17.09.2024

Göç ve açlık etmenlerinin İran’da Türk egemenliğinin kaybındaki rolü: 1870-1925 yılları arasındaki göçler

İran, 1925’e kadar bir Türk yurdu idi. Türkler 1870’ten beri açlık,kıtlık ve siyasal nedenlerle göç etmiş ve İran zamanla Türklüğünü yitirmiştir. Rahim Cavadbeyli, yazısında İran'ın Türklüğünü nasıl kaybettiğini ve yaşanan göç dalgalarını ele alıyor.


1917-1919 arası açlık ve kıtlığa dair bir fotoğraf

1917-1919 arası açlık ve kıtlığa dair bir fotoğraf

“Şu dağın ardında İran”[1]ın olmasına rağmen çok da yakınlık duygusu duyulamayan, yabancı bir ülke, yabancı bir uygarlık gibi lanse edilebilir ama unutulmamalıdır ki bu İran dediğimiz ülke ve uygarlık, asıl Türk uygarlığı ve Türk devletinin asırlar değil, en azından bin yıl egemen olduğu bir ülke, bir devlet, bir uygarlık olmuştur. Hep o eski Türk uygarlığından esenlenerek zaman-zaman yürüyüp bu topraklara (Anadolu’ya) kocaman Tebriz üzerinden gelmişiz…[2]

İran, bugünkü resmi görüntüsünün tam aksine 1925’lere kadar kesin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu ve egemenliğin tam Türklere ait olduğu bir ülke, bir devlet olmuştur. Basit bir dille söyleyelim; İran, Fars dillilerin ve Türkçe bilmeyenlerin orduya asla alınmadığı bir Türk ülkesi ve devleti olmuştur. İran’ın kabul edilir en ünlü Türk karşıtı “Safevi” dönemi araştırmacılarından olan Dr. Felsefi, 10 ciltten oluşan kendi “Safevi Tarihi” adlı eserinde bu konuyla bağlı içinden yanıp kavrularak bahseder. Onun şöyle bir ifadesi vardır: “Bu Türklerin egemenliği döneminde bir Fars ata binemez, en iyi halde onların bindiği atın kuyruğundan tutabilir.” [3] Doğrudur o yeni kuşakta Türk düşmanlığı yaratmak için bunu söylüyordu. Ama bir gerçek de var ki bu, İran 1925’e kadar gerçekten bir Türk yurdu olmuştur.

Türk-İslam karşıtı güçlerin yapmış oldukları müdahale sonucunda, büyük facialar yaşanmış ve Türkler kendi topraklarında, kendi egemenliklerini kaybederek, bir nevi esarete alınmışlardır.[4]

Burada ele aldığımız “Siyasal Göç” konusu da Türklerin yaşamış olduğu facialardan biridir, ama binlerce feci öykülere obje olacak ağır facialardan biri…

“Mamalek-ül-Mahruse-ye Kaçar- (İran)” Türk devletinin etnografik yapısını göz önünde bulundurduğumuzda, ülke nüfusunun en azından 3/2 – üçte ikisinin Türklerin oluşturduğunu görüyoruz. Bunu o dönem devlet adamlarının, ülkedeki diplomatların, bilgin ve araştırmacıların ülke nüfusu hakkındaki tahminleri ve aynı zamanda ülkenin doğal, fiziksel, coğrafi yapısı ve halkların, nerde, nasıl, ne kadar yerleştiğini tahmini olsa da apaçık şekilde göstermektedir.

Prof. Dr. Muhammed Taki Kirişçi, “İran Türklerinin Eski Tarihi” adlı ünlü eserine yazmış olduğu geniş önsözde, bu konuya da değinmiştir. Eserin girişinde birçok araştırmacıya dayanarak İran Türklerinin sayısının %55’in üzerinde olduğunu göstermektedir.

Türk düşmanlığıyla tanınan ünlü araştırmacı Muhammed Rıza Şüar, 1947 tarihli “Behsi Der Bareye Zebane Azeri – Azeri Dili Üzerine Mübahiseler” adlı eserinin 39. sayfasında konumuzla bağlı şöyle yazıyor: “Bu gün 22 milyonluk İran nüfusunun yarısından çoğunu Türk dilliler oluşturuyor.”[5] Bu çoğunlukla Türklerin ölümüne veya ülkeyi terk etmelerine neden olan 1917-1919 kıtlığından sonraki döneme ait rakamlardı. Demek 1917 öncesi İran’daki Türkler, en azından ülkenin 3/2’sini oluşturmuşlardır.

İran nüfusu ile bağlı 19 yy. ve 20 yy. başlarına dair yurtdışı temsilcilerin, diplomatların vermiş oldukları farklı bilgiler de ilginçtir. İngiltereli asker kökenli diplomat Persi Sykes (Sir Perci Molesworth Sykes 28 Şubat 1867 -11 Haziran 1945), ABD Diplomatik temsilcisi Jan Al Kaldul, Rusya Diplomatı Subutsinski, Gilbar, Şoster, Rasel ve başkalarının 1910 tarihlerinde ülkenin önde gelen temel kentlerinin nüfusu hakkında, aşağı yukarı aynı tahminlerde bulunmuşlardır.

Bu rakamlar şöyledir: Tahran Nüfusu 350 bin (kesin çoğunluk Türk), Tebriz 300 bin (Türk), Urmiye 100 bin (Türk), Erdebil 50 bin (Türk), Hoy 40 bin (Türk), Eher 40 bin (Türk), Merend 40 bin (Türk), Marağa 40 bin (Türk), Kazvin 50 bin (Türk), Zencan 40 bin (Türk), İsfahan 50 bin (Fars dilli ve Türk), Şiraz 50 bin (Fars dilli ve Türk), Kirman 30 bin (çoğunluk Fars dilli, azınlık Türk), Horasan 70 bin (Fars dilli ve Türk), Gilan 40 bin (Gilek ve Türk), Miyana 15-20 bin(Türk) olarak gösterilmiştir.[6]

O dönem İran’da var olan yüze yakın kentin çoğu Türklerin kesin çoğunlukta yaşadığı kentler olmuştur. İran’ın nüfus ağırlığı esas itibarıyla Kuzey, Kuzey Doğu, Batı, Güney Batı ve nihayet o dönem İran’ın en gelişmiş, en büyük ekonomik ve siyasi merkezi olan ve aynı zamanda ülke nüfusunun yaklaşık yarısını kendi içinde barındıran Azerbaycan eyaletinden oluşuyordu. Bu üç bölgede (kuzey doğu, kuzey batı, güney batı) nüfusun kesin büyük çoğunluğunu da Türkler oluşturuyordu.

Kuzey ve Kuzey Doğuda, yani Horasan’da Türklerle beraber Fars dilliler ve diğer azınlıklar yaşıyor. Batı ve Güney Batıda Lorlar, Araplar, Fars dilliler, Kürtler ve büyük oranda Türkler beraber yaşıyor. O dönem İran’ın en gelişmiş büyük merkezi olan “Darül-seltene-ye Azerbaycan” ve “Darül-halife-ye Tahran” nüfusunun tamamına yakınını Türkler oluşturuyordu.

Konunun daha iyi anlaşılması için diğer bir belgeye değinmemizde yarar vardır. ABD dışişleri bakanı Vilyam Suvard, 1866 tarihinde Kongrenin uluslararası ilişkiler toplantısında, İran’la karşılıklı diplomatik ilişkilerin kurulmasının gerekliliğini savunuyor. Bunu İran’ın bölgedeki jeostratejik konumu ve büyük şehirlere sahip olmasıyla ilişkilendiriyordu. Vilyam Suvard’ın Kongreye sunduğu raporda şöyle deniliyor: “…Tebriz İran’ın en büyük ekonomik merkezi olmakla beraber, en çok nüfuslu kentidir. Darül-seltene (Grand Prince)’dir, 120 bin nüfusa sahiptir. İran’da, Anadolu’da ve Kafkasya’da oldukça etkin role sahiptir. İran’ın ikinci kenti Tahran, 90 bin nüfusa sahiptir; Darül-halife’dir, Başkenttir.”[7]

Şimdi hakkında konuşacağımız göçmenlerin büyük çoğunluğunun Türklerden oluştuğu ve egemenliğin Türklere has olduğu bir ülkeyi, yani o dönem Türk İran’ını konuşacağız.

Göç nedir? 

Göç “İmmigration” veya Göçme “Emigration”, yaşamakta olduğu bir ülkeden yabancı bir ülkeye uzun veya kısa süreli yerleşmek için gitme anlamındadır. Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın “Göç-Emigration” terimi üzerine yapmış olduğu açıklama şöyledir: “Geniş anlamda bölge-coğrafya değişimi, dar anlamda yaşanılan bölgeni yaşanılması düşünülen başka bir bölgeyle değişmek demektir.” Böyle yer değişmeler temel itibarıyla uzun süreli yer değişmeler olarak kaydediliyor.[8]

İran’da önemli yurt dışı göç dalgaları temel itibarıyla son iki yüzyılda vuku bulmuştur. Bu son iki yüzyılı kapsayan göç dalgaları ülkede bulunan Türk nüfusunun azalmasında, etnografik yapının değişilmesinde ve egemenliğin el değiştirmesinde en önemli etmenlerden biri olmuştur. Ülkenin etnografik yapısında ve egemenliğin el değişmesinde en önemli olan üç aşamalı göç dalgası şunlardır.

  1. 1870-1871 açılık-kıtlık dönemi;
  2. 1917-1919 açlık ve kıtlık dönemi;
  3. 1925 Kaçar Türk devletinin mağlubiyeti ve sürülmesi.

Bu üç en temel etmen faktörle beraber, diğer üç siyasal yurt dışı göç dalgası da ülkede yaşanmıştır. Burada incelenmesi gereken temel konumuz göç olduğu için 6 dönem göç dalgasını ardışık şekilde ele alıp incelemeye çalışacağız. Bunlar vuku bulduğu tarihleri itibarıyla şöyledir:

  1. 1870 açlık ve kıtlık yılları;
  2. Yenilikçilik adına, esasen Türklük karşıtı bağımlı siyasal faaliyetlerden kaynaklanan 1850 – 1925 tarihleri arasındaki yurt dışı siyasal göç dalgası;
  3.  1917-1919 ülke nüfusunun 9 milyonunun açlıktan ve yokluktan mahvolmasına neden olan kasıtlı açlık döneminden kaynaklanan göç dalgası;
  4. 1925 Kaçar Türk Devletinin hazin mağlubiyeti ve yıkılmasından kaynaklanan göç dalgası;
  5. Türk düşmanlığını temel alan Pan-Farsist Pehlevi hâkimiyeti döneminde,  1925-1979 yıllarında siyasal mücadeleden kaynaklanan göçler;
  6. 1979 İslâm devriminden sonra siyasal faaliyetlerden kaynaklanan göçler.

Birinci göç dalgası: 1870 açlık ve kıtlık yılları

1870-1871 kıtlık ve açlık dönemi ülke nüfusunun 3/1’nin mahvolmasıyla sonuçlanmıştır. İbrahim Kızılbaş Zencani kendi hatıralarında bu açlığı şu sözlerle anlatıyor:

Ölü en çok sevilen yağma, Kan en çok sevilen yemek!

Eskimiş derileri, ayakkabıları, sapları suya sallayıp ıslatarak veya kaynatarak, yumuşatıp, yemekle açlık gideriliyordu.

Şehirde at, katır, eşek eti bir tarafa, it ve kedi eti yenilmeye başlanmıştır. Bazı yerlerde insanlar açlıktan birbirinin etlerini yemeye koyulmuşlar. İlk dönemde açlıktan ölenleri ahali toplaşarak, kendi hesaplarına yıkayıp, kefenleyerek gömüyorlardı. Ama sonraki yıl kışta kimse de toprak kazmaya, defin ve kefen parası toplamaya güç kalmamıştır, ölenler öldükleri yerlerde sokaklarda kalıyor, çürüyordu, vahşi hayvanlara yem oluyorlardı. Sokaklarda köpekler tarafından yenilmiş, leş kokan sayısız cesetler bulunuyordu. Köyler arası yollarda açlıktan ölmüş sayısız kadınlar, çocuklar, yaşlılar, genç insan cesetleri ardışık dizilmiştir…[9]

Şeyh İbrahim Kızılbaş kendi hatıralarında, bu açlık yılını bu şiirle kayıtlara almıştır:

Gerani ke Adamkhari bab gaşt (pahalılıktan İnsan etinin yenmesine başlanılan yıl)

Hezar o Divist ast o haştat o haşt” (Hicri Kameri 1288’dır.) denir.[10]

Şeyh, ülke nüfusunun 3/1’nin ya acından öldüğünü, ya da ülkeyi terk ederek Kafkasya’ya, Horasan üzerinden Orta Asya’ya veya Anadolu’ya göç ettiklerini yazıyor.[11]

İngiltere’nin 1859-1860 yıllarında İran’daki temsilcisi General Ser Henri Ralinson, Mamalek-ül-Mahruse-ye Kaçar’ın nüfusunu 1850’lerde 10 milyonun üzerinde olduğunu kaydetmiştir. İngiltere’nin İran üzerine ünlü diplomatlarından sayılan Lord George Nathaniel Curzon (1859-1925) ise 1873 tarihinde ülke nüfusunun açlık ve yoksulluktan, 6 milyonun altına düştüğünü yazıyor. Aynı zamanda ünlü tarihçi ve sosyolog Gilber 1871 kıtlığında ülke nüfusunun 1 ila 1.5 milyonun mahvolduğunu veya ülkeyi Anadolu’ya ve Kafkasya’ya doğru terk ettiğini yazıyordu. Buna örnek olarak 1870-1871 yılındaki açlık döneminde Güney İran’da yerleşen Kaşkayların 60 bin aileden 12 bin aileye düştüğünü gösteriyor.[12]

O dönemin en feci olayı 9-10 milyon nüfusu olan bir ülkenin 3/1’nin, yani yaklaşık 3 milyon insanının şu veya bu şekilde yok olmasıdır.

İki milyona yakın insan açlıktan ölmüşse, bir milyonun üzerindeki Türk topluluğu ise Horasan üzerinden Orta Asya’ya, Anadolu’ya özellikle Erzurum bölgesine ve Kafkasya’ya göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu feci olayın baş verdiği dönemde, yani 1870 tarihinde en önemli siyasal olay ise “Sistan” bölgesinin doğu kısımlarının İngiltere Hindistan hâkimiyetine tabi olan Afganistan hâkimiyetine resmen devredilmesidir.[13] Başka bir değimle bu bilerekten türetilen açlık günümüz Afganistan’da İngiltere ordusuyla savaşan Azerbaycan ordusunun, özellikle kara süvarilerin yenilmesi ve o bölgeyi İngiltere’nin himayesine terk etmek zorunda kalmalarına neden olmuştur.

Aynı zamanda burada kaydetmem gerekiyor ki Şeyh İbrahim Kızılbaş Zencani kendi hatıralarında bu kıtlığın arkasında direkt İngiltere’nin Hindistan hâkimiyetine bağlı tacirlerin durduğunu yazmıştır.[14] Kızılbaş’a göre Hindistan üzerine çalışan tacirlerin gıda ürünlerini yüksek fiyatla alıp, Hindistan’a çıkartmalarıyla bu açlığın daha artık ağır sonuçlar doğurması sağlanmıştır.

İkinci göç dalgası: Yurtdışına siyasal nedenli göçler

Yenilikçi-teceddütçüler adıyla ortaya çıkan, siyasal faaliyetlerden kaynaklanan göçler, temel itibarıyla 1850-1925 yıllarında vuku bulmuştur.

Kaçar Sultanı Mirza Fetheli Şah, 1800’lerin başlarından itibaren Türk Müslümanlar arasında ayrışmalara son vermek için bir takım olumlu ve kapsayıcı adımlar atmıştır. Bunlardan biri Hıristiyan Ruslarla savaş halinde bulunan Kaçar Türk devletinin kardeş Osmanlı Türk devleti ile mezhep üzerinden var olan sorunların giderilmesi ve yakınlığın sağlanması için atılan başarılı adımlarıydı.

Şii din hadimlerinin bu karara olumlu bakmayacaklarını anlayan Fetheli Şah “Şeyhiye” tarikatı üzerinden bu siyasetini yürürlüğe koymayı tercih etmiştir. Bu siyasal kararını Şeyh Ahmet İhsayi’yi Şii din hadimlerinin karşısında güçlü konuma getirmekle uygulamaya çalışmış ve bunu başarmıştır. Şeyh Ahmet İhsayi’nin vefatından sonra Seyit Kazım Reşti ve onun vefatından sonra kendi damadı Muhammed Kerim Han Kaçar’ın Şeyhilik tarikatı üzerinden ülkenin dini işlerini yürütmeyi başarmıştır.[15]

Bu dönem Kaçar- Osmanlı ilişkilerinde iyileşme müşahede edilmiştir. Bu siyasetten hoşnut olmayan Hindistan Britanya Hâkimiyeti, İran’ın güneyinde bir takım mezhepsel ayrışmalara neden olacak siyasal tavır sergilemeye başlamıştır. Toplum-devlet ilişkilerinde bazı siyasal ayrışmalara ve ihtilafların artmasına zemin yaratacak olayları yine din ve mezhep üzerinden işlemeye başlamışlardı.

Mezhep üzerinden yapılan çalışmalar sonucu hicri kameri 1260– m.1844 tarihinde Fars dillilerin ağırlıkta yaşadıkları güney sahra bölgesinde Ali Muhammed Bab’ın “Bab Tarikatı” davasını başlattığını duyurmasıydı. Babcılık başlar başlamaz toplumu karşı karşıya getirmek maksadıyla Buşehir, Şiraz, Yezd, sonra Kazvin ve Zencan gibi iki büyük Türk kentinde de oldukça ağır isyanların çıkartılmasına nail olmuşlardır.

Fetheli Şah’ın (m. 1772 – 1834 / h.ş. 1151 – 1213) vefatından sonra, kendi torunu, Abbas Mirzanın oğlu Mirza Muhammed Şah (m. 1807-1848 / h.ş. 1186-1227) tahta oturmuştur. Mirza Muhammed Şah’ın 14 yıllık egemenliği dönemi en ağır isyanların başkaldırdığı dönem olarak karakterize ediliyor. Mirza Muhammed Şah’ın vefatından sonra, oğlu Nasireddin Şah (m.1831 – 1896 / h.ş. 1210 – 1275) Tebriz’de oluşturduğu devlet kabinesiyle beraber, Tahran’a giderek, orada 20.09.1848 tarihinde tahta oturuyor ve daha güçlü bir konumdan babası Feteli Şah’ın siyasetini sürdürmeye başlıyor. Nasireddin Şah ve sadrazamı “Amir Kebir” oldukça iyi anlıyorlardı ki Türk devletinin ayakta durabilmesi için bu Din-Mezhep üzerinden toplumu karşı karşıya getirmeyi amaçlayan Hindistan Britanya hâkimiyeti tarafından haince oynanan korkunç oyunların önüne geçmek elzemdir, kaçınılmazdır, gereklidir.

Nasireddin Şah (16 Temmuz 1831 – 1 Mayıs 1896)

Nasireddin Şah (16 Temmuz 1831 – 1 Mayıs 1896) Saltanat dönemi 17 Eylül 1848’den şehit düştüğü tarihe kadar devam etmiştir. Şehid Şah lakabı almıştır. İran’da gerçek ve kapsayıcı yenileşme tarihi Nasireddin Şah’la başlamıştır.

Babcılar isyana başlar başlamaz, yandaşlarını ülkenin aşağı sınıfından aldıkları taraftarlarla değil, aksine ülkenin güneyli yüksek zümresinden aldıkları taraftarlarla güçlenmeye başladılar. Babcılar güneyde bulunan Fars kökenli Zerdüştler, Türk kökenli gizli Museviler ve özellikle Hindistan’da yaşayan Türk-Arap düşmanlığıyla bilinen Zerdüştlerin ve Mecusilerin direkt himayesiyle çoğalmaya ve güçlenmeye başlamışlar.

Babcılık ve Bahayiciliğin ülkede güçlenmesi toplumu karşı karşıya getirmekle beraber toplum-devlet arasında ayrışma ve zıtlığın yaranmasını da amaçlayan bu siyasetin arkasında direkt Hindistan Britanya Hâkimiyetinin İran üzerine gizli güvenlik temsilcisi Manekci Hateria duruyordu. Manekci 1854’den 1890 yılına kadar bu projenin asıl yöneticisi olarak görev almıştır.[16]

Manekci Limci Hateria (1813-1890)

Manekci Limci Hateria (1813-1890) Hint Britanya Hakimiyetinin İran üzere gizli servisinin başkanı olarak Kaçar Türk devletinin yenilgisinde en etmen şahıslardan biri olmuştur.

Babcılar ülkede 1840’lardan itibaren terör estirmeye başladılar. Ünlü kişilerden ‘Feridun Ademiyet’ kendi eserinde Mirza Hüseyin Ali Bahaullah destesini (taraftarlarından oluşan grubu) “Mir Gazap” ve “katiller sürüsü” olarak kaydeder.[17] Babcılar önce devlet görevlilerinden birçoğunu güneyde art arda terör etmeye nail oldular ve Sadrazam Emir Kebiri öldürmeye kalkıştılar. 15 Ağustos 1852 tarihinde Sultan Nasireddin Şaha yönelik başarısız suikast eyleminde bulundular.

Bu başarısız iki terör eyleminden sonra Nasireddin Şahl’a Sadrazam Amir Kebir, Babcılara sert karşı koymaya başladılar. Amir Kebir az bir zamanda Ali Muhammed Bab başta olmakla diğer yandaşlarını tutuklatarak hepsini idamla cezalandırdı.[18]

Bu olaydan hemen sonra 1868’de Hindistan Britanya hâkimiyetinin müdahalesiyle Ali Muhammed Bab’ın halefi Mirza Hüseyin Ali Nuri-Baha (Bahaî tarikatı ismini buradan alıyor) ve yandaşlarının Osmanlı toprakları sayılan Eka Limanında (Günümüz İsrail) yerleşmeleri sağlanıyor. Bahaîler Osmanlı egemenliğindeki Filistin’e yerleştikten sonra gizli servislerle ilişkileri günbegün artıyor ve Türk düşmanlığına esaslanarak her türlü hayinliyi yapmaya baş koyuyorlar.

Bahaîler, İran’da Kaçar Türk devletine karşı çeşitli adlarda, özellikle yenilikçilik adı altında isyanlar çıkartıyorlardı. Diğer taraftan Birinci Dünya Muharebesi döneminde bir casusluk ağı kurarak Osmanlı devletine karşı Britanya lehine sistemli casusluk ameliyatları yapmışlardır. Bundan haber tutan Osmanlı Harbiye Bakanlığı, Eka merkezini dağıtmayı ve Bahaîlerin cezalandırılmasını planlasa da Muharebe sonunda Osmanlı’nın mağlubiyeti ve çökmesi bunu genç cumhuriyetçilere unutturmuştur.[19]

Ali Muhammed Bab idam edildikten sonra büyük Türk devlet adamı Amir Kebir Bahaîler tarafından terör edilir. Ardışık devam eden terör çalışmalarıyla beraber Babcılar-Bahaîler veya Bahaîler-Ezeliler diye ikiye ayrışmışlardır.

Bunlar, İran eski Pers kimliğini ön plana taşımakla hem İslâm’ı hem Türklüğü ayak altına almayı ve İngiltere’nin direkt yönlendirmesiyle faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Sanki Türkler İslâm dinini kabul ederek Araplarla beraber büyük pers uygarlığını dağıtmışlar, mahvetmişler. Böyle bir yaklaşımla adını yenilikçi koymuş oldukları terör ve vahşet saçan dağıtıcı faaliyetlerini sürdürüyorlardı.

Bu vahşi ve katil grubun içinden çıkan sözde aydın ve siyasilerin çoğu sonralar yenilikçi-modernist adına, aslında ise İslâm-Türk karşıtı merkezlerin yönetici kişilerine çevrildiler. Bu faaliyetlerin fiili merkezinde Hindistan Zerdüştleri ve mecusileri duruyordu. Yüzlerce Türk-İslam karşıtı Hindistan Mecusileri Mr. Manekci tarafından çeşitli Türk bölgelerine sevkettirilmesi ve yerleştirilmesiyle Türk-İslam karşıtı faaliyetlerini orada sözde aydın ve teceddütçü-yenilikçi adı altında devam ettirmişlerdir. Türk bölgelerinde sözde tecedüdçü ve aydın görünümüyle uyduruk eski Fars uygarlığını Türk-İslam değerlerine karşı gündeme taşıyan sözde aydınların etnik kökenlerinin mutlaka araştırılması gerekiyor. İran ve Güney Kafkasya’da bulunan bu sözde aydınların büyük çoğunluğu köken Türk ve Müslüman olmamış, günümüz Hindistan’dan Manekci tarafından bulunduğu bölgeye aileleri ile beraber sevk ettirilmiş, kökü belli olmayan casus grupların üyeleri oluşlardır.

Meşrutiyet döneminde İran Fars milliyetçiliğinin önde gelen temsilcisi Zeynel-Abidin Marageyi, İran Fars milliyetçi Liberalizminin esas temsilcisi Ermeni kökenli Mülküm Han’ın devamcısı Talıbof (Talıbzade) ve Mirza Ahunzade ve çevrelerinin ve başka ünlü modernistlerin kökenleri mutlaka araştırılması gerekmektedir.

İran’ın en ciddi Mason topluluğu olan “İran Oyanış Lojası”nı Bahaîlerle Ezeliler bütün ihtilaflarına rağmen Mr. Manekci Hateria’nın yürüttüğü göreve yenice atanmış Şapur Reporter’in talimatıyla 1907 tarihinde kurmuşlardır.[20] Feridun Ademiyet kendi eserinde bu Bahaîlerin Müslümanlara karşı nefretlerini şöyle izah ediyor: “Bunlar, yani Bahaîler-Babcılar çok vahşi bir tavırla tutmuş oldukları esirlerin ellerini kesip, diri-diri ateşe atıp, yakıyorlardı…’[21]

Ayeti  “Süphi, Payam-e Pedar” adlı eserinin 227. sayfasında Türklerin ve İslam’ın karşıtı olan bu Bahaîlerin huy ve niteliklerini İzeydi-İzedi-Yezidi[22] Kürtlerle kıyaslayarak şöyle yazıyor: “Bunlar İzeydi Kürtler gibi kültürsüz, bedevi, vahşi, kan içen ve acımasızdırlar. Korktuklarına boyun eğip köle olur, korkmadıklarına maazallah Allahlık etmeğe kalkarlar…”[23]

Bahaîler 1916 (h.ş. Şehriver 1295) tarihlerinden itibaren ülkede terör dalgası estirmeye yeniden şiddetli biçimde başlamışlardır. Bu terör dalgası 4 yıl planlı şekilde, yani 21 Şubat 1921 (03.12.1921) Rıza Han adına İngiliz darbesine kadar devam etmiştir. Darbeden sonra 4 yıl içinde yapılan toplumsal psikolojik mücadele beklenen sonuçları doğurmuştur. Nitekim Kaçar Türk devleti yenildi ve İngiltere’ye tam bağımlı sömürgeci Fars Pehlevi devleti 1925 tarihinde kurulmuş oldu. İran’da Kaçar Türk devletinin yenilmesinde ve sözde Pers Pehlevi devletinin kurulmasında Bahayiler eylemsel olarak en büyük cinayetleri türettiler. İngiltere MI6’ı Bahayi tarikatını ölüm makinesi olarak yüksek zümreye ve Kaçar Türk devletine karşı kullandı.

İran’da yenilikçi mücadele yolunun siyasal çizgilerini maalesef 19 yy. ve 20 yy. başlarında İngiltere’nin çıkarları doğrultusunda, Hindistan Zerdüştlerinin öne sürdükleri Bahaîler ve Babcılar belirlemişlerdir. Bunun içinde yenilikçilik sloganları sonuç itibarıyla ülkeye ve gerçek meşrutiyetçilere hep hüsran ve mağduriyet yaşatmıştır. Niçin? Çünkü asıl maksat demokratik, hukuki, seküler, Cumhuriyetin kurulması değildi. Türk-İslam düzenini mahvetmek, İngilizlerin çıkarları doğrultusunda gerekenlerin yapılmasıydı. Bu arada Zerdüştlerin ve Hindistan’dan sevk ettirilmiş Mecusilerin Türk Müslüman iktidarına karşı bekledikleri kin ve nefret duygularını gidermek için türetmek istedikleri vahşilik ve feci olaylara zemin sağlanmış olmuştur.

Bütün bağımsız yenilikçi-modernist siyasetçiler, yenilikçi davanın sonunda ister 1906 tarihinde- Meşrutiyetin ilanı döneminde, ister Meşrutiyet sonrası 3. dönem Milli Meclisin Muhammed Ali Şah tarafından kapatılması döneminde yukarıda söylediğimiz şekilde gerçekleri itiraf etmişlerdir. [24]

İran’da birinci dünya muharebesi döneminde 1915 tarihinde, ülkeyi işgal eden Rus-İngiliz kuvvetlerine karşı kurtuluş bildirgesini yayan “Geçici Milli Hükümet”in yetkili kişileri, Osmanlı Türkleri ve Almanlarla birlikte yürümeyi planlamalarına rağmen yapabilecekleri çok bir şey olmadı. İlk önce Kum’da kurulan bu Geçici Milli Hükümet, Kum’un işgali ardından Kirmanşah’a, sonra ise Osmanlı topraklarına– Bağdat’a, Kazemeyn’e ve sonunda İstanbul’a taşınmıştır. Geçici Milli Hükümet, 6 ay süre İstanbul’da bulunmuştur. Bu hükümetin yaptıkları, Bağdat’ta yayınladıkları bir kaç bildirgenin ötesine geçememiştir. İstanbul’da ise yaptıkları en önemli iş, 3 Mart 1918 tarihli uluslararası Brest-Litovsk Konferansına katılmaları olmuştur. Sonunda bir bildirgeyle Geçici Milli Hükümetin sona erdiğini belirterek faaliyetlerine son vermişlerdir. 1919 yılı Paris konferansına katılmak üzere İstanbul’da bulunan dönemin dışişleri bakanı ünlü Bahaî ailesine mensup, İngiliz ajanı, Türk karşıtı sinsi projelerin asıl yöneticilerinden biri olan Muhammed Ali Furugi’nin[25] ve yandaşlarının devlet adına maddi yardımıyla milli hükümete bağlı göçmenlerin ülkeye dönüşlerinin sağlandığı belirtildi. [26] Başka bir deyimle bu “Geçici Milli Hükümeti”ni kuranlar sonunda Kaçar Türk devletinin çökmesinin ve yeni bir kuruluşun kurulacağının kaçınılmazlığına ikna edilerek mücadeleden vazgeçmişler ve teslimiyetçi siyaset takip etmişlerdir.

Meşrutiyetçi ve yenilikçi dava adamlarının önde gelen isimleri Tebrizli Mirza Kasım Han, Nizamül-seltene, Müderris, Terbiyet, Takizade, Sattar Han, Bakır Han, Ayetullah Behbehani, Ayetullah Tabatabayi, Ayetullah Şeyh İbrahim Kızılbaş Zencani ve diğer bir çoğu bir ağızdan: “Bize dönüklük yaptılar! Biz bunun için savaşmıyorduk, biz bu sonucu istemiyorduk! Bize hayinlik ettiler! Elimizdeki evimizi (Kaçar Türk devletini ev tabiriyle veriyor.) kendi elimizle yıktırdılar, yenisini kurmak peşindeydik, ama bu durumda bu güçsüzlükle bunu yapamayacağımızı asla düşünemedik, anlayamadık…”[27]

Evet! 1800’lerden 1920’lere kadar siyasal sorunlardan kaynaklanan yurt dışı göçler temel itibarıyla yenilikçilik üzerinden başlatılan dava ile bağlı olmuştur. Bu göçler esas itibarıyla Hindistan Britanya hükümetine sığınmalarla başlamış, sonra Kafkaslara- Osmanlı topraklarına sığınmalarla devam etmiştir. Avrupa’ya, Osmanlı topraklarına, Kafkaslara ve Orta Asya’ya sığınmış Bahaîler ve diğer İngiliz ajanları büyük çoğunlukla 21 Şubat 1921 darbesinden sonra Rıza Han tarafından İran’a getirildiler ve Bahaîlikleri saklı tutularak devlet makamlarına yerleştirildiler ve ilk başta yeni kurulan devleti çoğunlukla gizli Bahaîler yönetmeye başladılar.

Kaçar Türk devletinin yenilmesinde, toplumda Türklük ruhunun halledici varoluşunu ve İslamiyet’i zayıflatmakta, ezmekte, iktidarsızlaştırmakta Bahailik adı altında Hindistan Mecusileri, köken Türk olan yerli Museviler, Şiraz-Yezd-Kirman Zerdüştleri oldukça büyük rol oynamışlardır.

Üçüncü göç dalgası: 1917-1919 kasıtlı açlık döneminden kaynaklanan göç dalgası

Bu 1917-1919 arasında ülke nüfusunun 9 milyonu açlıktan yok olmasına neden olan bilerek türetildiği iddia edilen açlık döneminden, kaynaklanan göç dalgasıdır. Bu açlık ve yokluktan kaynaklanan kıyım Kaçar Türk devletinin çöküşünde, ülke nüfusunun kesin çoğunluğunu oluşturan Türklerin büyük oranda  yok olmasına neden olan facianın saklı tutulması, büyük bir ulusal faciadır. Bu açlık-kıtlık ülkenin kesin çoğunluğunu oluşturan Türklerin büyük oranda yok olmasına ve Kaçar Türk devletinin çökmesinde en etkin faktör olmuştur.

"...Derileri yıpranmış, renkleri solmuş, kemik ve deriden oluşan çocuklar... Gidiyorlar... Nereye gittiklerini bilmeseler de düşe-kalka yürüyorlar... Cadde kenarlarında düşenler çoktur... Kargalar ölü çocukların fal taşı gibi açılmış ve şişe gibi parlayan güzlerini dimdikleyerek kazıyorlar...

“…Derileri yıpranmış, renkleri solmuş, kemik ve deriden oluşan çocuklar… Gidiyorlar… Nereye gittiklerini bilmeseler de düşe-kalka yürüyorlar… Cadde kenarlarında düşenler çoktur… Kargalar ölü çocukların fal taşı gibi açılmış ve şişe gibi parlayan güzlerini dimdikleyerek kazıyorlar…

20 milyon nüfusu olan bir ülkede 9 milyonun açlıktan ölmesine, sürülmesine, göç etmesine neden olan bu facia, biz Türklerin asırlarca süren egemenliğimizi ve ülkedeki kesin çoğunluğumuzu, yöneticilik kabiliyetimizi yitirmemizde, yönetici iken yönetilen durumuna düşmemizde, egemen iken sömürülen halk durumuna düşmemizde, vahşi kıyıma tabi tutulmamızda, bu facianın büyük rolü olmuştur. Bu facianın direkt İngiltere tarafından uygulandığı kesin belgelerle söylenilmektedir!

Babcılıkla-Bahaîcilikle, Hindistan kökenli Zerdüştlerin İran’a sevk ettirilmesiyle, bir sıra önde gelenlerin Bahaîleştirilmesiyle, Türk-İslam’a karşı uyduruk eski pers tarihini gündeme taşımakla yeni bir nifak ve düşmanlık peşinde olan İngiltere son darbesini 1917-1919 tarihleri arasındaki açlıkla ülkenin resmi temsilcisi Kaçar Türk devletine ve yenilikçi-meşrutiyetçi muhalefete vurmuş oldu. Bu faciada ölen insanların mutlak kesin çoğunluğunun Türk olduğu kanısındayım. Bunu ayrıca bir inceleme konusu olarak çalışmak gerekiyor.

Bu unutturulmaya çalışılan, sadece yaşlı neslin hatıralarında var olan açlığı, kıyımı USA-NARA’nın (USA National Archives And Records Administration) verilerine dayanarak 2003 tarihinde “The Great Famine And Genocide İn Persia 1917-1919” adlı kitabıyla dünya gündemine taşımaya çalışan ABD yurttaşı Dr. Muhammed Goli Maced olmuştur.[28]

Yazarın söylediğine göre bu kitabın ABD’de basılması o kadar da kolay olmamıştır. Bu kitabın gündeme gelmesi uzun süre MI6’in gerçekleri saklayarak bilgi çarpıtma yolu ile yazdırmış olduğu uyduruk İran tarih anlayışını alt-üst ediyordu…[29]  ABD’nin devlet arşivindeki çok önemli birinci el belgelere dayanılarak yazılmış olan bu eser, İran tarihi için oldukça önemli bilgiler içeriyor. Maalesef bu eser ne dünyada ne de İran’da gerektiği kadar yankı bulmamış ve gündeme taşınmamıştır. Aksine gündemden çıkarılmasına çalışılmıştır. İlginç tarafı şu ki, bu 10 yıl içinde bu kitaba olan eleştiriler çok az ve sıradan olmuştur. Bir kere kitabın gündeme taşınmaması için üzerine gidilmemiştir. Üzerine giden ve eleştirenler ise bir ağızdan “niçin yalnız ABD-NARA arşivine dayanılarak yazılmıştır, niçin İngiltere arşivine başvurulmamıştır, diye eleştirilmiştir”.

Dr. Muhammed Goli Maced ise bu yersiz eleştirilere: “Ben Britanya’nın ‘İntelligence Service’ merkezine yazılı olarak başvuruda bulundum, maalesef yetkililerin verdiği olumsuz yanıt üzerinden o arşivden yararlanmam mümkün olmamıştır. İntelligence Service’in açık şekilde incelemek istediğim yıllara ait belgelerin 50 yıl süresine, yani 2052 yılına kadar arşivde saklı tutulacağını belirtmişlerdir.” diye hatırlatmıştır. Sizce o araştırılması ve incelenmesi gereken yıllara ait dosyalarda daha bilmediğimiz neler var acaba diye düşünmek gerekmiyor mu?[30]

Bizim kanımızca, bir Müslüman Türk milletinin, bir Türk egemenliğinin yok edilmesi, esarete alınması, uyduruk bir Fars düzeni kurmak için büyük facialar işlenmiş ve hala aşağı yukarı bu kurulmuş ağ üzerinden düzen yürüyor. 100 yıl önce olmuş facialara dayalı belgelerin şimdiye kadar saklı tutulması ve hala 50 yılda arşivde bekletilmesinin nedeni bu olsa gerektir.

Bu eser ABD’nin Can Kaldul (Jahn Lawrence Caldwell), Sir Perci Molesworth Sykes ve diğer devlet temsilcilerinin, dini Misyonerlerin ve bazen Lyunel Charlez Dunsterville gibi İngiltereli generallerin hatıralarına ve İran’daki duruma bağlı gündelik raporlarına dayanıyor. Raporlardan bir kaçına içerik itibarıyla değineceğiz.

Birinci Dünya Savaşı’nda İran tarafsız olduğunu belirtmesine rağmen Ruslar, İngilizler ülkeye sokuldular. Ermeni birlikleri galip güçlerin direkt yardımıyla batı Azerbaycan bölgesinde Türk Müslümanlara karşı feci ve dehşet verici kıyıma başladılar. Ülkede önce işgalci Rus ordusuyla yerli halk, sonra Osmanlılarla Ruslar savaşa girdiler. Ülkedeki gıda azlığı sonbahar 1917 tarihinde kıtlığa dönüştü. Bahar 1917’de Osmanlılar, ardışık Ruslar ülkeyi terk etmişlerdir. Ülkede kıtlık başladı, kıtlık başlarken ülkede kalan yalnızca İngiltere ordusuydu. Bu ordu ülkede gıda azlığına aldırmaksızın yüksek fiyatla tüm ülkedeki gıda ürünlerini alıp ülkeden çıkarmaya başladı. Ülkeye gıda getirilmesi yerine gıdaların alınıp çıkarılmasına çalışıldı. Diğer taraftan İngiltere imtiyazlı mevkiine dayanarak Hindistan’dan, Osmanlı topraklarından ve hatta ABD’den gıdanın getirilmesine izin verilmedi. Nitekim ülkede büyük bir facia denilen açlık her yeri bürüdü.[31]

Şoster ve Rus kaynaklarına göre 1910 tarihinde Tahran nüfusu 350 bin kişi ve 1917 tarihinde 400 bin kişi olduğu halde 1920 tarihinde kentin nüfusu 200 bin kişiye düşmüştür.[32]

Sykes, Ekim 1918 tarihinde Şiraz’ın 50 binlik nüfusunun 5/1’nin, yani 10 bin kişinin öldüğünü yazıyor.[33]

Viat Southard, Nisan 1918 tarihinde yazıyor: “caddenin kenarında yürüyen sayısız çıplak ve yalınayak çocuklar görüyoruz… Derileri yıpranmış, renkleri solmuş, kemik ve deriden oluşan çocuklar… Gidiyorlar… Nereye gittiklerini bilmeseler de düşe-kalka yürüyorlar… Cadde kenarlarında düşenler çoktur… Kargalar ölü çocukların fal taşı gibi açılmış ve şişe gibi parlayan güzlerini dimdikleyerek kazıyorlar…”[34]

“…Hemedan’da insanlar insan eti yemeye başlamışlar…”[35]

İngiltereli Jurnalist Danahu 5 Nisan 1918 tarihinde batı semtinden İran’a (Azerbaycan eyaletine-yazardan) girerken gördüklerini yazıyor: “Sınır ötesinde İran’ın bu açlık, yokluk ve ekonomik krizi hakkında çok şeyler duymuştum… Ama şimdi gözlerimle görüyorum ve bunun ne kadar ağır, vahşet ve ölümcül olduğunu görüyorum ve şimdi açlığın ne olduğunu anlıyorum…” diğer bir yerde: “caddenin kenarında düşüp kalan sayısız insanlar var… Çoğu yaşlı kadın ve erkek… Ölmüşler… Çürümüşler… Kurumuş parmaklarının arasında sıkışıp kalan otlar vardır… Bu otlarla açlığın önüne çıkmaya çalışmışlar galiba…”[36] Diğer bir yerde: “yalın ve çıplak insanlar… Yürüyorlar cadde kenarında… Gözleri batık, deri ve kemikten oluşan yaratıklar… O kadar da insana benzemiyorlar… Dört ayaklı cadde kenarında sürüne-sürüne gediyorlar…”[37]

Tahranda durum iyileşmeye doğru gidiyor: “Büyük Sultan Ahmet Şah kendi makamına has bütün gıda depolarını en ucuz fiyatla yeni atanmış Belçikalı Gıda Müfettişine vermiştir. Sultanın bu hayırsever hareketi sorunların giderilmesinde çok yardımcı oldu ve aynı zamanda ABD’li yardım severlerin de büyük yardımları dokunmaktadır.”[38]

Sultan Ahmet Şah

Sultan Ahmet Şah (1897 Tebriz – 1929 Paris)

Kaldul yazıyor: “Ülkenin birçok yerinde açlık ve yokluk atlatılsa da hala Azerbaycan’da açlık şiddetle devam ediyor. Açlık Azerbaycan’da 1919’un sonlarına kadar devam etmiştir.” [39] O zaman Azerbaycan bu günkü Azerbaycan’ın 4 katı büyüklüğündeki arziyi kapsıyordu.

Bütün veriler incelenerek 1917 tarihinde ülke nüfusunun 20 milyon olduğu belirtiliyor. Bu sayı iki yıl kıtlık ve açlıktan sonra, yanı 1920 tarihinde 11 milyona düştüğünü gösteriyor. 9 milyon insan ya helâk olmuş, ya da ülkeyi terk etmiştir. Bu açlık döneminde ve hatta açlık sonrası Türk bölgelerinden Kafkaslara, Anadolu’ya ve Horasan üzerinden Orta Asya’ya toplu göçler olmuştur. Bunu biz Kafkasya edebiyatında da Anadolu’da da görüyoruz. Azerbaycan’ın “O olmasın, bu olsun” sinema filmindeki “hamal” ve diğer çok figürleri, İran’daki bu açlıktan baş götürüp oralara kaçan nesli canlandırıyor…[40]

Hatırlatalım ki bu dönem Tahran nüfusunun kesin çoğunluğu Türklerden oluşuyordu. Kesin bir Türk kentiydi. Kısacası söyleyelim ki bu kıtlık, İran’ın en büyük Türk kentlerinin nüfusunu mahvetti. Rıza Pehlevi döneminden itibaren Sahra bölgesindeki Fars dilliler İran’ın bu Türk – Tahran ve çevre bölgesi, Horasan, Erak, Hemedan, Kum, Kazvin ve diğer kentlerine sevk ettirilerek Türklerin aleyhine etnografik yapının değiştirilmesine çalışılmıştır ve büyük oranda başarılı da olmuşlardır. Mesela bu gün Tahran ve çevresindeki Türklere gelme deniliyor, Fars dilliler ise yerli topluluk olarak karakterize ediliyor. Bu İran’da büsbütün Türk’ün mahvedilmesine ve egemenliğinin tam kırılmasına hesaplanmış bir açlık, bir kıtlık olmuştur.

(Yazı devam edecektir…)

 

[1] “Şu dağın ardı İran”, Meltem Vural, Cumhuriyet kitapları, 10. Baskı, 2012, Bu kitabı, Meltem Vural adlı biri sözde kendi hatıralarına dayanarak yazmıştır. Bu kitap, İran’ı Fars dillilere mal etmek için her türlü kirli bilgi içermektedir. İran Türklerini ısrarlı bir dille ‘Azeri’ adlandırır ve kendilerine Türk demelerini alaylı bir dille tahkir etmektedir. Hicaba- başörtüye karşı yazılmış bir eserdir. Önemli olan şu ki, bu kitap Tahran ve Tebriz’in bazı pan-Farsist eğilimli kitap evlerinde de satışa çıkarılmıştır. Bu kitapta başörtü aşağılanmakta, Şah ve Pehlevi dönemi İran inanılmaz övgülerle anlatılmağa çalışılmıştır. Bu kitabı yazan yazarın zerre kadar Türk ruhuna sahip olmadığı kanısındayım!

[2]  Geniş bilgi için: yazarın 452 saylı /Mart-Nisan 2014 Tarihli Devlet dergisinde konu ile ilgili ‘Dünden Bu Güne Gerçek İran…’ başlıklı araştırması yayınlanmıştır. Bu linkten elde edinebilir:
http://www.devlet.com.tr/makaleler/y20- DUNDEN_BUGUNE_GERCEK_IRAN_VE_GUNEY_AZERBAYCAN_MILLI_HAREKETI_.html

[3] Dr. Felsefi’nin değinilen 10 ciltlik eseri, (anlam itibarıyla, yazardan)

[4] A.g.e.

[5] Prof. Dr. Mahammed Taki Zehtabi ‘Kirişçi’ “İran Türklerinin Eski Tarihi”, Birinci Cilt, İran-Tebriz 1378-1999,  s.9. Bu kitap kısaltılarak, 2010 tarihinde Türkiye’de basılmıştır. Bu linkten elde edinebilir: http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=574360

[6] Dr. Mohammad Gholi Majd, “The Great Famine and Genocide in Persia 1917-1919” 2003 ABD, University  Press Of America. Farsca Çeviri: Mahammed Kerimi,  ‘Ghahti-ye Bozorg’ Tahran 1387-2008,  mossese-ye Motaleat ve pajuheşhaye Siyasi. ‘Abdullah Şahbazi’nin Mahammed Goli Macedle Söyleşisi’ bu linkten elde edinebilir:

http://www.shahbazi.org/pages/majd3.htm

[7] Ali Rıza Nazmi Afşar, ‘çeşm andaz-e conbeş-e hovviyet  telebi der Azerbaycan’. 10 Aralık 2014 Tarihinde bu linkten edinmiştir:  http://www.anadilitv.com/fr/index.php/m/11857-2014-12-18-19-24-26.html

[8] Reza Taheri,  ‘Mohaceret-haye  Agvam ve terkib-e Gomiyyeti ve Cemiyeti der İran’  1392-2013,   10 Aralık 2014 tarihinde bu linkten elde edinmiştir: http://www.rezataheri.ir/?p=2391

[9]  Şahbaz Abdullahi, “Zendegi ve zamane _ye Şeykh İbrahim Zencani” makalesi, s.2. 10 Aralık 2014 tarihinde bu linkten elde edinmiştir.

http://www.shahbazi.org/pages/zanjani1.htm

Mirza Salih Gulam Hüseyin’in çalışmasıyla Şeyhin Hatıraları ‘Khaterate Şeykh İbrahim Zencani (Sargozashte Zendegani Man)’  ismiyle basılmıştır. Kevir Yayınevi, 1379-2000,  Tahran.

[10] Age. S. 3.

[11] Age. S.3

[12]Fa.Wiki den 14 Aralık 2014 tarihinde elde dinmiştir:

http://fa.wikipedia.org/wiki

[13] Rıza Reis-e Tusi, ‘Esterateji sarzamin-haye Sukhte: Sistan ve Nokhostin Gam-haye Nüfuz-e Estemar’; Faslname-ye Takhassosi Tarikh-e Moaser-e İran, birinci yıl, ikinci sayı, Yaz 1376-1997, S.72.

Şahbaz Abdullahi, “Mirase Farhangi İran ve Karname Esfandyar Rahim Maşayi” S.5,  10 Aralıkta bu linkten elde edinmiştir:  http://www.shahbazi.org/pages/Mashai_Chicago_Affair.htm

[14] Mirza Salih Gulam Hüseyin’in çalışmasıyla Şeyhin Hatıraları ‘Khaterate Şeykh İbrahim Zencani (Sargozashte Zendegani Man)’  ismiyle basılmıştır. Kevir Yayınevi, 1379-2000,  Tahran.

[15] Abdullah Şahbazi, ‘Bahaism’ s.24-25

[16] Şahbazi. Abdullah, ‘Manekci Hateria ve Bahayigeri-e Avvaliye’, 29 Bahman 1388/18 Şubat 2010 , ‘Bahayism’ s.22.

[17] Şahbaz i. Abdullah, ‘Bahayism’s. 42.

[18] ‘Emir Kebir ve İran’ s. 448.

[19] Şahbazi. Abdullah, ‘Bahayism’ S.28.

[20] Age. S.48

[21]  ‘Bahayism’ s. 42

[22] Günümüz Suriye’den Türkiye’ye sığınan Kürtler de bu kavimdendir.

[23] Süphi ‘Payam-e Pedar’ s.227, ‘Bahayism’

[24] Fateme Haşemi, ‘Teşkil-e Dolat-e Movaggat-e  Der Kermanşah’ 15.12.1389/2011, 10 aralık tarihinde bu linkten elde edinmiştir: http://www.jamejamonline.ir/NewsPdf/1576704755760522085

[25] Safayi ’20 Yıllık Siyasi Tarih’ kitabın da Mahammed Ali Furugi hakkında şu bilgileri aktarmaktadır: Bu şahıs Meşrutiyetçilerin siyasal olarak yönetilmesinde en önemli rol oynayan şahıslardan biridir. İran’da 1907 tarihinde 32 yaşlarında ‘İran Oyanış Lojası’ nın kurucularından biri olmuştur. Kaçar devletinin devrilmesinde ve Rıza Han Pehlevi hâkimiyetinin kurulmasında önemli rol üstlenmiştir. Hâkimiyetin 1925’te Kaçar Padişahı Ahmet Şah’tan Rıza Şah’a ve 1941’de Rıza Şah’tan oğlu Muhammed Rıza Şah’a devir teslim işleminde en etmen şahıs olmuştur. Fars dilinin devlet dili olmasında esas rol oynayan diplomatlardan biri olarak “Fars Dil Kurumunun” kurucusu olmuştur.

[26] Erfan Karimi, ‘Negahi be Taşkil-e Dolat-e Movaggat Tey-e  Jang-e Jahani-ye Avval Dar Kermanşah’ ,‘Resalet’ , 30.10.1388/2009, 10 Aralık 2014 tarihinde bu linkten elde edinmiştir:

http://www.resalat-news.com/Fa/?code=16175

[27] Yine orada ve yazarın  ‘çağdaş tarihimizin perde arkası, maksat ve stratejimiz’ başlıklı diğer araştırmasından. Şu linkden elde edine bilir: www.rahimjavadbayli.blogspot.com

[28] Dr. Mohammad Gholi Majd, ‘The Great Famine And Genocide İn Persia 1917-1919’ University Press Of America,  ABD, 2003. Farsçaya Çevirisi: Mahammed Karimi, ‘Ghahti-e Bozorg’ , ‘Moassese-ye Motaleat va Pajuheshhaye Siyasi’, Tahran 1387-2008.  http://www.archives.gov/

[29] Abdullah Şahbazi’nin Dr. M.G.Majd ile söyleşisi, 1382-2003, 10 aralık 2014 tarihinde bu linkten elde edinmiştir:

http://www.shahbazi.org/pages/majd3.htm

[30] Age.

[31] M.G. M. aynı kitap, s.21 ve 5. Bölüm.

[32]  ‘Ghahti-e Bozorg’ S. 20.

[33] Age. s.77. Bu hakta Camalzade’nin Hafiz Farmanfarmayiyan’a dayanarak yazmış olduğu “Farmanfarma va Gahti 1336 h.k. dar Şiraz” eserinde de kaydedilmiştir.

[34] Age. s. 52. Ve ‘Southerd to Vickery, letter and memorandum, 891. 48/127, December, 24, 1918.’

[35] Age. S. 51.

[36] Age. S. 53. ‘Donohoe, Persian Expedition, pp. 76-77.’

[37] Age. S. 53. Donohoe, Persian Expedition, pp. 76-77.

[38] Age.

[39] Age. S. 82.

[40] Yazarın 26 Kasım 2014 tarihinde Azerbaycan medyasında yayınlanan söyleşisi, buradan elde edinebilir:

http://www.olaylar.az/news/diaspora/103061#.VIkV_oyjBYI.facebook

 

Kaynakça

–     http://hibod.blogfa.com/post-21.aspx

      http://www.presstv.com/DetailFa/2015/02/23/398863/PakistanAfghanistan

      https://fa.wikipedia.org/wiki

      http://www.bbc.com/persian/afghanistan/2013/11/131120_k05_afghan_refugee_in_iran

      http://www.radiozamaneh.com/156857

      http://heavenman.blogfa.com/

 

Yazar

Rahim Cavadbeyli

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar