Yükleniyor...
1.Dünya Savaşı kaybedilmiş, Mondros Mütarekesi imzalanmış, Osmanlı Devleti fiilî olarak parçalanmıştır. 7 Kasım 1918’de de komutanı olduğu Yıldırım Orduları lağvedilmiş, Mustafa Kemal İstanbul’a gelmiştir. Geldiğinde üç yıl önce, geçmesine izin vermediği İşgal Kuvvetleri donanmasının İstanbul’a demirlediğini görmüştür. İşte böyle bir ortam ve ruh hâli içinde, Haydarpaşa açıklarında İşgal Kuvvetlerinin donanmasını görünce de “Geldikleri gibi giderler.” demiştir.
İşgallerin gün gün Anadolu’ya yayıldığı haberleri yakından takip ediliyor, Ali Fuat Paşa (Cebesoy), İsmet Bey (İnönü), Rauf Bey gibi diğer yakın arkadaşları ile, Mustafa Kemal’in Şişli’deki evinde sık sık bir araya geliniyor ve ülkenin kurtarılması için çareler aranıyordu.
Türklerin Pontusçu Rum çetecilerine yönelik Karadeniz’de gerçekleştirdiği direniş örgütlenmesi, İngilizleri oldukça rahatsız ediyordu. Bu sebeple İşgal Kuvvetleri Komutanı Sadaret makamına başvurarak Samsun dolaylarında, asayişin bozulduğunu ve Rum köylerinin Türklerin saldırısına uğradığı, yerel yönetimin asayişi sağlayamadığı ve buna derhâl çözüm bulunması gerektiği şeklinde şikâyet adı ile emir vermekteydi. Karadeniz Bölgesi’nde halk, kendi inisiyatifi ile kendi direnişini başlatmıştı.
15 Mayıs 1919 günü, İzmir işgal edildi. İtilaf Devletleri, Osmanlı’ya işgali çok kısa süre önceden haber vererek bir tedbir alınmasına fırsat vermek istemediler. Daha haberin duyulmasıyla 14/15 Mayıs gecesinde İzmir’de bazı protestolar oldu.
İzmir’in işgali sırasında Yunan birlikleri, birçok mezalim yaptı. Kemeraltı’nda silahsız sivillerin üzerine ateş açtılar, sonra ateş buradaki kışlayı da hedef aldı. İşgali takiben 15 gün boyunca denizden şehit edilenlerin naaşları çıkarıldı.
İzmir’in işgali o zamana kadarki haksız uygulamaların somut göstergesi oldu. Gazeteci Hasan Tahsin, işgal sırasında taşkınlık yapan Yunan askerine ilk kurşunu sıktı ve oracıkta şehit edildi. İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda toplanan büyük bir kalabalık ise haksız uygulamaları protesto etti. İnfial dalga dalga yurda yayıldı.
Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi, Yunan askerleri İzmir’i işgal ettikten sonra taşkınlıklar ve saldırılar hızla artmaya başlamıştı. 16 Mayıs 1919’da civar köylerdeki Türklere saldırılar ve katliamlar yapılmış, Batı Anadolu’daki ilk direnişler de bu katliamlardan kaçanlar tarafından gösterilmiştir. Bu katliamlar duyuldukça Anadolu’daki öfke tüm yurda hâkim olmaya başladı.
30 Nisan 1919’da 9. Ordu Müfettişliği’ne getirilen Mustafa Kemal; “Görev bölgesinde iç huzuru sağlamak, silah ve cephaneleri toplamak, halka silah dağıtılmasını engellemek, dağıtan kuruluşları ortadan kaldırmak” görevi ile Samsun’a gidecektir.
Samsun’a yolculuğu ile ilgili tüm hazırlıkları yapmıştır, fakat Samsun’a gitmek için vize alınması gerekmektedir. Çünkü Karadeniz resmen olmasa da fiîlen İngilizlerin işgali altındadır. 14 Mayıs’ta Samsun’a gideceği heyetin isim listesini Harbiye Nezareti’ne yollayarak İngilizlerden vize alınmasını istemiştir. Listedeki isimler 16 Mayıs’ta İngilizlerden vize aldı. Vizede “ Müttefik Pasaport Kontrol Bürosu, İngiliz Bölümü. Samsun’a gidiş için geçerlidir. İstanbul, 16 Mayıs 1919” yazmaktadır. O izne mühürü, sonradan Atatürk’ün peşine suikastçı takacak olan Yüzbaşı Bennet vuracaktır.
16 Mayıs 1919’da Kız Kulesi açıklarında, İsmail Hakkı Kaptan yönetimindeki Bandırma Vapuru’na yakın arkadaşları; Refet Bele, Kâzım Dirik, İbrahim Tali, Mehmet Arif Bey, Hüsrev Gerede, Refik Saydam ve Cevat Abbas Gürer gibi subay ve astsubaylarla beraber bindi. Vatanın kurtuluşuna, milletin istiklâline inanan bir liderin önderliğinde Samsun’a doğru yol alınmaya başladı.
Kıyıya yakın bir rota izleyerek Karadeniz’de yol alan Bandırma Vapuru 17 Mayıs’ta İnebolu’ya, 18 Mayıs’ta Sinop’a uğrayarak 19 Mayıs’ta Samsun’a vardı. Ve bu güne “19 Mayıs benim doğum günümdür.” dediği rivayet edilecek kadar önem atfetti.
16 Mayıs günü Bandırma Vapuru’na binilip Karadeniz’e doğru yol alınırken doğa da, kendi döngüsü içinde Filizkıran Fırtınasını, kapkara bulutların âdeta güneşi esirgediği Anadolu üzerinde estirmeye başlamıştı. Doğanın her türlü ağacı daha gür, daha sağlıklı olsun diye rüzgârla budadığı zaman; Anadolu’daki düşman işgaline son vermek için özenle mi seçildi, tesadüf mü bilinmez. Bilinen tek gerçek; Anadolu, üstündeki “yaban postallar”dan arınacak ve Türk milletinin adıyla, yeniden bir Türk devleti olarak varlığını sürdürecektir.
Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal ve kahraman arkadaşları, Anadolu’daki direnişi örgütleyerek, dağınık hâldeki halkı bir araya getirip düzenli orduyu kurar . Elbetteki bu süreç çok kolay olmaz. Amasya, Erzurum, Sivas Kongreleri, uzun uzadıya tartışmalar ve aslâ vazgeçilmeyen, taviz verilmeyen ilkeler… Halkın desteği, birliği, hâkimliği ve hakemliği ile Büyük Millet Meclisi’ni kurmak, sonrasında Türk Milletinin ve Türk ülkesinin bağımsızlığı…
Milletin iradesine ve gücüne başvurunun doğum günü 19 Mayıs’tır. Bu irade Atatürk ve kahraman silah arkadaşlarını yanıltmamış, yarı yolda koymamış, kadını erkeği ile 3 yıl süren bir mücâdelenin ardından 29 Ekim 1923’te, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.
Binlerce yıllık Türk tarihini yok sayarak Anadolu’dan Türk’ün varlığını ebediyen silmek isteyenlerin karşısına, yeni bir Türk devleti ile çıkmak için atılan ilk adımdı 19 Mayıs.
101. yılında şartlar ve zaman değişse de, Anadolu’dan Türk’ün adını silmek isteyenler, “yaban postal” sevdasından hiç vazgeçmedi.
Bu zor şartlar altında kurulan cumhuriyetin, kurucu lideri “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir” mührünü vurdu. Bugün çok kimlikli, çok dilli hâle getirmek için en üst perdeden yol almaktadırlar. Anayasada da güvence altında olan Türk kimliği ve dahi Türk ile olan düşmanlıklarını açık açık dile getirmekteler.
Haricilerden çok dâhili bedhahlar için; Türklük ile mücâdele etmekte zaman ve koşullar hiç olmadığı kadar çok imkânı, onlara sunmuş olabilir. Merhametli ve iyi niyetli Türk Milleti, gaflet uykusunda da olabilir. Millî bayramların ruhunu ve coşkusunu ortadan kaldırmak için her türlü yola tevessül etseniz, engelleseniz de her geçen yıl daha da artan coşku size şunu hatırlatsın. Adını anayasadan dahi çıkartmaya kalktığınız Türk milleti, Türklük söz konusu olunca en derin gaflet uykusundan uyanır ve sizi de tarihin tozlu raflarında yer almanız için, çöp tenekesine atar.
Türk’ün adı ve kanı ile var ettiği Türk’ün yurdunda, Türk’ün varlığına kastedeni; elsiz, kolsuz, ayaksız başsız, o çok arzuladığınız “yaban postalsız” bırakana kadar budar.
101 yıl önce bunu hiç korkmadan bir avuç Türk yaptı. O zaman da derin bir uykuda ve umutsuzluk içindeydik bugün de…
Sarışın bir kurt o gün, Türk düşmanları için Sur’a üfledi. O ruhla ilelebet Samsun’da, Erzurum’da, Sivas’ta olacağız. Kocatepe’de bir bozkurt gibi savaşmaktan çekinmeyeceğiz. Emperyalist mandacıların özenle yetiştirdiği mankurtların, Türk’süz Anadolu hayali kuranların karşısında dimdik duracağız. Dağ başını duman aldığında da, kapkara bulutlar Türkiye’nin üzerine çökertildiğinde de sarışın bir bozkurtun torunları olarak başımızı göğe kaldıracağız.
Bugün, yarın ve daima! Türk Milleti’ni uykudan uyandıran filistopun sesi bazen kısılsa da, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” yeter yeniden ayağa kalkmak için.
Coşkumuzun bu ruhla her yıl daha da artması boşuna değil. “Türk Milleti, ayağa kalk!” diyerek çalınan ilk filistopun sesine koşan milyonları unutmayın. Biz, bize emanet edilen Türkiye Cumhuriyet’ini korumaya doğuştan yeminliyiz. Bu coşkumuz; yeminimizin mücâdele etmek için, ete kemiğe bürünen hâlidir sadece.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’mız kutlu olsun!
Açıklama: Kullanılan fotoğraf Dr. Selim Erdoğan’ın Sakarya kitabının kapak fotoğrafıdır. Kendisine teşekkür ederim.