ZEYTİNDAĞI

“Zeytindağı” Falih Rıfkı Atay’ın, Osmanlı’nın son yıllarına ışık tutan, gözlem ve anı niteliğindeki önemli bir eseridir. İttihat ve Terakki’nin güçlü adamı Cemal Paşa’nın 4’üncü Ordu komutanı iken emir subayı olan yazar, Suriye, Filistin ve Hicaz’da yaşamış olduğu ibretlik olaylar ile bir devrin bitişini gözler önüne sermektedir. Kitabı konu etmemin nedenlerine gelince; Günümüzde bu coğrafya, yüzbinlerce […]


Paylaşın:

“Zeytindağı” Falih Rıfkı Atay’ın, Osmanlı’nın son yıllarına ışık tutan, gözlem ve anı niteliğindeki önemli bir eseridir. İttihat ve Terakki’nin güçlü adamı Cemal Paşa’nın 4’üncü Ordu komutanı iken emir subayı olan yazar, Suriye, Filistin ve Hicaz’da yaşamış olduğu ibretlik olaylar ile bir devrin bitişini gözler önüne sermektedir.

Kitabı konu etmemin nedenlerine gelince; Günümüzde bu coğrafya, yüzbinlerce insanın ölmesine ve milyonlarca insanın mülteci durumuna düşmesine neden olan, birçok devletin müdahil olduğu, adeta küçük ölçekli-örtülü bir dünya savaşına sahne olmaktadır. Yaşadıklarımızın bir bölümünü tarihin tekerrürü olarak görmek gerekirken, bazıları da dünün sonuçları olarak değerlendirilmelidir.

Ülkemizdeki siyasal iktidar ve onu destekleyen bir kesim, ülkemiz için bir siyasi intihar niteliğindeki “Yeni Osmanlı” hayali ile geleneksel dış politika çizgisinden uzaklaşarak, bu savaş ortamının içine sürüklenmemize neden olmakla kalmayıp, halkımızı da yanlış bilgilendirmektedirler. (Dezenformasyon uygulamaktadırlar). Eser dünü anlatarak günümüze ışık tutmaktadır. Yarınları görebilmek, yarınları doğru planlayabilmek için dünü bilmek gerekir. Çünkü yarınlar dünden başlar.

Şimdi “Zeytindağı”ndan yazarın kitabının tümüne yaydığı kişi, olgu ve olaylar hakkındaki tespit ve anekdotları kitaptan farklı başlıklar altında tasnif ederek ve özetleyerek vermek istiyorum.

İttihat ve Terakki Partisi, Cemal Paşa

Bu parti “Babıali Baskını” ile iktidarı ele almış ama muktedir olamamış, yenilikçi diye yönetimi teslim ettikleri başbakanlar Bağdatlı Mahmut Şevket Paşa ve Mısırlı Sait Halim Paşalardır.

Birinci Cihan harbinde, bir adam için “İttihatçı” sözü çok anonim ve silik kalırdı. Enver’in, Talat’ın veya Cemal’in takımından demek gerekirdi. Devlet kudretinin yerini şahıslar almıştı. Cemal Paşa da bu paşaların üçüncüsü idi. Komutanı olduğu 4. Ordu karargâhı, Kudüs’ün Zeytindağı tepesindeki Alman Misafirhanesindedir. Sorumluluk alanı Adana’dan Yemen’e kadar uzanıyordu.

Cemal Paşa yeniliklere açık bir insandı. Uzmanlığa saygı gösterirdi. Cemal Paşanın bir amacı da Suriye’yi Osmanlılaştırmaktır. Bu düşüncesini gerçekleştirmek için Suriye’ de Lübnan’da modern okullar açtırmıştır. Bunun yanında bir de tehcire tabi tutulan Ermenileri, Suriye içlerine dağıtarak güçlenen Arapçılığa karşı bir teminat olarak kullanmak istemiştir.

Osmanlı Yönetim Anlayışı

Osmanlı, Arap coğrafyasında halkın kültürüne, diline, ticaretine ve ekonomisine egemen olamamıştı. Hatta Osmanlı, Arapları Türkleştireceğine oradaki Türkler Araplaşmıştı. Eğer, medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, Araplığın Anadolu içlerine kadar gireceğine şüphe yoktu.(Günümüzde Arap dil ve kültürünün dünden daha etkin bir şekilde toplumu sardığına dikkat çekmek isterim) Kürt Abdurrahman Paşa, vergi kaçırdığı için zengin, Araplaşmış olduğu için de ‘Ayan Azası’ idi. Osmanlı’nın politikası sonucu, herhangi bir Müslüman azınlığın çocuğu olmak, Türk olmaktan daha faydalı idi.

Osmanlı gittiği her coğrafyada olduğu gibi buraları da ne sömürgeleştirebilmiş ve ne de vatanlaştırabilmişti. Osmanlı buralarda ücretsiz tarla ve sokak bekçiliği yapmıştır

Arap Milliyetçiliği

Bu terim ‘Türk düşmanlığı’ duygusundan başka bir şey değildi. Aşiret şeyhleri kurnazdırlar. Aşiretlerin bulundukları yere henüz paradan büyük Allah girmemiştir. Bedeviler, İngiliz cephesinden at kaçırıp bize satarlar, dönüşlerinde bizim atlarımızı çalıp İngilizlere satarlardı.

Cemal paşa burada ‘Aliye Divan-ı Harbi’ kurarak 40 kişiyi idam ettirmiştir.(7’si Şam’da, 33’ü Beyrut’ta). Bunlar dikbaşlı Arap milliyetçileri idiler. Paşa, zor kullanarak ve imar faaliyeti ile “Arap Milliyetçiliği”nin önüne geçebileceğini sanıyordu. Ama yanılmıştır. Araplar, Cemal Paşa’yı işgal ordusu kumandanı gibi görüyorlardı.

Medine! Çocukken adını ağzımıza alırken titrediğimiz Peygamberimizin kenti. Bu duygum Medine’de kayboldu. Burası, Peygamber, ölüsü ile tüccarlık eden, bayağı, ahlaksız simsar yuvalarından biri. Her Medineli, uzaklardan gelen saf halka, bu harap ve pis çöl köyünün taşını, toprağını ve kuyu suyunu kırk defa öptüre öptüre satar. Arabın eli cebinizdedir. Ne için alır, ne kadar alır, ne zaman alır, haberiniz olmadan haraç verip gidersiniz.

Kendimizi anlatmak için Arapça öğreniyorduk. Şamdan kalkan tren Medine’ye 3 günde gidiyordu. Ama Medine’yi de bırakmıyorduk. Hatta daha ötesi… Bir gün güneye gidecek bir kıtayı selamlamaya inmiştik. Üç bin kadar zayıf, soluk, üstü başı yıpranmış Türk çocuğu, yorgun argın önümüzden geçti. Adana’dan beri yaya geliyorlardı. Nereye mi gidiyorlardı?  Aden’e yani Yemen’e… (Halkımız bu durumu ağıt yakarak bakın ne güzel yorumlamıştır; Yemen bizim neyimize/Şivan düştü evimize/Bak yavrular yetim kaldı/Güvenmeyin beyinize)

Bölgedeki savaş cepheleri

Kanal Harekâtı’na katılan bir askerin not defterinden;

“… Çölde yol almak zordur. Nişan koyduğunuz tepe birkaç saat sonra yerini değiştirir. Çöldeki meçhul suların yerini sadece urban (bedevi) bilir. Hiç kimseye haber vermez. Çölün en büyük sırrı bir damla su ve bir avuç gölgedir… Kıtalarımız Kanal’a kadar katı peksimetleri yediler. Sıcak yemek görmediler. Ölü bir devenin başını kesip kaynattılar. Kanal suyu göründü, deve kellesini döküp yola devam ettiler. Yüzme bilmeyen 15 bin kişi tulumlarla kanala atladı. Öbür kenardan İngiliz esiri olarak çıktılar…” ( Kitapta olmayan şu bilgiyi eklemek isterim; Bu askerlerimiz esir kamplarında, İngilizler tarafından temizlenmek bahanesiyle zehirli ilaç içeren dezenfektan havuzlarına atılarak, gözleri kör edilmiştir.)

Hâlbuki gerçek bambaşka idi: Biz kanalı zorlayarak orada 30 Bin İngiliz askerini meşgul ediyorduk. Mısırdaki her İngiliz, Alman Ordusu karşısında azalmış bir İngiliz askeri idi. Alman ve Türk orduları kumandanı Fon Kress, Cemal Paşanın bulunduğu bir ortamda:

‘’Buraya gelen Türk Kuvvetlerinin vazifesi geri dönmek değil, ölmektir.’’ Diyebiliyordu. Cemal Paşa, bunu duyduktan sonra Kress’e rağmen ricat emri vererek, daha fazla Türk askerinin ölmesini önlemiştir.

Gazze Cephesine katılan bir askerin notlarından;

“… Cephede tüm askerin bir ganimet merakı vardı. İngilizlerin giyecek ve yiyecekleri çok ilgilerini çekiyordu. Ölünün kunduralarını giyenler, diş macununu yiyecek sanıp yiyenler, İngilizlerin kısa pantolonlarını don niyetine giyenler, el bombalarını konserve sananlar, konserve kutularını el bombası sanarak korkanlar oldu…”

Hazin son

Cemal Paşa Çöle 180 kilometre Şose yol yaptırmıştı. Kilometrelerce demir su borusu şebekesi kurdurmuştu. Temiz su havuzları yaptırmıştı. Türkler, çölü diriltmişlerdi. Çöle 4-5 senede dökülen Türk enerjisi, bir memleket yapmaya yeterdi.

Kudüs düştü. Kudüs’ü savunan askerlere yardım edemiyoruz.  Galiçya’da yirmi bin askerimiz çarpışıyor. Yemene gidenler gelmedi. Kanal Harekâtında 15 bin askerimiz esir düştü ve kör edildi.

Cemal Paşa Şamdan ayrılıyor. İstanbul’da istifa edecektir.

Dönüş yolunda harap Anadolu topraklarını görünce;

-Keşke vazifem buralarda olsaydı, diyor. Ve ilave ediyor,

-Eğer kalırsam, bütün emelim Anadolu’da çalışmaktır. (Bu ifade, sanki Osmanlı’nın Anadolu’yu yüzyıllardır ihmal etmişliğinin bir itirafı gibiydi)

Eğer kalırsa çünkü, Anadolu hepimize hınçla, şüpheyle ve güvensizlikle bakıyor. (Bu güveni tekrar tesis ederek bir “Kuvayı Milliye Ruhu” yaratmayı ancak büyük önder Atatürk, binbir güçlükle sağlayabilmiştir.)

Dönüş yolumuzda bir kadın istasyonda gelene, geçene soruyor,

-Benim Ahmet’i gördünüz mü?

Yüz bin Ahmet’ten hangisi? Hayır, hiçbirimiz Ahmet’i görmedik. Ama Ahmetler her şeyi gördü. Biz Ahmet’i niçin kaybettiğimizi bu anaya bir söyleyebilsek.

Biz Ahmet’i kumarda kaybettik!”

Sanırım, Zeytindağı’nda anlatılan olaylar ile günümüzde yaşadıklarımız arasında şu paralellik kurulabilir;

Dün İttihatçılar, “Vatanın bayrağını Kahire’ye dikmek” ham hayali ile Alman emellerine alet olmuşlardı, sonuç; hüsran oldu.

Bugün, ülkemizi yönetenler, “Emeviye camiinde cuma namazı kılmak” ham hayali ile ABD emellerine alet olarak, Suriye bataklığına bulaştılar, sonuç; gene hüsran. Sonuçları ile yıllarca uğraşacağımız başka sorunlar yanında, altından kalkamayacağımız 3 milyon Suriyeli mültecimiz oldu.

Maalesef, ibret alınmadığı için tarih, tekerrür ediyor.

Yazar

Aziz Bozatlı

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar