Yükleniyor...
Farklı şive ve lehçelerle konuşan Kürt topluluklarının kökenine dair, çeşitli ve bazen de zıt görüşler ortaya konmuştur. Genel görüşe göre: Hint-Avrupa dil grubuna bağlı oldukları düşünülen Kürtlerin, bazı görüş sahiplerince, Arap dilleri ve hatta Türk dil gruplarına dâhil oldukları savunulmaktadır. Kürtleri, Arap kökenli gösteren tarihçilerden birisi, 957 yılında vefat etmiş olan: ‘Müruc-ül-zeheb’[1] adlı ünlü eserin Arap kökenli yazarı ‘Mesudi’dir; eserinde, halk ismi vermeksizin ovalıklara inmeyen, kuzey Musul dağlarında yaşayan göçebe dağlılar diyerek onların, Arap kökenli: ‘ربعه بن نذرین معاد- Rabet Ben Nazrin Mead’ın, soyundan geldiklerini kaydeder.[2]
Prof. Dr. Abdulhaluk M. Çay kitabında, M. Fany’nin, İngilizce eserine ve Mesudi’nin ‘Muruc ül-Zeheb (Altın Bozkırlar)’ adlı eserinin Türkçe çevirisine dayanarak şu alıntıları vermek-tedir:
“Araplar, Kürt kelimesinin çoğulu olan Ekrad ‘اکراد’ kelimesini daha çok kullanmışlardır. Kürt kelimesini İslam tarihinde ilk kez kullanan İslam coğrafyacısı Mesudi ile İstehri ‘استخری’ olmuşlardır.[3] Mesudi, 932 yılında tamamladığı bu eserinde, Kürtlerin menşei ile ilgili olarak, Davud’un oğlu Süleyman’ın cariyelerini, Şeytan’ın hamile bırakması sonucunda doğan neslin Hz. Süleyman tarafından dağlara sürülmesi ve sürgün edilmenin Arapça karşılığı olan Karrad ‘کرّاد’ terimiyle ve o anlamda Kürt denilmesini anlatan bir efsaneyle Araplara bağlar. ‘Burhan-ı Kati (برهان قاطع)’ eserine göre Ekrad aşiretleri Arap soylu olup, Yemen’den sürülen Mousemma, Amir ve Muzaika’nın çocuklarıdırlar.”[4]
Prof. Dr. M. Çay, Kürt tarihinin önde gelen tarihi şahsiyetlerinden sayılan Şeref Han’ın, 1596 tarihinde Farsça yazmış olduğu ‘Şerefname (شرفنامه)’ eserine dayanarak, Kürtleri üç öyküyle üç millete –Fars dillilere (sözde Pers ve Hint-Avrupalı denilen topluluklara), Araplara ve Türklere bağlar. Firdevsi’nin ‘Şahname (شاهنامه)’ eserindeki, ‘Demirci Kawa” ve “Zalim Dah-hak” efsanesiyle Fars dillilere, ‘Oğuz Han’ın Elçisi “Büğdüz Efsanesi’ ile Türklere ve Hz. Süleyman efsanesiyle Araplara bağlanmasını ortaya koymuştu.[5] Birçok çağdaş Türk tarihçisinin, Kürtlerin Türk kökenli olduklarına dair yazmış oldukları eserlerinin önemine vurgu yapmakla birlikte Kürtlerin, kültürel açıdan Türklere çok yakın olmalarına rağmen, Türk kökenli oldukları hakkında şimdiye kadar tarihsel verilere rastlanılmadığına dikkat çekmek isterim.
Ancak gerçek şu ki, Osmanlı-Safevi rekabetinden doğan Alevi-Sünni kavgalarından dolayı, ovalıkları terk edip dağları mesken tutan birçok Alevi Türk boylarının, dağlardaki Kürtlerle karışması ve Kürt ağzını benimsemeleri, tarihi verilerle kanıtlanmıştır. Hatta günümüzde, Güneydoğu Anadolu’da Kürtçe konuşan birçok boyları, Türklere özgü ‘Kurt’ mitolojisinin kültünü yaşatmaktadırlar.[6]
Konuyla ilgili ayrıntılı bir şekilde çalışmış olan Prof. Dr. Abdulhâluk M. Çay; ortaya koyduğu önemli eserinde, konu üzerinde geniş bilgiler vermektedir. M. Çay, Basile Nikitin’e ve Şerefname’ye dayanarak, vermiş olduğu ‘Oğuz Han’ın Elçisi “Büğdüz Efsanesi’ ile Kürtlerin kökenlerinin Türk olduklarını savunmaktadır.[7] M. Çay; ‘Türk tarihinde, Kürt adıyla bilinen diğer bir Türk topluluğu Macar Türklerinin oluşumundaki rolüne dikkat çekerek ‘On-ogur’ denen boylardan birinin, ‘Kürt’ boyu olduğunu kaydediyor;’[8] Kürt sözünün, soydan daha ziyade sosyal-ekonomik hayat tarzını ifade ettiğini ortaya koymaktadır.[9] Araştırmalarıma göre, Kürt denen toplulukların köken olarak Türk oldukları (Kürt dilini benimsemiş Türkler hariç) kanıtlanmamıştır. Ancak Prof. Dr. M. Çay’ın ileri sürmüş olduğu Kürt sözcüğünün, soydan daha ziyade, sosyal-ekonomik hayat tarzını yansıttığına dair fikri, büyük olasılıkla gerçekliği yansıtmaktadır. Vladimir Alexeyevich İvanov (1886-1970) eserinde, konuya şöyle değinmektedir: “6. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar Kürt ismi, bütün İran göçebelerine verilmiş addır.”[10] İngiltere’nin Reşt’teki ilk Konsolosu Charlez Fransis Mekkenzi eserinde, konu ile ilgili şu sözleri aktarmaktadır: “Arapların fetihlerini izlediğimizde anlıyoruz ki, Kürt sözcüğü, koyunculuk ve göçebelikle eş anlamlı kullanılmıştır.” [11] Hollandalı Kürdolog Martin Van Bruinessen’in eserinde, şöyle denmektedir: “Kürt adı, İslam kaynaklarında göçebe ve Yörük olarak ele alınmıştır. Hatta Arap göçebelerine bile bazen Arap Kürtleri denmiştir.”[12] Ünlü İranolog Harvard Profesörü Richard Nelson Frye (1920-2014) şunları aktarmaktadır: “Göçebeler, İran tarihinde daima olmuşlardı. Ama tarih yaratan gibi değil. Kürt adına gelince, kaydetmem gerekiyor ki, göçebe ve koyunculukla eş anlamlı kullanılmıştır. Kürt ismi, aynı dili konuşanlara değil, aslında aynı işi yapanlara denilmiştir.”[13]
Tarihten gördüğümüz gibi zaman zaman Lorlara, Kirman aşiretlerine, Beluclara da Kürt adı verilmiştir.” Kısacası Kürt adı, yerleşik toplumdan, çeşitli kültürel ve siyasi nedenlerden dolayı dışlanmış farklı insan topluluklarına verilmiş ad gibi kabul görmektedir. Bu insan topluluklarının ortak yanları, yerleşik toplumlardan dışlanmış olmaları, göçebe olmaları, dağlı olmaları, soyguncu olmaları, bazen de koyunculukla uğraşmaları olmuştur ve bu faktörler, zamanla onların ortak kültürünü ve yakın dili konuşmalarını sağlamıştır; diye düşünüyoruz. Bu konuya Musa Herisi Nejad da eserinde değinmiştir. O, Mahmut Kaşkarlı’nın Hicri Kameri (bundan sonra h.k.) 466 tarihinde yazmış olduğu Divanu Lügat’it Türk eserindeki Kürt sözünün, soydan daha ziyade sosyal-ekonomik hayat tarzını ifade eden ‘Tatsız Türk bolmas, başsız Börk bolmas’ deyimini ele alarak, onu Tebrizliler tarafından daha çok sevilerek okunan ‘Gümüş verdim Tat’a, Tat mene darı verdi, darını verdim kuşa, kuş mene kanat verdi’ şiirsel öyküsünü inceler. ‘Tatsız Türk ve Tat’ sözcüklerini karşılıklı ele alarak inceleyen hoca, sonunda şöyle bir sonuca varmaktadır: “Bu deyimdeki Tat sözcüğünün, Aryan veya Hint-Avrupalı denilen halkla yakından uzaktan hiçbir ilgililığı yoktur. Aryan veya Hint-Avrupalı denilen deyim son 200 yılın siyasal ürünüdür. Harezm ve Azerbaycan Türkleri göçebelere Kürt, Yerleşik topluluklara Tat demişler. Tat hem kendi ihtiyaçlarını hem Kürtlerin (Göçebelerin) ihtiyaçlarını gidermiştir.”[14]
İran’da özellikle Tebriz’de, daha çok yaygın olan ve hâlâ çocuklar tarafından sevilerek okunan bu şiirsel öykü, içinde sevilen Hakan’a yönelik büyük bir tarihi sevgi yaşatmaktadır. Bu, Tebrizliler tarafından çok sevilen Kara Koyunlu Cihan Şah’ın hicri tarihiyle 872’de, Ak Koyunlu Sultan Hasan tarafından öldürülmesinden sonra, Cihan Şah’ın saygın hatırasının yaşatılması amaciyle halk tarafından kurgulanan şiirsel öyküdür.
İlginç olan şu ki, Kürt olarak tanımlanan bu farklı toplumun, Selçuklu Devleti’ne kadar “Kürt’’ adıyla anıldıklarına, o kadar da rastlanmamıştır. Ancak Selçuklu İmparatorluğu döneminden itibaren, Kuzey Musul dağlarında yaşayan kavgacı aşiretler hakkında, ‘Kürt’ adının tezkireciler tarafından daha sık kullanılmaya başlandığını görüyoruz. Bilindiği gibi ‘Kürt’ adı, ‘Türk’ adının, TRK ve KRT olarak ters kullanış biçimidir. Bu nasıl olmuş, neden olmuş diye bir fikir belirtmiyoruz; ama Selçuklu döneminde ilk kez bu dağlıların bir kısmının ovalığa inmesinin sağlanması ve Türk adının ters biçimi olan, Kürt ismiyle anılması, incelenmeye değer bir konudur. Türklerin, eski çağlardan itibaren kendi İmparatorlukları içinde bulunan azınlıklara, kendine özgün adlarla anılmalarına yönelik birçok örnekler bulunmaktadır. Buna örnek olarak Gürcü ve Ermenileri gösterebiliriz. Gürcüler kendilerini ‘Kartvelebi’, ülkelerini ‘Sakartvelo’, dillerini ‘Kartuli’, Ermeniler ise kendilerini ‘Hay’ olarak adlandırıyorlar. Türkler ise kendilerini ‘Kartvelebi’ olarak adlandıran halkı ‘Gürcü’, dillerini Gürcü dili, ülkelerini ‘Gürcistan’ ve kendilerini Hay olarak tanımlayan halkı ise ‘Ermeni’, dillerini ‘Ermenice’, ülkelerini ise ‘Ermenistan’ olarak adlandırmışlardır. Tabii bu da uluslararası ilişkilerde, Türklerin vermiş oldukları adlarla anılmalarına neden olmuştur. Kürtler de aşiret ve konuştukları dil üzerinden farklı anılsalar da Selçuklu döneminden itibaren ‘Kürt’ olarak adlandırılmışlardır. Bu da göçebe, daha net söylersek gezgin topluluk olduklarına ve Türk göçer konarlarına bir açıdan yakın kültürü yaşattıklarına göre Türk sözcüğünün ters biçimi olan Kürt adıyla adlandırılmalarına neden olmuştur; diye düşünüyorum. Ermeni ve Gürcüler gibi Kürtler de, Türklerin vermiş oldukları adla tanımlanıyorlar, diyebiliriz. Bu da gayet normaldir.
Üçüncü yaklaşım ise Kürtlerin Hint-Avrupalı denilen topluluklarla beraber bölgemize geldiklerine yönelik ünlü Kürdologlar tarafından ileri sürülen iddialardır. Bu yaklaşım, önde gelen Kürt aydınları, Faşist milliyetçi kesimi ve Kürdologlarca daha gerçekçi ve daha inandırıcı olarak kabul görmektedir! Bunun ne kadar doğru veya yanlış olduğunu tartışmayacağız. Bilimsel gerçekliklerin tarihsel verilerle kanıtlanmayacağı döneme kadar, bir toplum kendini nasıl tanımlarsa öyle kabul görmesi gerekiyor diye düşünüyoruz.
Bu iddianın başlıca fikir babalarından biri Rus kökenli Viladimir Minorsky’dir. Kürt, Lor ve Fars tarih bilim adamı diye ün kazanmış bu şahıs, 6 Şubat 1877’de, Rusya’da doğmuş ve 25 Mart 1966 tarihinde İngiltere’de ölmüştür. Çar dönemi 1904-1908 yıllarında, Rusya’nın resmi diplomatı olarak Tebriz’de diplomatik görevde bulunmuştur. Çarlık dağıldıktan sonra, Bolşevik muhalifi olarak, İngiltere’ye sığınmıştır. Eserlerinde, Türklere hoş bakılmaz, Türkler aşağılandırılır ve aksine azınlıklar büyütülüyor. Hatta “Tarih boşluklarında bulunan bilinmezlikler Pan Türkistler için benimseme odağıdır!” diyerek; Türkleri faşist olmakta ve tarihi tahrif etmekte suçlar![15] Aynı zamanda hatırlatalım ki bu şahıs, İran’da Türk düşmanlığı yapılarak kurulan İngiltere eksenli sistemin sıkı taraftarı olmuş, Rusya’nın tatbik etmekte olduğu Türk karşıtı ‘Azerilik’ teorisine mukabil İngiltere eksenli Türk karşıtı ‘Azerilik’ teorisini ileri süren Ahmet Kesrevi’yi kesin savunan ve onun Kraliyet Akademisi’ne üye seçilmesini sağlayan şahıslardan biri olmuştur. [16] Asıl bir Türk düşmanı olduğunu diye biliriz.
Vladimir Minorsky “Kürtler Medler’in Torunları” ve “Kürt, Tarih, Dil, Kültür” (Farsça çevirisi) kitabında bu konuları ele almıştır. Bu eserler; Farsçaya, Kürtçeye, Arapçaya vb. dillere çevrilmiştir. Kürt tarihiyle ilgili en ünlü kaynaklardan birini oluşturmaktadır. Vladimir Minorsky “Kürt, Tarih, Dil, Kültür” adlı eserinin 32 ve 33 sayfalarında şöyle yazıyor: “Kürtler, Hint-Avrupalı halklardandır.” Diğer bir yerde “…Geçmiş ünlü tarihçilerin kanaatine göre Kürtler Medler’in torunlarıdır.[17] Kürtler, Medler’in torunu değilse, bu koskoca büyük ve eski Med devle-tinin ve halkının akıbeti ne olmuştur ve bu kadar çeşitli, farklı İran dilini konuşan Kürtler nerden gelmişler,” diye konuya giriş yapar. İlginçtir, bu sorusuna da kesin ve net bir cevap verememiştir. Ama kesin ve net cevap bulamamasına rağmen Kürtleri, Hint-Avrupalı halklardan biri gibi tanımlamış ve Medler’in torunları olarak sunmuştur!
Hint-Avrupa Teorisini destekleyen tarihcilere göre, Kürtçe konuşan Türkler hariç, diğerlerinin Hint-Avrupalı denilen halklarla beraber MÖ 8. ve 9. yüzyıllarda Hindistan’ın kuzeyinden günümüz İran’ın güney iç sahrasına -Kirman ve Yezd Bölgesi’ne Afganistan üzerinden geldikleri muhtemeldir. Ama onlar, o dönemde günümüz Azerbaycan’ında- İran’ın kuzeybatı bölgesinde-yerli Türkler tarafından yeniden kurulmakta olan ‘Med’ Devleti’nin nasıl torunları olur?! (yeri geldiğinde bu konuya yeniden döneceğiz.)
Gerçek şu ki, Herodotos, Ctecias vb. Bu gibi diğer ünlü batılı tarihçiler Medler, Persler (Hint-Avrupalı denilen topluluklar), Saspirler ve Kolhiler’in, coğrafi sınırlarını çizerek Medlerle Persler’in ayrı iki ulus olduğunu göstermişlerdir.[18]
Herodotos, Medler’in bizzat kendilerinin Pers olmadıklarını söylemelerini şöyle anlatır: “Maglar ‘Moğlar’ dedi: Ey kral! Biz de senin hükümranlığının kalmasiyle çok ilgileniyoruz; çünkü aksi durumda krallığın senin ulusundan, Persli olan bu çocuğa (1. Cyrus ‘Kuruş’) geçecektir. Bu durumda biz Medler, köleleştirileceğiz ve biz ayrı kandan olduğumuz için de, Persler tara-fından hiç hesaba katılmayacağız…”[19]
Diğer kanıt da Medlerle Pers Ahamenidler’in yazıtlarının iki ayrı dilde yazılmasıdır. Ahamenidler döneminde yazılan başta Bisütun yazıtı olmak üzere Perspolis yazıtları ve Cyrus (Kuruş) yazıtı gibi diğer yazıtların çoğunun, Persçe ve Medce (Bazı bilginler Medce yerine Sakaca, Tatarca, Sakaca–Medce veya Yeni–Elamca demişlerdir.) olarak iki dilde yazılmış olmasıdır. Med İmparatorluğu’nu Cyrus, son Med kralı olan anne tarafından dedesi Astyages’e (Afrasyab-Alp Er Tunga) karşı yaptığı başkaldırı ile ele geçirince, bu sefer Medler Persler’in tebası oldular.[20]
Başka bir önemli kanıt da Tevrat’ın Türeyiş efsanesidir. Bu efsanede, Tufan’dan sonra bütün ulusların Hz. Nuh’un üç oğlundan türediği anlatılır. İsimleri anılarak Medlerin ve diğer Türk soyluların Yafes’ten ‘Yafet’ türediği açık bir şekilde anlatıldığı halde, efsanede: Perslerin (Hint-Avrupalı topluluklar denilenler) ismi bile geçmez.[21] Bunun tarihi nedeni, efsanenin yer aldığı Tevrat’ın Yaratılış (Genesis) bölümünün yazıldığı tahmin edilen MÖ 1500-2000 yılları arasında Perslerin (yanlış olarak İran dilli denilenlerin) henüz bölgede ve İran’da olmadıkları için söz konusu bölümü yazanın veya yazanlarının onlardan haberdar olmadıklariyle açıklanabilir. Eski Mısır kaynaklarında da Persler, hiçbir zaman etnik isimleriyle yer almazlar. Her ne kadar bazı batılılar Perslerin, İran’a gelişlerini, MÖ 2. binli yıllara kadar götürürlerse de genel görüş, onların MÖ 900 veya 800 yıllarında bölgeye geldikleri şeklindedir. Abdulhâluk Çay, siyasi Kürt tarihinin babası sayılan V. Minorsky’ye atıfta bulunarak şu ifadeyi eklemektedir: “Asur tarihi, ‘Kürt’ denilen bir topluluktan kesinlikle bahsetmemektedir. Mezopotamya’nın tarihi incelendiğinde, bölgede bir Kürt varlığı söz konusu değildir. Eski tarihçilerden, ‘Tarihin Babası’ olarak nitelendirilen Herodotos’da ‘MÖ. 5. yy.’da Kürtler’den bahis yoktur.”[22]
Bayraktar, Frye’nin ‘Truth and Lies in Ancient İranian History’ adlı makalesine atıfta bulunarak; günümüz için oldukça önemli olan diğer bir tarihi hadiseye ışık tutmaktadır: “Richard N. Frye, ‘Eski İran Tarihinde Hakikat ve Yalanlar’ adlı makalesinde, İran tarihiyle ilgili, kendisinin de aralarında bulunduğu batılıların oluşturdukları bazı tarihi yalanlarını anlatır. Frye bu itirafını, maalesef, devrik İran şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin ölümünden sonra yapmıştır. Söz konusu Şah, 1950’li yıllarda, eski İran tarihinin araştırılması projesi çerçevesinde, dönemin meşhur oryantalistlerinden Frye’nin de içinde bulunduğu yirmi kadar bir komisyon teşkil eder ve ortaya yüklü bir servet koyar. Bugünkü İran topraklarında yaşamış bütün halkları ve kişileri, ya İranlı (Fars) yapan ya da bilim namusu buna engel olunca onların etnik kökenleri hakkında susan H. Corbin, R. Ghrishman, I. M. Diakonoff gibi meşhurlar da komisyonun diğer üyeleridirler. İkinci bölümde anlatacağımız gibi Sumer, Asur, Babil ve Persepolis tabletlerini çözen 19. ve 20. yüzyılların en meşhur ve otorite bilginleri, özellikle Persepolis yazıtlarına dayanarak Medler’in, Turanî veya Türk soylu olduğunu göstermişlerdir. Buna rağmen o meşhurlar, aksini anlatan hiçbir yeni belge bulmadan ve Medler’in Türk soylu olduğunu ortaya koyan bilginlerin görüşlerini tartışmadan, Medleri ya İranlı (Fars) veya Aryan yapmışlar ya da onların kökenleri konusunu suskunlukla geçiştirmişlerdir. İşte bu komisyon üyelerinin yaptıkları çalışmalarla Medler’in Farslılığı görüşü, yaygınlık kazanmaya başlamıştır.
Medleri Fars yaptıran, sadece söz konusu İran Şahı mıydı? Ed. Noriss de J. Oppert de devrin en önemli batılı dilcileri, tarihçileri ve arkeologları, Persepolis yazıtlarını çözümleyerek, Medler’in Türk soylu olduklarını ilan edince, özellikle Hıristiyan otoriteler ve siyasi otoriteler, bu tezden vaz geçilmesi veya tezin çürütülmesi için hemen faaliyete geçmişlerdir. Örneğin, dönemin Belçika kralı -kendisinin de anlattığı gibi- bu iş için A. J. Dellatre’yi, resmen görevlendirmiştir. Dolayısiyle İran Şahı’ndan çok önce Batılılar, Medler’in Türk soylu olduklarını duymak istememişlerdir. Buna rağmen, bilime ve kendisine saygısı olan, Medler üzerine özel olarak çalışmış olan 19. ve 20. yüzyılın insaflı dilcileri ve tarihçileri, Medler’i Türk soylu göstermekten geri durmamışlardır. Bu bilginlerin çalışmasıyla Medler’in Türklüğü tezi, 19. yüzyılda bir reform dönemi yaşamıştır.[23]
[1] Altın Bozkırlar
[2] Faig Şariet Penah, 09.07.1391 – 2012, ‘Asle Name Kordestan’, 05.Ocak.2015 tarihinde bu linkten alınmıştır: www.medie.blogfa.com ve “Mesudi Muellefe Müruc-ül-Zeheb’’ makalesinden alıntıdır.05. Ocak 2015 tarihinde bu linkten alınmıştır:
http://sarallah.valiasr-aj.com/include/VIEW.php? bankname= LIB-LIST&RADIF=0000021986
[3] Belirtilen eserlerde, Kürt topluluklarının aşiret adları, bazen de iyi olma-yan sıfatlarla anılmışlardır. Kürt adının 11. yüzyıllardan itibaren kullanılması yaygınlaşmıştır.
[4] Prof. Dr. Abdulhaluk M. Çay, ‘Her Yönüyle Kürt Dosyası’ 8. baskı, Ankara- 2008, s. 42,43
[5] A.g.e. s. 44-49
[6] Dr. Yaşar Kalafat, ‘’Türk Kültürlü Halklarda Mitler’’ Berikan Yayınevi, Ankara, 2012
[7] A. M. Çay, aynı eseri, s. 46
[8] A.g.e. s. 294
[9] A.g.e. s. 292
[10] Vladimir Alexeyevich Ivanov, http://fa.wikipedia.org/wiki/
[11] A.g.e.
[12] http://kohandiara2500.blogfa.com/post/91 ve http://fa.wikipedia.org/wiki/
[13] A.g.e.
[14] Musa Herisi Nejad, “Pasokh Yave Sarayan Dar Bareye Azerbay- canihaye Türk Tabbar Va Zabane Aba En Cedd” Tebriz, 1380, S. 17 ve 12
[15] 10 Ocak 2015 tarihinde bu linkten alınmıştır: http://fa.wikipedia.org/wiki/
[16] Yazarın diğer bir araştırmasına da şu linkten bakılabilir:
[17] 10. Ocak 2015 tarihinde bu linklerden alınmıştır: www.kurdiiran.blogfa.com/post-1.aspx ve http://anthropology.ir/node/20254
[18] Prof. Dr. Mehmet Bayraktar, “Medler ve Türkler” Akçağ Yayınevi, 1. Baskı, Ankara 2013, s.103.
[19] A.g.e. s. 104
[20] A.g.e. s. 106
[21] A.g.e. s. 107,
Geniş bilgi için: Prof. Dr. Mahammad Tagi Zehtabi (Kirişçi), “İran Türklerinin Eski Tarihi”, iki cilt, İran. Tebriz. Akhter yayınevi, 1377 / 1998 ve http://www.idefix.com/kitap/iran-turklerinin-eski-tarihi-muhammed-taki-zehtabi-kirisci /tanim.asp?sid=ERFOKV6XFT7T13AHIKFR ve
Prof. Dr. Mehmet Bayraktar, “Medler ve Türkler”, Akçağ Yayınevi, 1. Baskı, Ankara 2013
[22] Abdulhâluk M. Çay, a.g.e, s.41,42
[23] Prof. Dr. Mehmet Bayraktar, ‘Medler ve Türkler’, Akçağ 2013, s. 9,10
1 Yorum