Yükleniyor...
Hayat insanın zamanla mücadelesidir
Beklenenin aksine acılar dinmez hiçbir zaman. Ötelenir, yok sayılır, bastırılır, göz ardı edilir ama asla dinmez. Yaralar kabuk bağlar ama izleri asla geçmez. Sadece insan, zamanla o yarayla yaşamaya alışır. Beklenmeyen zamanlarda yaşanmaya başlayan düşler, yine beklenmeyen zamanlarda son bulur ansızın.
Pollyanna olmanın anlamı yoktur. Uyuyan güzel masalında olduğu gibi, gaipten bir prensin çıkıp geleceği de yalandır. Öpücüğüyle sizi kurbağadan prense çevirecek prenses hiç olmayacak. Keloğlan gibi saraydan gelin almayacaksınız. Dede Korkut misali bir yol göstereniniz de olmayacak.
Çoğu zaman anlatanı dışında güleni olmayan bir fıkradır yaşadığımız. Kıssadan hisse çıkarıp ders almak da bizden sonrakilerin nasibidir. Kırık dökük dostluklarımız, yürek yanılgısının parmak izidir. Mucize zannederken elimizdekini, son anda patlayıveren saatli bombadır sevdalarımız. Sahiplenilme sandığımız şey, hayatımızın kısıtlanması, irademizin ve benliğimizin hiçe sayılmasıdır.
Kibrin esir aldığı buz kesmiş yüreklerin mahkûm olduğu yalnızlık, dipsiz bir kuyu gibidir. Sonu olmayan bir koyu karanlık. İnsana göre, Kusursuz Olan’ın yarattığı kusurlu varlıkların en mükemmeli kabul ettiği aynadaki kendi görüntüsü de en az Kusursuz Olan kadar ilahidir.
Açgözlülüğ adeta bir at gözlüğü misali kuşanan bedenlerinin doyumsuzluğunu marifet sananlar ve kibirli yalnızlıkları, herkes kuzeye koşarken güneye koşmaya çalışan birinin yalnızlığı gibidir. Etrafında muazzam bir kalabalık olsa da aslında bir başınadır. Şehvetine hükmetmeye iradesi yetmeyen günahkâr ruhların yalnızlığı, peşinde oldukları hazza ulaştıkları anların dışında onulmaz bir yara gibi durmadan kanar ve sızlar.
Dünyaya geldiği andan itibaren neredeyse nefes almaya bile üşenen, tembelliğe esir düşmüş bedenine uyum sağlayan ruhların yalnızlığı, asla bitmeyen bir şarkıdır. Öyle ki şarkının sözleri tükense bile müziği hiç kesilmez, daima çalar. Kıskançlık ve haset okyanusunda yüreğini ve ruhunu boğanların yalnızlığı, sönmeyen bir ateştir, her zaman alevli, her zaman sıcak. Oburların yemekten bıkmayan ve yemeğe doymayan bedenleri ve bu bedenlere hapsedilmiş ruhlarının yalnızlığı, bir karabasan gibidir. Bağırmak isteyip bağıramadığın, bırakmak için uğraşıp bırakamadığın ve karşısında aciz kaldığın bir bağımlılıktır.
Her bir acziyet aslında aynı zamanda bir günahtır da. Peki, bunların aynı zamanda bir tercih olduğu da gerçek değil midir? Zaten günahlar da tercihlerimizin sonucu değil midir, sevaplarımız kadar? Tercihleri yapan mekanizma nedir? İrade. O halde iradî tercihlerimiz hayatımızı belirler. Buna göre hayat kader midir? Kader varsa ve bizler pasif biçimde onu yaşıyorsak, sevaplarımız ve günahlarımız doğduğumuz anda alnımıza yazılıyorsa o halde cennet ve cehennem neden var? Zaten önceden belirlenmiş bir rolü oynuyorsak bahsi geçen sınav bunun neresinde? Anlık bir kararla kaderin dışına çıkılabilir mi peki? Kadere karşı gelebiliyorsak Yaratıcı’ya da karşı gelmiş olmuyor muyuz? Bu da bir günah olduğuna göre Yaratan kendisine karşı gelinerek günah işlenmesini de kadere mi yazıyor? Bu mekanizma nasıl işliyor? Çok kafa karıştırıcı gibi dursa da din öğretilerinin işleyişi basittir. Kader ve irade ikilemi de çok basit bir somutlama yoluyla kolaylıkla izah edilebilir.
İnsan doğduğu andan kendine ait olan kaderi yaşamaya başlar. Kader önceden yazılmış rollerin sahnelenmesi değildir. İnsan denilen yaratık, ona bahşedilen irade denilen güçle kaderin ona sunduğu onlarca seçenekten hangisini tercih edeceğine kendisi karar verir. Birbirinin ardı sıra gelişen tüm seçeneklerde aynı durum yaşanır. Vaat edilen cennetle sakınılması emredilen cehennem arasındaki tercihi, esasen birey kendi yapar. Bireysel zaaf, eksiklik ve suçları, kadere bağlayarak sorumluluklardan kurtulmak söz konusu bile olamaz.
İnsanoğlunun zamanla kavgası, evrenin varoluşuna kadar uzanan kadim bir sürtüşmedir. Birbirini hasım ilan eden insan ve zaman ne birbiriyle anlaşmanın yolunu arar ne de değişim çabası gösterir. Erlik kılığında insan hayatını zora sokan zaman, akşamüstü olduğunda zillere basıp kaçan çocuklar gibidir. Ne yakalanır ne de hesap sorulabilir. Hüzne ve acıya da alıştırır insanı, sevinç ve mutluluğa da. Ölümü de normalleştirir zaman, doğumu da. Birinde acın diner zamanla diğerinde sevincin söner. Anları, dakikaları, günleri, mevsimleri ve hatta hayatları yönetir zaman. Diktatöryasında ona karşı durabilecek hiçbir güç yoktur. Devrim de yapsan yok da saysan yine onun dediği olur. Beynimizin kıvrımlarından kalbimizin dar ve tenha yollarına kadar her yere uzanır eli. Kaderin yaveridir. Dilerse koşarak geçip yıllarından habersiz kılar seni. Dilerse de mehteran takımı gibi bir ileri bir geri yaparak neredeyse hiç ilerleyemeden harcar yıllarını.
Zaman en soğukkanlı katil, en duygusuz cellat misali sürekli ensemizde hissettirir kendini. Kimse sahnenin ne zaman kararacağını bilemez. Canı isterse bozar oyununu, canı isterse oynar. Kâfi gördüğündeyse kapatır tüm ışıklarını hayatın. Yaşlarımızı, enerjimizi, güzelliğimizi, canlılığımızı, sağlığımızı, yaşama sevincimizi alır götürür zaman. Hafızalarımızı siler bazen. Topladığı her malzemeyle daha da güçlenir. Zaman, insanın en esaslı katilidir.
Lüzumsuz savaşlara soyunmak boşuna, nasılsa her daim kazananı belli bu savaşın. Yıpranmak ve boşa geçirmek anlamsız hayatı. Ne de olsa zaman kazanır her savaşı.