Kitlenin iki yüzlü ahlâkıyla kurulmuş bir siyasi rejim: “Şantajokrasi”

İnsanlar kitleleştikçe kendi vicdanlarıyla aralarındaki bağ da zayıflıyor. Çünkü kitlenin sesi ve gücü, vicdanın önüne geçiyor. Yani dışsal ölçütlü ahlâk, kitle psikolojisiyle egemenliğini kuruyor.


Paylaşın:

İskender Öksüz hocamız ucundan değinmiş. “Madem hoca değinmiş, daha ne konuşuyorsun?” diye soracak ahbaba, özürlerimi yazının en başında sunayım.

Ahlâk denen tabunun çivisi iyice çıktığı için konuya bir kere daha değinmekte fayda gördüm.

Ahlâk tabu mu? Tabu “ilkel kabilelerde yasak nesne ya da durum” anlamına geliyor. Burada gözden kaçan anahtar kelime “kabile”. Demek ki “tabu” denen yasak kabilelerde oluyor. İnsanlar kabileden büyük bir toplumsal birim oluşturduğunda artık bir “kim kime dum duma” durumu ortaya çıkıyor. Yani ahlâkın kabilelerdeki şekli “tabu” fakat modern toplumda, bireyin öz vicdani denetlemesi ya da “ zarar vermemek iradesi”…

Şantajrokrasi

Hocamız sosyolojik boyutuna nefis bir özetle değinmiş. Burada tamamlayıcı bir başka unsura değinmek isterim. Kim kime dum duma durumunu anladık da güç tapınıcılığıyla ortaya çıkan bir başka problem var ki o da “şantajokrasi”.

“Şantajokrasiyi” fakir uydurdu. Uydurma kuralına göre “şantajın egemenliği” anlamına gelmeli. Bunun “el âlem ne der?”cilikle ne ilgisi var? ( Azıcık sabır… İlgisini kurmak üzereyim..)

“El âlem ne der?” ahlâkında ahlâk ölçüsü İskender Hoca’nın da dediği gibi dışsal olduğu için “ölçümü” yapanın kabahati göz ardı edilir. Bu yarı bilimsel argo için özür dilerim de tam bu günlerde doktora analizleriyle cebelleştiğim için benzetme de buna sapıverdi.

Numuneyi laboratuvara yolluyorum, laboratuvarda numune gözleniyor, “Numunenizin camsı geçiş sıcaklığı şu, erime sıcaklığı bu, şahsen numunenin tipinden de hoşlanmadım!” benzeri bir yorum size yollanıyor. (Şaka şaka, bilimde öyle laubalilikler olmaz…) Yani en nihayetinde gönül rızasıyla yollanmış bir numune laboratuvarda gözlenip içi dışına çıkarıldığında da siz “Oh be! Numunemin morfolojisi pek güzelmiş!” falan diyorsunuz.

Dış ölçütlü ahlâk

Bunu insanlar arasında yaparsanız adına amiyane tabirle “röntgencilik” deniyor. Peki İskender Hoca’nın saptadığı dış ölçütlü ahlâkta bu davranış nasıl karşılanıyor? Şöyle karşılanıyor: Utanmamak için uğraşanlar, utandırmak için uğraşanların tebaası haline geliyor.

Güce tapınılan bir toplumda, ahlâkın ölçüsü, otoritenin telkin ettiği şeyler haline geliyor. Otorite neye “ahlâkî” derse o ahlâkî oluyor.

Hâl böyle olunca da insanlar, eylemlerinin objektif bir ahlâka göre değerlendirmesini yapamıyor ve daha kötüsü yapmak da istemiyor. Çünkü dağıtım gücünü de elinde bulunduran bir otoriteyle aklın ölçülerine göre konuşmak mümkün olmadığından, insanların kitleler halinde bu otoriteye bağlanması en “akılcı” çözüm olarak görünüyor. Eh… İnsanlar kitleleştikçe kendi vicdanlarıyla aralarındaki bağ da zayıflıyor. Çünkü kitlenin sesi ve gücü, vicdanın önüne geçiyor. Yani dışsal ölçütlü ahlâk, kitle psikolojisiyle egemenliğini kuruyor. Kitle adına davranışları gözlemek, kendi davranışlarını vicdanen denetlemenin önüne geçtiğinde de röntgencilik bir ayıp sayılmak yerine bir vazife sayılmaya başlanıyor. Bütün şeriat ülkelerinde “ahlâk polisi” denen şeyin bu kadar güçlü olmasının sebebi de bu.

Masumiyet teminatı

Böyle bir toplumda -affınıza sığınarak- yatak odası görüntüleri açığa çıkarılan vatandaşlar utançlarından yerin dibine geçerken kitlenin hiçbir üyesi, bu gizliliği ortaya çıkarmanın ayıp olup olmadığını sorgulayamıyor, daha kötüsü sorgulamak da istemiyor. Çünkü en nihayetinde, gücün tarafındaysanız gözlenmeyeceğinizden emin oluyorsunuz ve bunun bir “masumiyet teminatı” olduğuna inanıyorsunuz. Oysa garantili bir masumiyet ya da ebedi masumiyet diye bir şey söz konusu değildir. Varılan yer de “Kasetle gelen kasetle gider!” prensibi oluyor. Kaset çekenin, gözetleyenin kınanmadığı, aksine bir egemenlik aracı olarak kullanılıp korunduğu bir memlekette de ahlâklı olmak, ancak “şantaj hedefi/kurbanı olmamak” anlamına geliyor. İşte şantajokrasi, böyle kuruluyor.

Zamanının mağlup donanma bakanı ve sonrasında galip başbakanı Churchill’e eşcinsel olup olmadığını soranlara cevabı, “Devleti popomla yönetmiyorum!” oluyor. Epey Stoacı görünen bu cevapla aslında Churchill riyakâr ahlâkın sahteliğini gösteriveriyor.

Başka memleketlerde şantaj bir yöntem olarak kullanılmıyor mu? Elbette kullanılıyor ama bu tutum bizdeki gibi toplumun genelinde kabul görmüyor. Ayrıca özellikle cinsel içerikli şantaj artık modern dünyada bir alay konusu olarak görülüyor. Söz gelimi Almanya eski başbakanı Merkel’in, gençliğinde, çıplaklar kampında çekilmiş bir fotoğrafı basına servis edildiğinde, hiç kimsenin umurunda bile olmuyor. Modern memleketlerde siyaset, vatandaşların vicdanlarıyla denetledikleri akıllarına göre verilmiş oylarla değiştiriliyor, taşralı video kaset kiralamacılarının becerisine göre değil….

Modern ülkelerde şantajın ölçüsü daha ziyade, gücün kötüye kullanımıyla ilgili oluyor. Bu da kamu vicdanını yaralayıcı işleri açığa çıkarmakla ilgili oluyor; yatak odasında ya da çıplaklar kampında sergilenen selülitlerle ya da nasırlarla değil… Kısaca uygar dünyada şantaj bir istisnayken, geri ülkelerde riyakârlığın ve güce tapınıcılığın bir tür egemenlik aracı olarak kullanılıyor.

Yazar

Afşar Çelik

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar