Yükleniyor...
Milli Düşünce Merkezinin geçen yıl Türkiye Barolar Birliği salonlarında gerçekleştirdiği bir panelde kültür eski bakanımız Sn. Namık Kemal Zeybek, dinleyenlere okunması gereken bazı kitaplardan söz etti. Kitapların ortak özelliği, gelecekle ve bilgi toplumuyla ilgili olmalarıydı. O kitapları geçmiş yıllarda ben de önemli görerek okumuş ve alışkanlığım gereği çizerek notlar almıştım. Geçen yazımın konusu olan “Yirmi birinci Yüzyıla Hazırlanırken” kitabı ve bu yazımızda Alvin Toffler’in ilk baskısı 1981 yılında yapılan ve güncelliğini hiç kaybetmeyen “Üçüncü Dalga” isimli kitabı da o bağlamda kitaplardır. Kısmet olursa bundan sonra Sn. Zeybek’in tavsiye ettiği ve aynı kategoriden kitapları konu etmeye çalışacağım.
On bin yıllık insanlık tarihi bin yılda tarım devrimini tamamladı ve “birinci dalga” uygarlığını yaşadı. Üç yüz yılda sanayi devrimini tamamladı ve “ikinci dalga” uygarlığını yaşadı. Şimdi ise uzay çağı (elektronik çağı=bilgi çağı=enformasyon çağı), yani “üçüncü dalga” uygarlığını yaşamaya başladık.
Bugün yeryüzünde yaşayan yedi milyar insanın, bir buçuk milyarı sanayileşmiş toplumları, geri kalanı ise geleneksel tarım uygarlığını henüz aşamamış toplumları oluştururlar. Türk toplumu olarak, henüz sanayileşmesini tamamlayamamış, yani ikinci dalga uygarlığını yaratamamış olsak da üçüncü dalganın çok farklı ekonomik ve toplumsal kurumlarını yaratmış ülkelerle ilişki kurmaktayız, kurmaya da devam edeceğiz. Bir müddet sonra yüz yüze geleceğimiz üçüncü dalga uygarlığına kendimizi ve ülkemizi nasıl hazırlıklı kılabiliriz? Gelecek bilimi (fütüroloji) gelişmiş toplumlarda önemli bilim dallarından biridir. Bizim toplumumuza ise geçmiş, hep gelecekten ilginç gelmektedir. Geçmişe bakışımız da ayrıca sorunlu, laboratuvar olarak bakmak, ondan dersler çıkarmak yerine, hamaseti yeğliyoruz.
Kitabın ismi basit bir yaklaşıma dayanır. Tarımın ortaya çıkışı, toplumsal gelişmenin ilk, sanayi devrimi ise ikinci dönüm noktası sayılmaktadır. Bunlar, tarihin belirli bir anında olup bitmiş olaylar olmayıp, belirli hızları olan değişim dalgaları olarak kabul edilmektedir. Denizin dalgaları nasıl ki biri bitmeden öbür dalga diğerinin üstüne yüklenirse, gelişim ve değişim dalgaları da biri diğerinin üstüne yığılmaktadır. Başka bir anlatımla toplumlar tarımdan sanayie, sanayiden bilgi toplumuna birden bire, başka bir kompartımana geçer gibi geçmezler. Bir süre her ikisi üst üste birlikte yaşanırlar. Tıpkı ülkemizde hem tarım ve hem de sanayi toplumunun dinamikleri ile yıllardır iç içe yaşadığımız gibi. Kitabın ilk baskısının üzerinden 37 yıl geçmiş ve günümüzde bilgi toplumunun kurum ve dinamikleri ile yüz yüze gelmiş bulunmaktayız. Tam bu noktada basite indirgeyerek somut bir örnek vermem gerekirse; Ankara’da, Ostim bölgesinde sanayi toplumu normlarında üretim yapılabildiğini gözlerken, Güdül ilçesine gidince geleneksel tarım toplumu şartları bizi karşılar. Bunlardan çok uzak olmayan ODTÜ nün tekno-kentinde veya Aselsan laboratuvarlarında ise bilgi toplumunun bazı ürün ve olgularıyla yüz yüze geliriz.
Türkiye ve toplumsal mirasını devraldığı Osmanlı, sanayi devrimini ıskaladı. Başka bir deyişle, ikinci dalga uygarlığının bize uzanan etkilerini öngöremedi ve bu uygarlığı yaratanların sömürdükleri bir toplum olmaktan kurtulamadı. İkinci dalgaya adeta maruz kalındı. Eğer üçüncü dalga uygarlığın dinamiklerini kavrayıp ona göre kendimizi hazırlamazsak, korkarım gene maruz kalırız. Üçüncü dalganın ülkemiz için hazırladıklarına maruz kalmak veya razı olmak yerine, isabetli öngörülerle değişimi yakalayıp gerekli hamleleri yaparak gelişmiş toplumlar kervanına katılabiliriz.
Ülkemizde değişim rüzgarlarının hızlı estiği seksen ve doksanlı yıllarda, Yunan filozofu Heraklitos’un, “Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir” sözü, kayıtsız şartsız değişime teslim olma taraftarlarınca çokça kullanılırdı. Ancak başka kültürlerin ürünü olan değişim ve yeniliklerin, değerlerimizle çatışan taraflarının izale edilmesi gereği de göz ardı edilmemelidir.
Büyük Atatürk’ün bizim için gösterdiği muasır (çağdaş) medeniyet seviyesi, bugün için bilgi toplumu, yani “üçüncü dalga uygarlığı” dır.
Kitap, çeşitli ülkelerde yüzlerce kitap, makale, yayın incelenerek ve toplumların önde gelen kişileriyle görüşülerek hazırlanmış, keyifle okunan bir başvuru kaynağı niteliğindedir.
Üçüncü dalga uygarlığının başlangıcının, gelişmiş toplumların başını çeken ABD’de, bir oda hacmindeki ilk bilgisayarın kullanıma girdiği 1952 yılı olduğu, genel kabul görmektedir.
Şimdi sizleri kitabın temel fikri yaklaşımı, terim ve tanımlarının özüne sadık kalınarak derlenen bir özetle baş başa bırakıyorum:
Tarım toplumunun kalabalık ailesi yerini sanayi toplumunda çekirdek aileye bırakmıştır. Sanayi toplumu eğitimi de kendi amacına uydurarak, fabrikanın ihtiyacını karşılayacak, her şeyi zamanında yapan, söz dinleyen ve gösterileni kafa kullanmadan belleyen insanlar yetiştirmiştir.
İkinci dalga ile herkes başkası tarafından üretilen yiyeceğe, eşyaya ve hizmete muhtaç duruma gelmiştir. İşte bu mal ve hizmetleri gidecekleri yere ileten bir şebekeye de “piyasa” denmektedir.
İkinci dalgada sosyal hayatımızda ise, kişisel ilişkiler, aile bağları, sevgi, dostluk, komşuluk, … bütün bunlar çıkar hesaplarıyla biraz kirlenmiştir.
İkinci dalganın kurallarını uygulamak ve kurumlarını yönetmek üzere günümüzde toplumlar ve bireyler üzerinde güçlü bir ağırlığı olan “bürokrasi” doğmuştur.
İkinci dalga, toplumu fabrika, kilise, okul, sendika, cezaevi, hastane… gibi binlerce parçaya böldü. Aileleri ve kültürü parçaladı. İşte bu durum; görevi bu parçaları birleştirmek olan birçok yeni tür “uzman”lara ihtiyaç duyulmasına yol açtı. Tarım toplumunda bir gün 4-5 dilime ayrılmıştır. (İslam toplumlarındaki namaz vakitleri gibi) Oysa sanayi toplumunda saat, dakika ve saniyeler önemli hale gelmiştir.
İkinci dalga ulusları, kendi aralarında iş bölümü yaparak dünyanın geri kalan ülkelerini sömüren bir grup seçkin ulus yarattılar. Mesela; İngiltere dokumacılıkta, Portekiz şarapçılıkta söz sahibi oldular. Dünyanın geri kalan kısmını benzin deposu, bahçe, maden ocağı, ucuz emek deposu olarak gören ikinci dalga toplumları, sanayileşememiş ülkelerin toplum yapısını da alt üst etmişler, onları dünya ticaretinin içine çekmişlerdir. Kendi kendine yeten toplumları, ya ticaret yapmak ya yok olmak tercihiyle baş başa bırakmışlar ve böylece “emperyalizm” ortaya çıkmıştır. 1935 de dünyanın %85 i Avrupa’nın kontrolü altına girdi. 1492 de bu oran %9 idi.
On bin yıllık insanlık tarihi içinde üç yüz yıl gibi kısa sürede, Endüstriyalizm şimşek gibi çaktı geçti. Teknolojiyi, doğayı, kültürü değiştirmekle kalmadı, kişiliği değiştirdi. Toplumda bir yeni tip yarattı. Bu yeni sanayi çağı insanının özellikleri ise; tipik bir çekirdek aileden yetişmiştir. Temel görüşünü kitle iletişim araçlarından almıştır. Kendisini bir köyün, kentin değil ulusun mensubu olarak görür. Kendisini doğayla mücadele halinde bulmuştur. İşinde her gün doğayı sömürür. Hafta sonlarında kendisini doğanın kollarına atar. İkinci dalganın hayatımıza getirdiği diğer bazı değişiklikleri de sayacak olursak;
Duygularımızla algıladığımız dünya değişmiştir. Horoz sesi yerine fabrika düdüğü, çekirgenin yerine araba sesi gelmiştir. Gece topraktan yükselen hoş kokunun yerini, benzin ve fenol kokuları almıştır. Baba çocuktan daha boylu yetişmiştir.
İkinci dalga uygarlığının artık devam etmesini engelleyen iki sebepten biri, doğaya açtığımız savaşta bir dönüm noktasına gelmiş olmamız, diğeri ise; yenilenemeyen enerji kaynaklarının sonuna gelinmesidir. 1974 petrol krizi ikinci dalganın ilk sarsıntısıydı.
İkinci dalga sistemleri bunalım geçirmektedir. Sosyal yardım sistemi, posta sistemi, okul sistemi, kent yönetimi, uluslar arası finans sistemi….. hepsi zorluklar içindedir. “Kişilik bunalımı” salgın halde, herkes kendine verilen görevin dışına çıkmakta, bunalan insanlar kendilerini mistisizme, tarikatlara teslim etmektedir.
Üçüncü Dalga ve Kurumları
Üçüncü dalga ile yeni bir sentez doğmaktadır. Bu uygarlığa damgasını vuracak birbirine bağlı dört sanayi grubu vardır. Bunlar “bilgisayar”, “elektronik”, “uzay-deniz” ve “biyoloji” endüstrileridir. Bugün bile bu sanayi dallarına sırtını dayayan kesimler refaha doğru giderken, ikinci dalgaya dayalı kesimler gerilemektedir.
Üçüncü dalga plastikle, metalle oynar gibi canlılarla oynar ve şekil verir duruma gelecektir. “Moleküler biyoloji” laboratuvarlarında artık şu sorular hiç yadırganmamaktadır.
Besin sorununu halletmek için saman ve ot yemek üzere inek gibi işkembesi olan insanlar yetiştirelim mi? Üstün ırk yetiştirelim mi? Bizim için savaşsın diye askerler üretelim mi? Kendimiz için yedek organ üretelim mi? … gibi.
Biyoloji ilerde kimyanın yerini alacak ve petrole bağımlılığı azaltacaktır. Ancak radyoaktif tehlike gibi bir “biyolojik tehlike” de bizi bekliyor olabilir. Örneğin; kâr budalası bir şirket ilacı sadece kendinde olan bir hastalığı yayamaz mı?
İkinci dalgada gübreleme ile yaratılan “yeşil devrim” hem birçok çevre sorunu yarattı, hem de yoksulu zengine daha çok bağladı. Üçüncü dalga uygarlığında ise “biyolojik tarım devrimi” bunun tersini yapabilir gibi görünüyor. Bütün bu üçüncü dalga teknolojilerine itiraz, hatta isyan edenler çıkacaktır, çıkmalıdır da. İşte onlar da belki tüm bu teknolojik atılımların insancıllaşmasını sağlayacaklardır.
Üçüncü dalgada kitle haberleşme araçları etkilerini kaybetmektedir. Küçük tirajlı dergiler (tenisçilere, sualtı sporcularına, emeklilere, patencilere….. hitap eden) yaygınlaşmaktadır. Tv seyircisi azalmaya başlamıştır. Kablolu Tv sistemi seyirciyi ufalayıp küçük gruplar haline getirerek, adeta dilim dilim bölmüştür. Böylece kitleyi hedef almayan haberleşme çağı başlamıştır. Aramızdaki bilgi alışverişinin artmasıyla “enformasyon toplumu” niteliğini kazanmış olmaktayız.
Üçüncü dalga toplumunda bir kimse, internet üzerinden çocuğuna istediği bir ders programını sağlayabilmektedir. Birbirinden binlerce mil uzaktaki insanların birbirleriyle briç, satranç oynaması mümkün olmaktadır. İnsanlar kendilerine “akıllı bir çevre” oluşturmaktadırlar. İkinci dalga fizik gücümüzü, üçüncü dalga ise düşünme gücümüzü artırmıştır.
Çekirdek aile üçüncü dalgayla birlikte egemenliğini yitirmektedir. “Solo yaşayanların” yani tek başına yaşayanların sayısı artmıştır. Bu “yalnız adam” kültürünün doğmasına sebep olmuştur. Sadece bunlar için küçük evler, stüdyo daireler yapılmaktadır.
İkinci dalganın sonuna gelindiğinde, ilkel sanayiler yoksul ülkelere satılmaktadır. İkinci dalganın standartlaşmış kitle üretim tarzı değişime uğrayarak, belirli işler için özel olarak geliştirilmiş mallardan azar azar özel üretim yapmaktadır. Bu küçük partiler halindeki üretimin bir sonraki aşaması ise, kullanacak olanın istediği cinsten mal üretmedir. Bu yeni üretim şekli, milyonlarca kişiyi fabrikadan alıp geldiği yere, yani eve tıkabilecektir.
Gerçekten de eve, bir fotokopi makinesi, küçük bir bilgisayar konarak birçok satıcı, mimar, desinatör, profesör evde aynı işleri yapabilirler. Günümüz kentlerinde yollar tıkanmış, park yeri bir sorun olmuş, çevre kirlenmesi artmıştır. İşe gidip gelmenin tüm masrafı neticede tüketiciye ödettirilmektedir. Birinci dalga uygarlığındaki aile bağlarının daha kuvvetli olması, tüm işlerin ailece bir arada yapılmasındandı. Üçüncü dalganın “elektronik köşkü” yani “ev”, işin aile fertleri arasında beraberce yapılmasını sağlayacağı için dayanışmayı tekrar artırabilir. Böylece evi, toplumun merkezi yapan bir “ev endüstrisi” kurularak, ikinci dalgada bunalım geçiren “çekirdek aile” kurtarılabilir.
Yapılan bir hesaba göre Amerika 1975 yılında işe gidip gelmeleri %12-14 oranında azaltsaydı 75 milyon varil benzin tasarruf etmiş olurdu. Bunun için telekomünikasyon aygıtlarının tesis ve işletme masrafının, işe gidip gelme masrafının altına düşürülmesi gerekir.
Üçüncü dalgada çalışma saatlerine esneklik getirilmiştir. Eğer bir yerde belli saatlerde trafik tıkanıyorsa, trafik gündüz bir yöne, gece aksi yöne akıyorsa, orada hala ikinci dalga uygarlığı hüküm sürmektedir. Eğer trafik bütün gün farklı yönlere akıyorsa, hizmet sektöründe çalışanların fabrikalarda çalışanlardan fazla olduğunu, esnek zamanın ve gece vardiyasının ve bütün gece açık birçok kurumun (benzin istasyonu, lokanta, banka… vs.) bulunduğunu tahmin edebiliriz.
İnsanların birçok işi kendisi görme dönemi başlamaktadır. Elektronik bankacılık, doktor olmayanların satın aldıkları tıbbi malzeme miktarının çok artması, benzin istasyonlarında müşterinin aracına benzini kendisinin koyması, süper marketlerde müşterinin istediği malı kendinin arayıp bulması, ekspres kasadan geçmesi gibi
Üçüncü dalga bir sentez çağıdır. Bunun gereği olarak aşırı uzmanlaşmaya gerek yoktur. Tek bir bölüme çözüm getirmek değil, bütünü dengeleyen, bilgide senteze ve bütünleşmeye hız veren bir düşünce tarzı gelişmektedir
İkinci dalganın teknik, enformasyon ve sosyal ortamı ile birlikte psikolojik ortamının da çöktüğüne şahit olmaktayız.
Sosyal farklılaşma birbirini anlayan, zevklerini paylaşan insan sayısını azaltmış, yalnızlığı hızlandırmıştır. Yalnızlık çeken insanları onurlu bir şekilde bir araya getirmek için geleneksel veya yepyeni birçok kuruma ihtiyaç vardır. Sorunu çözmek için gerekli yaklaşımları özetlersek; Yaşlılara bakan aile desteklenebilir. Ailelerin gençliğin eğitiminde daha fazla rol almaları sağlanabilir. Okullarda bireyin değil grubun başarısı ölçü olarak alınabilir. Ekonomik hayatta küçük grupların bir araya gelmesi teşvik edilebilir.
Siyasal Kurumların Değişim İhtiyacı
Politika ve kültür hayatında da bazı değişiklikler olmaktadır. Görüşler, düşünceler standart olmaktan çıkmakta, fikir birliği azalmakta, bölgesel çıkarlar ağır basmakta ve kültür, standartlaştırıcı olmaktan uzaklaşmaktadır. Standartlaşmış kafa ve standartlaşmış kamuoyu geride kalmaktadır.
İkinci dalganın siyasal kurumları kötü oldukları için değil, işlemez hale geldikleri için atılmalıdırlar. Birleşmiş Milletlerden yerel meclislere kadar birçok kurum, yeniden yapılanmalı ve yeni bir dünya düzeni kurulmalıdır.
Siyasal sistem toplumdaki farklılaşmaya cevap verebilmelidir. Artık önümüzde ne sağ-sol ne de güçlü-güçsüz sorunu vardır. Karar verme mekanizmalarının kendisi tehlike haline gelmiştir. Eğer yeni kurumlar bulup geliştirmez isek, bu bunalımların içinden Hitler’ler, Stalin’ler çıkacak ve bize yalnız bu köhnemiş kurumları atmayı değil, özgürlüklerimizden de vazgeçmeyi öğütleyeceklerdir. Halbuki özgürlüklerimizin daha da artmasını istiyoruz.(ülkemizin içinde bulunduğu durumu anlatıyor gibi)
Günümüzün eskimiş politik sistemi, temsili demokrasiden uzaklaşarak ve bireyi karar mekanizmalarının daha fazla içine çekecek sistemlere doğru evrilecektir. Burada temsili sistemden, kendi kendimizi temsile doğru (doğrudan demokrasiye doğru) bir değişim söz konusudur.
Dünyanın birçok yerinde bu esasa dayanan uygulamalar yapılmaktadır. 1970’de İsveç Hükümeti, izlenecek enerji politikası konusunda halkın katılımını sağlamak üzere isteyen herkese açık 10 saatlik kurs düzenlemiş, bu kurslarda nükleer, jeotermal ve güneş enerjileri konularında kursiyerleri eğitmiş ve kursa katılanların görüşleri doğrultusunda ulusal enerji politikasını tespit etmiştir.
ABD’de Cube Cable TV Şirketi, Ohio’da “Elektronik Belediye Meclisi” kurmuştur. İnsanlar evlerinde bir düğmeye basmak suretiyle imar planı, şehirlerarası yolun geçeceği güzergah gibi konularda derhal oy kullanabilmişlerdir.
Üçüncü dalga uygarlığını kurarken, bireye toplumun bir parçası olma duygusu aşılamak ve onu kararların içine katmak, yaşanabilir bir geleceğin ön koşuludur.
Bunun için de işe demokrasinin simgesi olan “Oy sandığı” ndan başlamalıyız. %51 çoğunluk kitle toplumlarında bile yontulmamış kaba bir araçtır. Halkın görüşlerini tam yansıtmaz. Belirli bir tarihte kaç kişinin X’i istediğini söyler ama, ne kadar çok istedikleri hakkında açıklama yapmaz. En önemlisi kendisine ne verilirse X’den vazgeçebileceğini bize hiç bildirmez.
Yarının politik yaşamında karar vermedeki tıkanıklığı kaldırmak ve bu işi ait olduğu yerlere dağıtmak gerekecektir. Tıkanıklık bir liderin alaşağı edilip, ötekini çıkarmakla halledilemez. Çünkü sorunlar değişmiş, ancak karar mercileri aynı kalmıştır. “Yeni Dünya Düzeni”nde “ulus ötesi” kuruluşlara ihtiyacımız olacaktır. Çünkü çok uluslu şirketlerle ulusal yasalarla baş edemeyiz.
Bu konuda söylenebilecek son söz şudur; “Yaşamımızın hiçbir yönü politik yaşamımız kadar çağ dışı kalmış değildir”.
Sonuç yerine
Yukarıda beş yüz sayfalık bir kitaptan bir özet bilgiler aktardım. Görülüyor ki seksenli yıllarda üçüncü dalga uygarlığı için öngörülen veya yaşanan ve o gün için bize çok uzakmış gibi görünen birçok olgu ile 30-40 yıl gibi bir sürede yüz yüze gelmiş bulunmaktayız.
Bugün dünyada iki kamp oluşmuştur; Bunlardan biri çekirdek aile, dev şirketler, kitlesel işçi sendikaları, kitle eğitimi, sözde temsili hükümet gibi sanayi toplumunun temel kurumlarını sonuna kadar korumaya azimli olanlardır. Diğeri ise, enerji, savaş, yoksulluk, çevresel bozulma, aile ilişkilerinin kopması gibi zamanımızın en önemli sorunlarının sanayi uygarlığının yapısı içinde halledilemeyeceğini anlamış olanlardır.
Bizim kuşağımızın sorumluluğu; Değişim dalgalarını doğru algılamak, bunlar arasından üçüncü dalgaya ait olanları tanıyabilmeyi ve hatta bunları yaratabilmeyi gerektirmektedir.
Hiç unutulmaması gereken bir konu da üçüncü dalga uygarlığı için gerekli olan yapılar öyle paldır küldür bir ayaklanma sonucu değil, çeşitli düzeylerde on beş, yirmi yıl içinde azar azar ortaya çıkacak değişikliklerin birleşmesi sonunda gerçekleşecektir. Uygulamaya geçmeden binlerce girişimin denemesine olanak sağlanmalıdır.