Yükleniyor...
Hikmet Tanyu tarafından yazılan bu makale 1975 yılında
Töre dergisinin 45. sayısında yayımlanmıştır.
“Tek ve yüce üstünlükte Tanrı inancına sahip Türkler, Tanrı’ya göğe yönelerek saygı gösterirler, ruhun ölmezliğine, ruhların Tanrı katına gideceğine, kıyamet ve mahşere, ahirete, ebediyete inanırlar, dağlarda ona (Tanrı’ya) kurban sunarlar, dinî törenler düzenlerler, iyi (koruyucu) ruhlara ve ayrıca kötü ruhlara inanırlarken, İslâm dinine büyük bir sadakatle geçerken ondaki melek, şeytan, cin inancına dair esaslarda yakınlık görmeleri, onları daha kolay anlamalarına yardımcı olmuştur. Allah inancı ile Türklerin, yaratan, yönelten, yaşatan Tanrı (Tenri, Tengri), Gök Tanrısı (Kutsal, Mübarek, Yüce Tanrı) inancı arasında oldukça yakınlık görülmektedir.”
Eski Türklere özgü inançları batılı bilginler Şamanlık-Şamanizm, doğulu bilginler, Şümeniye terimiyle tanıtmak istemişlerdir. Eski Türklerde din görevlilerine (Kam) denildiği gibi, “Oyun” teriminin de bazı yerlerde kullanıldığı görülmektedir. Kaşgarlı Mahmut, bunu Arapçaya “kâhin” şeklinde çevirmiştir.
Kam veya Şaman, Tanrı veya ilâhlaştırılmış varlıkların seçtiği, İlâhi bir kudrete sahip. Tanrı veya ilâhlaştırılmış varlıklarla insanlar arasında aracılık yapabilecek bir gücü olan kimse demektir. Büyük ilâhlar (?) belki melekler ve kötü ruhlar için âyin yapmak, kurban sunmak görevleridir. Aynı zamanda tabiblik, üfürükçülük, sihirbazlık da yaparlardı. Soya çekimle kamlık şamanlık geçerdi. Şu hâlde şamanlık veya Şamanizm şümeniye (Şemeniye) diye bir din yoktur. Yalnız itibari olarak kullanılan şamanizm, Şümeniye (Şemeniye) terimi vardır. Böyle Eski Türklere özgü ve günümüzde pek az kimsenin sürdürdüğü inancın adı, müritleri tarafından şamanlık veya Şamanizm, Şümeniye (Şemeniye) olarak benimsenmiş olmayıp bu ad takılarak ilmî bir terim hâlinde, bir yakıştırma olarak kullanılmaktadır. Ayrıca muhtelif tanrıların da birer üstün güç ve kudrete sahip varlıklar olarak mı yoksa birer üstün vasıflı melekler olarak mı benimsenip kullanıldığını kesin olarak ifade etmek kolay değildir. Zira Türk Dini hakkında henüz bütün etrafıyla, derinlemesine yazılmış çok eskiden kalma bir din kitabı mevcut değildir. Bazı seyyahlar ve araştırmacıların şahsi gözlemlerinden, yazıtlardan, mezar taşlarından, bazı dua ve ilahîlerden, ölü gömme âdetlerinden, destan ve masallardan birtakım sonuçlar çıkarılmaya çalışılmıştır. Kadın kamların da bulunuşu dikkate şayandır. Bütün bunlardan çıkarılacak sonuç, ilk, orijinal inancın da Eski Türkler arasında Tengri (Sümerlerde dingir), Tenri, Gök (mübarek, kutsal semavî, kutlu) Tengri, Gök Tanrı, Yüce Tanrı gibi adlarla her şeye kadir bir Allah inancı görülmekte, kâinatı onun yaratıp yönettiğine inanılmaktadır. Tanrı, Yüce Tanrı inancı günümüzde, Altaylılar ve Yakutlar arasında görülmektedir. Ruhun bekâsını, kıyamet, kılköprü cennet ve cehennemi andıran, animistik ruhçu bir hayat anlayışı içinde, ölümden sonra bir yaşamı gösteren inanç mevcuttur. İyi ruh, kötü ruh inancına sahiptiler. Koruyucu ruhlara inanıyorlardı. Bir nevi şeytanı andıran bir inanç da görülmektedir. Bazı tabiat kuvvetlerine saygı gösterilmiştir, onlarla aralarında türlü ilişkiler kurmak İstenilmiştir. Güneş, ay, yer-su ruhları, atalar (Ceddi âlâ) ve ölüler kültü, kurban sunma, ateş (ocak), orman-ağaç, kaya (taş), dağ, adak, su ve ırmağa, göle saygı, demir ile ilgili inanç, bazı kuş ve hayvanları (kartal-Tanrı Kuşu), bozkurt, at vb. ilgili inanç ve kültler vardı.
Bazı semboller, put (idol) gibi sanılırsa da bunlar Tanrı’nın tasviri değildir. Hatıra veya birer uğurlu eşya (belki fetiş gibi değeri olan bir hatırlatma, anma eşyası) sayılır. Tanrı’yı bir ve üstün, yüce, kudret ve kuvvet olarak bilmek ve bütün kâinatı onun yarattığı varlıklar olarak görmek ve ona mavi, engin göğün derinliğine yönelerek yakarmak ve bazen onun göğün enginliği içinde bulunduğuna inanmak gibi özellikler göstermektedir. Bazı çeşitli tabiat güçleri daha alt derecelerden ilâhlaştırılmışsa da veya büyük melekler düşünülmüşse de onların üzerinde üstün olan bir Yüce Tanrı’nın varlığına inanılırdı. Tanrıya veya yaratan iyi ruh Ülgen (Ülken) atalara, yer-su ruhlarına (tabiat kültü), çoğu zaman dağlarda (at ve koyun) kurbanı sunulurdu. Gündüz Güneş’e ve gece Ay’a saygı gösterilirdi. Çok önceleri Güneş’e ve Ay’a kurban sunulduğu görüşü de vardır. Batılılar tarafından yapılan bir ilmî incelemede binlerce yıl önceki insanlar arasında ilk yüce Tanrı’ya inananların Türkler olduğu ileri sürülmüştür. Gerçekten de türlü ilâhlara tapanlar, hayvanlara tapanlar, ilâhları insana benzeten onun heykellerini yapıp tapanlar, güneşe ve imparatora ilâh veya onun oğlu nazariyle bakan muhtelif din ve inançların (Yunan, Roma, Avrupa, Amerika dinleri, Şintoizm v.b.) yanında Türklerin inançları onlardan çok üstünlük göstermektedir.[1]
Türklerin (Şamanlık) adı takılan ve Tanrı Dini diyebileceğimiz dini çerçevesi dışında, Türklerin etkilendiği dinî tarihçe şöyle bir gelişim göstermiştir.[2]
M.S.III. – IV. yüzyıllarda, Orta Asya’nın muhtelif bölgelerinde Zerdüştlük, Budistlik ve Hıristiyanlık görülmüştür. Hıristiyanlık piskoposluk ve metropolitlerinin, Herat, Teru ve Semerkant şehirlerinde kurulduğunu görüyoruz.
Şamancı To-Ba’ların yönetici üst tabakalarının, V. yüzyılda Budistliği kabul ettikleri anlaşılıyor. Toplumun çoğunun gene eski Türk dinî inanç ve âdetlerini sürdürdükleri biliniyor. Toba Han (572-581) yıllarında Çinli Budistlerin telkiniyle, Göktürkler arasına Budistliği (Budizm) yerleştirmeye çalışıyor. Toba Han’ın ölümünden sonra Göktürk Hakanlığı felâkete uğruyor. Çinlileşme başlıyor. Bunun yankıları Göktürk (Orhun) yazıtlarında görülmektedir. Bu yazıtlardan artık Budacılıktan (Budizm), Lao Tse’nin Taoculuğundan (Taoizm), Bilge Han’ın gayretiyle hiçbir iz kalmadığı anlaşılmaktadır. Bilhassa devlet adamı Tonyukuk, millî dini- Tanrı dinini ve töreyi- savunmuş, yabancı kültür ve inançları reddettirmiştir.
Türklerin Müslüman Arap ordularıyla Halife Hz. Ömer zamanında temasta bulundukları anlaşılıyor. Bazı Türk beyleri, Hz. Osman zamanında (T. 650) Müslümanlığı kabul etmişlerdi. Haccac ve onun kumandanlarından Kuteybe B. Müslim el- Bâhîlî’nin sert ve merhametsiz tedbirleri neticesinde Horasan’da güven sağlandı. İslâm ordusu Mâverâünnehr’e girdi. Buhara ve Semerkand zapt edildi. “Kuteybe’nin muzaffer İslâm ordusu H. 95 (M. 713) yılında Fergana ve Taşkent üzerine yürüdü.”[3]
Bu arada Göktürk hakanlığının kurulduğu VI. yüzyıldan itibaren Hıristiyan, Ateşperest (Zerdüştiler), Manihaist cemaatlerin görüldüğü hatırlanacak olursa karmaşık inançların etkileme çabaları dikkate alınmayı gerektirebilir.
717 yılında Cürcan Beyi Sul-Türk Müslüman olmuş, böylece Cürcan ülkesi islâmlaşmıştı. Arapların baskısı karşısında Türkler savaşıyorlardı. 7 ve 8. yüzyıllarda Müslüman Araplarla Türklerin teması, görüşüp konuşması arttı. Kuteybe, 712-713 yılında Buhara iç kalesinde bulunan Buda tapınağını cami hâline getirtti. Kılıç sonu ve savaşlar sonucu olmayarak, İslâm dininin esaslarını öğrenen Türkler arasında artık İslâmiyet büyük bir yakınlıkla benimsenmeğe başlamıştı.
Bir yandan Türkler başka dinlerin de tanıtılması ve propagandası karşısındaydılar. VII. yüzyılda Manihaizm Türk yurduna gelmişti. İranlı Mani (216-276) tarafından, Zerdüştlük, Hıristiyanlık ve mahalli dinlerle (Mitra vb.) karıştırılarak vücuda getirilen bu dinin müritleri İran ve Roma hükümetleri ve halkı tarafından ağır baskıya maruz kalınca Roma ve İran’dan kaçanlar Türkistan’a sığındılar. Buralardaki Türkler, diğer din yayıcılara hoşgörü gösteriyorlar ve bir taraftan da kendi millî inançlarını sürdürüyorlardı. Maniheistler Türk dinî inancıyla kendi inançları arasında bir ilişki kurmaya çalışarak propagandalarında başarıya gitmek İstiyorlardı. Göktürkleri hakimiyetleri altına alan Uygurların hakanı Bökü Han (Bügü Han) (750-780), 763 yılında Uygur Türkleri arasına, esasen Orta Asya’nın batı bölgelerinde 3. yüzyıldan beri izleri görülen, Maniciliği (Manihaizm) yerleştirdi. Doğu Türkistan’a yerleşen Uygurlar arasında 840 yılını müteakip, o çevrelerde Manihaizm, Hristiyanlık, Budizm ve Tanrı Dini ile bağlantılı şamanlık yan yana bulunuyordu. Uygurlar Manihaizm’i kabul edince savaşçılıklarını ve bazı geleneklerini de bozarak, kaybederek perişan oldular.
Nestûri Hıristiyan misyonerleri Mâverâünnehr İslâmlar eline geçtiği hâlde çalışmalarını sürdürüyorlar ve Nestûri Patriği Tematheus (780-819) da Orta Asya’da Hristiyanlığı yayma gayretiyle, Türk hakanını kandırmaya uğraşıyor, ona mektuplar gönderiyordu.
Nihayet Yenisey Kırgızları, Maniheist Uygurların başkenti Karabalgasun’u 840 yılında zapt edince sonuç belli oldu. Böylece Kırgızlar, 840 yılında Uygurları Moğolistan’dan sürerek, Kırgız devletini kurarlarken, çoğu Mani dininde görünen Uygurlar, Doğu Türkistan’a göçmüşlerdi. Kırgızlar arasında da Mani dininin yayıldığı görülmekte ise de 9-10. yüzyıllardaki kaynaklara göre onların bir yandan atalardan kalan dinleri sürdürdükleri anlaşılmaktadır. Önce Şamancı denilen veya Tanrı dininden olan ve 732 de hemen ilk Müslüman Hazarlar arasında 800 yıllarında Yahudilik de yayılmaktaydı. Hazarlardan büyük bir kısmı Müslüman ve daha az miktarı ise Hıristiyan dinindeydiler. Yönetici tabaka ise Museviliğe bağlı kalmış hatta İbrani adları almışlardır. Fakat Hazar kağanı Yusuf zamanında 965 yıllarında İslâmiyet, buralarda da hemen hemen tamamen kabul edilmiştir. Günümüzde birkaç bin kadar kalan Musevi dininden Türklere Karaim denilir. Yahudi geleneğini, Talmud ve bazı dinî kitap ve yorumları kabul etmeyen Karaim’i Yahudiler kendileriyle bir saymazlar. Hazarların Tevrat’ı da Türkçe idi. Yahudi şeriatında Tevrat ve dini kitaplar İbranicedir.
Moğolların Asya’da güçlendiği dönemde şamanlıkla ilgili bazı davranışlar yeniden canlanmakla beraber, İslâm dini de gittikçe gelişme yolundaydı. Bir taraftan da İslâmiyet, Hıristiyanlık ve Budizm arasında bir mücadele devam ediyordu. Türkler şüphesiz İslamiyet’le ilk ilişkileri takiben Müslüman olmaya başlamışlardı. 9. yüzyılda diğer din ve inançlardan daha fazla İslâmiyet etki göstermeye başladı. 920-21 yılında Alevîler Horasan ve çevresini işgal etmişlerdi. Doğu Türkistan’da Aleviler, Taşkent taraflarında Maniheizm, Bulgarlar arasında da Hazar Musevileri propaganda yapmaktaydılar. 921 yılında Alevi ordusu, Horasan’ın başşehri Nişabur’u işgâl edince, buna Karahanlılardan Buğra Han karşı koydu ve Alevi ordularını yendi, hezimete uğrattı. Satuk Buğra Han İslâmiyeti benimsedi. X. yüzyılda, 920’de Müslümanlığa girmişler ve 940’ta Karahanlılar devletinde resmî din İslâmiyet olmuştu. Aynı yılda Volga çevresindeki Bulgar Hanlığı Müslüman oldu. Yalnız Yedisu eyâletinde bir Nesturî Hıristiyan cemaati kalmıştı. Timur zamanında bu cemaat oradan tamamen kalktı. Gene Timur döneminde Türkistan’ın kuzeyinde Budizm kalıntıları da tamamen silindi.
Özetleyecek olursak, Türkler şüphesiz İslâmiyetle ilk temaslarını takiben Müslüman olmaya başlamışlardı. Dokuzuncu yüzyılda İslâm dini daha fazla etki göstermeye başlamıştı. 920-21 yılında Alevilerin Horasan’ı ve çevresini işgal ettiklerini dolayısıyla Alevi etkilerini görüyoruz. 920-960 yılları arasında büyük Türk kitleleri ehli sünnete uygun olarak İslamiyet’i kabul etmişlerdi. Doğu Türkistan’da Aleviler, Taşkent taraflarında Maniheizm, Bulgarlar arasında da Hazar Musevileri propaganda yapmışlardı. Alevî ordusunun Horasan’ın başşehri Nişabur’u zapt etmesi üzerine, Karahanlılardan Buğra Han karşı koymuş ve Alevi ordularını yeni bir bozguna uğratmıştı. Satuk Buğra Han’ın İslâmiyeti benimsemesi çok önemli bir olay olarak tarihte yer almıştır. Budizm, Manihaizm, Hıristiyanlık ve Musevilik ancak 920 yılına kadar ve bilhassa 200 yıl kadar etki yapmaya çalışmıştı.
İslâmiyet Urallar ve Sibirya çevresine 940-950 yıllarında yerleşti. Türk Tarihinde çok önemli ve değerli bir olay olarak X. yüzyılda Türk milletinin en az %80’i İslâm dinini kabul etmiştir. XII. yüzyılda Orta Asya’nın hâkim olan dini, İslâmiyet olmuştur.
Türklerin topluca İslamiyet’e geçişiyle, tek din bütün Türk ülkelerini kaplamış ve çevre ülkeleri de etkilemişti. Millî kültür yanında İslâm dininin büyük önemi ve etkisiyle Türkler mütecanis bir millet hâline gelmekte gecikmediler. Tarih boyunca kendi içlerindeki mücadele ve çatışmalar ortadan kaybolarak birlik ve beraberlik doğunca güçleri de yükselmişti. XIV. yüzyılda, İran’da ve Orta Asya’da İslâm dini Hıristiyanlığı yendi ve hâkim oldu. Budizm, Moğolistan’da, Şaman’ın yönettiği dinî törenlerle ilgili inanç ise Altay Dağları (Aitay – Sayan) ve Sibirya Ormanları bölgesinde, Yakut Türkleri arasında yaşamını sürdürdü.
Muhtelif dinler, inançlar Türklere etki yapmışsa da, bütün Türklük alemini boydan boya kuşatan İslâmiyet derecesinde olamamıştı. İslâm dini ve ahlakı Türkler tarafından sanki aranıp özlenmiş gibiydi. Milyonlarca kişi ona içten bağlanarak benimsemişlerdi. Tek Tanrı (tenri, tengri) dinine inanmış Türklere en yakın din İslâm dini olmuştu. Bilhassa İslam’ın Allah inancı ve ahlaki esasları, Türklükle Müslümanlık arasındaki iman ve itikat yakınlığı Türk ve İslâm aile hukukundaki benzerlikler, Türklerin duygu ve düşüncelerini geniş bir çevre hâlinde kuşatmıştı. Eski, ilk dinî inançlarının kalıntıları, İslâmî dua ve davranış İçerisinde, adak, taş, ağaç, su, dağ vb. inançlarıyla uzlaşmış, görünmektedir. Allah’a teslim olarak, Kuran buyruğunu bilerek ve ona uyarak kâinatın hakikatini, sır ve muammaların içyüzünü anlamaya yönelen Türkler, kendilerine uygun ahlaki esasları da daha büyük coşkuyla benimseyerek doğruluk ve iyilik yolunda yaşamalarını sürdürmüşler, İslâm dinamizminde ileriye yönelmiş ve atılımlara girişmişlerdir. Eski Türk Töresi içinde yaratan Tanrı’yı bilmek ve onun buyruklarına uymak manevî ve ahlaki gelenek ve törenlere bağlılık göstermek dikkati çekmektedir. Tek ve yüce üstünlükte Tanrı inancına sahip Türkler, Tanrı’ya göğe yönelerek saygı gösterirler; ruhun ölmezliğine, ruhların Tanrı katına gideceğine, kıyamet ve mahşere ahirete, ebediyete inanırlar, dağlarda ona (Tanrı’ya) kurban sunarlar, dinî törenler düzenlerler iyi (koruyucu) ruhlara ve ayrıca kötü ruhlara inanırlarken, İslâm dinine büyük bir sadakatle geçerken ondaki melek, şeytan, cin inancına dair esaslarda yakınlık görmeleri, onları daha kolay anlamalarına yardımcı olmuştur. Allah inancı ile, Türklerin, yaratan, yönelten, yaşatan Tanrı( Tenri, Tengri), Gök Tanrı (Kutsal, Mübarek, Yüce Tanrı) inancı arasında oldukça yakınlık görülmektedir. Bütün bunlar İslâm dini, şeriatı ile Türk Töresini uzlaştırmada bazı kolaylıklar sağlamıştır. Gündelik yaşayış ve davranışı, gündelik eylemleri belirten Türk Töresinin özünü teşkil eden Türk ahlakının esasları, İslâm ahlakiyle çok kolaylıkla kaynaşmış, hatta destek görmüştür. Töre ile Şeriat (İslami esaslar) tamamen uzlaştırılmak istenilmiştir.
“Töre şeriatın seyisi” diyen Taşkentli Köbayoğlu bu duruma bir örnek olmuştur. İslamiyet’in akide ve ibadetleriyle kolayca anlaşmış Türklerden bazıları “fıkhın muamelât hakkındaki hükümlerine” alışmakta güçlük çekmişlerdi. Yüzlerce yıldan beri göçebe Kazak-Kırgızlar “itikat ve ibadet meselelerinde tam anlamıyla ehlisünnetten oldukları hâlde dünyevi muamelâtta fıkıhtan ziyade töreye uyarlardı. “Nikâh, boşanma, miras, alışveriş, hırsızlık, cinayet vesaire gibi meselelerin hepsi töreye göre karara bağlanması için beylerin önüne getirilirdi.”[4] Sonraları tamamen şeriat esas oldu. “Kazaklarda şu atalar sözü de vardır:
“Şeriat akkan bir bulak-Zan bulakta bitken kurak. (Şeriat akan bir pınar-töre onun yanında biten ot. – kamışa benzer bir yeşil ot -”
Bu atalar sözü şeriatla töreyi barıştırmak için söylenmiş bir formüldür.[5] Eski Türklerin kanun, yasa, şifahi teamüller, gelenekler; örf ve âdetler, dinî ve ahlaki kuralların bütününü belirten Töre’nin biz burada (ahlak töresi) üzerinde duracağız. Türkler ahlaki esaslarını diğer dinler içinde korumaya devam etmişlerdir. Buda dininde hayvan eti yenilmesi uygun görülmezse de Budizm’e uyan bazı Türkler bir müddet sonra toylarında ve şölenlerinde av ziyafetleri vermişler ve et yemişlerdir. Keza Buda dininde avcılık ve savaşçılık yasaklandığı hâlde Türkler buna her zaman uymamışlardır.[6]
İslâm dininin gaza ve cihadı farz tanıyışı, aile hayatına önem verişi, askerliğe değer verilişi, yurtseverlik ve bütün ahlaki ilkeleri Türklerin bu dinin hak ve mutlak din olduğuna dair inançlarını yüceltmişti. Bu dine girince kültür ve medeniyet atılımı geliştiği gibi, maneviyat, iktisat ve siyasi hayat ve düzen bakımından da büyük bir ilerleme kat etmişlerdi. Âdeta Türklük ve İslâmlık ülkede kaynaşmış birlik ve beraberliği temin etmiş, bir bütün hâline gelinmesine yol açmıştı. Adetler içinde ahlaki değer taşıyan kurallara “töre” dendiği hatırlanacak olursa Türk ahlakı, Türk töresi içinde en önemli ve güçlü yerini korumuş ve geliştirmiştir. Türk ahlakının ilkeleri bir yandan eski Türk töresinden, bir yandan İslâm dininin ahlakı yönünden yücelip güçlenmiştir.[7]
[1]Abdülkadir İnan, Makaleler ve İncelemeler, Ankara 1968
Abdülkadir İnan, Tarihte ve bugün Şamanizm, Ankara 1972. 2. Basım.
Hikmet Tanyu, Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara 1967.
Hikmet Tanyu, Dinler Tarihi Araştırmaları, Ankara 1973.
Esiri Türk Dini, Tanrı Dini veya Şamanlık hakkındaki kaynaklar bu kitaplarımızda geniş şekilde gösterilmiştir. Lütfen oraya bakınız.
P.W. Schmidt, Ser Ursprung der Gottesidee, 9. Cilt (Türklere dair)
P.W. Schmidt, Tukue’lerin Dini, Çev. Sadettin Buluç, İstanbul Üniv. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C. IV. 1 Temmuz 1966, Sf. 63 – 80.
(Der Ursprung der Gottesidee 1 (3. Bölüm) Freiburg 1949, S. 21-39!)
[2] Eski Türklerin Dini: Tanrı Dini, başlığıyle tarafımızdan hazırlanan inceleme TÖRE Dergisinde yayınlanacaktır. Bu incelemede Türk yazıtları üzerinde bilhassa durulmaktadır. : 1. Hüseyin Namık Orhun, Eski Türk Yazıtları, 4. Cilt ve Ali Öz.türk, Ötüken Kitabeleri ile bilhassa Prof.. Dr. Muharrem Ergîn’in Orhun Abide leri, üzerindeki eserleri önemle dikkate alıdığında ve diğer kaynaklarla Şamanlık adı ile değil (Tann Dini) adiyle gereken açıklamalar sunulacaktır.
[3] Abdülkadir İnan, Çur’ân-ı Kerimin Türkçe Tercümeleri üzerinde bîr inceleme. Diyanet işleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara 1961, Sf. 5.
[4] Y.K. Sf. 108
[5] A,İ.Y.K. Sf.110
[6] Ziya Gökalp Türk Medeniyeti Tarihi. 1. Kısım. (İslâmiyetten Evvel Türk Medeniyeti) İstanbul Matbaai Amiri 1341, Sf. 11. (1974 de ikinci basımı yapılmıştır.)
[7] Bahaeddin Ögel. Türk Mitolojisi, İst. 1971, 2. e.
Bahaeddin Öğel Türk Mitolojisi, Yay. Selçuklu T. ve M.E. Ankara 1971, 1. Cilt.
Zeki V. Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, İst. 1946, 1. C. (İkinci basımı yapıldı) Abdülkadir İnan. Hurafeler ve Menşeleri, Ankara 1962.
Namık Orkun, Türk Tarihi, Ankara 1946, 1. C. Sf. 141.
İ. H. Danişmeııd, Türklük Meseleleri, İst. 1966.
İ. H. Danişmend, Türk ve Müslümanlık, (Türk Irkı Niçin Müslüman olmuştur) İst. 1959, bilhassa Sf. 52.
Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, İst. 1963. 1. Cilt.
Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları. İsk. 1971 2. Cilt, bilhassa 1. C. 94-104