İki Kongrenin Art Niyeti

04.04.2011   Mahir Nakip Dünyada her gün belki yüzlerce kongre yapılmaktadır. Bu kongrelerin amacı genelde insanlığın mevcut bilgi birikimine yenilerini katmaktır. Ancak, yapılan her kongrenin bilimsel olduğu iddia edilemez. Bir kongrenin bilimsel olabilmesi için ilk ve en önemli şartı tarafsız olmasıdır. Tarafsızlık, araştırmacının kimliğini bir kenara bırakarak, olaylara objektif bir gözle yaklaşmasıdır. Bir kaynaktan aktarma yapılması […]


Paylaşın:

04.04.2011 
 
Mahir Nakip

Dünyada her gün belki yüzlerce kongre yapılmaktadır. Bu kongrelerin amacı genelde insanlığın mevcut bilgi birikimine yenilerini katmaktır. Ancak, yapılan her kongrenin bilimsel olduğu iddia edilemez. Bir kongrenin bilimsel olabilmesi için ilk ve en önemli şartı tarafsız olmasıdır. Tarafsızlık, araştırmacının kimliğini bir kenara bırakarak, olaylara objektif bir gözle yaklaşmasıdır. Bir kaynaktan aktarma yapılması gerekiyorsa, metnin ruhuna sadık kalmak, bilim ahlâkının bir gereğidir. Bu, zor olmakla beraber şarttır. Yoksa kaleme alınan bir araştırmanın ya da yapılan kongrenin amacı, belli bir fikre ya da ideolojiye hizmet etmek olur. Elimizde Kerkük’le ilgili yapılmış iki kongrenin yayımlanmış bildiriler kitabı var. Bu iki kongrenin biri Erbil’de diğerinin de Londra’da düzenlenmesine rağmen, birbirine yakın tarihlerde tertiplenmiştir. Kerkük’ün kimliğini yakında ilgilendirdiği için, her iki kongrenin bildirilerini tarafsız ve bilimsel bir gözle incelemeye çalışalım.

Birinci Kongre

İlk kongre 3-5 Nisan 2001 tarihinde Irak’ın Erbil şehrinde düzenlenmiştir. Altı protokol konuşması yapılmıştır. Konuşmacılar sırasıyla, Mesut Barzani’nin temsilcisi, Erbil Valisi, Irak Kürdistan Millî Meclisi Başkanlık Temsilcisi, Irak Kürdistan Hükümeti’nin Temsilcisi, Kerkük Valisi(1), Kerkük Kongresi Yüksek Komitesi Temsilcisi olmuştur. Kongre kitabının sunuş yazısının ilk cümlesi şöyledir: “Kerkük’e dair bilimsel ve akademik bir kongre düzenlenmesinin amacı şehrin Kürtlüğünü ya da Kürdistanlığını ispatlamak değildir. Çünkü Kerkük’ün Kürtlüğü ve Kürdistanlığı tartışma kabul etmez ve bu iki konuyu tartışmaya hiç niyetimiz yoktur”.(2) Kürdistan Demokratik Parti’nin Kürdistan Parlamentosu temsilcisi Gafur Ramazan’ın konuşmasında da aynı temalar vurgulanmakta ve şöyle özetlenmektedir:”Bir insan kalpsiz olmaz; Kürdistan da Kerküksüz olmaz”(3) Bu katı tutumlu, fanatik ve önyargılı görüşlerle başlayan bir kongrenin bildirilerini incelemeye çalışalım.

Kerkük’ün sözde sürgündeki valisi Nizamettin Geli’nin konuşmasında çok yanlış ve yanıltıcı bilgiler verilmektedir. Meselâ, “Kerkük, önceden de ilim, kültür, edebiyat ve irfan şehriydi. Bu şehirde basın, Kürdistan’ın diğer şehirlerine nazaran daha önceleri başlamış ve yazı dili de genellikle Kürtçe olmuştur”(4) diyor. Atâ Terzibaşı Kerkük basın tarihi ile ilgili yayınladığı kitap piyasada mevcuttur.(5) Ayrıca, Sayın Vali Kerkük’ün tanınmış! Kürt ses sanatçılarını sıralarken, Heme Pire, Ali Merdan ve Reşid Küle Rıza gibi Türkmen ses sanatçılarını Kürt hanesine yazmaktadır(6). Ali Merdan’ın ve Heme Pire’nin Kerküklü birer ses sanatçısı oldukları doğrudur. Ancak her ikisi de iki dilde sanatlarını icra etmişlerdir. Ali Merdan’ın taş plaklara doldurttuğu kendi besteleri hep Türkmen lehçesiyledir. Özellikle Reşid Küle Rıza Kerkük’ün en bâriz halk müziği simalarının başına gelir. Asil ve tanınmış bir Türkmen olduğu herkes tarafından bilinmektedir(7).

Kongre Yüksek Komitesi adına konuşan Arif Tayfur ise diyor ki, “Kerkük, Osmanlıların egemenliğine girdikten sonra Osmanlı vilayetlerinden birisi haline geldi. Böylece bu şehir Türkmenlerin yerleşimine açıldı”(8). Halbuki, taradığımız bütün kaynaklar Türkmenlerin Osmanlılardan çok önceleri bu şehre yerleştiklerini göstermektedir. Eğer bir kongrenin komite üyesi yanlış bilgi veriyorsa, sunulan bildirilerin nasıl ve hangi bilimsel süzgeçten geçtiği tartışılması gerekir. Yine de bazı bildirileri burada tartışmakta yarar vardır. Çünkü bazı konularda yapılan tahrifatları gözler önüne sermek gerekir. Yoksa tarih karşısında sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluruz.

İlk bildiriyi sunan Cercis Fethullah, Edmonds’un kitabında şu bilgilere rastladığını yazmaktadır: “Bu satırlar kaleme alındığında şehrin nüfusu 25000 kişidir. Dörtte biri Kürt ve geri kalanı Türkmen, Arap, Hıristiyan ve Yahudilerden oluşmaktadır” 9. Edmon-d’s’un Kürtler, Türkler, Araplar isimli kitabına bakıyoruz bu cümlenin aynen şöyle olduğunu görüyoruz. “bu kitabın yazıldığı sırada 25000 olan kent nüfusunun büyük çoğunluğunu Türkmenler, dörtte birini Kürtler ve geriye kalan kısmını da çok az bir nüfusa sahip Arap, Hıristiyan ve Yahudi toplulukları oluşturmaktadır”(10). Sayın Cercis Fethullah Ingilizce bilmiyorsa bile bu kitabın Arapça’sında da böyle yazıldığını görebilirdi. Kürtlerin, şehrin dörtte birini oluşturduğunu öne çekerek ve Türkmenleri geri kalan dörtte üçe katmak maksatlı bir tutumdur. Amaç açıktır: Türkmenleri göz ardı etmek ve gerçeklerini gizlemektir.

Bu kongreye katılan Türkmen asıllı tek kişi Velid Şerike’dir. Kerkük tarihiyle ilgili bilgiler verirken “El-Irak El-Şimali” isimli bir kaynaktan alıntılar yapmış ve kaynağın ne yazarını vermiş ve ne de nerede ve ne zaman basıldığını yazmıştır. Ayrıca çalışmasının birçok yerinde Hicrî ve Miladî tarihleri birbirine karıştırmıştır. Nâdir Şah’la Topal Osman mücadelesini kaleme alırken, Hicrî yazması gerektiği yerde Miladî yazmış ve bazı yerlerde de yılların ne olduğunu bile yazma gereği duymamıştır(11). Ama Sayın Şerike bol bol Kerkük’ün Kürdistan’ın parçası olduğundan, Osmanlıların buraları sömürdüğünden ve Türkleştirmek istediğinden bahsetme ihtiyacı duymuştur. Yani, amaç bir gerçeği ya da bir bilinmeyeni ortaya çıkarmak değil, siyasî mesaj vermek ve birilerine yaranmaktır. Nitekim Sayın Şerike bildirisinde şu tutarsız cümleye yer vermektedir: “Asırlar boyu Türkmenler istisnaî ve tarihî rolleri gereği aynı anda hâkim ve mahkûm durumunda olmuşlardır. Özellikle bu, Selçuklu Devleti gibi (Karakoyunlular, Akkoyunlular) İslamî dönemde sonra da Atabeyler döneminde olmuştur.”(12) Cümlenin hiçbir tarafı doğru değildir. Her şeyden önce Selçuklular, Karakoyunlu ve Akkoyunlulardan farklı bir Türk devletidir. Ayrıca Atabeyler, Selçuklulardan sonra ve Karakoyunlulardan önce tarih sahnesine çıkmış Türk devletleridir. Diğer taraftan sayın Şerike, bir Türkmen yazarı olan Ziyat Köprülü’nün Arapça yayımladığı “El-Kiyan El-Turki fil Irak” isimli kitabının 3.sayfasında Türkmenleri, Türk tebaası olarak gösterdiğini yazmakta ve bunu eleştirmektedir.(13) Sayın Köprülü’nün sözü edilen kitabının ilgili sayfasını açtık ve okuduk, ancak böyle bir cümleye hiç rastlamadık. Bunu hata değil bir gaf, hatta kötü niyet ve iftira olarak kabul etmek gerekir. Çünkü Sayın Şerike’nin Kerkük’le ilgili verdiği tarihî bilgilerin çoğunda yanlışlıklar var, ama verdiği siyasî mesajlar ise maksatlı, uzun uzun cümleler ve belli bir amaca yöneliktir.

Çok basit, sığ ve biraz da gülünç olan bir konuya da burada temas etmemiz gerekmektedir. Bilindiği üzere Kerkük’te petrolün fışkırdığı yere halk Baba Gürgür ya da Gurgur Baba demektedir. Bazı Kürt yazarlar bu kelimenin bile Kürtçe olduğunu iddia ederek onu zorla Kürtçe’ye yaklaştırmaya çalışmıştır. Meselâ Cercis Fethullah diyor ki, “Baba Gürgür Kürtçe bir kelime olup, anlamı da Nuranî Baba demektir(14).” Hâlbuki aynı kongreye başka bir bildiri sunan Dr. Refik Şivani, “Gürgür, Kürtçe’de kuvvet demektir. O da Kerkük ateşinin ne denli güçlü olduğunu göstermektedir. Bu köklü Kürtçe kelime de dil bilimi olarak Kerkük’ün bir Kürt şehri olduğuna şahitlik eder(15)” diyor. Görüldüğü gibi sözde bilimsel bir kongrede iki Kürt bilim adamı! Kürtçe olduğunu iddia ettikleri bir kelimenin Kürtçe anlamı konusunda mutabakata varabilmiş değillerdir. Bu konuda 1954 yılında Kerkük’ün tarihi ile ilgili bir makale yazan Irak’ın tanınmış dil ve tarih bilgini Mustafa Cevad diyor ki(16):

“Bir içtihada göre “Baba Gürgür” Batlimos tarafından zikredilmiştir. Hâlbuki “Baba Gürgür” yeni bir adlandırma olup, Türk Osmanlıların Irak’ı işgal etmelerinden önce bilinmezdi. Türkçe “Baba” baba ve “Gürgür” de nur ve ateşi ifade eder. Ayrıca bugün Bağdat’ta “Baba Gürgür” adında bir de mescit bulunmaktadır.”

Bildirisinin başka bir yerinde, Sayın Şivani, Baas yönetimini kastederek diyor ki: “Kürtlere düşmanlık olsun diye Kerkük’te sürekli Türkmenlere önem verdiler. Meselâ, şehirde idarî kurumlarda görevlerin büyük bir kısmını Türkmenlere bıraktılar. İstisnalar hariç, Kürtler gibi diğer şehirlere sürülmediler. Ayrıca, her türlü sanat ve kültürel faaliyetlerde bulunmaları kolaylaştırıldı…” Bütün Türkmenleri kızdırabilecek bu yanlış satırların yazarı aynı sayfanın sonunda önemli bir resmî belgeyi 39 numaralı dipnot olarak göstermiştir. Bu dipnot şudur: “Kürt ve Türkmen Memur ve İşçilerin Güney Irak’a sürülmeleri ile ilgili 2856 Numaralı Resmî Gazete’de yayınlanan 1391 Sayılı ve 2.10.1981 Tarihli Cumhurbaşkanlığı Buyruğu.” Demek ki Türkmenler Kürtlerle birlikte güneye sürüldükleri resmî belgelerle tespit edilmiştir. Yani, Kürtler, Baas Partisi’nden ve Saddam’dan ne çektiyse, Türkmenler de aynısını çekmiştir. Bir ilim adamı için en alçaltıcı ve kahredici durum, kendi kendisi ile çelişkiye düşmesidir17.

İkinci Kongre

İkinci Kongre 2002 yılında Kerbelâ Araştırmaları Merkezi tarafından Londra’da düzenlenmiştir. Kongre bildiriler kitabının başında her türlü maddî ve manevî desteğinden dolayı Celâl Talabani’ye ve Ayetullah Muhsin El-Irakî’ye teşekkür edilmektedir. Kongrenin açılış konuşmasını Şii din adamı Dr. Muhammed Bahrululum yapmış ve Kerkük’ün Şii kimliğini dile getirmiştir. Bahrululum kongrenin amacını şöyle özetlemektedir: “Londra’daki Kerbelâ Araştırmalar Merkezi’ne bağlı olarak çalışan düzenleme kurulu, bu bilimsel toplantıyı düzenlerken Kerkük şehrini seçmesindeki amacı, bütün ülke vatandaşlarını içine alabilen şümullü özelliği ile asîl Irak şehirlerini tanımlamak ve taziz etmektir…” Konuşmacı demek istiyor ki, Kerkük Irak mozaiğini en güzel temsil eden bir şehirdir. Her hangi etnik bir gruba tensip edilmesi doğru değildir. Ancak, her ne sebeptense Kongreye 19 Kürt, 7 Türkmen, 6 Arap ve bir yabancı olmak üzere toplam 33 bilim adamı katılmıştır. Bu 19 Kürt katılımcılardan ikisi, iki bildiri birden sunma imkânı elde etmişlerdir. Biri Dr. Cabbar Kadir, diğeri de Dr. Nuri Talabani’dir. Görüldüğü gibi, Kongrenin Celal Talabani tarafından desteklenmiş olması, bildiri sunanların etnik dağılımını Kürtlerden yana etkilediğini saklamak mümkün değildir.

İlk bildiriyi sunan Kürt kökenli Dr. Fuat Masum diyor ki, “Kerkük’ün Kürt nüfuslu bir şehir olduğunu diyemeyiz. Ama Kerkük’ün, Kürdistan’ın bir parçası olduğunu söyleyebiliriz. Kerkük’ü kardeşliğin ve Kürdistan içinde müstakbel Irak’ın örnek bir şehri olarak görmek istiyoruz. Irak’ın bir parçası olan Kürdistan’ın Kerkük şehrinde Türkmenlerin, Asurîlerin ve Arapların bütün hakları korunacaktır(18).” Kurnazlık dolu bu ifadeler samimiyetten yoksun ve amacı Kerkük’ü hiç de kardeşlik şehri yapmak değildir. Kerkük’ün bir Kürt şehri olmadığını kabul edeceksiniz; buna rağmen Kürdistan’a dâhil olduğunu iddia edeceksiniz! Bu, hiç de bilimsel, mantıklı ve doğru bir yaklaşım değildir.

Dr. Cemal Reşid Ahmed, Avni El-Davudi ve Dr. Kürdistan Mokriyani üç Kürt yazar olup, amaçları, İslam’dan çok önceleri Kerkük’te izlerine rastlanılan kavimleri Kürtlerle akrabalaştırmak(19,20) ve bu yolla Kerkük’ün bir Kürt şehri olduğunu göstermektir. Bu ütopist yazarlar, Kerkük civarında bulunan tarih öncelerine ait tabletlerdeki kelimeleri zorla Kürtçe’ye yaklaştırarak Kerkük’ün Kürtlüğünü ispatlamaya çalışmaktadırlar. Seçtikleri kelimelerin nerdeyse tamamı da Farsça kökenli kelimeler olduğu dikkatleri çekmektedir. Böyle bir teşebbüs hem bilimsel değil, hem de biraz gülünç kaçmaktadır. Özellikle Dr. C. R. Ahmed’in bütün amacı Türklerin Kerkük’e yerleşmesinden önce bir Kürt şehri olduğunu ispatlamak olduğu için, tarihî gerçekleri tahrif edebilmekte ya da en azından zorlamaktadır. Meselâ miladî 300-830 yılları arasında Kerkük’te yaşayan Hıristiyan Papazların Kürt olduğunu herhangi bir tarihî delil ya da kaynak göstermeden iddia edebilmektedir. Islam öncesi Kerkük tarihinden söz ederken birden 19. yüzyıla sıçrama yaparak tarihî gerçekleri saptırmaktan da çekinmemektedir. Yazar ayrıca adı geçen makalesinde Edmonds’tan şu aktarmayı yapmaktadır:

“Edmonds, Neftçizade ve Yakubizade gibi bazı bariz ailelerin Kürt asıllı olduklarını ve Zengene aşiretinden geldiklerini Türkmenlerin ileri gelenleri tarafından söylendiğini ikrar etmektedir(21).”

Edmonds’un sözü edilen “Kürtler, Türkler ve Araplar” isimli kitabının ilgili kısmı özellikle kitaptan alınmış ve Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Edmonds hiçbir kaynak göstermeden, kendisi bu kanaate varmakta ve bu iddiasını hiçbir Türkmen ileri geleninden tasdik ettiğini yazmamaktadır. Söz konusu cümleler bir iddia olarak kitaba alınmış ve hiç kimse tarafından ispatlanmamıştır. Kaldı ki Neftçi ve Yakubi aileleri her münasebette tepkilerini ortaya koymuşlardır. Bu çok yakışıksız ve bilim ahlâkına aykırı bir davranıştır. Bütün dünya, ölmüş bir yazar adıyla ifadeleri tahrif etmeyi büyük bir ayıp olarak kabul eder.

Kongreye katılmış bir başka Kürt yazar da Ömer Yasin Cebbari’dir. Bu yazarın tespitlerine göre 20. asrın başlarından itibaren Kerkük petrol şirketi IPC’de binlerce Kürt işçi çalışmaktaydı(22). Cebbari tarafgir makalesini bâriz bir şekilde Kürtçülük kokan ve görünüşte masumane olan şu cümleyle süslemektedir: “Şehrin tarihî ve coğrafî önemine binaen ve sakinlerinin psikolojik yapılarına bakarak, şehir sakinleri Kerkük’ü Kürdistan’nın kalbi, Kürdistan’ın Kudüs’ü … ve Kürd’ün tarih ve kahramanlık şehri olarak görmektedir(23).” Tamamen bilimdışı böyle bir cümlenin değil bir bildirinin içinde, normal bir sohbette bile söylenmesi abes kaçar. Ayrıca bu yazara göre “Araplar Irak’a gelene kadar Kerkük bir Kürt şehri imiş ve 12. yüzyıldan itibaren de Moğollar, Celayırlılar sonra da Osmanlılar 1514 Çaldıran savaşı ile şehri işgal etmişlerdir.(24)” Selçukluları, Akkoyunluları, Karakoyunluları ve Safevileri bölgedeki hükümranlığını bilmeyen bir yazar tarihçi olabilir mi? Bu dört Türk devletinin bölgede toplam 253 yıl hükümranlığı sürmüştür. Bunu görmezlikten gelmek ancak kasıtlı olabilir.

Bir başka Kürt katılımcı olan Avni El-Davudi diyor ki: “İki Iraklı araştırmacı olan Bakır Taha ve Fuad Sefer’e göre Kerkük kelimesi Gürgür kelimesinden türetilmiş ve Kürtçe bir kelimedir. Bu kelim de bugün Baba Gürgür olarak bilinmekte olup, o da Kürtçe’dir. Avukat Abbas El-Azzavi’ye göre bu isim Kerkük’te yaşamış bir Bektaşi babasının ismidir(25).” Dikkat edildiği gibi önceki kongrede de iki katılımcı aynı şeyi iddia ederek birbirleriyle ihtilafa düşmüşlerdir. Demek ki birileri aklı sıra bir şey buluyor. Her şeyden önce Gürgür kelimesine Kürtçe demek doğru değildir. Çünkü bu kelime Türkçe’de de vardır ve ateşin yanış sesinden çıkartılmıştır. Ayrıca sayın yazara hatırlatmak gerekir ki Baba kelimesi daha çok Türkler tarafından kullanılırken Kürtler bu kelimeyi Bawa olarak telaffuz etmektedirler. Diğer taraftan demeye gerek yok ki Bektaşi babaların çoğu Türklerden oluşuyordu. Çünkü Hacı Bektaş-ı Veli bir Türk ve mensuplarının çoğu da Türklerden müteşekkildi.

Bir başka araştırmacı olan Dr. Cabbar Kadir Kerkük’ün İngilizler idaresi altındaki 1920’li yılları inceleyerek ve Kürt-Türk okullarının sayısını karşılaştırarak yorumlar yapmaktadır. Yazar diyor ki, “Çoğunluğu Kürt olan Kerkük’te ise 3 Kürt ve 20 Türkçe eğitim veren okul vardı. Hâlbuki şehirde Türkçe konuşanların oranı %21’den fazla değildir… Kerkük’te bu kadar çok Türkçe okulların bulunması şehirde çok sayıda Türk kolonisinin bulunduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. Bu sadece Türkçe olan Osmanlı eğitim düzeninin şeklini göstermektedir(26).” Milliyeti ne olursa olsun, o yılları inceleyen araştırmacılar çok iyi bilirler ki, Ingiliz idaresi ne Osmanlıları ne onun mirasçısı olan yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni severdi. Özellikle o yıllarda Lozan görüşmeleri henüz sonuçlanmamış ve Musul Vilayeti’nin Türkiye’ye iadesi bile söz konusu olabilirdi. Edmonds’un “Kürtler, Türkler ve Araplar” isimli kitabında bunu hissetmek mümkündür. Yine bu kitapta İngiliz idaresinin Kürt Aşiretlerini kazanmak için neler yaptığını görmek de mümkündür. Nitekim şehrin ileri gelenlerinin çoğu Türkmen olduğu halde Kürt vali tercih edilmesinin de sebebi elbette ki budur. Dolayısıyla, Kerkük Kürt okullarının çok az ve Türk okullarının çok olmasının sebebi, İngilizlerin Kürt düşmanlığının ya da Türk hayranlığının bir sonucu değil, bir realitenin ya da ihtiyacın tabiî bir sonucudur.

Cabbar Kadir, Kerkük’te yayımlanan gazeteler konusunda da yanıltıcı bilgiler aktarmaktadır. İngiliz döneminde Kerkük’te çıkan ilk gazetenin Necme olduğunu tespit etmesiyle birlikte, tamamen Arapça olduğunu söylemekte ve bir süre sonra Kürtçe yazılara da yer verdiğini kaydetmektedir. Bu gazetenin Türkçe yayın yaptığından hiç söz etmemektedir(27). Hâlbuki bu gazete ilk yayın gününden itibaren ana gövdesi hep Türkçe olmuş, bazen de Arapça yazılar içermiş, birkaç şiirden başka Kürtçe yayına hiç yer vermemiştir.

Aynı kongreye iki bildiri sunma fırsatını yakalayan Cabbar Kadir, ikinci bildirisinde 1850–1958 yılları arasında Kerkük’ün etnik yapısını incelemiştir. Kerkük’ün Kürt olduğunu söyleyen yabancı gezgin ya da yazar varsa, dediğini tartışmasız verirken, Kerkük’ün çoğunluğunun Türkmen olduğunu söyleyenleri ise eleştirmekte ve tezlerini çürütmeye çalışmaktadır. Meselâ bir taraftan Kerkük’ü hiç görmemiş Şemsettin Sami’nin Kerkük hakkındaki tahminlerini verirken, diğer taraftan, Kerkük’ü ziyaret eden Son ya da Sun adında bir yabancı gezgin Türkmenlerin nüfusunu 13000 Hıristiyanlarınkini 7500, Kürtlerin nüfusunu 5000 ve Yahudilerinkini 1000 olarak gösterdi diye eleştiri oklarını bu gezgine yöneltmektedir.

Kadir, bir başka taraflı Kürt yazar olan Muhammed Emin Zeki’den naklen bu görüşün asla doğru olmadığını ve gezginin yanıldığını söylemektedir. Yanılmasının da sebebini çarşı-pazarda Türkçe konuşan herkesi Türkmen zannedilmesine bağlamaktadır. Yine Zeki’nin dilinden diyor ki, o tarihlerde Kerkük’te yaşayan Kürtler ve Keldanilerin hepsi Türkçe bilirdi. Zorlamalı bu görüşüne Kadir bir tarafgir görüşünü daha ilave ediyor ve Muhammed Emin Zeki ile müttefik olmasıyla beraber buna Osmanlıların güttüğü bölge halkını Türkleştirme politikasını da ilave edilmesini istiyor(28). Duygu yüklü bu görüş Sayın Cabbar Kadir’in Osmanlıları hiç tanımadığını göstermektedir. Bir kere Osmanoğulları esasta Türklüğe karşı idiler. Ayrıca eğer hükmettikleri bölgelerde Türkleştirme politikası gütselerdi bugün, Bağdat, Basra, Musul, Şam, Kahire, Trablus ve Tunus şehirlerinin tamamen Türkleşmesi gerekirdi. Kadir, aynı şekilde yıllarca Kerkük’te yaşayan ve açık bir Türk düşmanı ve Kürt sempatizanı olan Edmonds’u da eleştirmekte ve verdiği rakamların doğru olmadığını iddia etmektedir. Çünkü o da şehir halkının çoğunun Türkmen ve dörtte birinin Kürt olduğunu söylemektedir.

Bu kongreye katılmış bir başka isim yine bir Kürt araştırmacı! Dılşad Muhammed Necib El-Talabani’dir. Bu hayalperest yazar daha makalesinin başında diyor ki: “Bu bölgede yaşayan Kürtlerin bağımsız devletleri, imparatorlukları, devletçikleri ve emirlikleri olmuştur… Irak Kürdistanı’nın kalesiyle meşhur olan şehri Kerkük’tür(29).” Kürtlerin bölgede eski bir tarihe sahip olduklarını, küçük ve dağınık beylikler kurduklarını kabul etmek mümkündür. Ancak, devletler, hatta imparatorluklar kurduklarını iddia etmek ve bunları sözde bilimsel bir kongrede sunmak, yazarın ve kongrenin değerini yansıtmaktadır. Bu devletler ve imparatorluklar ne zaman ve nerede kurulmuştur? Bu kişinin niyeti, amacı ve seviyesi kötü ya da yetersiz olabilir, ama kongrenin böyle afakî, mesnetsiz ve boş görüşlere müsamaha göstermesi esas kongre hazırlık komisyonunun seviyesini ve niyetini yansıtmaktadır.

Nizamettin Geli bu kongrede bildiri sunan bir başka Kürt yazarıdır. Kerkük’ün sosyal yapısını incelemek isterken şöyle diyor: “Araplaştırma başlamadan, Kerkük ve Kerkük’e bağlı ilçe ve bucaklarında yaşayanlar Kürt aşiret ve ailelerinden oluşmaktaydı. Ubeyd ve Cubur gibi Arap aşiretlerini barındıran Havice bölgesi bu genellemeye dâhil değildir. Tuzhurmatu Bucağı’nda ise Moğol asıllı Bayatlar oturur. Bunlar yüz yıllar önce Iran ve Loristan’dan zorla çıkarılmış bir halk olup, Osmanlılar bunları Ubeyd ve İzze Aşiretleri arasında yerleştirmiştir…(30)” Bu yanlış bilgiler için kaynak gösterme ihtiyacı duymayan yazarımızın dört hatasını düzeltmek istiyoruz.

1. Türkmenler, Kerkük’te Selçuklular zamanından günümüze kadar yaşamıştır.

2. Bayat aşireti Moğol değil, hâlis Türk olup, Oğuz boylarından biridir.

3. Bayatlar, Irak’a Osmanlı Devletinin kuruluşundan iki asır önce gelip yerleşmişlerdir.

4. Bayatlar kimsenin zoruyla değil, kendi iradeleri ile Irak’ı vatan olarak seçmişlerdir.

Bu kongrede ikinci bildirisi yayınlanan ikinci Kürt yazar da Dr. Nuri Talabani’dir. Talabani bildirisinin başında diyor ki: “Farklı tarihlerde Kerkük Ardalan Emirliği’nin (617-1284 H) ve Baban Emirliği’nin 1106-1267 H) parçası olmuştur….” Yazar, Ardalan Emirliğinin hükümranlık süresini (1220-1867 M) yılları arasında gösterirken bu küçücük emirliğe tam 647 yıl ömür biçtiğinin acaba farkında mıdır? Bu zaman dilimi içerisinde acaba bölgede hükümranlık süren İlhanlılar, Celayırlılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlılar Kerkük’ü bu emirliğe bıraktıklarını gösteren bir delil var mı? Bu şişirme emirliğin Kerkük’te diktikleri cami, kışla, kümbet, köprü, hamam ve kapalı çarşı gibi tarihi değeri olan bir eserleri var mı?

Bazı Kürt yazarları da düpedüz kaynakları tahrif ederek vermekte bir sakınca görmemektedirler. Meselâ Erbil-Selahattin Üniversitesi’nde Profesör(!) olan Halil İsmail Muhammed, Edmonds’un kitabında Kerkük’te Kürtlerin nüfusunu %53 olarak gösterdiğini iddia etmektedir(31). Hâlbuki yukarıda gördük ki Edmonds Kerkük şehrinin çoğunluğunun Türkmenlerden oluştuğunu kaydetmekte ve %53 gibi herhangi bir oran telaffuz etmemektedir.

Bilimsellikten yoksun bu tarz Nazist (ırkçı) zorlamalar ne Irak’a barışı getirir, ne de Kerkük’te kardeşliği tesis eder. Bu tür düşünceler, yüzyıllarca beraber yaşamış Kürt ve Türkmenleri birbirine düşman etmekten başka bir amaca hizmet etmez. Üzülerek müşahede ediyoruz ki bazı Kürt aydınlarının ne kadar fanatik olduklarını ve Kerkük’ü Kürdistan’a dâhil etmek için her türlü gayrî ilmî yöntemi mubah görmektedirler.

Bütün bunlara mukabil aynı kongreye 7 Türkmen aydını da bildiri sunmuştur. Farklı siyasî bloklara mensup oldukları halde, bildirilerinde aşağıdaki ortak özellikleri bulmak mümkündür.

1. Kerkük kültürel kimlik olarak bir Türkmen şehridir.

2. Kerkük bugün, üç milletin ortak yaşabileceği bir şehirdir.

3. Kerkük, Irak’ın bir şehridir.

4. Kerkük bir sorundur; taraflar aralarında anlaşarak bu sorunu çözmeleri gerekir.

5. Kerkük petrollerinin geliri bütün Iraklılarındır.

İşte demokratik düşünceyle Şövenist düşünce arasındaki fark bu olsa gerektir. Türkmen araştırmacılar, Kerkük’ün kültür olarak Türkmenliğini vurgulamakla beraber, bir sorun olduğunu ve bunun taraflar arasında mutabakatla çözülmesi gerektiğini her vesilede vurgulamışlardır. Hatta bazı Türkmen konuşmacılar Kerkük sorununu çözmek için çeşitli modeller bile önermişlerdir. Kısacası, yıkıcı değil, yapıcı; sorun yaratıcı değil, sorun çözücü; ayrılıkçı değil, uzlaştırıcı bir tavır takınmışlardır. Kongreye katılan 6 Arap konuşmacının da tavrı Türkmenlerinkinden farklı olmamıştır.

Türkçe güzel bir ata sözü vardı: Yarası olan gocunur… Bugün Irak’ta Kürt aydını aşırı derecede saldırganlaşmış, fanatikleşmiş ve uzlaşmaz olmuştur. Böyle bir tutumda olan bir siyasî taraf ne kadar güçlü olursa olsun, destekçisi ne kadar güçlü olursa olsun, bir gün mutlaka yenik düşecektir. Fanatizm hiçbir devirde kazançlı çıkmamıştır.

Kaynak: Global Strateji Dergisi, yıl: 1, sayı:3-4, Ekim 2005 – Mart 2006, s. 85-95

________________________________________
Dipnotlar:
1. O tarihte Kerkük, Saddam’ın elindeydi ve valisi Bağdat tarafından tayin edilirdi. Buna mukabil, Barzani de Erbil’de göstermelik bir vali tayin ettiği anlaşılıyor.
2. Kerkuk, Buhuth El-Nedwa El-İlmiyye Hawl Karkuk, 3-5 Nisan 2001, Dar Aras Lil-Tibaa vel Nashr, 2001, Erbil, s.5
3. İbid, s.14
4. İbid, s. 17
5. Ata Terzibaşı,
6. Kerkuk, Buhuth El-Nedwa El-İlmiyye Hawl Karkuk, s. 18
7. Ata Terzibaşı, Kerkük Hoyratları ve Manileri….
8. Kerkuk, Buhuth El-Nedwa El-İlmiyye Hawl Karkuk, s. 23
9. Cercis Fetullah, Medinet Karkuk, Tarihen, Ethnografiyen, Vemuhavelet Ettaarib, Karkuk, Buhuth El-Nedva El-İlmiyye Havle Karkuk, Dar Aras Liltibaa vel Neşr, Erbil, s. 41
10. Edmonds, C. J., Kürtler, Türkler ve Araplar, Kuzeydoğu Irak’ta siyaset, seyahat ve inceleme (1919-1925), İngilizce’den çevirenler: Serdar Şengül ve Serap Ruken Şengül, avesta, Kürdoloji, Istanbul, 2003 s. 349
11. Velid şerike, Asalet El-Tenevvu El-Ethni Ve Istireticiyyet El- Mevki El-Coğrafi Fi Kurdistan El-Irak, , Karkuk, Buhuth El Nedva El-Ilmiyye Havle Karkuk, Dar Aras Liltibaa vel Neşr, Erbil, s. 76
12. İbid, s. 88
13. İbid, s.88
14. Cercis Fetullah, Medinet Karkuk, Tarihen, Ethnografiyen, Vemuhavelet Ettaarib, Karkuk, Buhuth El-Nedva El-İlmiyye Havle Karkuk, Dar Aras Liltibaa vel Neşr, Erbil, s. 44
15. Refik Şivani, Müşkilet Taarib Karkuk Kadimen ve ilel Yevm, Karkuk, Buhuth El-Nedva El-İlmiyye Havle Karkuk, Dar Aras Liltibaa vel Neşr, Erbil, s. 184
16. Mustafa Cevad, Karkuk vittarih, “Tarihte Kerkük”, Mazopotamya, Mevsuat Al-Mudun Al-Irakiyye, Karkuk Kalb Al-Vatan, Sayı: 5-6, Temmuz 2005, s. 365. Bu makale 1954 yılında Mecellet Ehlil Naft isimli derginin 40.cı sayısından iktibas edilmiştir.
17. İbid, s.192
18. Fuad Masum, Kerkuk Medinetül Teakhi Nemuthecen Li-Irak El-Mustakbel, Kirkuk The City of Ethnic Harmony, Scientific Symposium Held by Karbala Center for Research and Studies, Birinci Baskı, London, 21-22 July 2001, s. 23 19 Cemal Reşid Ahmed, Kerkuk Fil Usur El-Kadime, Kirkuk The City of Ethnic Harmony, Scientific Symposium Held by Karbala Center for Research and Studies, Birinci Baskı, London, 21-22 July 2001, s. 28
20. Kurdistan Mokriyani, Kirkuk The City of Ethnic Harmony, Scientific Symposium Held by Karbala Center for Research and Studies, Birinci Baskı, London, 21-22 July 2001, s. 562
21. Cemal Reşid Ahmed, a.g.m., s. 65
22. Ömer Yasin Cebbari, El-Ehemmiye El-Tarihiyye Vel Coğrafiyye Limedinet Karkuk ve Etheruha Ala El-Kıyem El-Insaniye El-Saide Beyne Ebnauha, Kirkuk The City of Ethnic Harmony, Scientific Symposium Held by Karbala Center for Research and Studies, Birinci Baskı, London, 21-22 July 2001, s. 67
23. Ömer Yasin Cebbari, a.g.m., s. 74
24. Ömer Yasin Cebbari, a.g.m., s. 77
25. Avni El-Davudi, Medinet Karkuk Maziyen ve Haziren, Kirkuk The City of Ethnic Harmony, Scientific Symposium Held by Karbala Center for Research and Studies, Birinci Baskı, London, 21-22 July 2001, s. 103
26. Cabbar Kadir, El-Siyasat El-Hukumiye Fi Karkuk Khilal El-Ahd El-Meleki (1921-1958), Kirkuk The City of Ethnic Harmony, Scientific Symposium Held by Karbala Center for Research and Studies, Birinci Baskı, London, 21-22 July 2001, s. 174
27. Cabbar Kadir, s. 179
28. Cabbar Kadir, El-Tekvin El-Ethni Li Sükkan Karkuk (1850-1958), Kirkuk The City of Ethnic Harmony, Scientific Symposium Held by Karbala Center for Research and Studies, Birinci Baskı, London, 21-22 July 2001, s. 262
29. Dılşad Muhammed Necib El-Talabani, Devr Sukkan Karkuk Fi Bina’ El-Tecrübe El-Dimokratiyye Fi Irak El-Müstakbel, Kirkuk The City of Ethnic Harmony, Scientific Symposium Held by Karbala Center for Research and Studies, Birinci Baskı, London, 21-22 July 2001, s. 355
30. Nizamettin Geli, Karkuk, Dirase Amme, Kirkuk The City of Ethnic Harmony, Scientific Symposium Held by Karbala Center for Research and Studies, Birinci Baskı, London, 21-22 July 2001, s. 201
31. Halil İsmail Muhammed, İtticahat Siyaset El-Tağyir El-Demografi Lisukkan Muhafazet Kerkuk, Kirkuk The City of Ethnic Harmony, Scientific Symposium Held by Karbala Center for Research and Studies, Birinci Baskı, London, 21-22 July 2001, s. 456
 
 

Yazar

Milli Düşünce Merkezi

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar