Yükleniyor...
Böyle bir ortamda düşündüklerimi yazmamın meramımı aşan, farklı yerlere çekilmesi muhtemel. Bir konuyu düşünürken ve temel insiyakları ararken aklımdan geçenleri ifade etmeye çalışacağım.
İdeolojiler başlangıçta saftır, temizdir, “bir çözüm tasavvuru paketi”dir; tüm sakatlıklarına ve yetersizliklerine rağmen bir felsefe, inanç, toplum, devlet, siyaset… önerisidir. Zaman ve şartlara ve uygulamalara göre gözden geçirilir, gerçeklikler dünyasında uygulama alanı bulamayınca dönüştürülür; yeni ideolojilerin altyapı bileşenlerinden biri olur.
Dinler bile böyledir. Hiçbir din indirildiği, vazedildiği gibi kalmadı. Din, devlet, toplum, siyaset etkileşimi tarih boyunca hep gidişatı belirleyici oldu. Her biri diğerini etkiledi, birbirine yaslandı, biri diğerlerini meşruiyet kaynağı olarak gördü. Vazedilen, indirilen din ile her toplumun, hatta topluluğun kendi oluşturduğu ‘Din Kültürü’nün aynı veya benzer olmaması da bu dinamik etkileşim sürecinin bir fonksiyonudur.
Belli bir genişlemeden sonra ideolojiler kendi karşıtlarını öncelikle yine kendi içinden çıkarır. Kazanan kahraman; kaybeden dışlanır veya hain ilan edilir. Şu da var ki milletlerin tarihinde kahramanları kadar da hainleri vardır ve hainler de milliyet bilinci ve duygusunun gelişmesinde gerekli kişiliklerdir. Hainler olmazsa kahramanların yeri ve değeri anlaşılmaz.
İdeolojik bağnazlık ve körlük bildiğiniz tüm ideolojilerde bulunur ve kendini benzeri göstergelerle belli eder. İdeolojiler kendilerini sloganlarla geniş kitlelere açarlar. Sorgulayıcı ve eleştirel düşünce sisteminden geçmemiş sloganlar da sorgulayıcı ve eleştirel düşünceye yatkın olmayan kitlelerce kendilerini ifade etmenin hazır ve kolay aracı olur. Ancak her slogan sorunludur, her slogan kusurludur.
En sert mücadele aynı ideolojik, fikri gruplar içinde olur. Öncelikle kendi içinde derlenip toparlanma, bütünleşme ve saflaşma insiyakıyla uyumsuz veya karşıt olanları tasfiye eder. Sol’un kendi içindeki mücadele ülkücülerle olan mücadelesinden daha keskindi bildiğiniz gibi. Epeydir de ülkücüler arasında, siyasi teşkilatının yönlendirmesi ve onayının olduğunu düşündüren sayısız belirti ile farklı bir ‘kardeş kavgasının’ tezahürleri var. Ülkücü olarak kamuoyunca da bilinen belli isimlerin tartaklandığı, dövüldüğü, sopalı-silahlı saldırıya uğradığı haberleri sık sık basına yansıyor. Ya da bir kısım ülkücüler bu siyasi partinin iktidar partisinin dayanağı olarak Türk milliyetçiliğinden uzaklaştığını düşünüyorlar.
Vizyoner ile ideolojik liderlik çok farklı kavramlar. Ancak her ikisinde de otoriter ve karizmatik karakterler benzerdir. Vizyonerler biraz otoriter ve karizmatik olmasa zaten devrim yapamazlar ve hele demokrasilerde bu çok daha zor. Atatürk 20. yüzyılda bu nitelikler arasında dengeyi en iyi kuran tek liderdir. Başka liderler Atatürk’ün bu nitelik dengesine yaklaşamazlar bile. Atatürk’ü sadece ‘sarı saçlım mavi gözlüm’cülük olarak anlayanlar muhafazakâr milliyetçileri bile yobaz olarak yaftalar; yaftaladıkları da onları dinsiz, putperest, imansızlar olarak yaftalar. Türk milliyetçiliğinin kaynaklarından en önde gelenlerinden birinin Atatürk olduğu göz ardı edilir.
İdeolojik bağnazlık ile yobazlık da birbirine çok benzer.
Yobazlığı genelde din ve inanç ile din kültürü bağlamında kullanırız ama bilim yobazı da olur, ideoloji yobazı da olur, milliyetçilik yobazı da olur ya da meslek veya alan yobazlığı da olur. Sosyal medyanın çok popüler iletişim mecrası olmasıyla sıfatı, unvanı Dr., Prof. olan çoğu bilim insanlarının alanları dışında yazdıklarını okuyunca ‘kargadan başka kuş tanımam’cı birer bilim yobazı olduklarını görünce bilgi, tecrübe, sezgiye dayalı muhakeme kabiliyetinin ne kadar temel ve gerekli olduğunu düşünüyorum. Derler ya ‘Âlim olmak başka arif olmak başka.’
Her türlü yobazlık ve ideoloji bağnazlığı da siyasette kullanılan sosyo-kültürel bir gerçekliktir. ‘Marjinal’ olarak nitelenen fikrî ve siyasi hareketlerde yobazlar ve bağnazlar hareketi domine derler; o fikre, inanca ve ideolojiye bağlılığı yüceltirler, kutsarlar.
İdeoloji yobazları uç noktalarda, yani etkisi ve yetkisi az ve sınırlı yerlerde olursa zararı da sınırlı olur ama bunlar aslında o ideolojinin en keskin araçlarıdır. İdeoloji bağnazları tepeye doğru olur ve yönetim erkine sahip olursa tüm toplum hipnotize olur.
Taliban, İşid, Daeş, Komunizm, Faşizm, Mezhepçilik, Irkçılık, Vahşi Kapitalizm… Aklınıza ne gelirse…
Biz toplumun çoğunluğu olarak her olumsuz işte, ekonomide, siyasette, fikirde sebebi illa bir dış güce bağlarız, mutlaka bir dış güç parmağı olduğuna hükmederiz. Ya da her şeyi Allah’a havale eder, yardım bekleriz. Türkiye’deki belli başlı siyasi hareketlerin mensupları diğerlerinin bir dış güç tarafından yönlendirildiklerine inanırlar veya bu ‘dış güç’ paradoksu her derde deva olduğundan mutlaka bu argümana başvurulur.
Bizler her olumsuz gidişatta mutlaka bir dış güç parmağı ararız. Tabi öyle bir ortam oluşursa dış güç parmağını mutlaka o ortama sokar. Bazen de öyle bir ortamı dış güç hazırlar ama bunu mutlaka yerli işbirlikçileriyle yapabilir. Yani işin içinde yine sizden birileri vardır. Unutmayalım ki biz de birilerine göre dış gücüz. Asırlarca da Avrupa’nın gözünde dış güçtük.
Sosyal medyada birileri bir yerlere taş atıyorlar ama o taş gelip benim beynimde bir yerlere değiyor. Ancak elbette her şeye, herkese yetişmek ne mümkün ne de böyle bir niyetim var. Ancak taş tanıdık birinden ya da tanıdık, bilindik bir fikir, düşünce çevresinden gelince insan ister istemez düşünüyor.
Yobazlıkla cehalet benzer veya aynı değildir. İnsan bilgisiz olsa bile bir muhakeme yeteneği, sezgi, sağduyu ve insani vicdanı varsa ona cahil denmez. Yani cehalet başka bilgisizlik başka. Ahlakı, vicdanı ve muhakemesi kusurlu ancak bilgili insanların insanlara, toplumlara ve insani ve toplumsal değerlere verebileceği zarar çok daha derin ve kalıcıdır.
Zaten her bir yetişkin insanın her şeyi bilmesi, hatta kendi uzmanlığı ve alanının tüm boyutlarını bilmesi bile mümkün değildir, gerekli de değildir. O zaman akıl, mantık ve muhakeme gücü ile vicdan ve ahlakın bir arada olması gerekiyor. Birinin yokluğu veya eksikliği bütünü görmeyi ve ona göre düşünmeyi, davranmayı zedeler.
Vicdan dedik de vicdan nedir?
Ahlak dedik de ahlakın kaynağı nedir? Ahlakın kaynağının sadece din olduğunu sanmak da dincilik kadar yavan ve yüzeyseldir.
Bunlar kişide, bir toplumsal kültür içinde gelişir, yerleşir ve evrensel kültürle de ufku ve derinliği genişler. Bu döngünün sorgulama ve eleştirel düşünceyle dışına çıkabilenler veya döngüyü dönüştürenler de ya çok yıkıcı ya çok yapıcı fikri ve felsefi alan oluştururlar. Bu alandaki siyasi uygulamalar da fikri ve felsefi düşüncenin ömrünü belirler.
ABD Kongresinde konuşan Netanyahu’nun konuşması bilmem kaç defa ayakta alkışlanırken duyduğum derin infialin yansımaları üzerine yazmak niyetiyle başladım, aklım bu taraflara kaydı. Al birini vur ötekine. Cumhuriyetçilerin de Demokratların da çoğunluğu bu kör ve bağnaz ideolojinin kıskacında: ‘Amerika ideolojisi’. Ahlak ve vicdan dedik de bunlar da ideolojiye göre şekilleniyor.
Amerika ideolojisi deyince hatırıma biyolojik bir gerçeklik geldi. Kapalı bir ortamda hızla üreyen mikroorganizmaların atık ve artıkları bir süre sonra ortamı bozarlar ve bir dış etken olmadan mikroorganizmalar kendi bozdukları ortamda ölürler. Bizim nesil Sovyetler Birliğinin dağıldığını gördü, ABD’nin dağılmasa bile eski hegemonyan gücünün azalacağının görülmesi birkaç nesle kalmaz.