Yükleniyor...
Mavi Vatan Tatbikatı
Türkiye, 27 Kasım 2019 günü, Libya ile “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Mutabakatı Muhtırası” ve “Askeri İşbirliği Mutabakatı Muhtırası” başlıklı iki anlaşmaya imza attı. Bu anlaşmalardan deniz yetki alanlarını yeniden düzenleyen mutabakat özellikle Yunanistan’ın tepkisine neden oldu. Yunan medyası mutabakatı “Türkiye’den şah mat hamlesi” başlığıyla duyurdu. Kuşkusuz bu mutabakat Doğu Akdeniz’deki güç yarışını yeniden alevlendirmiştir.
Libya ile imzalanan, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasını içeren bu tarihi mutabakat, Doğu Akdeniz’de Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Mısır ve İsrail ittifakına karşı oluşturulmuş bir güvenlik kalkanı niteliğindedir. Özellikle ‘Münhasır Ekonomik Bölge’ ilanı yolunda bir mihenk taşıdır. Bu mutabakat muhtırası MAVİ VATAN tarihsel konseptimizde büyük bir güvenlik siyaseti hamlesi olmuştur. Bu hamle sayesinde Doğu Akdeniz’deki siyasi üstünlük Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne geçmiştir. Askeri üstünlüğümüzün politik üstünlükle pekişmesi, ülkemizin jeopolitik olarak yeniden konumlandırılmasına da vesile olacaktır. Ayrıca bu mutabakat, güvenlik ve askeri işbirliği alanında yeni bir güç konfigürasyonunun oluşumuna da zemin hazırlamaktadır. Ayrıca ilk kez KKTC dışında bir ülkeyle münhasır ekonomik bölgemizin sınırını oluşturduk. Dolayısıyla, bu mutabakat hukuki zemin ve uluslar arası meşruiyet kazanmak açısından da elimizi güçlendirecektir. Hatırlamakta fayda var: Doğu Akdeniz’de deniz sınırları konusunda bugüne değin yapılmış dört anlaşma bulunuyor. Bunlardan üçünü Güney Kıbrıs yönetimi; İsrail, Lübnan ve Mısır ile yaptı. Bu anlaşmalara itiraz ederek yok sayan Türkiye ve KKTC, 2011 yılında dördüncü anlaşmayı kendi aralarında imzaladı. Dolayısıyla, 27 Kasım’da imzalanan Türkiye-Libya mutabakatı ise bölgedeki beşinci deniz sınırı anlaşması oldu.
Tüm bu gelişmelerle paralel olarak, Libya’daki son durumun panaroması şu şekilde:
2014 yılından bu yana siyasi ve askeri olarak ikiye bölünen Libya’da, Trablus ve Tobruk merkezli iki yönetim bulunuyor. Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Tobruk merkezli General Hafter komutasındaki Libya Ulusal Ordusu arasında çatışmalar yaşanıyor. Bizim, mutbakatlar için masaya oturduğumuz Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni Birleşmiş Milletler’in yanı sıra Katar, İtalya gibi ülkeler resmen tanıyor. Buna karşın, ABD, Rusya, Fransa, Mısır, Suudi Arabistan, GKRY ve Birleşik Arap Emirlikleri de General Hafter’e destek veriyor.
Bu mutabakatın sonuçlarını ve bundan sonra yapılması gerekenleri kısaca analiz etmeye çalıştım:
1-Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Türkiye’nin kararlaştırdığı bu mutabakat, bir yandan Doğu Akdeniz’de dengeleri yeniden belirlerken diğer yandan kurdukları denklemleri bozulan küresel güçlerin deyim yerindeyse ‘gardları düşmüş’ ve Türkiyesiz bir yeni düzen planının rasyonel olarak bölgede kurulamayacağı yine rasyonel olarak kanıtlanmıştır.
2-Türkiye, bu mutabakat muhtırasıyla, Akdeniz’deki hakimiyet bölgesini, meşru sınırlarını ve deniz kuvvet gücü harekat simülasyonunun etki alanını tüm dünyaya deklare etmiştir.
3-Kuşkusuz, Doğu Akdeniz’de oluşmakta olan yeni güç konfigürasyonu ve ülkemizin bu açıdan jeopolitik olarak yeniden konumlandırılması, sadece Doğu Akdeniz’de değil, Doğu Akdeniz’in üst havzası konumunda olan Ortadoğu’da da yeni uzlaşma ve ittifakların kapısını aralayacaktır. Dolayısıyla Suriye ile açık ve şeffaf biçimde, karşılıklı olarak resmi ve kurumsal görüşmelere yeniden başlanabilir. Eğer bu muhtemel görüşmeler somut bir mutabakat ile sonuçlanırsa, Türkiye’nin konum ve itibarı, uluslararası hukuk nezdinde de oldukça güçlü olacaktır. Elbette ki bugün BM ve NATO’da masaya güçlü ve caydırıcı bir konumda oturabilmek, şüphesiz yeni bölgesel düzen alternatiflerinin de tartışılmasını beraberinde getirecektir.
4-Devletimiz, bu mutabakat muhtırasıyla, Yunanistan, Fransa, Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin müşterek bir ittifakla gerçekleştirmeye çalıştıkları bir nevi Yeni Sykes Picot projesinin oluşumunu engellemiştir.
5- Ülkemiz, ‘Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Mutabakatı’nı imzalayarak Libya ile arasında 18.6 millik (29.9 km) bir sınır oluşturdu, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırını belirlemiş oldu.
(Mutabakat sonrası oluşan sınırların gösterildiği görselde Türkiye ile KKTC arasında 2011’deki anlaşmada belirlenen hat A ve B noktaları, Türkiye ve Mısır arasındaki “ana karalar arası ortay hat” C, D ve E noktalarıyla işaretlenmiştir. Türkiye ile Libya’nın mutabakatı ile belirlenen noktalar ise E ve F şeklinde gösterilmektedir.)
Mutabakat sonrası oluşan sınırlar
6-Ülkemizin 145.000 km2’lik Münhasır Ekonomik Bölge alanı bu mutabakat muhtırası sayesinde, uluslararası prensipler doğrultusunda 189.000 km2’ye çıkartılmıştır.
7-Bu mutabakatın benzerini, SURİYE ve LÜBNAN ile de kurabilmemiz, Doğu Akdeniz’de oluşturduğumuz yeni güç konfigürasyonunun büyümesi açısından elzemdir.
8-Belirlenen sınırlar Türkiye ile Libya’nın zengin hidrokarbon (petrol ve türevleri) kaynaklarına sahip bölgede ortak arama çalışmaları yapmasına olanak sağlıyor.
9-Türk devleti olarak, yeni bir bölgesel havza düzeni oluşturmak üzereyiz. Bundan sonrasında tüm dünyaya güç ve haklılığımız kabul ettirmek için, Suriye ile de yeni bir uzlaşı ve diyalog ortamı yaratmamız gerekiyor. Ancak, ülkemizin Suriye halkına desteği açısından elbette ki, Suriyeli Türkmenler özel ve öncelikli konumu daima korumalıdır. Suriye’nin asli kurucularından olan ve zulme karşı direnişin ön saflarında yer alan Türkmenlerin Suriye’nin geleceğinde hak ettikleri yeri alabilmelerini sağlamak için destek çalışmalarımız devam etmelidir.
10-Dileğimiz ve öngörümüz, Astana toplantılarının sahadaki koşullarda sağladığı iyileşme sayesinde yeniden hız kazanmış olan politik sürecin işletilerek gerçek bir geçiş sürecinin başlatılması, bu sürecin de Suriye halkının meşru talep ve beklentileri doğrultusunda etnik köken, din ve mezhep ayırımı yapılmaksızın tüm Suriyeliler’in temel hak ve hürriyetlerinin eşitlik temelinde anayasal güvence altına alındığı, hür ve demokratik bir sistemin barışçı şekilde tesisiyle sonuçlandırılmasıdır.
11-Esad rejiminin ve BAAS’ın da net olarak şunu anlaması gerek; artık Türkiye düşmanı odaklar tarafından kullanılmak yerine kendi akıllarını ve vicdanlarını öne çıkararak, Suriye halkının (özellikle Suriye Türkmenlerinin) taleplerine cevap vermeleri gerekiyor. Aksi takdirde ne Ortadoğu’da ne de Doğu Akdeniz’de yeni bir insani düzen, yeni bir omurga oluşturmak mümkün olabilir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de meşru Libya yönetimi ile kurduğu bu güç konfigürasyonuna çok yakında yeni aktörler de katılacaklardır. Türkiye düşmanlığı konusunda uzlaşmaya kapalı bir Suriye yönetimi bu denklemin dışında olacaktır ve kaybeden ne yazık ki yine Suriye halkı olacaktır. Yani, bugüne dek daima başkalarınca kullanılanların da artık akıllarını kullanmaya başlamaları gerekiyor. Bu sayede yeniden bir Türkiye-Suriye dostluğu ve hatta müttefiklik süreci hayata geçirilebilecektir.
12- Libya’daki değişimin nasıl olabileceğine dair operasyonel bakış açıları veya diplomatik çözümler üretebilecek ‘sistem mühendisliği’ üretilmesine ihtiyaç vardır. Oluşturulması hedeflenen yeni güç konfigürasyonunun sorunsuz ve risksiz işlemesi de buna bağlıdır.
13-General Hafter’in geri çekilmesini sağlayacak, başka küresel ve bölgesel aktörlerin de desteğini alacak ve Türkiye’nin çıkarlarını kucaklayacak formüller geliştirmesi gerekmektedir. Hükümetin tüm Akdeniz ülkeleriyle diyalogu sıkılaştırması ve Libya’daki iki siyasal gücü de oluşturan alt gruplar, liderler ve hatta kabilelerin dahi istekleri, yetenekleri, dünya görüşleri, tabandaki destekleri gibi konularda bilgi ve analizlerini derinleştirmesi gerekmektedir. Zira Türkiye’nin, henüz birinci ayını yeni doldurmak üzere olan bu mutabakatı koruyabilmesi ve uygulatabilmesi için, önümüzdeki süreçte Libya’daki, nokta atışı özel kuvvet operasyonlarında aktif rol alması, istihbarat varlıklarını arttırması ve bunların yanı sıra, gereksiz duygusallık ve evhamlı kuşkucu tutumları da terk etmesi gerekmektedir.