Yükleniyor...
Yörük Türkmen toplulukları tarih içerisinde göçerlikten konargöçerliğe ve daha sonra da yerleşim düzenine geçmiştir. Bunların bir kısmı yaşamlarını konargöçer olarak devam ettirmektedir. Günümüzde sayıları bir hayli azalmış durumda. Memleketim Emirdağ çevresinde de geçmişte var olan konargöçerlik artık tamamen şekil değiştirmiş yerleşik duruma geçilmiştir. Burada hatırladığım yıllardan itibaren yaşadığım konargöçerlik (yaylacılık) yaşamını anlatmaya çalışacağım.
Yörede Mart ayı ortalarından itibaren yayla için gerekli eşyalar kontrol edilip eksikler tamamlanmaya başlar. Osmanlı döneminde, Emirdağ’da hayvancılık yapan bazı ailelere yayla otlak belgesi verilmiş ve bu aileler komşuların isteği doğrultusunda yaylalarına sürüler toplayıp ücret karşılığında otlatmaya (gütmeye) veya otlattırmaya (güttürmeye) başlamıştır. Yörede kıl çadır pek kullanılmamaktadır. Keçe örtü kullanılan, yöre adıyla Aleyçik (Alaçık) veya Topakev denilen çadırlar kullanılır. Mart ayında bu yayla malzemeleri incelenir eksik olanlar yerine alınan malzemelerle tamamlanır. Yaylada lazım olan bütün malzemenin toplanıp incelenmesi yapıldıktan sonra kışlık oturulan evlerin bir odasına, yerden yüksekte, tahtalardan hazırlanan büyükçe bir masa (Ağrık) üzerine evde kalacak eşyalar yerleştirilip üzeri örtülür. Hayvanlar Nisan ayının yirmisinden sonra çobana teslim edilerek yaylaya gönderilir. Aileler, 6 Mayıstan sonra yaylaya göçer (çıkar).
Emirdağ merkeze yakın köylerden göç öncesi eşekler ayarlanır. Köylere kadar o zaman at arabası, kağnı gibi ulaşım araçları kullanılır ama köylerden yaylaya giden yollar patika olduğu için araçlar yerine eşeklerle eşyalar yaylaya taşınır. Benim büyüklerimden duyduğum, daha önceki yıllarda develer kullanılırmış. Yaylalara (yurtlara) varılınca her aile aleyçiğini veya topakevini, belirlenen yere bir düzen içerisinde kurar. Çadırlar kurulurken çocuklar yayla çevresinden yörede Sığırkuyruğu denilen Calba türü bitkinin bir yıl önceden kalan odunlaşmış gövdesini ve Yavşan denen bitkinin kurularını toplayıp iple sarar. Bu sardıkları şeye şelek denir. Şelekleri yakmak için sırtlarına alarak bayırlarda da aşağıya doğru yuvarlayarak yaylaya taşırlar. Bu aynı zamanda bir oyundur onlar için. Böylece hem ihtiyaç toplamış hem de çalışanların işine engel olmamış olurlar. Bu yakacak toplama işi, daha sonra da kurumuş tezeklerin toplanması dâhil edilerek, yakacak azaldıkça devam ettirilir.
Yaylada, kadın ve çocuklar ve çobanlar yayladan göçene kadar sürekli kalırlar. Ailenin erkekleri, iş durumuna göre bazen yaylada bazen de ilçede kalır. Yaylada günlük yapılan işler bellidir. Guytuluk denilen, etrafı taşlarla örülmüş üzeri genelde ağaç ve diğer mevcut eşyalarla kapatılmış yemek pişirilen yerler, çadırların ön tarafına yapılır. Çadırların yönü kuzeye bakmalıdır. Sağılan sütlerin bozulmaması ve kaymak tutması için önemlidir. Koyun ve keçilerden oluşan sürüler, özelliklerine göre ayrılır ve ayrı ayrı güdülür. Erkek küçükbaşlar ile kuzusu olmayan (kısır) hayvanlar ayrı güdülür ve bu sürüye Yoz denir. Kuzusu olan küçükbaşlar da ayrı güdülür; buna da Sağmal denir. Kuzular da ayrı bir sürü oluşturulur. Sağmal hayvanlar ikindiden sonra otlatılmaya çıkarılır ve ertesi gün saat 11.00 civarında yaylaya geri getirilir.
Kadınlar Helke denen bakraçlarla koyunlarını sağar. Daha sonra kuzular annelerinin yanına katılır. Bu katılma sırasında koyun ve kuzuların meleme sesleri görülmeye değerdir. Her hayvan yavrusuna, her yavru da annesine seslenerek birbirlerini bulurlar. Sağılan sütler kaynatılır teneke kaplara paylaştırılıp aleyçik içindeki sergene yerleştirilir. Birkaç gün sonra üzerlerindeki kaymaklar alınır. Sütlerin bir kısmı peynir bir kısmı yoğurt yapılır. Peynirler ve yoğurtlar, her biri ayrı ayrı, tuluk denilen hayvan postlarında biriktirilir. Tuluk, koyun veya keçi derisinin karın kısmına dokunulmadan yüzülerek boyun kısmından çıkarılan bütün deridir. Bu işler günlük olarak yapılır. Her gün yapılan süt ürünleri tuluk denilen derilerde biriktirilir. Buraya kadar anlattıklarım, yayladan göçene kadar rutin yapılan işlerdir.
Temmuz ayı sonunda, Emirdağ arazilerindeki tahıl tarlaları biçilip harman zamanı başlayınca yayladan göç de başlar. Zaten dağlardaki otlar azaldığı ve kurumaya başladığı için hayvanların doyması güçleşir. Ayrıca biçilen tahıl tarlaları biçim sırasında dökülen tohumlar yönünden zengindir. Bu dönemde tarlalarda otlatmaya Başak Gütme denir. Yaylada herkes göç hazırlıklarını tamamlayıp eşeklere yükler. Yüklenen göçle yayladan ayrılırken genelde herkeste bir hüzün başlar.
Konargöçer bir toplumda yayla özgürlük, doğallık demektir; doğayla iç içe olmanın huzuru kışlaklardaki yaşamdan daha güzeldir. Bu anlatılanlar yetmişli yıllara kadar Emirdağ’da hayvancılık yapan herkes tarafından yaşanan hayat şekliydi. Her yerde olduğu gibi Emirdağ’da da tamamen modern hayvancılığa dönüldü. Artık sadece koyunlar yaylaya çıkıyor ve kuzular annelerinden ayrılmıyor. Ayrılmayınca da istedikleri zaman annelerini emdikleri için yeterince süt birikmiyor. Bu nedenle de süt ve süt ürünlerinin yapımı da azalmış durumda. Artık çoğu geleneğimiz gibi yaylacılık da yok olduğu için bu anlattıklarım da birer anı olarak hafızalarda kalacak.
1 Yorum