29.03.2024

Türkçe – Türk Milleti – Türk Devleti

Fransa: "Unutmayın beyler, bu mevkiye Breton dilini öldürmek maksadıyla getirildiniz.” Almanya: “Çok kültürlülük, ‘Multikulti’, tamamen başarısız olmuştur”. İngiltere: "Devlet eliyle yürütülen multikültüralizm başarısız olmuştur."


Birinci şekli Millet ve Milliyetçilik[1] kitabım için hazırlamış ve orada kullanmıştım. Bir topluluk nasıl millet hâline geliyor sonra da devletini nasıl kuruyor. Dil, millet, devlet… Bu üç kavram arasındaki ilişki nedir?

Bir dil, o dili konuşanlar arasında müşterek mensubiyet şuuru doğuruyor. Kendileri gibi konuşan insanlar var, bir de konuşamayanlar. Yunanlılar Yunanca konuşamayanları dilini “bar-bar-bar…” gibi anlamsız sesler diye algılamış ve onlara “barbar” demiş. Slavlar, bir Slav dilini konuşamayan Germenlere dilsiz anlamında “nemtze” demiş. Biz de Almanların ismini onlardan öğrenip asırlarca “Nemçe” demişiz.

Birbirinin dilini anlayanlar, kendilerinin millet olduğunu hissedip devletlerini kuruyorlar. Devlet kurmaya binlerce yıl önce “il tutmak” demişiz. Fakat iş burada bitmiyor. Burada başlıyor…

Devlet yoksa dil dediğimiz şey, bir birini pek de iyi anlamayan lehçelerden ibaret. Onu dil, lisan hâline getiren de devletin kendisi. Bir lehçeyi—mesela İstanbul ağzını—standart kabul edip ülkenin her yerine yayılan millî eğitim sayesinde herkesin onu anlaması sağlanıyor. Günümüzde aynı işlevi televizyon da icra ediyor.

Dil milleti, millet devleti ve devlet tekrar dili… Bu bir döngü ama aynı zamanda yükselen bir spiral. Aklı başında bir devlet, millî eğitimi nasıl her geçen gün daha iyi, daha etkili ve verimli hale getireceğini düşünür. Müfredatını millî hedeflere göre planlar ve… Eğitim dili, dil millî birliği, millî birlik millî devleti her dönüşte biraz daha, biraz daha yukarı taşır. İkinci şekildeki gibi.

Fransa nasıl Fransız oldu

Hep böyle olmuş. Bakın Orta Doğu’da her fırsatta ülkeleri bölmeğe çalışan Fransa nasıl Fransa olmuş…

18 asrın başlarında sadece Paris civarı Fanzsızca konuşmaktadır. Bu lehçeyi konuşanlar, ülke nüfusunun %15’i civarındadır. Kahir ekseriyeti “kendimi Türk hissediyorum” diyen Türkiye’ye bugün “Dikdörtgen mozaik” demeğe can atan bu “Altıgen mozaik”in geri kalanında Latince kökenli birçok dil, bu arada, bol miktarda da Latince dışı Kelt lisanlarını, Brötönce ve Bask dilini konuşanlar vardır. 20. asrın başında Brötönce hâlâ milyonlardadır. 1950 yılında sayı bir milyona düşmüştür. 2000 yılında ancak 200 000 kişi bu dili konuşmaktadır ve bunların hemen hepsi 60 yaşın üstündedir. Daha genç Bretönler Fransızca’dan başka dil bilmiyorlar.

Patois imha edilmeli konuşanlar utanmalı

Wikipedia anlatıyor: 19. asrın başında Fransız Hükümeti birçok azınlık ve bölge dilini (ki Fransızca’da bunlara Patois denmektedir) yok etmeye yönelik siyasetler takip etmeye başladı. Bu operasyon, Henri Gregoire’in “Patoisi imha ve Fransız dilinin evrensel hâle gelmesini sağlamanın gerekliliği ve yolları hakkında rapor”u ile başladı. Halk eğitimi mecburi hale getirildi, sadece Fransızca öğretildi ve başka dillerin öğretimi yasaklandı. Özellikle Occitania ve Brittany gibi bölgelere gönderilen öğretmenlere Kamu Okul Sistemi’nin hedefleri net şekilde anlatılıyordu: “Ve unutmayın beyler, bu mevkiye Breton dilini öldürmek maksadıyla getirildiniz.” Bu cümle, Fransız Finistere (batı Brittany) eyaletinde bir Fransız görevlinin öğretmenlere verdiği talimattan alınmıştır. Fransız Bask Bölgesinde Basses-Pyrénées yöneticisi 1846’da şunları yazıyordu: “Basque Bölgesindeki okullarımız, özellikle Basque dilinin yerine Fransızcayı geçirmek için açılmıştır. Öğrenciler, soylarından gelen dillerin aşağılık olduğunu ve ondan utanmaları gerektiğini öğreniyorlardı. Bu sürece “Vergonha” deniyordu.[2]

Peki, Fransa’nın bugünkü tutumu nedir? Fransa sadece Fransa’da değil, bütün dünyadaki eski sömürgelerinde de Fransızca’nın devamı ve hâkimiyeti için elinden geleni yapmaktadır. Son zamanlarda Korsikalıların Korsika’ca konuşmaları teklifine Fransız yetkililerin verdiği cevap son derece netti: “Fransa’da sadece Fransızlar vardır, azınlık yoktur.”

Başkan Georges Pompidou da, 1972’de şöyle söylüyordu: “…Avrupa’da bir yer tutması kaderinde yazılı bir Fransa’da azınlık dillerinin yeri yoktur.”

1992 yılında Fransızlar, bizimki kadar sık ve kolay değişmeyen anayasalarına bir madde eklediler: Cumhuriyet’in dili Fransızcadır! Tam da Türkiye’de millî dilin tartışılmaya, daha doğrusu tartıştırılmaya açıldığı tarihlere gelinirken! Hâlâ o bir sürü “tek”in içine “tek dil”i koyamıyoruz.

Fransa bu konuda çok ama çok ciddîdir. 2006’da bir Amerikan şirketinin Fransız kolu, kullandığı bilgisayar yazılımının ve o yazılıma ait kullanma kılavuzunun sadece İngilizce dilinde olmasından ötürü 500 000 Euro, artı, bunun düzeltilmediği her gün için de ayrıca 20 000 Euro para cezasına çarptırıldı.[3]

Fransa’da sadece Fransızlar var! Almanya’da Almanlar!

Devlet yokken dil olmuyor. Dil milleti, millet devleti yaratıyor ama sonra da devlet dönüp dili tekrar yaratıyor. Ne demiş akıllı bir adam: Dil, bir ordu ve bir donanmaya sahip bir lehçedir!

Peki Almanya? Bir zamanlar sol liberalleri (her ne demekse) bizde de çok heyecanlandıran “çok kültürlülük” vardı. Herkes dilediği dilde konuşacak, dilediği dilde okuyacaktı. Şansölyeliği bugün de devam eden Angela Merkel 2010 yılında bu konuya açıklık getirdi: : “Çok kültürlülük, ‘Multikulti’, tamamen başarısız olmuştur”. Koalisyon ortağı partinin Bavyera başkan vekili Horst Seehofer de ne yapılacağını şöyle anlattı: ““iki parti de hâkim Alman kültüründe kararlıdır, çok kültürlülüğe karşıdır”. Sonra bu ifadelerin altı dolduruldu: “… göçmenler Almanca konuşmaya mecbur edilmelidir. Yalnız öğrenmeli değil, konuşmalıdırlar da. Yalnız sokakta değil, evlerinde de Almanca konuşmalıdırlar.

İngiltere ve çok kültürlülük

Peki İngiltere? İngiliz Başbakanı Cameron Münih Güvenlik Konferansı’nda çok kültürlülüğü gömen Merkel’le aynı fikirde olduğunu ifade etti: Devlet eliyle yürütülen multikültüralizm başarısız olmuştur. İngiliz değerlerine saygı göstermeyen Müslüman grupların fonlanmasına son verilecektir. Cameron’a göre Radikalizme kayışın ve İngiliz toprağında terörist yetişmesinin sebebi Müslümanların ayrı cemaatler hâlinde yaşamalarıydı. Bir de ayrılıkçı ideoloji propagandası yapanlara karşı devletin “dokunmayın, hoşgörüyle yaklaşın” yanlışıydı.[4]

Türkiye’de yok yok; belki bir tek Türk yok!

Aynı insanların Türkiye için mozaikçiliğe ne kadar sıcak yaklaştıklarını düşünürseniz sorabilirsiniz? Nedir bu çelişki? Ve şu cevabı alırsınız, “Biz mozaikçiliği, göçmenlere sınırların açılmasını, çok kültürlülüğü hep sizin için istiyoruz. Kendimiz başka, siz bize karışmayın… Sizin doğru dürüst bir kültürünüz ve kimliğiniz olmadığı için bu size uygundur. Fransa’ya dil uzatmayın, koskoca Fransız kültürü var. Almanya da koskoca Alman kültürü var. Var mı sizde Fransız veya Alman kültürü? Yok. O halde mozaiksin sen, mozik kal. İnanmazsanız kendi yöneticilerinize sorun. Türkiye’de Türk var, Kürt var, Laz var…. 36- 69 grup var. Halbuki Fransa’da sadece Fransızlar, Almanya’da sadece Almanlar var. Siz Merkel’in burada Alman var, Türk var, Polonyalı var dediğini, Makron’un burada Fransız var, Arap var, Türk var, Korsikalı var dediğini duydunuz mu hiç?”

Dil kültür mü?

Dil diye başlayıp kültür ile devam ettim diye şikâyet ederseniz haklısınız derim. Ama kasten öyle yaptım. Çünkü kültür karmaşık bir kavram. Dil daha rahat anlaşılıyor. Varlığı veya yokluğu, birliği veya parçalılığı da… İki kişi anlaşabiliyorsa, aynı dili konuşuyorlar demektir. Ama aynı kültüre sahip midirler sorusuna cevap vermek mutlaka daha zor…

Biraz da Gellner şımarttı beni. Diyor ki: “Dil, kültürün bir bileşeni değildir; dil, kültürdür.” Biraz Gellner’ce bomba gibi bir ifade ama Gellner’in pek çok bomba ifadesi gibi gerçeği de içeriyor. Tarih, dille nakledilir. Edebiyat zaten dildir. Masallar, tecrübeler, bilgiler hep dille taşınır. Müzik bile sözüyle, şarkısıyla aslında dildir. Yüzde yüz değilse bile yüzde doksan: Dil kültürdür! (Halıları, kilimleri, atları, yemekleri şimdilik görmezden gelelim!)

Toparlarsak, dil milleti, millet devleti, devlet dili… Ve bunun bir yükselen spiral, güçlenen dil, millet ve devlete gidebilmesi için şu şartların gerektiği açıktır.

  1. Eğitim her şeyden önce çocuklara millî dili layıkınca öğretecek kaliteye sahip olmalıdır.
  2. Devlet, kimin devleti olduğunu, niçin eğitim verdiğini, yani onu devlet yapan, ona kimlik veren değerlerinin bilincinde olmalı ve bunları eğitim müfredat ve stratejilerine yansıtabilmelidir.

“Elmas değerinde”, “kimsenin iyi değildir diyemeyeceği” eğitimimiz

Türkiye’nin devlet yöneticileri ve onların ortaya koyduğu eğitim performansı bu ölçütleri karşılamakta mı? Kaçıncı defa tekrarlıyorum: OECD iki ölçüm yapıyor. Biri 15 yaşındaki öğrenciler arasında uyguladıkları PISA, yani Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı, diğeri 16-65 yaş arası uygulanan PIAAC, Uluslararası Yetişkin Yetenek Değerlendirme Programı. Bunlarla OECD ve bir grup OECD dışı ülke ölçülmektedir. Her iki testte de aldığımız puanlar son derece istikrarlıdır. Sonunculukla sondan üçüncülük arasında değişmeyen bir yere sahibiz. En vahimi, bu testlerden kendi ana dilinde okuduğunu anlamada da bu konumumuzu korumamızdır. PISA’da Şili ve Meksika sayesinde her seferinde sonunculuktan kurtulmaktayız. Fakat PIAAC’nin bazı dallarında sonunculuğa düşüyoruz.

2017’nin sonunda aldığımız haber şu: Bizim en iyi üniversitelerimizin dünya sıralamasında hızlı bir düşüş göstermiş. Boğaziçi bir yılda 166.lıktan 190.cılığa; ODTÜ 231.likten 314.lüğe ve İTÜ 257.likten 336.lığa düşmüş.

Hedefini bilmeyen kaptana hiçbir rüzgârın yararı yoktur

Bu yukarıdaki şartlardan birincisi. Peki, ikincisinde ne haldeyiz? Yöneticilerimiz hangi milletin millî eğitimini uyguladıklarının farkında mıdırlar? Pek öyle görünmüyor. Çünkü “milletimiz, aziz milletimiz, bu millet” denmektedir ama o milletin ismi ve dili belli değildir. Bu durumda dünyada ismi belli olmayan tek milletiz! Birçok tek sayılmaktadır ama bunlar arasında “tek dil” yoktur. Kafaların çok karışık olduğunu gösteren bir başka husus, başımızdakilerin son birkaç yılda bir de “İbrahimî Millet” icat etmeleri ve bizim ha işte ondan olduğumuzu beyan etmeleridir. Bu garip milleti dünya tarihi de Birleşmiş Milletler kayıtları da yazmamaktadır. Herhalde bizim, Amerikanlardan “millet inşası”nı öğrenmemiz gerekiyor ki İbrahimî Milleti kuralım.

Dil-millet-devlet… Bu akıllı insanlarca becerilebilirse yukardaki yükselen spiralle sonuçlanır demiştik. Peki, neyi niçin öğrettiklerini bilmeyen, kimliklerinin şuuruna varmamış kaptanlar dümene geçerse ne olur. Yükselmesi gereken spiral alçalmaya başlar ve son resimdeki gibi bütün bir toplum döne döne karadelikten aşağı akıp yok olur. Fakat tabiat boşluk kabul etmiyor. Gellner’in dediği gibi, yok olan milletlerin yerini derhal yenileri doldurur. Allah saklasın ama bu yenisi Dinbazların İbrahimî Millet’i olmayacaktır.

Yukarıda bahsettiğimiz test sonuçlarının sadece düşük değerlerde kalmayıp her yıl biraz daha alçalması da bu son felaketli ihtimali güçlendirmektedir.

 

[1] İskender Öksüz, “Millet ve Milliyetçilik”, Panama Yayınları 2016.

[2] https://en.wikipedia.org/wiki/Vergonha

[3] https://en.wikipedia.org/wiki/Language_policy_in_France

[4] http://www.theguardian.com/politics/2011/feb/05/david-cameron-speech-criticised-edl (24.01.2016)

Yazar

İskender Öksüz

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar