durdurmak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz” mesajı verdiğini göstermektedir.
İV: Milli Mücadelenin en büyük sorunu hiç kuşkusuz ki maddi kaynaklardı. Atatürk’ün milli Mücadele’de kendi parasını dahi kullandığını biliyoruz. Nizamettin Üçüncü anılarında “Şefin mevcut mahdut parasını Heyeti Temsiliye ile orada çalışanların işlerine sarf ediyorduk. Bu işlere bakan ben, bir gün Şef’e paranın azaldığını ve ihtiyacı arz ettim. Bana: ‘Ne yapalım, biz milletin saadeti ve halâsı için çalışıyoruz. Kendimiz için değil. Şahsi hesaptaki paramı da sonuna kadar sarf et, sonra düşünürüz’ dedi.” diye anlatır. Parasızlık Milli Mücadele’nin öneminin anlaşılmasında önemlidir. Milli Mücadele’de mali kaynaklarımız nelerdir?
ÜD: Arşiv belgelerine yansıdığı kadarıyla milli mücadeledeki para sıkıntısı Mustafa Kemal Paşanın Samsuna çıkmaya hazırlandığı günlerde başlamıştır. Mustafa Kemal Paşa 7 Mayıs 1919da Savaş Bakanlığı’na yaptığı yazılı müracaatla Samsuna giden heyetin üç aylık ödeneklerinin ödenmesini istemiştir. 12 Mayısta yaptığı bir başka yazışmada hiç olmazsa eski görevi sırasında almakta olduğu maaşın devamlı ödenmesini istemiş, bu isteğine red cevabı almıştır. Samsuna çıktıktan sonra görevini yapması için gerekli olan otomobili zar zor temin ettiğini bildirip ve benzin sıkıntısından yakındığı çok sayıda arşiv belgesi de elimizde mevcuttur.
Mustafa Kemal Paşanın hayatı boyunca biriktirdiği 800 lira ancak kendisi ve arkadaşlarının Amasya’dan Erzurum’a kadar olan masraflarını karşılamıştır. Erzurum’da ise kendilerinin konaklama ve kongre masrafları Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin çağrısı üzerine Erzurum ve bağlı kazaların halkından toplanan yardımlarla karşılanmıştır. Kongre tamamlandığında Sivas’a gitmek için gerekli olan para Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nden Süleyman Hızır Bey tarafından karşılanmıştır. Para sıkıntısının Sivas Kongresi’nin gündemine de geldiği görülmektedir. Kara Vasıf Bey yaptığı konuşmada kurtuluş için gerekli para ve imkan olmadığından yakınmış, mali durumumuzun bağımsız yaşamaya elverişli olmadığını söylemiştir. Sivas’ta Temsil Heyeti’nin masrafları Şekercioğlu İsmail olmak üzere Sivas halkı tarafından karşılanmıştır. Ankara’ya gelindiğinde de durum farklı değildir. Mazhar Müfit Bey anılarında Ankara’daki ilk günlerde kahveye atacak şekeri bile bulamadıkları için kışın ortasında paltosunu satmak zorunda kaldığından bahsetmektedir. Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi ve Ankara halkı adına topladığı parayı milli mücadelede kullanılmak üzere Mustafa Kemal Paşaya teslim etmiştir. Harp malzemelerinin nasıl temini konusunda öncelikle Karakol Cemiyetinden faydalanma yoluna gidilmiş ve İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve cephane sevkiyatı yapılmıştır. Doğuda ordumuzun Ermenileri yendiği savaşta 760 top, 100 makineli tüfek, 4252 tüfek ele geçirilmiş ve Anadolu’ya gönderilmiştir. 2 Temmuz 1919’da Halil Paşa nezaretinde Rusya’ya giden heyet Çiçerin’den 500 kg altın almıştır. Sovyet resmi belgelerine göre Millî Mücadele boyunca Rusya’dan Türk hükümetine gönderdiği silah ve cephane yardımı toplam 39.275 tüfek, 327 makineli tüfek, 54 top, 62.896.000 tüfek mermisi, 147.079 top mermisi, 1000 atımlık top barutu, 4000 el bombası, 4000 şarapnel mermisi, 1500 kılıç ve 20.000 gaz maskesinden oluşmaktadır. Hava gücümüzü Birinci Dünya Savaşı’nın son günlerinde Suriye cephesinden at sırtında taşınarak Konya’da depolanan 4 keşif ve 13 av uçağının parçalarından oluşmaktadır. Bu parçalar Türk havacıları tarafından birleştirilerek 3 uçak, uçar hale getirilmiştir. Hava gücümüzdeki yokluk savaşın sonuna kadar devam etmiştir. Birinci İnönü Savaşında uçaklarımızdan kullanılır haldeki uçaklarımızdan birisi havada arızalanıp Türk Yunan mevzileri arasına iniş yapmak zorunda kalınca pilotumuz uçağı Yunan ordusunun eline geçmemesi için ateşe vermek zorunda kalmıştır. Diğer uçağımızın İkinci İnönü Savaşı’ndan hemen önce düşmesi ve pilotumuz şehit olması üzerine savaşın tüm keşif hizmetleri tek bir uçakla yürütülmüştür. Sakarya Savaşı’nda topraklarımıza inen bir Yunan uçağı ve bir vatandaşımızın İtalya’dan alıp getirdiği bir uçakla toplam uçak sayımız tekrar üçe yükselmiştir. Bu uçaklarda birisi havada ateş alarak düşmüştür. Sakarya Savaşında Yunan uçağı sayısı 50, Türk uçağı 2’dir.
İV: “Resmi tarihle yüzleşme”, “Derin tarih”, “Yalan söyleyen tarih utansın” gibi söylemler üzerinden tarihi gerçekler alt üst ediliyor. Hainleri kahraman, kahramanları hain ilan ediliyor. Bu “tarih operasyonu” çerçevesinde belli “gazeteci-tarihçiler”, “akademisyenler” adeta “tetikçilik” yapıyor. Her gün gazete köşelerinde, tv kanallarında, yazdıkları kitaplarda ve çıkardıkları dergilerde “yakın tarihi” eğip bükerek Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı bir “kurmaca tarih” üretiyor. Sizce bununla ne amaçlanıyor?
ÜD: En basit ifadeyle Türk milletinin devletin kurtarıcısı ve kurucusu olan Atatürk’ten soğuması, milli değerlerine düşman, kendi tarihine düşman bir neslin yetişmesi amaçlanıyor.
Bildiğiniz gibi resmi tarih Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana bizlere okullarda öğretilen tarihtir. Gayri-resmi tarih ise resmi tarihin devlete hakim olan gücün etkisinde kaldığı ve gerçekleri ortaya koymaktan ziyade propaganda amaçlı olduğu gerekçesiyle ortaya çıkmış, alternatif veya derin tarih adıyla kamuoyuna sunulmuştur. Maalesef derin tarihin yalanları sonucunda kendilerine öğretilen tarihin yalan olduğunu düşünen, gerçek tarihin ise bir yerlerde gizlenmiş olduğuna inanan bir kitle oluşmuştur.
Bildiğiniz gibi İstiklal harbi emperyalizme karşı verilmiş en büyük mücadele idi. Ben Atatürk’ü cephede yenemeyen odakların, onun fikir ve öğretilerini öldürmek için düğmeye bastıklarını düşünüyorum. Çünkü Atatürk’e yönelik kara propagandanın 1940’lı yıllardan başlayarak hız kesmeden, sistemli ve kararlı bir şekilde devam ettiğini görüyoruz. Üzülerek söylemeliyim ki epeyce yol katettiler ve Atatürk’le problemli bir kitle oluşturmayı başardılar. Bakınız 1940’lardan bu yana yapılan kara propagandadan bahsediyoruz, vatansever tarihçilerimiz bana kızmasınlar, derin tarihin iftiralarını ciddiye alıp cevaplasalar ve karşı propaganda yapsalardı bugün derin tarih yalanları bu kadar etkili olmazdı. Çok mu geç kalındı? Tabi ki hayır. Bugün bizlere düşen görev Millî Mücadele’yi, Atatürk’ün Millî Mücadele’ye olan katkısını ve cumhuriyet devrimlerini dosdoğru anlatmaktır. Derin tarihin en küçük yalanına bile bıkıp usanmadan cevap vermeliyiz. Maalesef derin tarih yalanlarına inanan kitle kitap okumuyor. Ne okuyor? internet ortamında bulunan “Caps” diye adlandırılan görseller, kısa yazılar, tweetler. Öylese bizler de sosyal medyadan bilgi paylaşmaya ağırlık vermeliyiz. Ben özellikle bunu yapmaya çalışıyorum. Tarihçilerimiz sıkışıp kaldıkları akademik çevreden sıyrılıp halka yakın olmalılar. Maalesef halk ekrana çıkan bir kaç popülist tarihçiyi tanıyor. Eserlerine, çalışmalarına paha biçilemez bir çok ilkeli tarihçimiz akademik yayınları takip edenler dışında maalesef tanınmıyor. Böyle olunca meydan “ne şiş yansın ne kebap” diyen bir kaç popülist tarihçi ile etrafa zehir saçan derin tarih yalancılarına kalıyor. Bu yüzden sosyal medya ö-nem-li.
İV: Söz konusu gruplar özellikle Kazım Karabekir Paşa’yı istismar ederek, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki büyük rolünü azaltma yoluna gidiyorlar. Yazdıkları kitaplarda, katıldıkları tv programlarında ve çıkardıkları dergilerde “Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk’ün değil Kazım Karabekir’in başlattığını, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’na sonradan katıldığını (!)” iddia ederek, Kurtuluş Savaşı’nın gerçek önderinin Karabekir olduğunu ileri sürüyorlar. Konuyla ilgili görüşleriniz nelerdir?
ÜD Kazım Karabekir Paşanın anılarındaki 19 Nisan 1919ta Trabzon’a çıktım sözü derin tarihçilerin Millî Mücadele’yi Karabekir’in başlattığı ve Mustafa Kemal’in ona sonradan katıldığı iddiasını ortaya atmalarına neden olmuştur.
Tarihi verileri incelediğimizde Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nın alt yapısını çok önceden hazırlamaya başladığını görürüz. Atatürk henüz 1907 yılında Ali Fuat Paşaya Anadolu’da bir ulus devlet kurulması gerektiğini söylemiştir:
“Meşrutiyet, köhneleşmiş ve düzenini yitirmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun gövdesi üzerine değil, aksine Türk çoğunluğun yaşadığı kısım üzerine oturtulmalı. Düşmanlarının yani, büyük devletlerin yapacağı bir ayıklama yerine devrim yönetimi kendi başına bir Türk devleti kurmalıdır.”
Suriye’de Enver ve Talat Paşalara gönderdiği 20 Eylül 1917 ve 24 Eylül 1917 tarihli raporda orduyu Arap çöllerinden ve Turan ellerinden çekerek Anadolu ve civarına kaydırmayı ve Anadolu’yu savunma politikasını hayata geçirmeyi teklif etmiştir.
Adana’ya geldiğinde yaptığı direniş toplantılarında benzer fikirlerini açıklamıştır.
Samsuna çıkmadan önce İstanbul’da geçirdiği altı aylık süre zarfında özellikle Şişli’deki evinde yaptığı gizli toplantılarda Millî Mücadele’nin her bir detayını düşünmüş, direnişin hangi aşamasında hangi komutanı yanına çağıracağına kadar hesap etmiştir.
4 Şubat 1919’da Alemdar yazarı Refi Cevat Ulunay’a verdiği mülakatta Anadolu direnişinden açıkça bahsetmiştir.
“Düvel-i Muazzama’ dediğimiz bu devletlerin bir de iç yüzleri var. Siz sanıyor musunuz ki harbi kazanmakla müttefikler aralarındaki bütün ihtilafları (anlaşmazlıkları) halletmişlerdir. Asıl ihtilaf, asıl menfaat rekabeti ve ölüm mirasını paylaşma kavgası bundan sonra başlayacaktır. Her geçen gün Müttefiklerin kuvveti azalmaktadır. Terhisler dolayısıyla orduları günden güne küçülüyor. Asırlarca birbiriyle boğuşan İngilizlerle Fransızları müşterek düşman tehlikesi birleştirdi. Şimdi o eski rekabet bıraktıkları noktadan yeniden başlayacaktır. Başlamıştır bile… İtalya’nın da başı dertte. Onlarda iç kargaşalık arifesinde. Bu yüzden ilhak etmek istediği topraklardan bile çekilecektir. Netice şu ki, Anadolu’da baş gösterecek bir milli direnişe hiçbiri müdahale edecek durumda değildir. Böyle bir mücadelenin tam sırasıdır.
Örnekleri rahatlıkla çoğaltabiliriz.
Milli mücadelenin önemli isimlerinin anılarını incelersek zaten onlarında “Mustafa Kemal olmasaydı milli mücadele başarıya ulaşmazdı” mesajını veren şeklinde ifadelerini görürüz.
İV: Bu güzel sohbet için teşekkür ederiz Hocam…