Tek millet, Bağış ve Türk Milleti

Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku. Aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu.


Paylaşın:

3 Temmuz 1919 Erzurum.

Ilıca’ya 8 km. Erzurum’a girmek üzereydiler. 9’ncu Ordu Müfettişi Tümgeneral Mustafa Kemal, arabayı durdurdu. Şehre girmeden bir nefes almak istiyordu, girişine yakın mola verdiler. Yaver Muzaffer Kılıç ve Rauf Orbay Erzurum’un nemsiz havasına rağmen terlemişlerdi. Yüklendikleri görevin ağırlığının farkındaydılar. Geleceğin şekillenmesindeki görev ve sorumluluklarının yükü, ter olarak şakaklarından aşağı iniyordu. Alınlarındaki teri ellerinin tersiyle sildiler. Çıktıkları kurtuluş yolunda Mustafa Kemal ile birlikte yorulmamak üzere çalışacaklarına söz vermişlerdi. “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” kararı açıklandığında onlar da bu uğurda çalışacaklarına yemin etmişlerdi. Mustafa Kemal Paşa, otomobilin kenarına yaslanmış gök mavisi gözlerini ufka dikmişti. Alnı kırışmış, yüzünde, düşünceli ancak keskin bir bakış vardı. Bir müddet ufku seyretti. Erzurum bozkırlarına dalıp gitmişti.

5 Temmuz 1919, Erzurum PTT Binası

23 Haziran 1919’da Dâhiliye Nazırı Ali Kemal, bir genelge yayınlayarak Mustafa Kemal Paşa’nın görevden alındığını duyurdu. Bunun stresi altındayken Erzurum Kongresi toplanacaktı. Paşa gergindi. Kahve söylemişti kendine. Gelen kahvesinden evvela bir yudum aldı. Kahvenin telvesinin ağzında bıraktığı tadı bir süre damağında hissettikten sonra sigarasından bir nefes çekti ve âni bir hareket ile kalkarak sigarasını söndürdü. Yaveri Muzaffer Bey endişeli gözlerle, Paşa’ya baktı. Mustafa Kemal Paşa paltosunu sırtına geçirdi ve gidiyoruz dedi.

Yanındakiler ile birlikte Erzurum PTT Binasına geldiler. Muzaffer Bey’e “Siz binanın güvenliğini alarak binayı boşaltınız ve burada bekleyiniz.” dedi. Muhabere subayı Osman Bey’i de yanına alarak telgraf odasına çıktı. Sırasıyla Tevfik Paşa, sonra Galip Paşa ve daha sonra sadrazam Damat Ferit Paşa telgrafın başına gelerek Mustafa Kemal Paşa’ya ne istediğini sordular. Paşa, ısrarla “Zat-ı Şahane” ile görüşmek istediğini bildirdi. Bir saat sonra padişah telgrafın başına geldiğinde konuşma başlamıştı. Yapılan konuşmalarda Mustafa Kemal Paşa dört talebini “Zat-ı Şahane ”ye iletti. Bunlardan üçüne hemen cevap verilirken dördüncü talebine ise üç gün sonra cevap verileceği bildirildi. Bunun üzerine konuşma kesildi ve binayı terk ettiler.

8 Temmuz’u 9 Temmuz’a bağlayan gece. (1919) Erzurum PTT Binası

PTT Binası tamamen boşaltıldığı zaman Paşa’ya haber verildi. Haberi alır almaz, merdivenleri hızlı ve keskin adımlarla çıktı. Telgrafın başına geçtiği, İstanbul’a bildirildi. Dördüncü talebine cevap gelecekti. Paşa fevkalade gergindi. Bir sigarayı söndürmeden diğerini yakıyordu. Derken telgraf çalışmaya başladı. Şifreli metinler gelmeye başlıyordu. Bilgi akışı tamamlanınca şifreler çözülüp, metin olarak Paşa’ya sunuldu. Paşa, telgrafı eline aldığında üzerinde yazılanları okudu. Derhal İstanbul’a dönmesi emrediliyordu.[1] Bir an tereddüt etmeden yaz çocuk dedi:

9 Temmuz 1919, Erzurum

….Bu gaye-i mukaddese (kutsal amaç) için milletle beraber sonsuza kadar çalışmağa mukaddesatım (kutsal şeylerim) adına söz vermiş olduğum cihetle, pek âşıkı bulunduğum yüce askerlik mesleğine bugün veda ve istifa ettim. Bundan sonra millî ve kutsal gayemiz için her türlü fedakârlıkla çalışmak üzere sine-i millette (milletin bağrında) bir ferd-i mücahit (savaşçı kişi) suretiyle bulunmakta olduğumu tamimen arz ve ilan eylerim. [2]

Mustafa KEMAL

Binaya gelirken general olarak gelmişti. Çıkarken kendini milletin bağrına emanet etmiş, sivil Mustafa olarak çıktı.

10 Temmuz 1919, Erzurum

Mustafa Kemal Paşa artık sivildi. Çok sevdiği asker üniformasını çıkarıp halkına sivil olarak hizmet edecekti. Takvimler yazı gösteriyordu ancak Mustafa Kemal’in etrafına sonbahar gelmiş, yaprak dökümü başlamıştı. Resmî görev bitince, geriye sadece gerçek dostlar kalacaktı. Rütbelerini kendi rızasıyla bir kenara bırakan Mustafa Kemal’in yanına Müfettişlik Kurmay Albayı Mustafa Dirik gelerek “Paşam siz askerlikten istifa ettiniz. Benim bundan sonra bu vazifeye devam imkânım kalmadı. Müsaadenizle Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’dan askerî bir vazife isteyeceğim. Evrakı kime teslim etmemi emrediyorsunuz.”[3] dedi.

12 Temmuz 1919, Erzurum

Kendisi hakkında yakalama emri çıkarılmıştı. Emir de Kâzım Karabekir Paşa’ya bildirilmişti. Mustafa Kemal, bu emrin Karabekir Paşa’ya gittiğini biliyordu. Karabekir Paşa, yanında bir bölük asker ile Mustafa Kemal Paşa’nın yanına geliyordu. Sinirler gergindi. Herkes tutuklama olup olmayacağını merak ediyordu. Millî mücadelenin kırılma anlarından biriydi. Kazım Karabekir Paşa kapının önüne gelerek durdu ve önemsiz bir şeymiş gibi sükûnetle: “Emrinizdeyim Paşam! Ben, subaylarım  erlerim, kolordum, hepimiz emrinizdeyiz!” dedi. [4]

2 yıl sonra.

10 Temmuz 1921. Karacahisar

Mustafa Kemal, Erzurum’dan ayrıldıktan sonra, Sivas Kongresi’ni yaparak Ankara’ya geldi. Meclis’in Ankara’da açılması için çabalarını tamamladıktan sonra sıra düzenli orduya gelmişti. Ankara hükümeti, siyasî varlığını kabul ettirdikten sonra sıra askerî varlığındaydı. 1. ve 2. İnönü muharebeleri kazanılmış sıra Eskişehir- Kütahya savaşına gelmişti. Türk ordusunu imha için Yunan ilerleyişi başlamıştı. Düzenli Yunan orduları karşısında, Türk Ordusu, geri çekilmek zorunda kalmıştı. Haber Mustafa Kemal’e iletildi.

Mustafa Kemal Paşa, Karacahisar’a gelerek durumu yerinde gözlemledikten sonra, İsmet Paşa’ya, dört meşhur emrinden biri olarak tarihe geçen “Orduyu Sakarya Nehri’nin doğusunda 100 km geriye çek! ” emrini verdi.

Bu emri sonrası Meclis’te ciddi tartışmalar başladı. Meclis’in Kayseri’ye taşınması da dâhil olmak üzere birçok görüş ortaya atıldı. Bütün görüşmeler sonrası Mustafa Kemal’e ordunun başına geçmesi teklif edildi.

4 Ağustos 1921, Ankara, Büyük Millet Meclisi.

Yoğun tartışmalar sonrası Mustafa Kemal bir şart ile ordunun başına geçeceğini, gizli oturumda Meclis’e sundu. O da meclisin bütün yetkilerinin geçici süreliğine kendisi verilmesiydi.

5 Ağustos 1921, Ankara, Büyük Millet Meclisi.

13 red oyuna karşılık 169 kabul ile Mustafa Kemal Paşa, meclis tarafından Türk Ordularının Başkomutanı ilân edildi!

9 Temmuz gecesi, çıkardığı şerefli üniformasına aradan geçen 2 yıl 26 gün sonra tekrar kavuştu. Üstelik bu sefer tümgeneral değil başkomutandı. Sorumluluğu çok büyüktü. Karşısında Türk ordusunu tamamen imha etmek isteyen Yunan birlikleri vardı. Ordu, geri çekilmişti ve 30 bin kişi askerden kaçmıştı. Cephane, yoktu. Para, yoktu. Savaşmak için gereken hiçbir şey yeteri kadar yoktu. Türk halkı fakirdi ancak ordunun da savaşa hazır hâle getirilmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal Paşa eksikleri tespit etti ve planlarını tamamladıktan sonra Türk Ordularının Başkomutanı olarak ilk emrini verdi!

7 Ağustos 1921, Tekâlif-i Milliye Emirleri

Sakarya Savaşı öncesi Ordu’nun eksiklerinin tamamlanması gerekiyordu. Bunun için ihtiyaç sırasına göre belirlenen 10 maddelik bir emir yayımlandı. Bu emirlere göre;

1. Her ilçede bir tane Tekâlif-i Milliye Komisyonu kurulacak.

2. Vatanda her hane, birer kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayarak bu komisyonlara verecek

3. Ticaret adamlarının elindeki her türlü giyim eşyasının yüzde 40’ına el konacak ve bunların karşılığı daha sonra geri ödenecek.

4. Yiyecek ve giyecek maddelerinin yüzde 40’ına el konacak.

5. Halkın elindeki araçlar bir defa olmak üzere 100 km’lik mesafeye, ücretsiz askerî ulaşım sağlayacak.

6. Ordunun giyim ve iaşesine yarayan sahipsiz mallara el konulacak

7. Halkın elinde savaşta kullanılmağa elverişli silâh ve cephanenin üç gün içinde komisyona teslimi istenecek.

8. Akaryakıt ve yağları, vazelin, otomobil, kamyon lastiği, çeşitli yağlar ve yapıştırma malzemesi, telefon makinesi, kablo, pil. çıplak tel ve benzeri malzeme, sülfürik asit stoklarının %40’ının komisyonların emrine verilecek

9. Tüm demirci, dökümcü, nalbant, terzi ve marangoz gibi iş sahipleri ordunun emrinde çalışacak.

10. Halkın elinde bulunan dört tekerlekli yaylı araba, dört tekerlekli at ve öküz arabalarıyle kağnı arabalarının bütün donatım ve hayvanlarıyla birlikte binek ve top çeken hayvanlar, katır, deve, eşek miktarlarının %20’sine ordu noksanlarının ikmali için el konulacak.

İşte bu zor şartlar altında verilen emirler bunlardı.

Askerlerimize sınırlı imkanlarıyla yemeni hazırlayan yemeniciler esnafı

10 Ağustos 1921, Anadolu, Tekâlif-i Milliye Komisyonu

Bayram, Balkan Savaşları’nda babasını kaybetmişti. Aklı tam kesmemekteydi. Hayatta tek tutunduğu dal ise annesi Zehra Ana’ydı. Zehra Ana, kendi el örgülerini ev ev gezerek komşularına gösterip, beğenenlere satarak geçimini sağlamaktaydı. Komşuları da durumlarını bildiklerinden her geldiğinde yardımcı olmak için muhakkak alırlardı. Zehra Ana, yine bir gün komşularından dönerken kurulan Tekâlif-i Milliye komisyonunu gördü. Bir memur yüksek sesle emirleri okumaktaydı. Ordu’nun, milletinin desteğine ihtiyacı vardı. Kayıtsız kalamazdı. Hızlıca evin yolunu tuttu ve ceviz ağacından yapılma sandığını açtı. İçinde kendi elleri ile ördüğü çoraplar ve kazaklar vardı. Bayram’ı için örmüştü ama ha Bayram ha Mehmet’ti! Oğluna teslim etti hepsini. Ederken de bir güzel nereye götüreceğini ve kime vereceğini, niçin vereceğini anlattı. “Mustafa Kemal Paşa’mız bizden asker giydirmemizi istemiş Bayram’ım, cephede Mehmet’imizin sırtı yalınken biz burada nasıl bunları giyeriz? Götür ver abilerin giysin, babanın kemikleri sızlamasın.” demişti.

Bayram kazakları, çorapları kutsal emanet sahiplenir gibi sahiplenerek hızlıca köyün meydanına koştu. Ellerindekileri görevli memurlara verdi. “Paşa’ma benden selam söyleyin, olur mu? Kurtarsın vatanı!” dedi. Memurlar, Bayram’ın gülerek yüzlerine baktığını görünce içleri burkuldu, bir şey diyemediler. Bayram, arkasını dönüp giderken durdu ve tekrar memurların önüne geldi. Ayağındaki yün çorapları çıkararak memurlara uzattı.  Bunları da alın dedi. Ben yalınayak da gezerim ama şehit babamın kardaşları yalın ayak gezmesin. ” dedi.

Nasırlı ayakları ile soğuk toprağa bastı, bir asker selamı çaktı geldiği gibi geri dönerek evinin yolunu tuttu.

Ekim 1927. Atatürk’ün Çalışma Odası

Cumhuriyet ilan edilmiş, türlü zorluklara göğüs gerilmişti. Cumhurun başı olarak devletin temellerini güçlendirmeye çalışıyordu. İçeride, yeni kurulan Cumhuriyeti yıkmaya çalışanlar vardı. Bir yandan bunlarla uğraşırken bir yandan da Cumhuriyeti geleceğe taşıyacak olan eserinin son satırlarını yazıyordu. Cumhuriyet’in hep genç kalması gerekiyordu. Bu devlet kurulurken nice ihanetlerle kahramanlıkları birlikte görmüştü. Atatürk, ülkesini karış karış gezmiş milletini tanımıştı. Tehlikelere her daim hazır olması için onları her zaman diri tutacak uyarılarda bulunması gerekiyordu. Bu görevi de Cumhuriyet’in taşıyıcı kolonu olacak gençlere verecekti. Durdu, kahvesinden bir yudum daha aldı. Hafif kırlaşmış saçlarını geriye doğru tarayarak önünde duran kâğıtlara baktı. Erzurum’a girerken daldığı gibi yine ufka daldı. Bir müddet sonra gözleri hafif buğulandı ve peşi sıra çelikten bir pırıltı gelip gözlerine yerleşti. Dolma kalemini elini alarak Kurtuluş Savaşı’nı birinci ağzından anlattığı eserinin son sayfasını yazmaya başladı:

EY TÜRK GENÇLİĞİ!

BİRİNCİ VAZİFEN…

 

03.04.2020, Ankara.

Koranavirüsü ile ilgili yeni tedbirlerin açıklanması

Her ne kadar CHP Genel Başkanı başta olmak üzere kimi kesimler bu kampanyayı itibarsızlaştırmaya çalışmışsa da görüldüğü gibi milletimiz bu fitne odaklarına kulak vermemiştir. Hâlbuki bizim tarihimizde çok sayıda bu tür ve hatta daha ötesi dayanışma örnekleri vardır. Mesela Kurtuluş Savaşı başlarken, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Tekâlif-i Millîye denilen 10 maddelik bir emir yayımlamıştır. Bu emirle milletimizin elinde bulunan silahtan cephaneye giysiden yiyecek içeceğe, makineden binek hayvanlarına kadar savaşta ihtiyaç duyulan hemen her malzemenin belirli bir oranı talep edilmiştir. Milletimiz bu dayanışma çağrısına mecburiyetin ötesinde bir gönüllülükle iştirak ederek, kendisinin ve evlatlarının geleceği için varını yoğunu devletine vermekten çekinmemiştir. Kendi tarihlerini bilmeyenler, bugün devletimizin yürüttüğü yardım kampanyasını dahi sabote etmeye çalışarak milletten ne kadar uzak olduklarını bir kez daha göstermişlerdir.”

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde

Hakkında idam kararı var, yakalandığı yerde idam edilsin deniyor. Buna rağmen bütün yetkilerini devrederek kendisini milletine vakfediyor. Gece uyumuyor, gündüz durmuyor mücadeleye devam ediyor. Gâh at sırtında gâh yayan cephelerde gezerek ordusunun başında savaşıyor. Neyi var neyi yoksa Türk Milletine veriyor. Uçurumun kenarındaki bir ülkeyi alıyor, modern Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruyor. Milletinin karşısına çıktığında göğsünü gere gere Türk Milleti diyor. “Varlığım Türk varlığına armağan olsun.” diyor. Varlığını Türk Milletine armağan eden bir liderin peşinden giden için; Türk Milletini anmaktan geri durmayanların çalışmalarını da çağrılarını da karşılıksız bırakmayan yine Türk Milletidir. Tarihini iyi bilmekte Atasının emanetine sahip çıkmaktadır. Bu yüzden karşılıksız kalan kampanyaların, bu millet nezdinden neden cevap bulmadığını yine cümle içinde bulmak gerekir. Çünkü biz ne bu milletiz, ne aziz milletiz, ne de tek milletiz! Biz, Atatürk’ün izinde, Türk ordularının ebedi başkomutanının emrinde her zaman göreve hazır korkusuz Türk Milletiyiz!

 

 

1)Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, S.94, Atatürk’ün istifasını bildiren genelge yayınlaması.

2)Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, A A M, Ankara, 2006. ISNB: 975-16-1682-4. Sayfa: 58

3) Haz. Selek, Salahaddin, Ulusal Kurtuluş Savaşı, C. 1, Mart 1970, s. 218-219; Karebekir, İstiklal Harbimiz, s. 62-64.

4) Şefket Sürayya Aydemir – Tek adam

 

 

Yazar

Mehmet Onur Karadayı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar