Kanla kazanılan, gaflet ve dalaletle kaybedilen vatan!

Benim vatandaşlığım 400.000 $ para karşılığında alınmadı. Bu toprakların tapusu da vatandaşlığı da kanla ve canla alındı. Şimdi bir avuç aymazın para karşılığında yabancılara sattığı bir metaya dönüştürülüyor.


Paylaşın:

Tarım ve hayvancılık yapan bir ülkeydik bir zamanlar. Zaman geldi haberlerde samanın ithal edildiğini duyduk. Biraz konuştuk, sonra alıştık.

İç Anadolu ile tahıl ambarı diye övünürdük, tarım arazilerini lime lime böldük, çoğunu imara açtık, sonra bir baktık buğdayı da ithal eder hale gelmişiz. Alıştık…

Öyle bir zaman geldi, eğitimli, nitelikli insan gücümüzü küstürdük. Sonra baktık öğretmen, mühendis, mimar, doktor ithal etmeye başlamışız. Hatta giden doktorlar için “Giderlerse gitsinler, biz asistan doktorlarla idare ederiz” gibi abuk bir cümle bile kurdu zat-ı muhteremlerimiz. Buna da alıştık…

Sıcak suya atılan kurbağanın tehlikeyi görür görmez sudan fırladığını, soğuk suya bırakılıp yavaş yavaş ısıtılan kurbağanın ise tehlikeyi fark etmeyip haşlandığı öğretildi yıllarca bize. Biz sıcak suya atılmadık, bizi kısık ateşe tabi tuttular. Ne dönüp altımıza yakılan ateşi söndürdük ne de kazanı devirip yeter dedik. Yanıldık, yenildik, her şeye alıştık…

Memlekette tacizci tecavüzcü az geldi onu da ithal ettik

Samanı ithal, buğdayı ithal, doktoru ithal… Diyemeyiz, demeyiz ama hadi tamam dedik diyelim. Peki, memlekette katil, tacizci, tecavüzcü yetmedi de onu da mı ithal ettik?

Şimdi size birkaç haber cümlesi sunacağım. Zannediyorum ne demek istediğim daha kolay anlaşılacaktır:

Pendik’te Pakistan uyruklu 4 kişi, 4 Afgan’ı fidye için kaçırıp işkence etti.

İstanbul’da organ ticareti yaptığı tespit edilen Filistin ve Ürdün uyruklu çete çökertildi.

Sultangazi’de Suriyeli çocuk, Afgan komşusu tarafından öldürüldü.

İstanbul Beylikdüzü ilçesinde yabancı uyruklu bir kadın, 3 yaşındaki çocuğunu vahşice öldürdü.

Ankara’da iki gencimiz Suriyeli çete tarafından bıçaklandı. Biri hayatını kaybetti, diğeri ağır yaralı kurtuldu.

Silahlı bir çete Talibanî tavırlarla kamyonet kasasına doluşup, sokak sokak gövde gösterisi yaptı.

Osmaniye’de DEAŞ terör örgütü içerisinde geçmiş dönemlerde emir ve infazcı düzeyinde faaliyet yürüttüğü değerlendirilen, ülkeye kaçak yollarla girdiği belirlenen 6 kişi yakalanıp tutuklandı.

Tiktok adlı sosyal medyada yuvalanmış pespaye tipli bir sürü sapık, Türk kadınlarının videolarını paylaştı paylaşmaya da devam ediyor.

Burada noktalamak istiyorum zira bu haberleri okudukça ve yazdıkça sinirlerim daha çok bozuluyor.

Biz avukatız, işinizi çözeriz

Yazdıklarım, suç işleyip bir şekilde emniyet güçlerine yakalanmış kişiler ya da çeteler. Bu kişilerin kendi ülkelerinde suç işledikleri ile ilgili de birçok haber gündeme geliyor. Fakat ne hikmetse biz bu suçluların son durumlarını ancak Twitter Adalet Bakanlığı’nda(!) tepkiler ayyuka çıkınca öğrenebiliyoruz. Bir an yer yerinden oynuyor. Bu kişiler tutuklanıyor, sınır dışı edildikleri söyleniyor. Ama o da ne? Bir avukat çıkıyor ve suç kaydı olan, yasadışı yollarla memlekete girmiş kişiler için nasıl oturum izni aldıklarını, karşılarına çıkacak yasal engelleri nasıl aştıklarını ballandıra ballandıra anlatıyor. Pakistanlı işadamının Türkiye’de kurduğu şirketten bahsediyorum.

Bu iş adamı, Türk avukat çalıştırıyor; reklamını da bu güzel avukat ablaya yaptırıyor. Bir videoda da kendisi çıkıyor bu durumdaki kişilerin işlerini halletmek için yaptıklarını anlatıyor. En güler yüzlü ve babacan tavrını yüzüne takarak onları ofislerine davet ediyor. Başka bir videoda aynı kişilerin mekân kapattıklarını, işleri hallolan yabancı kişilerin söz konusu iş adamına çiçeklerle teşekküre geldiğini görüyoruz. Anlıyoruz ki bu adamların sınır dışı edilmesine bilinçli ve sistemli bir şekilde engel olunuyor.

Topluma entegrasyon, kamu kurum ve kuruluşlarında, belediyelerde bilgilendirme afişlerinde Arapça dil seçenekleri, nüfus müdürlüklerindeki vatandaşlık işlemleri, hastanelerdeki yabancı uyrukluların doğum oranları ve yabancıya toprak satışlarının kolaylaştırılması gibi haberler bende bu abukluğun sistematik olarak yapıldığı fikrini güçlendiriyor.

Haberler saymakla bitmiyor. Afganistan’dan, Suriye’den, Pakistan’dan insan kaçıran gruplar yaptıkları yasadışı işi, gözümüze sokarcasına hatta dalga geçer gibi animasyonlu videolar ile açıkça reklam ediyor, yeni müşteriler(!) için duyuru yapıyorlar. Biz de her gün görüntüleri sosyal medyada paylaşılan sınırı öbek öbek aşan kaçakları izliyoruz. Hatta “Bana neden kızıyorsunuz. Ben ne yapabilirim ki sizin sınırdan rahatça geçebiliyoruz?” diyen bir yabancı uyruklu yasadışı sığınmacı ile sokak röportajında tanışıyoruz.  Her şeyin bu kadar göz önünde yapıldığı düşünülünce “Organize işler bunlar” demek kaçınılmaz oluyor.

Yoksa sen de mi ırkçısın?

Bunları görüp, duyup vatanının istikbali için endişelenen, tepki gösteren Türk vatandaşlarını, insanseverimsiler (ya da bu işten çıkar sağlayanlar) ırkçılık ve faşistlikle suçluyor. Toplumun sosyal yapısı hızla değişirken, Türk kadınları sokakta huzurla gezemez, çocuklarını bir an bile yalnız bırakamazken, iktidardan duyduğumuz sözler ise yaramıza tuz basmaktan, öfkemizi katlamaktan başka işe yaramıyor. Ensar hikâyesi ile bu durumu din temelli kabul ettirmeye yönelik söylemler, “Bunlar giderse bu işleri kim yapacak?” minvalinde âcizane inciler, milletin vicdanını yaralıyor.

Buradan gururu incitilen, memleketinin halini gördükçe yüreği sızlayan milyonlarca Türk vatandaşının her gün sorduğu gibi sormak istiyorum “Bu bir beka sorunu değil midir?, “Ne yapılmaya çalışılmakta, nereye varılmak istenmektedir?

Ben bir Türk kadını olarak, market kasasında çalışan kardeşime para fırlatarak rencide ettiğini düşünen sapığa, sokakta yürüyen kadınların arkasından azgın dürtüleri ile görüntülerini alıp sosyal medyaya meze yapan sapıklara, sokak ortasına oturup gelene geçene küfreden nanköre, “Biz gitmeyeceğiz, asıl siz gideceksiniz” diyen hadsize, küçücük akılları ile birkaç yılda sığındıkları ülke ile alay edebilecek kadar palazlanmış haysiyetsizlere tahammül etmek zorunda değilim.

Algılarlarla yönetilen ülke

Şunu da eklemeden geçemeyeceğim: Ben bu satırları yazarken ATV’de Yalnız Kurt adlı dizi yayınlanıyormuş. Dizinin sosyal medyada paylaşılan kısmında terör örgütü üyeleri sandıktan Türk bayraklarını çıkarıyor. Bir terör örgütü üyesi de Suriye bayrağı işlenmiş atkıyı boynuna dolayıp sokak ortasında bir Türk’ü sırtından bıçaklıyor. Sonrasında olay yerine koşarak gelen Türk bayraklı terör(Bunu yazmak bile bana ağır geliyor.) örgütü üyeleri, hemen bayrakları açıp “Ülkemizde mülteci istemiyoruz” diye sloganlar atıp dükkânlara saldırıyor.

Mesajın yerine ulaştığından emin olmak isteyen ATV’nin resmi Twiter hesabı da bu sahneyi şu sözlerle paylaşıyor: “Halkı mültecilere karşı kışkırtan teröristler, iç karışıklık çıkarmayı hedefliyor.” Buram buram algı kokulu sahneler her Cuma ATV’de!

Son söz

Benim vatandaşlığım 400.000 $ para karşılığında alınmadı. Bu toprakların tapusu da vatandaşlığı da kanla ve canla alındı. Şimdi bir avuç aymazın para karşılığında yabancılara sattığı bir metaya dönüştürülüyor.

Kendi adıma sözümdür: Öz topraklarını vatan yapamamış, millet olmayı bırakın Müslüman olmayı becerememiş bu karışık güruha, kanımızı katıp imanımızla yoğurduğumuz vatan topraklarımızı malla mülkle peşkeş çekenleri, siyasi beklentiler ile vatandaşlığımı satanları asla affetmeyeceğim. Yine kendi adıma sözümdür: Bu duruma alışmayacağım ve bize bunu yaşatanları asla unutmayacağım. Ve inanıyorum ki elbet bir gün tüm bunların hesabı sorulacaktır.

Sağlıcakla kalın.

Yazar

Şadiye Okur

1 Yorum

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar