WSJ: Merkez Bankaları’nın yönetimleri krizi neden ıskaladı?

Siyasetin kıskancındaki merkez bankalarının geleceği tartışma konusu, Uluslararası Ödemeler Bankası Başkanı Borio, merkez bankalarının durumunu Wall Street Journal’a değerlendirdi. 2008'den yeteri kadar ders çıkarılabildi mi? Yöneticiler, finansal sistemle ne kadar ilgili?


Paylaşın:

2008 Küresel ekonomik krizinin üzerinden on tam yıl geçti. İş dünyası, siyasetçiler ve seçmenler finansal panik ve ekonomik durgunluk içerisinde geçen bu dönem zarfında birçok sorunla mücadele etmek zorunda kaldı. Aradan geçen on yılın ardından yaşanılanları yeniden düşünmek, uygulanan ekonomi politikalarının başarısını veya başarısızlığını gözden geçirmek için tam zamanı. Bu bağlamda, Wall Street Journal gazetesinde Joseph C. Sternberg, Uluslararası Ödemeler Bankası ( Bank of International Settlement – BIS) Genel Direktörü Claudio Borio ile yaptığı görüşmeden elde ettiği izlenimlerini okuyucuyla paylaştığı bir makale kaleme aldı. Borio, yaşanılanlar hakkında çok az şey bildiklerine vurgu yaparken, bu bilgisizliğimizin çok büyük bedelleri olacağını savunuyor.

Öncelikle, Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS), parasal ve finansal istikrarı sağlamaya yönelik olarak merkez bankaları ve diğer kurumların kendi aralarındaki işbirliğini artırmak amacı ile kurulmuş uluslararası bir organizasyon. 1930 yılında kurulmuş olup, İsviçre’nin Basel kentinde yerleşik. Sermayesi altın frank şeklinde ifade edilmekte olup, 1 altın frank 0.29 gram altını temsil etmektedir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 5000 altın frank ile bu bankanın hissedarıdır. BİS’in temel görevi uluslararası ekonomik istikrarı muhafaza etmek için başta merkez bankaları olmak üzere, uluslararası ekonomik sistemle ilgili olan tüm kurum ve kuruluşlarla veriler hazırlamak, toplantılar düzenlemek ve talep edilen konularda danışmanlık hizmeti sağlamaktır. Bu yüzden Borio’nun uluslararası ekonomik gidişatla ilgili paylaşacağı fikirler büyük bir öneme sahiptir.

Borio, her şeyin bilgiye ulaşmakla ilgili olduğunu savunuyor ve sağlıklı veriye ulaşmak için herkesin yoğun bir mücadele vermesi gerektiğini hatırlatıyor. Finansal kriz sırasında, merkez bankalarının iyi bir sınav verdiğini, uluslararası ekonomik sistemin istikrara kavuşturulması ve krizden kurtulmak amacıyla, birbirleriyle iletişim ve koordinasyon içerisinde üzerine düşen görevleri yaptığını ifade ediyor. Krize merkez bankalarının sağlıklı cevaplar ürettiğini işaret ediyor. Temel sorunun kriz sonrası dönemde siyasi iktidarların ekonomik büyümeyi sağlamak için merkez bankaları üzerinde aşırı bir baskı oluşturması olduğunun altını çiziyor. Aynı zamanda eldeki mevcut iktisat teorilerinin, bir taraftan ekonomik büyümeyi sağlarken, diğer yandan finansal istikrarı sağlamak konusunda yeterince aydınlatıcı olmadığını savunuyor.

Ana-akım para politikası savunucusu iktisatçılar; enflasyon, istihdam ve ekonomik büyüme arasında öngörülebilir bir ilişkinin olduğunu savunurlar. bu iktisatçılara göre, enflasyon ve istihdam arasındaki ilişki Phillips eğrisi (Philips curve) olarak adlandırılan bir kavram ile açıklanmaktadır. Phillips eğrisi, bir ekonomide enflasyonla işsizlik arasında ters yönlü ilişki olduğunu anlatan ekonomik analizdir. Yeni Zelandalı iktisatçı A.W. Phillips tarafından İngiltere ekonomisi üzerinde yapılan bir araştırma sonucunda geliştirilmiştir. Bu ilişkiyi aşağıdaki şekilde göstermek mümkündür.

Bu eğriye göre işsizlik düştüğünde, enflasyon yükselmektedir. Teori ilk olarak 1950’lerde savunulmaya başladı ve ana ekseni çok fazla değişmeden bir çok farklı versiyonu ekonomi politikaları uygulayıcıları tarafından denendi.  Her bir versiyonun ortak paylaştığı kanaat,  deflasyonun parasal gevşekliğin bir sonucu olması. Mahfi Eğilmez’e göre bu analize pek çok eleştiri yöneltilmiş, katkılar yapılmıştır. Bugün genel olarak kabul gören yaklaşım Phillips Eğrisi analizinin kısa dönemde doğru olduğu yolundadır. Buna karşılık bu analiz uzun dönemde devreye giren başka faktörler nedeniyle geçerliliğini yitirmektedir. Bu genel kabulün yanı sıra bu analizin hiçbir biçimde geçerli olmadığını savunanlar da az sayıda değildir.

Borio, merkez bankalarının d (yeni pencerede açıeflasyonu hoşgörüyle karşılayamayacağını savunuyor. Merkez bankalarının ekonomik durgunlukla mücadele etmemesinin ekonomik büyümenin doğal büyüme oranlarından düşük gerçekleşmesine ve bunun sonucunda da çok az insanın iş bulmasına sebebiyet vereceğini ifade ediyor. Genel iktisadi yaklaşımlar ışığında, merkez bankalarının sınırlı bir gücü olduğunu hatırlatıyor. Uzun vadede ekonominin tüm birimleriyle dengeye geldiğini işaret etmekle birlikte,kısa vadede merkez bankalarının sadece faizleri artırıp, azaltabilme yetkisine sahip olduğunun altını çiziyor.

Borio ekonomi ile ilgili her zaman daha iyi bir yaklaşımın ve politikanın var olduğunu düşünüyor, esasında para politikasının dış etkenlerden özellikle merkez bankalarının uyguladıkları veya uygulamadıkları politikalardan bağımsız, sadeleştirilmiş ve uzun dönemde her zaman belirli bir dengeye kavuşan bir yapıya sahip olduğunun altını çiziyor. Merkez bankalarının kısa vadede faiz aracıyla belki ekonomik çıktıyı etkileyebileceğini, fakat uzun vadede tek etkileyebileceği hususun “enflasyon” olacağına işaret ediyor. Kaynakları belirlemek, dağıtmak veya yeniden tanımlama gücüne sahip maliye politikalarının her zaman için  mevcut kaynakları azaltarak veya çoğaltarak para politikasını yön verebileceğini hatırlatıyor. Para politikalarından  ziyade bakış açısının maliye politikalarına kayması gerektiğini savunuyor. Borio, Philips eğrisinin başarısız olmasındaki en önemli yapısal etkenin küreselleşme olduğunu çünkü küreselleşmenin,uluslararası rekabetin enflasyon üzerinde aşağı yönlü baskı yaptığını hatırlatıyor.

Kaş yaparken, göz çıkarmak

“Maddi durgunluk” kavramı bir çok iktisatçı tarafından tartışılıyor. Obama’nın danışmanlarından Larry Summers, yaşlanan nüfus sebebiyle üretkenliğin düştüğünü ve toplumların  daha az tüketmeye başladığını vurguluyor. Bu durumun durgunluktan kurtulmayı zorlaştırdığını ve talep yetersizliğinin ekonomik daralmayı sürekli kıldığını savunuyor. Ancak Borio, “yapısal güçleri” farklı şekilde yorumluyor. 2015 yılında, Borio ve arkadaşlarının 38 ülkenin 140 yıllık verilerini inceleyerek yaptıkları bir çalışmada, tüketici fiyatlarındaki azalmanın, ekonomik büyümeyi de beraberinde getirdiğini sonucuna ulaştığını paylaşıyor ve en dikkat çekici sonucun merkez bankalarının enflasyonla ve ekonomik durgunlukla mücadele maksadıyla yanlış politikalar uyguladığı, çoğu zaman kaş yaparken, göz çıkardığını savunuyor. Merkez bankaları tarafından faizlerin olabildiğince düşük tutulmasının finansal sistemde riskler oluşturduğu, artan kredi talepleri ve kredi hacminin varlık değerlerini aşırı artırdığı ve finansal şişkinliğin belirli bir süre sonrasında kendisini düzeltme zorunluluğunu beraberinde getirdiği hatırlatılıyor. Küreselleşmenin enflasyonu aşağı yönde baskılaması ve bir taraftan ekonominin genel beklentilerinin merkez bankaları üzerinde “kıskaç etkisi” oluşturduğu savunuluyor. Bu durumunda 2008 Küresel Krizi gibi krizleri her zaman ihtimal dahilinde tuttuğu belirtiliyor.

Faizlerin düşük tutulmasının siyasetçiler ve ekonomik aktörler tarafından sürekli olarak istenmesinin anlaşılabilir bir durum olmadığı savunuluyor. Finansal istikrarın önemli olduğu ve piyasa aktörleri tarafından kayıtsız kalınmaması gerektiği vurgulanırken, olması gerekenden daha düşük faiz oranlarının birçok riski beraberinde getirdiğini, finansal sisteme uzun vadede ciddi zararlar verdiğinin altı çiziliyor. Merkez Bankası yöneticileri  ve para politikası savunucusu iktisatçıların daha fazla sorumluluk alması gerektiğine işaret ediliyor. Finansal piyasalarda oluşan panik halinin, merkez bankası politikalarından bağımsızmış gibi algıladıkları yatırım, tüketim, tasarruf ve diğer değişkenleri görünmez bir elin dengeye getireceğine olan inanca sahip uzmanları şaşırtığı iddia ediliyor. Borçlanma ve yatırım konusunda siyaset yapıcıların yanlış tercih ve uygulamalarının ekonomik durgunluğun öncesi ve sonrasında ciddi zararlar verdiği savunuluyor. Finansal sistemin siyasetçiler ve piyasa aktörleri eliyle bozulduğu, kaynakların verimsiz ve yanlış kullanıldığına işaret ediliyor.

Her yaşanılan ekonomik çalkantıdan sonra iktisatçılardan tatminkar bir açıklama yapması beklenirken, gün geçtikçe bundan uzaklaşıldığı savunuluyor. Borio, ekonomik başarı için ilk yapılması gerekenin, ekonominin her geçen gün yenilen bir alan olduğunu farkına varmamızın gerektiği, sürekli olarak finansal gelişmeler başta olmak üzere ekonomik durumla ilgili bilgi ve birikimlerimizi artırmamız gerektiğini savunuyor. Artık, iktisat ilminin klasikleşmiş teorilerini bir kenara bırakarak yeni para ve maliye politikalarıyla ilgili yaklaşıma ihtiyacımız olduğu savunuluyor.

 

 

 

 

 

Yazar

Mustafa Çağrı Parmaksız

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar